Oktay Candemir: Bendeki Ahmet Kaya anısı!

GenelGündem

90’lı yılların karanlık günlerinde, memleketin her köşesine sinmiş korkunun ne demek olduğunu çocuk yaşta öğrendim. O yıllar sadece bir türkü, bir söz, bir şiir bile insanı hedef yapmaya yeterdi.

Ahmet Kaya’nın türküleri de bu “tehlikeli” şeylerden biriydi. Ve ne acıdır ki, bir Ahmet Kaya kaseti bir evde bulununca “suç delili” sayılırdı. Ben, henüz genç bir öğrenciyken, Ahmet Kaya’nın bir türküsünden alıntı yapmıştım defterime: “Biz üç kişiydik.Bedirhan, Nazlıcan ve ben, Suphi.” Bu sadece bir türkü sözünden ibaretti benim için; ne fazla, ne eksik. 

Ama o dönemde hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Bir gün eve baskın yapan Özel Timlerin dikkatini defterim çekti.

İçindeki o birkaç satır kelimenin, hayatımı nasıl alt üst edeceğini o anda anladım. Gözleri faltaşı gibi açılan bir özel harekâtçı,bağırmaya başladı:“Alın bunu! Alın, alın!” Ne olduğunu anlayamadan ellerim kelepçelendi ve bir zırhlı araca bindirildim. Karakolda, hayatımın belki de en uzun saatlerini yaşadım.

Dayak faslından sonra önüme o defteri koydular. “Bu ne lan?” diye sordular. “Okul defterim,” dedim. Yanıtımın ardından yüzümde bir tokat patladı. “Onu biz de biliyoruz! İçindekiler ne? Kim bu Bedirhan, Nazlıcan? Terörist arkadaşların mı? Senin kod adın Suphi mi? Hangi eylemleri yaptınız? Anlat!” O an, bir türkünün nasıl eyleme dönüşebileceğini anlamaya çalışıyordum. Ahmet Kaya’nın şarkısı olduğunu anlatana kadar belki 20 tane tokat-yumruk yedim.

Ama gerçek, onların istediği gibi değildi. Ahmet Kaya dinlemek “suç” değildi. Yine de buna inanmak istemediler. Bu kez de “ Niye Ahmet Kaya dinliyorsun olum” diyerek dövdüler.Ahmet Kaya dinlediğim için” bayağı bir dayak yedim. Tehditlerle serbest bırakıldım. Ahmet Kaya’nın hikâyesi 1999’da bir magazin gecesinde başlamadı. Onun yaşadığı zorluklar, o magazin gecesindeki lincin çok daha öncesine dayanır. Ahmet Kaya, 1980 öncesinde de protest müziğin önemli bir figürüydü. Sol yumruğu, zafer işareti ve ezgileriyle toplumun yaralarına dokunuyordu. Kürt meselesine dair fikirlerini korkusuzca dile getiriyordu. 

Bu duruş, bazılarına göre fazlasıyla tehlikeliydi. O gece magazin ödül töreninde söyledikleri de aslında o günlerin birikimiydi. Onu sadece o gece söyledikleriyle anlatmak, onun üzerinden anmak, hayatını ve sanatını anlamamak demektir. Ahmet Kaya’nın ezgileri, yalnızca bir sanatçının değil, bir dönemin, bir halkın ve bir mücadelenin sesiydi. Bugün hâlâ onu dinleyenler için Ahmet Kaya, bir sanatçıdan öte bir sembol. Onun müziği, karanlık günlerin tanığı, baskı altında yaşayanların sesi olmaya devam ediyor.

Ve biliyorum, bir zamanlar bana o defter yüzünden o işkenceleri yapanlar, belki de bir köşede gizlice Ahmet Kaya dinlemişlerdir.Çünkü Ahmet Kaya’nın sesi, yasaklarla değil, insanın içindeki duygularla yankılanırdı. Evet, “Bedirhan, Nazlıcan ve ben, Suphi” hâlâ içimde bir türküdür. Ama umudun ve özgürlüğü türküsüdür.

Ahmet Kaya’yı bu ülkede sağcı da solcu da gizlice dinlemek zorunda kaldı. Bu da bir Türkiye trajedisidir. 24 yıl önce kaybettiğimiz Ahmet Kaya’yı bir kez daha minnetle saygı ile anıyorum.

 

 

İlginizi Çekebilir

G20 Liderler Zirvesi 18-19 Kasım’da Rio de Janeiro’da yapılacak

Öne Çıkanlar