Türkiye Cumhuriyeti artık sadece Türkiye’de yaşayan Kürtler ile değil, Irak, İran ve Rojava’da yaşayan Kürtlerle de barışmak zorunda. Böyle bir perspektife sahip bir Türkiye, Ortadoğu’nun süper gücü haline gelebilir…
*
Uzun yıllar önce İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan’ın görüşme notlarında bir pasaj okumuştum. Öcalan ile görüşmeye giden ve kendisini ‘Devlet heyeti’ olarak tanıtan yetkililere Öcalan, ‘Hangi devlet?’ diye sormuştu.
Günümüzde yaşananlar ise ister istemez akıllara bu soruyu getiriyor: Hangi Devlet?
Geldiğimiz noktada barış isteyen devlet hangisi, Siirt’e kayyum atayan devlet mi, Siyasal İslamcı devlet mi, Kemalist devlet mi?Bir gece ansınızın gelebiliriz diyen devlet mi, yoksa yeniden Ergenekon zihniyetine ya da aslında kurucu kodlarına döndüğü belirtilen devlet mi?
Her ne kadar 15 Temmuz’dan sonra devletin artık parçalı değil, homojen olduğunu düşünsekte, geldiğimiz noktada devlet içi dinamiklerin hala parçalı olduğunu görüyoruz. Bu yüzden Türkiye’de ne olursa olsun ‘Hangi devlet?’ diye sormaya devam ediyoruz?
Türkiye Cumhuriyeti ve Kürtlerle İttifakının sonuçları neler olur, tarihde defalarca bu ittifakı yapmış ve birlikte başarmış olan bu iki millet bugün bunu tekrar başarabilir mi?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 15 Temmus 2016’da yaşanan ve bazılarına göre darbe teşebbüsü, bazılarına göre ise kurgulanmış bir tezgah olarak lanse edilen olayların ardından derin bir siyasi, ekonomik ve toplumsal kriz ile karşı karşıya kaldı. 15 Temmuz 2016’da yaşananlar sadece Fetullahçı örgütün teşebbüsü olarak adlandıralamaz, o gün yaşananlar askeri ve siyasi bir darbedden öte Türkiye Cumhuriyetinde bir devrin kapanışı ve akabinde yeni bir çağın başlangıcıdır. Ama bütün yeni çağlar ileriye götürmüyor maalesef. O gece müesses nizam yıkılmasına rağmen Türkiye daha da geriye gitti. Aradan geçen 9 yıllık süreye rağmen yerine yeni bir müesses nizam tesis edilemedi. Türkiye Cumhuriyeti işte uzun yıllardır bu boşluğu dolduramadığı için boşlukta debelenip duruyor.
15 Temmuz, sadece askeri ve siyasi bir darbenin yaşandığı bir dönem değil, aynı zamanda mevcut sistemin, 1980’lerde kurulan ve 2000’li yıllarda pekişen merkeziyetçi yapısının zayıflamaya başladığı bir dönemin öncül sarsıntılarıdır. Türkiye’nin devlet yapısı, özellikle Arap Baharı sonrası bölgesel değişimlerle birlikte yeni bir kriz dinamiğinin içine girdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’te kurulan siyasi yapısı, kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk’ün belirlediği laik, merkeziyetçi ve tek parti sistemine dayalıydı. Ancak, 1950’lerden itibaren bu yapı çeşitli siyasi ve toplumsal değişimlerle evrildi. 1980 sonrası ordu müdahaleleri ve 2000’lerin başındaki reform süreci, Türkiye’nin siyasi yapısını yeniden şekillendirdi. Ancak 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, bu sürecin bir kırılma noktası olarak, Türkiye’nin siyasal sisteminin mevcut yapısında ağır tahribatlar yarattı. Hemen ardından güçlendirme yapması gereken siyasi iktidar, bunu yapmak yerine, hasarlı binada varlığını devam ettirmeyi uygun gördü. Güçlendirme yapılmadan, hasarlı binada devam kararı alınması bugün yaşadığımız sorunların temeli olarak ortaya çıktı.
15 Temmuz’un ardından hükümet, ülkedeki yönetim biçimini daha fazla merkezileştirerek otoriter bir sistem oluşturdu. Ancak, bu otoriter yapının uzun vadede sürdürülebilir olup olmadığı hala tartışma konusu. Türkiye’nin iç ve dış sorunlarının büyümesi, siyasi kutuplaşmanın derinleşmesi, ekonomik krizler ve sosyal huzursuzluklar, yukarıda belirttiğim hasarlı bina ile artık yaşanamayacağını açık biçimde ortaya koyuyor.
Arap Baharı, Ortadoğu’daki birçok devletin sarsılmasına ve yeni siyasi yapılar oluşmasına yol açtı. Türkiye, başlangıçta bu değişimleri desteklerken, zamanla bölgedeki karmaşa Türkiye’nin iç ve dış politikasını da derinden etkiledi. Özellikle Suriye ve Irak’ta Kürt hareketlerinin güçlenmesi, Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözme stratejilerini zorlamaya başladı. Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki Kürtler ile olan ilişkileri, bu süreçteki en kritik dış politika meselelerinden biri haline geldi.Arap Baharı sonrasında özellikle Suriye’deki Kürtlerin YPG/SDG’yi kurarak özerk bir bölge oluşturması, Türkiye’yi bölgesel güvenlik endişeleriyle karşı karşıya bıraktı. Bu durum, Kürtlerle zaten sorunlu olan ilişkilerin daha da karmaşık bir hal almasına yol açtı.Türkiye, iç politikada Kürtlerle ilişki kurmayı asla tercih etmedi. Kürtlerle olası bir ittifak, Türkiye’nin yalnızca iç sorunlarını çözme noktasında değil, aynı zamanda dış politikadaki yeni dönemde de önemli bir stratejik olarak müspet bir durum yaratacaktır.
Kürtlerin Türkiye’deki mevcut siyasi yapıyla olan ilişkisi, yalnızca etnik kimlik sorunuyla sınırlı kalmayarak, aynı zamanda siyasi, ekonomik ve kültürel taleplerle de şekillendi. PKK’nin tarihsel silahlı mücadelesi, Türkiye’nin bu konuyu nasıl ele alacağına dair tartışmaları da beraberinde getirdi. Ancak, son yıllarda özellikle DEM ve diğer Kürt siyasi hareketlerinin barışçıl bir çözüm önerdiği ve Türk devletiyle diyalog kurma isteği, bu bağlamda önemli bir gelişme olarak öne çıkıyor.
Irak ve Suriye’deki Kürtlerin durumu, Türkiye ile olan ilişkileri açısından önemli bir değişkenlik yaratıyor. Kürtlerin, bu ülkelerde kazandıkları özerklik ve artan etkileri, Türkiye’nin dış politikasını ve içeride Kürt meselesine yaklaşımını doğrudan etkiliyor. Türkiye, bölgesel Kürt hareketleriyle ittifak yapma noktasında daha pragmatik bir tutum benimsemesi gerekirken, bunun tam aksine meseleye sadece operasyonel çerçevede bir güvenlik sorunu olarak bakması sorunu daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Oysa Türkiye Cumhuriyeti artık sadece Türkiye’de yaşayan Kürtler ile değil, Irak, İran ve Rojava’da yaşayan Kürtlerle de barışmak zorunda. Böyle bir perspektife sahip bir Türkiye, Ortadoğu’nun süper gücü haline gelebilir. Irak ve Suriye’deki Kürtlerin mevcut durumu, Türk devleti için yeni fırsatlar ve zorluklar doğurdu. Bu ülkelerdeki Kürtler, hem ulusal hem de uluslararası alanda siyasi aktör olarak güç kazandılar. Türkiye’nin bu güçleri doğru bir şekilde anlaması ve onlarla kuracağı ittifaklar, Türkiye’nin içindeki siyasi krizin aşılmasına ve bölgesel istikrara katkı sağlayacaktır.
Sonuç olarak; yeni Bir Müesses Nizamın İnşası tamamen Kürtlerle ile İttifaktan geçiyor. Bu ittifak, sadece iç siyasi ve toplumsal sorunları çözme değil, aynı zamanda bölgesel bir güç olarak Türkiye’nin pozisyonunu güçlendirme potansiyeline sahiptir. Ancak, bu süreçte dikkat edilmesi gereken temel nokta, Kürtlerin taleplerinin doğru bir şekilde anlaşılması ve bir uzlaşı zemininin oluşturulmasıdır. Böylece, Türkiye’nin siyasi yapısının yeniden inşa edilmesi mümkün olabilir ve eski müesses nizamın yerini alacak demokratik, özgürlükçü, insan haklarına dayanan bir modeli ortaya çıkaracak ve bu da Ortadoğu’ya örnek teşkil edecektir.