Bir varmış bir yokmuş, başı belalardan kurtulmayan bu topraklarda, kendi halinde siyasete ’çekirdek’ten başlayan bir Kasımpaşalı varmış. Gel zaman git zaman, Yedi Tepeli Şehir’de belediye başkanı olmuş. Bir gün zevcesinin şehrinde okuduğu bir şiir nedeniyle başı belaya girmiş ve cezaevinin yolu görünmüş.
Ahmet Kaya, şarkıları ile onu Pınarhisar cezaevine yolcularken o çok duygulanmış ve o geceyi her hatırladığında gözyaşlarını tutamıyormuş…
Çok geçmeden içte ve dışta esen rüzgarlar onun ve arkadaşlarının yeni bir parti kurmalarına zemin hazırlamış ve kısa sürede gelişerek girdikleri ilk seçimlerde birinci parti olmuşlar. Ama o başkanı olduğu parti tek başına iktidara geldiğinde bile, ‘düşünce suçu’ndan yasaklı olduğu için meclise bile girememiş.
Bu ’garabeti’ gidermek için bir ‘yol’ bulmuşlar ve meclise öyle taşınmış…
O günlerde Kasımpaşalı geçmiş evdeki aynanın karşısına ve sormuş:
Ayna ayna söyle bana, var mı benden daha mağduru ve demokratı bu dünyada?
Ayna eskiden kendisine soran geçmiş bazı politikacıları düşünürken duraksamış, sağa sola bakmış, biraz durmuş ve demiş:
Şimdiye kadarki yaptıkların olumlu. Ama sen sen ol öncüllerin gibi başbakan ve iktidar olmanın sarhoşluğuna kapılma, geldiğin yeri hiç unutma ve verdiğin demokratikleşme sözlerini her ne pahasına olursa olsun tut.
Kasımpaşalı cevap vermiş:
Olur mu hiç öyle, ben bir şiir için cezaevine girmenin ne olduğunu bilirim, söz sana, sözlerin bana ışık tutacak.
Meclise girer girmez almış başbakanlığı en yakın dava arkadaşından, iç ve dış destekleri arkasına almış, o ve partisi iç ve dışta olumlu karşılanan bazı adımlar atmış, demokratikleşme konusunda sözler vermiş.
Kürtlere de haklarının verileceğini söylemiş, hata Dersimli ve Osmaniyeli muhalefet liderlerine karşı Kürdistan’ın tarihsel varlığını savunmuş, yeni paketler açmış ve yeni süreçler başlatılmış…
Ama onun gönlündeki ‘aslan’ mı yoksa içine düşüp palazlanan kurt mu fazla dayanamamış, o da ”artık her şey benden sorulmalı” demiş. Çok geçmeden o da öncüllerinin huyunu göstermeye başlamış, Birlikte yola çıktığı arkadaşı da olsa, artık herkes onu dinlemeliymiş…
Git zaman gel zaman, işler öyle bir hal almış ki, hoşlanmadığı bir konuşma için toplantıyı terk ederken bile, oradaki cumhurbaşkanı arkadaşını da neredeyse zorla sürükleyerek yanında götürmüş, bu tür toplantılara da ‘yeni düzen’ getirmiş, herkes haddini bilmeliymiş…
Sadece katıldığı toplantıların değil, katılmadığı toplantıların bile oturuş düzenini belirlemiş, kimi engel gördüyse ona yönelmiş, tartışmasız bağlılık istemiş. ‘Yemin billah sana bağlıyım’ diyen bir başbakanı bile, bir iki ‘aykırı ses’ nedeniyle saf dışı etmiş…
Giderek daha büyük yetkileri kendinde toplamak istemiş ve tüm ipleri eline almak istemiş. Kimlere ne taviz gerekiyorsa vermiş, kimler susturulacaksa susturulmuş, planlara uygun adımlar atmış…
Tüm itirazlara rağmen sarayını da inşa etmiş, tüm eleştirileri bastırmaya çalışmış, yakın arkadaşlarının sırtına basarken, okyanus ötesindekine karşı küsur etmemiş…
Para pul, makam ve ‘şöhret’le, sadece siyasetçi, akademisyen ve aydın Türkleri değil, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Arap ve benzeri kesimlerden de, ‘anlı şanlı’ epey insanı ‘devşirmiş’. Devlet ve havuz medyasında onları ‘öttürmüş’, bazıları dönemsel rollerini oynadıklarında da, onları sırada bekleyenlerle değiştirmiş…
Binlerce Kürt ve dostlarını katlettirmiş ve birçok Kürt şehrini yakıp yıktırmış, binlerce Kürt’ün katledilmesi ile övünüp duruyormuş. Havuz medyasında günlük döviz kurları gibi, ’etkisizleştirilen’ insanlarmızın katledilmelerini verip övünüyormuş…
Başbakanlığa öyle birini bulmuş ki adam ‘mırıldanma’ ustası, başbakanlık adına ’kapıcılık’ sevdalısı, bağlılığı dillere destan, konuştukça batan bir adam. ‘Mağduriyet’ten ‘mağrur’ reisliğe giden yolda, onu yakından tanıyanları, itirazları olmazsa bile bir yana itiyormuş, kendilerini ’kanıtlama’ derdinde olan yeni yetme ’şahinler’ ile yol almayı huy haline getirmiş…
Bakan ve diğer bürokratlara niye bıyıklarınız yok sorduğunda bıyıklılar etrafı sarmış. Eşleriniz örtünsün demiş, örtünenler birbirlerini izlemişler…
Ama hala ruhundaki ’ben’i memnun etmemiş, kendine sarayda bir nevi devlet aygıtı oluşturmuş, artık her şeyi saraydan yönetmeye koyulmuş. Partiler grup toplantılarını yaparken, o da muhtarlarla toplanmış, en önemli mesajlarını muhtarlara bu toplantılarda vermiş, kendini sık sık muhtarlara ayakta alkışlatmış…
O artık okyanus ötesinin ‘gölgesi’ni istemiyormuş, okyanus ötesindeki de onun ‘tek adamlık’ını. Derken ipler kopmuş ve saldırgan filler gibi tepişmişler, ortada olan yine mazlumlara olmuş. Kimin kime darbeyi daha önce yaptığı, bir ‘muamma’ olarak halen zihinlerde, ama baskı ve zulüm ayyuka çıkmış, güven neredeyse herkese haram olmuş…
Sadece ona ses çıkaranlar değil, onun gibi ses çıkarmayanlar da hedef olmuş, giderek sıra bir zamanlar onunla olup, artık onlara ihtiyaç duyulmayanlara da gelmiş. O şimdi en güçlü gibi görünüyor, ama gerçek hiç de öyle değil, o da bazı öncülleri gibi karşıtlarına dönüşmüş…
İstediği başkanlığı da ‘halk oyu’ ile alıp keyif çattığı bir gün demiş ki gidip yine aynaya sorayım demiş ve gitmiş aynı aynanın karşısına:
Ayna ayna söyle bana, var mı benden daha güçlü ve merhametli lider bu dünyada?
Ayna birden şiddetle sarsılmış ve demiş:
Git buradan, ben seni tanımıyorum, git eski Kapımpaşalı gelsin, onu bazı vaatleri nedeniyle sevmiştim.
Kendini ‘dünya lideri’ sanan Kasımpaşalı şaşırmış ve demiş:
Ayna ayna, Kasımpaşalı benim, tekrar bak, yoksa bir gece ansızın gelir ve sana kayyum atarım, haddini bil.
Ayna da birden kızmış, Kasımpaşalı’nın üstüne doğru eğilmiş ve demiş:
Bu ne kaba mağrurluk, mağdurluk günlerini unuttun mu? Sen haddini bil, sana boyun eğenin kalbi kurusun.
Kasımpaşalı korkuya kapılarak oradan hemen kaçmış. Ertesi gün emektar ayna ceza diye sarayın karanlık bir odasına kapatılmış ve yerine ayna dışında her şeye benzeyen ’lidere ölümüne bağlı’ bir kayyum ayna atanmış…
Yani bildiğiniz gibi, masal aynı masal yani. M. Kemal’den günümüze yaşananlar, büyük laflarla iktidara gelmişler, birbirlerini tasfiye ve sindirmeler hep tekrarlanagelmiş. Şimdi de gidişat öyle gibi, daha fazla demokrasi, özgürlük ve adalet yerine, bazı ceberrut öncüllerine dönüşürler en sonunda…
Tabii ki suç sadece bu ne oldum delisi ‘reis’te değil, büyük sorumluluk onda olsa da yapılanlar bir ekip işi, ona yer ve zamanında yeterince ses çıkarmayan, eski ve yeni yakın çalışma arkadaşlarının da suçu var, onun yeni tayfası ve mırıldanan son başbakanı saymıyorum, o hala bir yeni bir bisiklete binmeyi hayal ediyor…
Siz siz olun unutmayın, kim ve ne adına gelirse gelsin, faturanın en ağırını hep Kürtlere ve dostlarına, demokrat kesimlere çıkaran, tüm ‘ulu’, ‘şef’, ‘lider’, ‘reis’ ve benzerlerinin, katıksız iktidar hırsı ile unuttukları bir şey var:
GÜN GELİR DEMOKRASİ HERKESE LAZIM OLUR!
Marifet bunu zamanında görmektir, idam sehpasında veya mapusane hücresinde değil, hastane yatağında veya ölüm düşeğinde değil. İşte ‘mağdurluk’tan ‘mağrur reislik’e giden, kendisi Türk olmasa da Türkçülüğün alasını yapan, Osmanlı hayalleri ile yatıp kalkan, dara girdiğinde ‘meşhur Rus’tan özür dileyen, baskı ve zulmü okyanusları aşan, parolası ‘ben, ben ve yine de ben’ olan, demokrat aydınları ve bilimselliği sevmeyen, vicdan ve dürüstlük yoksunu bir ‘adam’ın masalı…
Sorumluluklar farklı ve anlatılacak çok şeyler var. Ama umarım bu gidişat yeni ‘tepişmeler’ olmadan önlenir, asker ve ‘vatan kurtarıcıları’ yerine demokratik bir alternatif gelişir, tarih tekrar tümüyle tekerrür etmez, daha fazla demokrasi, özgürlük ve adalet, Kürtlere kendi geleceklerini özgürce belirleme koşulları, bir başka bahara kalmaz, her ne kadar tam ‘tekerrür’ için neredeyse tüm koşullar olsa da…
Kasımpaşalı şimdilik ermiş muradına gibi, ama o hiç de rahat değil, gerçek aynalara bile kayyum atayan biri. Keşke Kasımpaşalı aynasının ilk nasihatlerine bağlı kalsaydı da, bugün belki de hem Türkiye hem de Kürdistan başka bir aşamada olabilirdi. Ama siz siz olun gerçek aynalarınızın sözünü dinleyin, asla ama asla aynalara kayyum atamayın…