İçim, üç çingeneydi benim. biri hasır sepet örer, biri mavi çiçeklere karışmış, diğeri bahardı.
Korekan mıntıkasında üç dağ gülüydü içim. birinin gölgesinde cinler yaşardı, birinin ellerinde yazın saçları, diğeri bir kuraklıkta kavrulup gitmişti çoktan.
İçim, üç yol intihardı. birinin gönlünden trenin önüne atlamak geçerdi. birinin damarlarına çelik değince üşürdü. diğeri haziran sonlarında bir İstanbul akşamıydı.
Üç göl kıyısıydı içim yıkılmadan evvel. birinde göl kurumuş, hasreti kalmıştı mavi. biri haritalarda eğri büğrü bir şekil, diğeri Portalban’da, annemin anlattığı en güzel masaldı.
Mezraları kışlarda üşüyen üç dağ köyüydü içim. birini Ağustos’ta ateşe verdiler, birinden Ermenileri gönderdiler yaka paça, diğerinin sabahında kırmızı minibüsler ölüyordu.
Üç su gözdesiydi içim. biri dayamış sırtını Qertalix silsilesine, Mirgemir zozanına doğru kaynıyordu. birinin etrafında çoban ateşleri, diğerinde, babamın ölümü yaban nanesi, yarpuz kokuyordu.
Düğümleri besmeleyle çözülmüş, halep işi üç sırmalı bohçaydı içim. birinde dayım İbrahim’in, köşesi kırılmış siyah beyaz sureti kanıyordu. birinde annem gençliğini saklıyordu. diğerinde ceylanlar bir hikayede sürüyle dolaşıyordu.
Kol kayışları olmayan, üç kurmalı saattı benim içim. birinde sabahın altısını beş geçiyordu. biri Haydarpaşa garında ağlamaklı bir güneşin ardından gonkluyordu. diğeri babamın öfkesinde durmuştu.
İçim, Göynük’te üç kavak ağacıydı. birinin tamı tamına yirmibirdi yaşı. birinin gece oldu mu, bıcır bıcır zazaca konuşurdu yaprakları. diğerinin boşluğunda, ela eskisi, delirmiş bir sızıydı rüzgar.
Üç kadının yüzüydü içim. birinde, şehri Amarna yolunda Züleyha’ya yusuf’tum, bahtıma su kuyusu, bahtıma köle mezatı, bahtıma zından düşüyordu. birinde Don Kişot’nun derisi yalanlarla yüzülüyordu. diğerinde Prens Mişkin, Kadıköy rıhtımında kalbinin parçalarını topluyordu.
İskenderiye kütüphanesinde, özenle ciltlenmiş üç kitaptı içim. birine henüz hiçbir şey yazılmamış, biri müellifi tarafından yakılmış, diğerini; okudukça küçülüyordu deniz feneri, bilgisizliği büyüyordu insanın…
Üç testi şaraptı içim, biri Süryaniydi, Midyat’ta kırıldı. biri Şiraz’da hasretim kaldı. diğeri Mitanni’den, Hurri’den de eski, Kafkasların beşbin yıl evvelinde Yakut, haram ve Gürcü’ydü..
Üç şehirdi içim. birinde Mihaylovski’den Dnipro’ya yumuşacık inen bir yokuş, senin sesine benzerdi. birinde Mardin başımıza yıkılırdı. diğerinde bir deprem, taş bir yola yüzleri dökülüyordu evlerin….
Taş döşeli üç kadim meydandı içim, birinde insan insanı boğazlamış, birinde yirmisekiz isyan kırılmış, diğerinde senin kızıl saçların dalgalanmıştı.
Yoruldu, oturdu bir deniz kıyısına, kirpiklerinde sustu içim.