Rauf Karakoçan: Anla(ş)ma

GenelGündem

Basına yansıyan haberlere göre, Ankara ve SDG arasında  anlaşmanın eli kulağında gibi gösteriliyor. Bazı haber kanalları, bazı meçhul ‘yetkililere’ dayandırarak servis ettikleri haberlere göre SDG ile Türkiye arasında bir anlaşma ya da ateşkesten bahsediyorlar.

Haberin içeriğinde somut bir durum yok. Neyin üzerinde anlaştıkları da belirtilmiyor. Anlaşma mı, ateşkes mi o da net değil ama ‘bir şey yoksa bile yine de bir şey var’ misali bir şeylerin mevcudiyetinden bahsediliyor.

İşin özü Türk devleti, SDG ile direkt bir anlaşmaya varmaz. Kendisini dev aynasında gören bir Erdoğan’ın, 7-24 küfrettiği ve yerin dibine gömmeye çalıştığı SDG ile çok gerekli bir ihtiyaç olsa da bir anlaşmaya gitmesi bu aşamada zor görünüyor.

Her şeyden öte İmralı’da başlayan bir süreç var ve gelişmelerin asıl ekseninin Rojava olduğuna dair hemfikir olunan bir beklenti oluşmuştur. İmralı sürecinin akamete uğrama ihtimali gündemdeki önemli yerini korurken Rojava üzerinden nasıl bir anlaşma olabilir ki?

İşin, iyi anlaşılması amacıyla bir hususa değinmeye ihtiyaç vardır. Rojava meselesini Suriye’nin bütünlüğü içinde ele alıp bakmada yarar var.

Colani’yi Şam’da koltuğa oturtan güçlerin, stratejik çıkarları neyi gerektiriyorsa Colani’ye öyle adım attırıyorlar. Colani, Hükümet kuruyor, bakanlar atıyor. Anayasa’nın nasıl olmasına karar veriyor ve kendince bir şeyler yapıyor. SDG yönetimiyle anlaşma imzalıyor. Aslında bunların hiçbirinin bana göre bir karşılığı yoktur. Kamuoyunda yüksek beklenti yaratılması hayal kırıklığına yol açabilir. Suriye’nin asıl aktörleri, HTŞ’yi kıvamına getirmeye çalışırken Türkiye ve SDG arasındaki sorunlara da neşter vurmaya çalışıyor.

Sorunlardan biri olan Suriye’de ki savaşın çatışmaların bitirilmesi konusu, bu savaşı bitirmek isteyen ABD, Fransa ve ilgili çevreler, Türkiye’yi tam da bu noktaya getirmeye çalışıyor. Türkiye ise bu noktaya gelmemeye diretiyor.  Saldırılarını aralıksız sürdürmeye çalışıyor. Savaşta ısrar etmesinin nedeni Suriye’de aradığının karşılığını tam bulamayışıdır. HTŞ üzerinden de istediklerini alamaz duruma düşmüştür. Hakan Fidan’ın ABD ziyareti de Türk devletinin beklentilerini karşılamadı gibi bir izlenim oluşturdu. Sırada Erdoğan-Trump görüşmesi var.

Erdoğan, Suriye’de devre dışı kaldıkça çılgınlaşıyor. Alevi katliamıyla hamle yaptı. Suriye’deki üst akıl, şayet Suriye’de dört parça bir federasyon oluşturmak isterse, deniz kıyısı Alevilerde kalacak ve Sünni nüfusun denizde kıyısı kalmayacaktır. Bir yandan da Davut koridorunun güzergahı Türkiye’yi baypas etmekte ve bu senaryoda Türkiye’nin Suriye’deki varlığı anlamsızlaşacaktır. Bu yüzden Türkiye, Suriye’de sonuna kadar oyun bozanlık yapmaktan vazgeçmeyecektir.

Alevi katliamı, denize açılan bir kapının senaryosu için tezgahlanan bir soykırımdı. Arkasında da Türkiye var. Aynı mantığın SDG ile bir ateşkes yapma olasılığı zayıf bir ihtimaldir. Varsa da başka çaresinin kalmadığındandır. Erdoğan, İmralı sürecine henüz tam karar vermiş değil. Suriye’deki çıkarlarını garantiye alacak pozisyonunu da kaybetmek üzere. Bu şartlarda bir barışın sağlanması ihtimali zayıf. Ateşkes olacaksa kendi rızası dışında bir şeyi kabul etmiş olacaktır.

Erdoğan’ın egosu ve sahip olduğu kibir, aklın yoluna gitmekten ziyade akıldışılığa işaret ediyor hep. El yükselttikçe yükseltiyor. Kötü bir seremoniye doğru hızla ilerliyor. Milyonların tepkisine rağmen Türkiye iç siyasetinde aklına estiğini yapıyor. Toplumun sinir uçlarıyla oynayacak kadar da ileri gidiyor.

İmralı gelişmeleri açısından da benzer bir durum söz konusudur. Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren tarihi nitelikte bir adımın arifesine gelinmişken herkes tarafından genel bir kabul gören Barış ve Demokratik Toplum çağrısına karşı Erdoğan hala sağır sultanı oynuyor. Adım atmamada diretiyor. İmralı için gerekli olan siyasi ve hukuki zemin bir türlü oluşturulmuyor.

Beklentiler bayram sonrasına kaldı. Şayet PKK’nin feshi ve silahların bırakılması gibi hayati bir konu gündemdeyken hala neden siyasi ve hukuki zemin oluşturulmuyor, sorusunu sormak gerekir. Tabi bunun nedeni çok açık; PKK’nin silah bırakması ve kendisini feshetmesinin AKP’nin işine yaramadığını gösteriyor.

Erdoğan’ın barış sürecini ağırdan alarak ‘istemezük’ pozisyonunu koruması barış politikalarından kaybettiğindendir. Bu Türkiye-SDG barışı için de geçerlidir. Barış politikaları Erdoğan’a kaybettirecektir. Erdoğan kaybettiğinde Türkiye, müthiş kazanacaktır. Barışın denklemi böyle kurgulanmıştır. Devletten bir şey beklenilmeden PKK’nin silah bırakma ve feshi formülü, kimilerinde kafa karışıklığı yarattı. Oysaki bu durum, sıranın ‘şah mat’ hamlesinde olduğunu gösteriyor. Savaşın tüm gerekçelerinin ortadan kalkıyor olması bazıları için mat olmadır.

Turgut Özal, Saddam sonrası Güney Kürdistan’daki gelişmeler için ‘bir koyma, üç alma’ politikasını yürürlüğe koyar. Erdoğan’ın Rojava politikası ise ‘hiçbir şey koymadan her şeyi alma’ üzerine kuruludur. Bu politika devam ederse ve İmralı açılımına uygun bir zemin sunulmazsa hem Türkiye’de hem de Suriye’de Erdoğan’ın her şeyi kaybetme ihtimali çok daha yüksektir.

Bayramdan sonra işin rengi biraz daha belirginleşecektir. Bayram vesilesiyle barış umutları, rölanti halinde de olsa, biraz da olsa yeşerir. Bu dileklerle halkımızın ve Müslüman aleminin Ramazan Bayramı’nı kutluyorum.

/Bu yazı ANHA’dan alınmıştır/

İlginizi Çekebilir

OECD: Küresel okyanus ekonomisinde aksaklıklar meydana gelebilir
Amor: İmamoğlu’nun tutuklanması demokrasiye vurulan darbe

Öne Çıkanlar