Dünya şu an kaçıncı savaşını yaşıyor, bilinmez. Ancak Kürtler, 2013’ten bu yana “Birinci Kürdistan Savaşı”nı veriyor. Bu savaş, 2013 yılında bugünkü HTŞ’nin lideri Colani tarafından kurulan, El-Kaide kökenli Cephet El-Nusra’nın Serêkaniyê’ye saldırısıyla başladı. Ardından, 2014’te IŞİD’in Şengal soykırımı ve yine 2014’ün sonlarında Kobanê’ye yönelik büyük saldırısı geldi. Son 12 yıldır Kürtler, kesintisiz bir savaşın içindeler. Cepheden cepheye, mevziden mevziye koşan Kürt kadınlarının ve erkeklerinin mücadelesi, başkalarının topraklarını işgal etmek için değil, kendi halklarını ve topraklarını savunmak içindir.
Kürtlerin karşı karşıya geldiği her cephede ya doğrudan Türk güçleri ya da Türkiye’nin desteklediği milisler bulunuyor. Anti-semitizm diliyle her gün İsrail düşmanlığı yapan bazı Kürt Kemalistlere şu gerçeği tekrar hatırlatmak gerekir: Kürtlere saldıran İsrail değil, Türkiye ve Türkiye destekli güçlerdir.
Tel Rıfat ve Şehba’da başlayan, şu sıralarda Minbic’de devam eden çatışmalar, gerçek anlamda Kürt ve Kürdistan Savaşı’nın final safhasıdır. Rojava cephesinin kritik mevzisi Minbic düşerse, sıra Tabka ve Rakka’ya da gelir. Bu noktada ya Kürtler, yüz yıl daha işgal ve soykırım tehditleri altında yaşamaya mahkûm olacak ya da Kürdistan’ı büyük bir hapishaneye çeviren demir kapının kilidi kırılacaktır.
Bu nedenle, bütün Kürdistan genelinde bir seferberlik ilan edilmelidir. Parti ve ideoloji ayrımı gözetmeksizin, Kürt halkının tüm öncüleri bu seferberliği ciddi bir şekilde örgütlemelidir. Zaman kaybetmeksizin Şengal Savunma Güçleri Rojava’ya geçmeli ve peşmerge de bu mücadeleye katılmalıdır. Ancak bu destek, ROJ ya da Heyv gibi isimlerle değil, “Kürdistan Peşmergeleri” adı altında, ortak bir ruhla Rojava’nın yardımına koşarak gerçekleşmelidir.
Kürt ve Kürdistan meselesi, birkaç Türk solcusunun inisiyatifine bırakılacak kadar basit bir mesele değildir. Bu dava, Kürt halkının geleceği ve varoluş mücadelesidir.
Şu an Minbic’de süren şehir savaşı ise daha çok “uyuyan hücreler” üzerinden yürütülen bir çatışmadır. Halep alındıktan sonra, Arapların yoğun yaşadığı bölgelerde böyle bir riskin olduğu zaten ortadaydı ve bu risk hâlâ devam ediyor. Bu nedenle şunu vurgulamak gerekir: Uyuyan hücreler yoktur, uyanmayan Kürt vardır.