Yeşil Sol Parti Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.
Oluç, şunları söyledi:
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. İki konuya değinmek istiyorum. Bir tanesi son gelişmeler bağlamında dış politika. Son günlerde dış politikada ilginç gelişmeler oluyor, Meclis’te de bunu konuşacağız. Elbette Türkiye-Ukrayna ilişkileri ve Zelenski ziyareti. Diğeri de NATO tartışmaları ve AB üyelik süreci.
Ukrayna’nın kısa ve orta vadede NATO’ya dahil edilmesi öngörülmüyordu
Zelenski ziyareti ve sonrasında konuşulan bir mesele son derece ciddi bir meseledir. Bu konudaki yaklaşımın gayri ciddi olduğunu düşünüyoruz. Ukrayna’nın NATO üyeliği meselesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ukrayna NATO üyeliğini hak ediyor” açıklaması yaptı. Bu geçiştirilecek bir durum değildir. Bu sadece Ukrayna ve Rusya için değil, Türkiye ve Avrupa halkları için ve onların geleceği açısından son derece kritik bir açıklamadır. Çünkü NATO’ya resmi olarak Ukrayna’nın dahil edilmesine hiçbir NATO üyesi ülke yanaşmadı. Özellikle işgal öncesi NATO zirvesinde Ukrayna’nın kısa ve orta vadeli NATO’ya dahil edilmesi öngörülmüyordu. O dönemde bu tartışma noktalandı. Erdoğan Ukrayna’nın NATO üyeliğini yeniden neden alevlendirdi? Bunun riskleri nelerdir, tartışmak gerekiyor.
Ukrayna’nın NATO’ya dahil edilmesi demek, NATO ile Rusya’nın savaşa tutuşması demektir
Neden derseniz; Vilnius Zirvesinin sonuç bildirgesi açıklandı. Bildiride NATO-Ukrayna ilişkileri ile ilgili olarak, Ukrayna’nın NATO’ya üye olabileceği ama bunun bugün olacağı anlamına gelmediği söylendi. Nitekim o bildirgeye tepki Zelenski’den atılan bir tweet ile geldi. Zelenski NATO’yu eleştirdiği tweetinde dedi ki “Zaman çerçevesi belirlenmeden hem davet hem de üyelik eşi görülmemiş bir saçmalıktır. Ukrayna’nın daveti için belirsiz koşullar bekleniyor” dedi ve ekledi, “Görünen o ki ne Ukrayna’nın NATO’ya üyeliği ne de ittifaka dahil edilmesi için hazırlık var”. Durum böyleyken eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan Zelenski’nin ziyaretinde onun ağzına bir parmak bal çalmak için bu lafı ettiyse bu büyük sorumsuzluktur. Nasılsa NATO böyle bir şeyi kabul etmeyecek, ben Zelenski ile ilişkilerimi iyi tutmak için Ukrayna NATO’ya üye olmalıdır lafını edeyim dediyse, bu büyük bir sorumsuzluktur. Bugünkü savaş koşullarında Ukrayna’nın NATO’ya dahil edilmesi demek, NATO’nun 5’inci Maddesi gereği doğrudan doğruya NATO ile Rusya’nın savaşa tutuşması demektir. 3’üncü Dünya Savaşı demektir. Ortalığın kan gölüne dönüşmesi demektir. Bu sorumsuz bir tutumdur ve bunu özellikle belirtmek istiyorum.
“Türkiye’nin AB üyeliğini gönülden destekliyoruz” lafları tamamen diplomatik ve karşılığı yok
Öte yandan İsveç’in NATO’ya üyeliği ve bununla ilgili tartışmalar ilginç bir noktaya geldi. İktidar AB üyeliği NATO’dan geçer gibi bir siyasi anlayışa savruldu. Çok ilginç! Türkiye kaç yıldır NATO üyesi, neden AB’ye üye olamadı o zaman, şimdi mi aklınıza geldi bu? NATO ile AB üyeliğinin ne alakası var? NATO’nun kuruluş yılı ne zaman, AB neden kurulmuş ve ne zaman? Arasında alakası olmayan bir konuyu İsveç’in NATO’ya üyeliği konuşulurken Erdoğan ortaya attı. Kazanım hikayesi yaratabilir miyiz hevesiyle bunun yapıldığını biliyoruz. Bu gerçekçi bir politika değil. “Şapkada tavşan kalmadı bunu çıkaralım, şimdi İsveç’e diyelim ki AB üyeliğini ve vize serbestliğini sağlarsanız biz de senin NATO üyeliğine evet deriz.” İyi de AB üyeliğini engelleyen İsveç mi, vize serbestliğini engelleyen İsveç mi, bu soruların cevabı var mı, var tabii ama alakası yok. AB üyeliği için yapılması gerekenleri yapmayan kimse, üyeliği o engelliyor. Çok açık bu sorunun cevabı. ABD’nin ve NATO Genel Sekreterliğinin bu açıklamadan sonra gelen “Türkiye’nin AB üyeliğini gönülden destekliyoruz” lafları da tamamen diplomatik laflar. Onlar da bu lafların bir karşılığının olmadığı biliyor.
AB’ye üyelik istiyorsanız Kopenhag Kriterlerini yerine getirin!
Şimdi çok açık bir şekilde şunların konuşulması gerekiyor. AB’ye üyelik mi istiyorsunuz? Biz istiyoruz. O zaman yapmanız gereken Kopenhag Kriterlerini yerine getirmektir. Peki, siz ne yaptınız? Kopenhag Kriterleri yerine “Ankara kriterleri” ilan ettiniz. “Biz Ankara kriterlerini uygulayacağız” dediniz. 2017 yılında burada Meclis’in açılışında Erdoğan dedi ki “Bizim AB üyeliği gibi bir beklentimiz yok.” Fasıllar açılmıyor, açılamayan fasıllar kapanmıyor, adımlar atılmıyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. Mesela Kopenhag Kriterlerini yerine getirin derken kayyım mı atayın dedi AB size? Venedik Komisyonu ile bu nedenle çelişkiye düşün mü dedi? Avrupa Parlamentosu ve Konseyi ile çelişkiye mi düşün dedi? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymayın mı dedi Kopenhag Kriterlerine uymak için AB size? AİHS’i çiğneyin mi dedi Kopenhag Kriterlerini yerine getirmek için? Siyasi nedenlerle cezaevlerini doldurun mu dedi? Gazetecileri hapse mi atın dedi? RTÜK aracılığıyla televizyonları cezaya boğun, televizyoncuları tutuklayın mı dedi? FATF’nin gri listesine mi girin dedi? Terör finansmanı konusunda engelleyici adım atmamakla suçlanarak gri listeye alındı Türkiye. Kara para aklanmasını engellemeyin mi dedi? Kopenhag Kriterlerinde bunlar mı var? Cumartesi Annelerine saldırılara devam edin, AYM kararlarını uygulamayın mı dedi? AYM’yi kapatma tehditleri mi savurun dedi? Yetmedi HDP’yi kapatın, Kürt halkının siyasi temsilini demokratik siyasette engelleyin mi dedi AB size? Adalet reformu yapmayın mı dedi, grevleri erteleyin mi dedi? Toplantı ve gösteri hakkının kullanımını engelleyin mi dedi? İstanbul Sözleşmesinden çekilin mi dedi Kopenhag Kriterlerini uygulamak için? Avrupa Parlamentosunun AB ile müzakereleri anlamında önemli olan ilerleme raporlarında çok ağır eleştirilerle karşı karşıya kalın mı dedi AB size? Her seferinde ilerleme raporu çıktığında Dışişleri Bakanlığı “Bu raporlar bizim için yok hükmünde” diye açıklama yapıyor. Böyle davranırsanız Kopenhag Kriterlerini yerine getirmiş olursunuz mu dedi AB size? Bu sorulara ne diyorsunuz?
“Ankara kriterleri” zihniyetinden vazgeçmezseniz AB’yle ilgili herhangi bir adım atılamaz
Şimdi yeni bir ilerleme raporu kapıda, geliyor. Sanıyorum sonbaharda açıklanacak AB İlerleme Raporu ve yine büyük ihtimalle Türkiye’nin izlediği demokrasi ve hukuk alanındaki ağır ihlaller teker teker o raporda sıralanacak. “Raporlar yok hükmündedir” açıklaması yapmak değil, mesele o raporların öyle çıkmaması için hukuk ve demokrasi alanında atılması gereken adımları atmaktır. Esas olan budur. AB’ye üye olmak istiyorsanız bunları yapacaksınız. Yani Kopenhag Kriterlerini yerine getireceksiniz vize serbestliği istiyorsanız. Bunun kriterleri var. Son olarak uygulanmamış 6 kriter var. O 6 kriteri uygulayacaksınız. Biz bunların uygulanmasını istiyoruz. Kopenhag Kriterlerinin uygulanması ve fasılların açılıp kapanmasını istiyoruz. Vize serbestisi için de kriterlerin yerine getirilmesini istiyoruz. Bunları eğer yapmak için niyetliyseniz biz her türlü desteği vermeye hazırız. Ama biraz samimiyet ve bu niyetinizi göstermeniz gerekiyor. “Ankara kriterleriyle ilerleriz” anlayışı ve zihniyetinden vazgeçmezseniz -çünkü Ankara Kriterleri dediğiniz şey hukuksuzluk, demokrasi eksikliği, hak ihlalleri demek- Kopenhag Kriterleriyle ilgili çalışmaları sürdürmezseniz AB’yle ilgili herhangi bir adım atılamaz. Bu yöndeki taleplerin samimiyetine de kimse inanmaz. Ne Avrupa’da Türkiye’de kimse inanır.
Türkiye’nin AB üyeliği demokratikleşmeye, hukukun üstünlüğüne ve Kürt sorununun çözümüne bağlı
Adım atmak mı istiyorsunuz, bir önerimiz var. Dışişleri Bakanlığına bağlı AB Başkanlığı var. Gelin AB Bakanlığını yeniden tesis edin ve müzakerelerin derli toplu yürütülmesi, adımların atılması, reformların yapılması için ciddi bir odak oluşturun. Bu reformlar yapılabilir hale gelsin. Eğer bu konuda adım atacaksanız bu konuda da destek vermeye hazırız. Ama size şunu söyleyelim, şu uyarıyı yapalım bir kez daha. AB Parlamentosunda yeni ilerleme raporu çıkacak. Bu ilerleme raporundaki olumsuzluklar sonucunda eğer o parlamentoda artık “AB ile Türkiye imtiyazlı üyelik noktasına gelmelidir” diye bir fikir çıkarsa, bu sizin bugüne kadar yapmadıklarımızdan dolayı ödenecek bir bedeldir. İmtiyazlı ortaklık demek aslında hiçbir imtiyazı olmayan, hiçbir değeri olmayan, Kopenhag Kriterleriyle hiçbir alakası olmayan bir öneri olacaktır. Dolayısıyla Türkiye’yi bir imtiyazlı ortaklık tartışmasına sürüklemek istemiyorsanız, o zaman Kopenhag Kriterleriyle ilgili adım atmaya başlamanız gerekiyor. Yani demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, Kürt sorununda demokratik ve barışçıl çözüm için adımlar atılmalıdır. Yani evrensel hukuk ve demokrasi ilkelerine ve özgürlüklere bağlılığa dair adımların atılması gerekir. Mesele bu kadar basit aslında. Yapılması gerekenler de ortada. Bunu hem Kopenhag Kriterleri hem de müzakereler açısından söylüyorum hem de vize serbestisi açısından söylüyorum. Atılması gereken adımları herkes biliyor, o adımlar atılırsa biz de destek veririz.
İktidar torba yasayı “milli dayanışma paketi” olarak sunuyor
Meclis gündemine dair de şunları söylemek istiyorum. Plan Bütçe Komisyonuna bir torba yasa geldi. Plan Bütçe Komisyonunda tartışmalar sonucunda iktidar çoğunluğuyla kabul edildi. Herhangi bir değişiklik yapılmadı eleştiriler doğrultusunda. Onun ardından bir ek bütçe geldi. Dün Plan Bütçe Komisyonunda ek bütçe de yine iktidar çoğunluğuyla kabul edildi. Bugünden itibaren önümüzdeki 3 gün boyunca Plan Bütçe Komisyonundan gelen torba yasa ve ek bütçeyi Genel Kurul’da tartışacağız. Yeni torba yasa teknik meselelerini Genel Kurul’da konuşacağımız için o konudaki eleştirilere çok fazla şimdi girmeyeceğim ama şunu açık ve net söyleyeyim. Bir milli dayanışma paketi olarak sunuyor iktidar bunu. Ancak bir milli dayanışma paketi olduğunu düşünmek mümkün değildir. Emeğiyle geçinen yurttaşlara yeni vergiler getiren, buna karşı sermayeye kolaylıklar sağlayan bir dayanışma modeli olabilir mi? İktidar dayanışma ve fedakarlığı hep emekçilerden istiyor. Bunun bir milli dayanışma modeliyle alakası yoktur.
6 ayda bütçeyi batıran bu iktidara ek bütçe teslim edilebilir mi?
Pandemi oluyor fedakarlık emekçilerden isteniyor. Ülke, tarihinin en büyük iş ve istihdam kaybının yaşandığı ağır bir ekonomi bunalımla karşı karşıya. Hazine ve Merkez Bankası çökmüş, borçlar ayyuka çıkmış vaziyette. Kim dayanışma göstecek? Emekliler, ücretli geçinenler, çiftçiler, dar gelirliler, emekliler, yoksullar. Buna karşılık sermaye teşvikleri ve sigorta prim kolaylıkları sağlanması da bu paketin içinde yer alıyor. İşsizlik sigortası fonunun aslında işsizler için değil sermaye için kullanılması bu paketin içinde yer alıyor. Kur Korumalı Mevduat Sisteminin devamı yer alıyor. KKM’nin zaten emekçilerle, işçilerle bir alakası olmadığını biliyoruz. Bu ülkede yurttaşlar bu iktidarın yanlış ekonomik tercihleri ve politikalarından dolayı hayat pahalılığı yaşıyor. Her gün gelen zamlarla astronomik kiralarla ve devasa bir enflasyonla mücadele etmek zorunda kalıyor geçinebilmek için. Şimdi yeni vergilerle karşı karşıya kalıyoruz. Torba yasanın en büyük sıkıntısı budur. Ek bütçe istiyor hükümet, ek harcama yetkisi istiyor. Bütçe yetmediği için 1 trilyon 200 milyar lira daha para istiyor iktidar. 6 ayda 2023 Bütçesi batmış vaziyette. Daha önce de böyle oldu. 2022 Bütçesini de batırdı bu iktidar. 6 ayda bütçeyi batırmış bu iktidara şimdi ek bütçe böyle rahatlıkla emanet edilebilir mi? Ne yapacakları belli değil. Yanlış iş yapıyorlar. Bütçe tercihleri yanlış olduğu için bu noktaya gelindiğini defalarca söyledik, bir kez daha söyleyelim.
Meclis’in ve halkın bütçe yetkisi gasp ediliyor, bütçe disiplini yıkılıyor
Nereden toplayacak bu parayı? Yurttaşın cebinden alacak. Dolaylı vergilerden alacak. Bu ek bütçeyle yaklaşık 750 milyar lira dolaylı vergi gelirinden söz ediliyor. Dolaylı vergiyi her gün tükettiğimiz her malda ödediğimiz KDV ve ÖTV’den topluyorlar. Dolaylı vergi yurttaşa ek vergi anlamına geliyor. Ek bütçe de burada. Yani iktidar bütçeyi batırdı tüketti, şimdi yeniden vergilerle canlandırmaya çalışıyor. Bir madde var içinde. Gerçekten vahim. O da nedir biliyor musunuz? Hazine ve Maliye Bakanı ve Cumhurbaşkanına yüzde 5’er olan borç artırım tutarını üç katına çıkartma maddesi. 3 kat, yüzde 300. Böyle bir madde var, inanılmazı zor geliyor ama Cumhurbaşkanlığına yüzde 300 oranında borç artırım yetkisi veriyor bu torba yasadaki madde. Bu ne anlama geliyor? Meclis’in bütçe hakkının gasp edilmesi anlamına geliyor. Bütçe hakkı Meclis’in yani halkındır ama gasp ediliyor. Cumhurbaşkanına bu yetki veriliyor. Böyle bir yetkiyi bir torba yasa teklifi içerisinde alelade bir düzenleme ile veriyorsunuz. 2 trilyon 181 milyar TL’lik borçlanma yetkisi. Böyle bir bütçe disiplini olabilir mi? Bu bütçe disiplininin yıkılması, bütçe disiplininin dışına çıkılması anlamına geliyor. Hesap verebilirliğinin önlenmesi anlamına geliyor.
Cumhurbaşkanına verilecek yüzde 300’lük borçlanma yetkisi ile çok ciddi bir sorunun kapısı açılıyor
Para bitmiş, şimdi yasa maddesi ile ve Meclis’e sundukları ek bütçe ve devasa borçlanma ile halkın sırtına yeni vergiler getirme maddeleri ile böyle bir adım atıyorlar. Biz buna ilişkin eleştirilerimizi Plan Bütçe Komisyonunda açık bir şekilde dile getirdik, değişiklik önerilerimizi yaptık ama dinlemediler. Genel Kurul’da da eleştirilerimizi açık bir şekilde dile getireceğiz. Bu torba yasa ve Cumhurbaşkanına verilecek yüzde 300’lük borçlanma yetkisi ile çok ciddi bir sorunun kapısı açılıyor.