MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 1 Ekim’de Meclis’in yeni yasama yılı açılışında DEM Parti grubuyla gerçekleştirdiği sürpriz selamlaşma ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2016’da “Buzdolabına koyduk” dediği çözüm sürecinin yeniden gündeme gelebileceği tartışmalarını ateşlemiş oldu.
Bu stratejik hamle, Erdoğan’ın “İsrail’in hedefinde Türkiye var” açıklamasıyla çakışması, “Yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?” sorusunu gündeme taşıdı. Peki, Kürtler ve Kürt hareketinin liderleri olası bu gelişmeye nasıl yaklaşmalı? Yoksa Bahçeli’nin bu çıkışı, Kürtlerin “Osmanlı’da oyun bitmez” dediği türden daha derin bir stratejinin parçası mı?
Bugün yaşanan gelişmeleri anlamak için geçmişe dönmek kaçınılmaz. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla Orta Doğu’nun sınırları yeniden belirlendi ve tarihsel bağları olmayan pek çok yeni devlet ortaya çıktı. Osmanlı toprakları, İngiliz ve Fransızlar tarafından 17 ayrı devlete bölündü; sadık müttefiklere devletçikler sunuldu. Türkiye’nin bugünkü yapısı ise 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla şekillendi. Bu süreçte Kürtler, kurulan yeni düzene dahil edilmedi ve Kürdistan coğrafyası, Osmanlı’nın yıkılmasıyla üç parçaya ayrıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın yanında yer alan Kürtler, Orta Doğu’da kurulan yeni düzenin kaybedenleri oldular.
O dönemde Mustafa Kemal, Erzurum ve Sivas kongrelerinde Kürtlere “el uzatarak” uzlaşma arayışına girdi. Ancak bu el uzatma Kürtlerin bağımsız bir aktör olmasını engellemek içindi. Bugün Devlet Bahçeli’nin “Türkiye’nin bekası” adına Kürt siyasetçilerine el uzatması gibi o dönemde de Kürtlerin dengeyi bozacak bir güç haline gelmesi önlenmeye çalışıldı.
Yüz yıl sonra, Orta Doğu yeniden kaosun eşiğinde ve mevcut sınırlar bir kez daha sorgulanıyor. Yüz yıl önce Orta Doğu’yu şekillendiren güçler tekrar sahada. Bu kez en güvenilir müttefikleri ise Kürtler. Osmanlı’nın mirasçısı Türkiye ve lideri Erdoğan ile ortağı Bahçeli, adeta Osmanlı’nın son dönemini hatırlatan bir yönetim anlayışı sergiliyor. Ülke, o dönemin çözülüş sürecini yeniden yaşıyor gibi. Türkiye toplumsal bir çöküş eşiğinde.
Yüz yıl önce Kürtler bir aktör olarak görülmezken, bugün “Kürt sorunu” dünya siyasetinde önemli bir gündem maddesi haline gelmiş durumda. Türkiye ise Kürtlerin bu yeni dönemde daha fazla söz sahibi olmasını engellemek için yoğun çaba harcıyor. Eğer yeni bir çözüm süreci başlayacaksa, bunun öncüsünün bu kez Öcalan ve Erdoğan’dan ziyade, Türk devletinin “beka bekçisi” rolünü üstlenen Bahçeli olması muhtemel. ,
Erdoğan ve Bahçeli, İsrail ve ABD’nin Türkiye’yi bölme planları olduğunu savunurken, Kürtlere uzattıkları elin “milli birlik” amacı taşıdığını öne sürüyor. DEM Parti eş genel başkanı Tülay Hatimoğulları ise Orta Doğu’da emperyalist güçlerin yeni sınırlar çizmeye çalıştığını belirterek, bu planlara karşı çıktıklarını dile getiriyor ve Bahçeli ile bu noktada ortak bir kaygı paylaştıklarını ima ediyor!
Asıl soru şu: Kürt siyasetinin önceliği ne olacak? Eğer yeni bir çözüm süreci başlarsa, bu süreç nasıl bir yön izleyecek ve Kürtlerin ulusal bir aklı ve projesi olacak mı?
Barış talepleri nedeniyle tutuklanan Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması mı, yoksa Orta Doğu’daki yeni düzende Kürt ulusunun geleceği mi ön planda tutulacak?
Son dönemde Türkiye’nin İsrail, Hamas, Hizbullah ve İran arasında yaşanan çatışmalara dair verdiği mesajlar ve olası bir çözüm süreci iki temel hedefe işaret ediyor:
Birinci hedef: Orta Doğu’da güç dengelerinin yeniden şekillendiği bu kritik süreçte, devletsiz olan 50 milyon Kürt’ün söz ve statü sahibi olmasını engellemek. Türkiye, Rojava’daki Kürt kazanımları karşısında kaygılı, şartlar ne olursa olsun devlete gidebilecek bu oluşum engellemek istiyor. Olası bir ABD-İsrail müdahalesiyle İran’daki Kürtlerin güçlenmesi ya da statü kazanması, Türkiye’nin bölünmesini daha da hızlandırabilir.
İkinci hedef; iç politikayla ilgili. Erdoğan, oy kaybı yaşadığı bu dönemde, 2027 ya da daha erken yapılacak bir seçimde Kürt oylarına ihtiyaç duyuyor. Kürt siyasetçilerini hapse atan ve Kürdistan’da soykırım politikaları uygulayan Erdoğan, siyasi yasakla İmamoğlu’nu oyun dışı etmek istiyor. Bu durumda Mansur Yavaş ile yarışması muhtemeldir. Tam da bundan dolayı Mansur Yavaş’a karşı seçim şansını artırmak için Kürtlerle yeni bir diyalog süreci başlatabilir. Ancak İmamoğlu’nun adaylığı söz konusu olursa olası çözüm sürecine rağmen, Kürt seçmenden tam destek alması zor görünüyor.
Burada asıl soru, olası çözüm sürecinin samimiyetidir. 2013’te başlayıp 2015’te sona eren çözüm sürecinden farklı olarak, bu kez gerçekten kalıcı bir barış mı hedeflenecek, yoksa bu girişim sadece “Teröristan” dedikleri Kürdistan korkusu ve seçim hesaplarına mı dayanacak? Bunu zaman gösterecek.
Diğer önemli bir soru ise, Kürtlerin bir yüzyıl daha dayanacak zamanı olup olmadığıdır…