Ne yazık ki AKP de ‘farkındalık’ yerine ‘malum gidişat’a uydu…
Bazen ‘anlamsız’ veya ‘gereksiz’ gibi görünse de bizlere baskı ve zulmü reva görenlerin nerelerden nerelere geldiklerini, ‘mazlumluk’tan ‘zalımlık’a veya ‘mağdurluk’tan ‘mağrurluk’a dönüşenlerin dünü ve bugününü, hem güncel tarihi yakalamak, hem de belki bundan sonra birilerine ‘ders’ olur diye ortaya koymanın önemine inananlardanım.
Bu anlayışla bakıldığında, Türkiye’de ’tek parti’ döneminden ve sonraki askeri darbelerden ’çıkışlar’da geniş toplumsal kesimlerdeki ’değişim’ rüzgarlarını yakalayan bazı Türkiye partilerinin eninde sonunda ’malum gidişat’a uymaları bilinen gerçeklerden biridir.
Örneğin Demokrat Parti (DP), Kemalist tek parti Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) dönemi ’aşılırken’, Adalet Partisi (AP), 27 Mayıs 1960 Darbesi dönemi ’aşılırken’, CHP, 12 Mart 1971 Darbesi ’aşılırken’, Anavatan Partisi (ANAP), 12 Eylül 1980 Darbesi ’aşılırken’, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) de 1990’lardaki ’tıkanma’lar aşılırken geniş kesimlerdeki değişim rüzgarlarının yakalayabildiler.
CHP’nin 1973’lerdeki ’çıkışı’ dışında, bunların hepsinde de ortak olan yan, daha çok kendilerine ’muhafazakar’ ve ‘sağ’ eğilimli demeleridir.
İşin ilginç yanı, ’değişim’ partilerinden hiçbiri, iktidara yürürken verdikleri sözleri tam tutmadılar. Ya giderek ’başka’ bir baskıcı yönetime kaydılar, ya kendilerinden önceki ’rejimleri’ taklit ettiler, ya da önceki ’rejimler’ ile ’bir yerde’ anlaştılar. Bu nedenledir ki gelişen toplumsal sorunlara çare olamadılar. Gelişen Kürdistan ve Türkiye sosyalist, devrimci ve demokratik mücadelelere de düşmanca bir tutum aldılar.
AKP’ye kadar olan süreçler bilinmekte ve birçok araştırmalara da konu olmuştur. Bilindiği gibi DP’nin lideri Menderes ve iki bakanı asıldılar. AP’nin lideri Demirel iki defa ’darbe’ yedi ve şapkasını ’alıp gitti’. ANAP’ın lideri Özal, halen de bir ’muamma’ olan ’hastane darbesi’ne maruz kalıp yaşamını yitirdi.
Bütün bunları bilen AKP dersler alacağına ve demokrasinin sınırlarını genişletip darbelere ve diktatörlüklere yolları kapatacağına, ’kendi baskıcı rejimi’ni kurdu. Bir ara sadece kendi ’darbecileri’ne karşı oldu, ama sonunda çoğuyla da belli bazı çıkarlar karşılığında ‘anlaştı.’
Bunda Erdoğan’ın ‘tek adam’ siyaseti ve etrafındakiler ‘sessiz’ kalmalarının da payı büyüktür.
Bana göre, esas ismi konulmasa da farklı beklentilerle başlatılan ‘Çözüm süreci’, özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) barajı aşması ve Kürtlerin yerel yönetimlerde gösterdikleri başarılar, Osmanlı dönemi bir yana yaklaşık 100 yıldır inkar baskı ve zulümlerle önü alınmaya çalışılan Kürt ve Kürdistan sorununda barışçıl ve demokratik çözüm yollarını açabilirdi.
Eğer AKP, geleneksel ’Kürdistan korkusu’na kapılmayıp inkar ve imha politikalarında ısrar edenlere, barışçıl ve demokratik çözüm ve düşüncelerinin birbirleriyle yarıştığı ve tüm sorunların çözümünde halkların özgür iradeleri esas alındığı bir demokrasi anlayışını gösterebilseydi, bir dönem kendisinin de ’mağduru’ olduğu sistem değişim ve dönüşüm sürecine girebilirdi.
Hiç olmazsa buna zorlanabilirdi. Böylesi bir ortamda özellikle Kürt ve Kürdistan sorunlarının çözüm yol ve yöntemlerinde şimdiye kadarki kimi yanlış ve eksikliklerinden dersler çıkaran, seçimlerden çıkan sonuçları iyi değerlendiren, Kürt ve Kürdistanlılar arası güç ve eylem birliklerine daha ağırlık veren ve Türkiye’de de daha fazla hak ve özgürlükler politikasında ısrarcı olan bir HDP ve birlikte olduğu örgütler de yaşanan süreçlerde daha önemli roller oynayabilirlerdi.
Hiç kuşkusuz Kürtlerin ve dostlarının de yaşanan bu süreçlerde yanlış ve eksiklikleri oldu, ama tekrar Kürt ve Kürdistan ’korkusu’nun öne çıkıp inkar ve imha politikalarının egemen olmasının esas sorumlusu AKP ve iktidarının yeni bir ’soluk’ ve ’çığır’ın aktörlerinden biri olması yerine, bir şiir için Erdoğan’ın kendisini bile cezaevine koyan, bir dönem Erdoğan, Gül, Arınç ve benzerlerinin eşleriyle tokalaşmamak için onlara sırtını dönen bazı generallerin militarist zihniyetiyle uzlaştılar ve onları aratmayacak bir iktidar oldular.
Dahası ’tekçi’ bir devletin ‘uyum’ sağlamış yöneticileri olarak bir dönem CHP ve MHP’ye ’vardır’ dedikleri ’Kürdistan’ı bırakalım Türkiye kentlerinde, Diyarbekir ve Mardin gibi kentlerimizde bile topladıkları kitlelere ’Kürdistan yoktur’ dedirttiler. Bir dönem birlikte yola çıktıkları arkadaşlarından cumhurbaşkanı, başbakan, meclis başkanı, bakan ve benzeri görevlerde bulunanları bile kendilerine ’ayak’ uydurmadıklarında bir bir tasfiye ettiler; en ufak bir sorunda onları bile ’hain’ olarak ilan etmekten kaçınmadılar.
Diyarbekir Sur ve Cizre başta olmak üzere onlarca şehirlerimizde hunharca katlettikler binlerce insanımızın ölümleri hakkında böbürlenerek nutuk atmaları halen kulakları sağır ederken bugünlerde bile Kandil ve Gara’yı ne zaman ele geçirecekleri, Doğu Fırat dedikleri Batı Kürdistan’ı nasıl işgal edecekleri ‘naraları’ ile meşgullar. Bu liste öyle uzun ki…
Bugün kuruluş yıldönümü olan AKP tüm bu ’değişim’ ve ’başkalaşım’lar nedeniyle aslında 14 Ağustos 2001’de kurulan o AKP’den önemli farklılıklar gösteriyor. Ne yazık ki ‘farkındalık’ yerine ‘malum gidişat’a uyan bir ‘devlet partisi’dir artık.
Ruh ve kalplerimizdeki tüm acılara rağmen, yaşananlara ‘kanıksama’ anlayışıyla bakmak istemiyorum, keşke böyle olmasaydı, diyorum; gönül isterdi ki bu kadar gözyaşı ve kan yerine bugün özgür ve demokratik koşullarda, Kürt ve Kürdistan sorunu dahil tüm sorunlarda barışçıl ve demokratik çözüm yol ve yöntemleri esas alınsaydı…