Bruno, “evren sonsuzdur” dediğinde alacağı cezayı da, korkunçluğunu da biliyordu. Buna rağmen inandığı görüşün arkasında durdu. Onu bir meydanda, diri diri yakarak öldürdüler.
Aradan geçen 420 yıllık zaman, o günden bugüne kadar olmuş pek çok olayı, pek çok insanı unuttursa da, ne Bruno’yu ne de erdemini unutturamamıştır. Bu, bütünüyle Bruno’nun var ettiği bir onur olup, ondan alınamayacağı gibi, inkar da edilemez.
İsmail Beşikçi Kürdistan’a dair tezlerini öne sürdüğünde, Türklük Sözleşmesi ile karşı karşıya geldi. Başına gelecekleri biliyordu. Ancak Beşikçi öne sürdüğü tezlerin ardında durdu ve bedelini 17 yıl özgürlüğünden mahrum kalarak ödedi. Bu, Beşikçi’nin var ettiği bir onur olup, bütünüyle Beşikçi’ye aittir. Kimse Beşikçi’den sahip olduğu bu onuru alamaz.
Gelgelelim konumuz bu değil.
Beşikçi’nin Nerina Azad haber sitesi için kaleme aldığı yazı ve akabinde olanlar çokça konuşulduğu için değinmeyeceğim; tartışmak istediğim asıl konu, sapla samanın -bilerek ya da bilmeyerek- birbirine karıştırılması durumudur.
Adı geçen yazının son paragrafında Beşikçi, “PKK/KCK Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin egemenliğini tanımaya davet edilmelidir. Tanımıyorsa bölgeyi terketmelidir. Terketmiyorsa, takibatla, idari ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalmalıdır.” diyerek iki hareket arasında şiddete, savaşa sebep olabilecek bir yol önermektedir.
Kürtler arası savaş istemeyen Kürdistanlılar da Beşikçi’nin bu önerisine tepkilerini ortaya koymuşlardır.
Bir köşe yazarı kendi köşesinde görüş ve düşüncelerini belirtir. Belirttiği görüşlere pozitif ya da negatif tepkilerin oluşmasıı doğaldır. Tepkinin sertliği, yazarın köşesine taşıdığı konuya ve görüşlerini ne sertlikte belirttiğine bağlı olarak değişir. Buraya kadar her şey normal.
Anormal kısmı şu: Beşikçi köşe yazarı olabilir, o köşede dilediğini yazabilir, ama ona tepki gösterilemez.
Akla, mantığa aykırı bu durumu, bir tek Türk devletinde görebilirsiniz. Aktif bir şekilde siyaset yapan partili cumhurbaşkanı, rakip partiye, liderine sataşmada bulunuyor, bazen hakarete varan sözler söyleyebiliyor. Bu da haliyle o partiye ya da liderine cevap hakkı doğuruyor. Ama tam cumhurbaşkanına cevap verecekleri sırada, cumhurbaşkanını koruma kanunu devreye girip, parti ya da liderini susmak zorunda bırakıyor.
İsmail Beşikçi bir köşe yazarı olarak çok nazik bir konuda, konunun nazikliğini pek de önemsemeyen bir görüş öne sürüyor. Bu görüşe karşıt tepki gelişince, Beşikçi’nin geçmiş yıllıarda yattığı hapis cezaları, cumhurbaşkanını koruma kanunu gibi devreye giriyor.
İsmail Beşikçi’ye köşe yazarlığı yapmasını ya da yapmamasını söylemek bizim haddimize düşmez. Ancak İsmail Beşikçi köşe yazarlığı yapıp görüş belirttikçe, her köşe yazarı gibi o da pozitif ya da negatif tepkiler alacaktır ki, bu tepkilere nankörlük, saygısızlık vb. hakaretler sarf ederek ayar vermek de kimsenin haddi değildir.
Beşikçi’nin, Kürdistan’a dair geliştirdiği tezlerin arkasında durup 17 yıl hapis yatmış olmasının onuru yukarıda da belirttiğimiz gibi, Beşikçi’nindir. O onurda hak iddia eden, hisse pay isteyen yoktur. Tarihe adı yazılacak olan odur. Hal böyleyken, başımıza kakma neden ve hangi hakla ?
Kaldı ki, tartışılan bu da değildir. Beşikçi’nin emeklerini, ödediği bedeli inkar eden de yoktur. Adı geçen haber sitesi için yazdığı yazının, tamamı da değil, bir paragrafıdır söz konusu olan. Ve o dahi tartışılamaz deniliyor.
Bunu; tanrının varlığı, mezhepler, bir dinin tamamı ve herkes tartışılabilir diyen, ifade özgürlüğü dendi mi de meydanı kimseye bırakmayanlar söylüyor.
Tepki aldığında, onu geçmişte ödediği bedeller arkasında saklamak, bugün aldığı olumsuz reaksiyonları, onun geçmişinden tahsil etmek, Beşikçi’ye saygısızlığın ta kendisidir.
Bruno ya da Beşikçi, emekleri önünde saygıyla eğilen insanlar hep vardı, hep de olacaklar. Ama ifade, görüş belirtme özgürlüğünü kimsenin önünde ve kimse için eğip, bükemezsiniz..
Son kertede engellenen ifade özgürlüğü ise, bunu postal zoruyla da yapsanız bir, “koruma kanunuyla” da yapsanız birdir, hiçbir şey değişmez…