Kürtlerin neden bir devleti olmadığı veya neden bir devlet kuramadıkları sıkça sorulan bir sorudur. Nasıl olur da Orta Doğu’da, aynı dili konuşan ve ortak bir kültüre sahip yaklaşık 50 milyonluk bir ulus devletsiz kalır? Bu sorunun cevabına geçmeden önce ulus-devlet kavramının tarihine kısaca değinmek gerekmektedir.
Ulus-devletler ortaya çıkmadan önce, siyasi güç genellikle hanedan monarşileri ve imparatorluklar etrafında örgütlenmişti. Sadakat, hükümdara veya hanedana yönelirdi; Roma ve Osmanlı İmparatorlukları buna iyi birer örnektir.
Modern ulus-devlet kavramı, 1648’de imzalanan Westphalia Barışı ile şekillenmeye başladı. Bu antlaşma, devlet egemenliği ilkesini teyit ederek, her devletin kendi topraklarını dış müdahale olmaksızın yönetme hakkını kabul etti. 18. ve 19. yüzyıllarda milliyetçilik akımları bu kavramı güçlendirdi. Amerikan ve Fransız Devrimleri, halk egemenliği ve ulusal kimlik düşüncelerini pekiştirdi. 20. yüzyılda ise sömürge imparatorluklarının çöküşüyle Asya, Afrika ve Orta Doğu’da birçok yeni ulus-devlet kuruldu.
Osmanlı Döneminde Kürtlerin Durumu
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kürtlerin durumu büyük ölçüde özerk Kürt beylikleri aracılığıyla şekillendi. Osmanlı Devleti, geniş sınırlarını kontrol altında tutmak amacıyla, özellikle doğu ve güneydoğudaki Kürt nüfusuna önemli ölçüde özerklik tanıdı. Bu özerklik, Kürtlerin iç işlerinde bağımsız olmalarını sağlarken, Osmanlı’ya sadakat göstermeleri ve hizmet etmeleri de bekleniyordu.
Osmanlılar, özellikle Safevi İmparatorluğu ile olan çatışmalar nedeniyle Kürtlerle stratejik bir anlaşma yapmışlardı. Bu anlaşma, Yavuz Sultan Selim’in 16. yüzyıldaki Diyarbakır Seferi’nden sonra Kürt beyliklerine verilen özerklikle güçlendi. Bitlis, Hakkâri, Cizre, Baban ve Botan beylikleri bu özerk yapının başlıca örnekleriydi. Kürt beyleri Osmanlı’ya vergi vermek ve gerektiğinde asker sağlamakla yükümlüydü, ancak iç yönetimde oldukça serbesttiler. Bu durum, Osmanlı’nın doğu sınırlarını güvence altına almasını sağlarken, Kürtler kendi geleneksel yönetim yapılarını sürdürebildiler.
Tanzimat ve Kürt Beyliklerinin Sonu
Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyıldaki merkeziyetçi reformları olan Tanzimat Dönemi’ne kadar devam etti. Tanzimat reformları, Kürtler üzerinde önemli etkiler yarattı. Osmanlı, bu reformlarla beyliklerin özerkliğini sınırlayarak merkezi otoriteyi güçlendirmeye çalıştı. Bu durum, Kürt beylerinin özerkliklerini kaybetme korkusuna neden oldu ve Osmanlı ile olan ilişkileri gerildi. Tanzimat reformlarına karşı bazı Kürt ayaklanmaları meydana geldi. Özellikle, Botan Beyliği’nin son beyi olan Bedirhan Bey’in 1847’deki ayaklanması dikkat çeker. Bedirhan Bey, Osmanlı’nın merkeziyetçi politikalarına karşı direndi, ancak ayaklanma Osmanlı tarafından bastırıldı ve Bedirhan Bey sürgüne gönderildi.
Bundan yüz yıl önce, “hasta adam” olarak ilan edilen Osmanlı İmparatorluğu gün geçtikçe güç kaybederken, Ortadoğu’nun zengin kaynaklarına göz diken Batılı güçler yeni koloniler kurmak ve yeni sınırlar çizmek için bölgeye inmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan eden ittifakın iki ana gücü İngiltere ve Fransa, ortada kalan Osmanlı’nın büyük mirasını paylaşmak için birbirlerine karşı ilan edilmemiş bir savaşa içindeydiler. Bu bir ganimet savaşıydı, daha doğrusu bir sömürge savaşıydı. Kendileri çekildiklerinde arkalarında kendilerine sadık bekçiler arıyorlardı.
Kürtler ve Batılı güçlerin çıkmazı
Osmanlı İmparatorluğu zayıfladıkça, Araplar ve Osmanlı’nın çöküşüne zemin hazırlayan Jön Türkler İngilizlerin yanında yer alırken, Fransızlar Osmanlılara karşı Ermenileri desteklemişti hep. Ancak, Osmanlıların elinde soykırıma uğrayan Ermeniler bir devlet kuracak güçten yoksundu. Böylece Fransız-Ermeni planı başarısız oldu. İngilizlerle aynı cephelerde savaşan Fransızlar, bu bölgeleri ellerinde tutmak ve İngilizlere kaptırmamak için Suriye’nin kuzeydoğusu ve Türkiye’nin güneyindeki Kürtlerle temas halindeydi. Ancak Kürtlükten önce Müslüman kimliğini benimseyen Kürtler Fransızlara yanaşmayı reddetmiş, aksine Mustafa Kemal önderliğindeki Türklerin yanında yer alarak Urfa, Antep ve Maraş hattında Fransızlara karşı büyük bir direniş içindeydiler.
Böylece Urfa ‘şanla, Antep ‘gazilikle, Maraş kahramanlıkla ödüllendirildi. Fakat Kürtler yetim ve yurtsuz kaldı. Aynı durum Irak Kürdistanı’nda da yaşandı. Mustafa Kemal, Osmanlı gizli servisi “Teşkilatı Mahsusa” üyesi olan ve özel olarak görevlendirdiği Ali Şefik Özdemir Bey’i Kürtlerin İngilizlere karşı bir ayaklanmaya kalkışmaları için Güney Kürdistan’in Rewanduz bölgesine gönderdi. Türklerin kışkırtmasıyla İngilizlere baş kaldıran Şeyh Mahmut Berzenci ve diğer Kürt isyancı liderler, Ortadoğu’nun yeniden çizilen haritasından pay sahibi olamadılar. Böylece İrak’ta da İngilizlerin meşru müttefikleri Araplar oldu.
Kürtlerin bağımsızlık mücadelesi
Bütün bunlar olurken kuşkusuz neler olup bittiğinin farkında olan Kürtler de vardı. Fakat bunlar azınlıktaydılar. 1920 yılı sonunda “Kürdistan İstiklal Komitesi” kurucularından Cibranlı Halit Bey birkaç aklı başında arkadaşıyla birlikte Kürdistan’ın bağımsızlığı için büyük bir direnişi örgütlemek için gizlice çalışmaya başladılar. Öte yandan Mustafa Kemal ve arkadaşları, Türkiye’nin yeni sınırlarını belirlemek ve haritasını dünyaya kabul ettirmek için Türk kardeşliği savunan bazı Kürt beylerine mektup yazdırıp: “Biz Türklerle kardeşiz. Türkiye bizim ortak vatanımızdır” diyerek Lozan’da toplanan Lozan heyetine göndermekteydiler.
Kürtler olmadan imzalanan Lozan Antlaşması ile Kürdistan üç parçaya bölündü. Büyük bir kısmı Türkiye’nin içinde kaldı. Bu antlaşmadan sonra toplamda dört parçaya bölünmüş Kürtler zamanla kendi aralarında onlarca parçaya bölündü. Bu bölünme Kürdistan işgalcilerinin faydalandığı büyük çatlaklarla tüm hızıyla devam etti ve ediyor. Dün şeyhlerin, beylerin emir erleri olanlar bugün onların partilerinin müridi olmuş durumda. Ve Kürt halkı, Kürdistan davası kimsesiz kalmış.
Bir asırlık vatansızlık ve Kürt direnişi
Lozan Antlaşması’nın üzerinden 101 yıl geçti. Bu süre zarfında Kürdistan’ın dört parçasında birçok ayaklanma yaşandı. Ancak, bölünmüşlük nedeniyle her seferinde isyancılar yalnız bırakıldı ve ayaklanmalar işgalci güçler tarafından büyük katliamlarla bastırıldı. Son 40 ila 60 yılda Kürtlerin etrafında toplandığı iki büyük direniş hareketi ortaya çıktı: PKK ve KDP. Ancak her iki hareket de enerjilerini Kürdistan’ı işgal edenlerden ziyade, birbirlerine karşı harcadı. Kürtlerin bölünmüş, birleşememiş olmaları ve birbirleriyle uğraşmaları tarihsel fırsatların heba edilmesine yol açtı.
Sonuç: Kürtler için bir yüzyıl daha mı?
Yüz yıl sonra Kürtler için geriye kalan yüz yıllık bir yurtsuzluktur. Kürt partileri arasındaki bu anlaşmazlıklar ve parti çıkarları için mücadele devam ederse, Kürtler için bir yüz yıl daha acı ve hüsran olacaktır. 50 milyon Kürt halkı birkaç vizyonsuz parti liderinin kurbanı olmuş durumda. Bu durum değişmedikçe ve Kürtler azami ulusal çıkarlar altında birleşip bir ‘Kürt ruhu’ oluşturmadıkça, Irak ve Suriye’deki kazanımlarını da riske edecek. Kürtlerin dünyadaki devletsizliği devam edecek ve önümüzdeki yüzyıl Kürtler için kayıp yeni bir yüzyıl olarak daha tarihe geçecektir.
Tarihin tekerrür etmemesi için Kürt partileri, Kürt liderleri Arap, Fars ve Türklere gösterdiği hoşgörüyü kendi Kürtlerine göstermeli ve bir türlü ideolojik farklılıklarından yan yana gelemeyen, Kürt ulusunun kaderini elinde tesbih gibi sallayan Kürt öncüleri en azından Kürt ulusu çıkarları üzerinden yan yana gelebilmeli ve bu konuda hemfikir olmalı!