Biz yollara, zamanlara, biz divaneliğimizi elimizden gelen/gelmeyen her şeye böleriz, bundan sebep delilik sırıtmaz bizde. Ve kendimize normal dememiz de biraz da bu sebeple.. Divane dediklerimiz ise, bir tek zaman ve o zamanda olan şeyden başkasına bölmezler kendilerini..
Normallerin divaneliğe en yakın duranlarını herkeslerden daha çok severiz. Oturup kendimize ya da başkalarına izah etmesek de, sıradanlığımız, kendinde bulamadığı bir yücelik bulur divanelikte.
Yine de her tutarsızlığı divanelikle izah etmeye çalışır, bir divaneyi de tutarlıdan saymayız. Gelgelim, dün küfrettiğimize bugün tabi olan biziz; divanenin ise, yüz yıl ömrü olsa, o yüz yılın her günü hep o aynı derde divane..
Kime tutarlı diyeceğiz şimdi, kime tutarsız?
***
Erzurum Elazığ karayolu göynük mıntıkasında, Şerevdin’in dağlarının kuzeye, Qertalix dağına bakan yüzünden geçer. Eskiden yol kenarında olmayan, daha yukarılarda ya da daha aşağılarda olan pek çok köy, zamanla yolun kenarına taşınmış. Bu yüzden o civarda bir çok köyün bir eskisi bir de yenisi vardır.. Ciligöl de o köylerden biridir.
Suphi, Ciligöl’de, yitik bir akılla doğmuştu. ben onu bildiğimde onüçlerindeydi. Annesinden öyle onüçünde, elinde siyah bir poşet, üstünde el örme, süveter bir kazak, kenar dikişleri sökük gri bir pantolon ve naylon, kırmızı çizmeleriyle doğmuş gibiydi. Kimse de başka yaşını, başka halini bilmezdi onun.
Yolun, göynük mıntıkasından geçen kısmına divaneydi suphi. Yaz kış o yolun kıyısında, bir elinde sopası, diğer elinde o siyah poşet, bir aşağı bir yukarı gider gelirdi. Oradan geçenlere selam verir, selamını almayana sataşır, küfrederdi.
Bir otomobil geçse o yoldan sevinirdi, bir otobüs geçse sevinirdi, bir kamyon geçse, bir minibüs geçse.. her birine ayrı ayrı, her birine her defasında yepyeni bir sevinçle; her birinin gelişine, annesinin gelişlerine sevindiği kadar sevinirdi…
Kışın kimi gün yol kapanır, hiç araç geçmezdi. Suphi öyle bir yetim düşerdi ki, dönüp bakmaya yürek götürmez… Sonra yol açılır, ilk aracın sesiyle, dünyada ne kadar cemre varsa hepsi gelir, gönlüne düşerdi Suphi’nin; çizmelerinin çiçeğe durmayışına şaşar kalırdınız..
***
İnsan her şeyden geçiyor da, yarasından vazgeçemiyor.
Ne yaparsak yapalım, bizi kendisine deli, divane eden, bize yaşadığımızı hissettiren yaranın uzağına düşüremeyiz canımızı; can gelir, ya o yarada biter, ya da az berisinde bir yerde düşer, kalır.
Yanılmıyorsam bir yaz sonuydu, o yolda öldü Suphi; o uğurda, çizmeleri hâlâ kırmızı, yaşı hâlâ onüç iken, bir aracın altında kalarak…