DEM Parti Ankara İl Örgütü, Gar Katliamı’nın 9’uncu yıl dönümü dolayısıyla başlattığı anma programlarını sürdürüyor. Anma programı kapsamında Yılmaz Güney Sahnesi’nde, yönetmenliğini Veysi Altay’ın yaptığı ve Mêrdîn’in Kerboran (Dargeçit) ilçesinde yaşanan faili meçhul cinayetleri konu alan “Bîr/Kuyu” belgeselinin gösterimi yapıldı. 10 Ekim Barış Derneği yöneticilerinin yanı sıra DEM Partili siyasetçiler Sevilay Çelenk, Mithat Sancar ve Kemal Bülbül de programa katıldı.
ALTAY’IN MESAJI
Belgefilm gösterimi sonrası DEM Parti Ankara İL Örgütü Eşbaşkanı Fatin Kanat, belgeselin yönetmeni Altay’ın program için gönderdiği mesajı okudu. Altay, “Kayıp yakınları, çocukları, eşleri, anne-babalarının akıbetini öğrenmek ve işkencecilerin, katillerin yargılanması için mücadele ediyorlar. Ama maalesef hiçbir talepleri şimdiye kadar karşılık bulmadı. Çünkü devlet öldürdüğü insanların kemikleriyle yüzleşmekten, işlediği insanlık dışı uygulamaların hesabını vermekten korkuyor. Geçmişle yüzleşmek yerine, sahip çıkan, sorumluları cezalandıracağı yerde ödüllendiren, cezasızlığı temel politika haline getirip, katiline sonun kadar sahip çıkan bir devletle ‘normalleşme, helalleşmenin,’ olması mümkün olmasa gerek. Oysaki geçmişin hesabı sorulmadan ve verilmeden özgür ve adil bir geleceğin kurulması hiçbir koşulda mümkün değildir ve olmayacaktır. Bu filmi vicdanını kaybetmiş bir toplumun vicdanı olmaya çalışan kayıp yakınları ve cenazesine onursuzca saldırılmış bütün insanlara atfediyorum” diye kaydetti.
HAFIZA VE BAĞIŞLAMA
Program, Canberk Gürer’in moderatörlüğünde yapılan söyleşiyle devam etti. DEM Parti Amed Milletvekili Sevilay Çelenk, “Hafıza ve Bağışlama” başlıklı bir sunum yaptı. Çelenk, “Biz Dargeçit’le ya da 10 Ekim’le yüzleşme, belirli bir biçimde bağışlama ya da bir kısmını unutarak devam etmeye hakkı olan kişiler miyiz? Buna kimin hakkı var, kim bağışlayabilir? 90’lı yıllardaki zorla kaybettirmelerde, köy yakmalarda kim bağışlama hakkına sahiptir? Ailelerin buna hakkı vardır deniliyor. Bu bir yandan doğru geliyor ama bir yandan doğru değil, çünkü çok daha geniş kesimler bundan etkileniyor. Kuşaklar etkileniyor. Bir travmayı sırtlarında bir yük olarak taşıyor. Bununla ne yapacaklar? Bütün bu sorularla birlikte düşünmek gerekiyor” dedi.
“Bağışlama bir verme meselesini de içeriyor” diyen Çelenk, şöyle devam etti: “Bir özrün kabulünü istiyorsunuz. Ama bağışlamada da bir bahşetme de var aynı zamanda. Başka bağlamlarda değil mi? Birine para bağışlamak, birine ev bağışlamak… Dolayısıyla vermek ve almanın çok karmaşık biçimde iç içe geçtiği bir şeyden söz ediyoruz. Türkçeden ‘özür dilerim’ meselesine bu anlamda takılıyorum. Hep diyoruz ya ‘Kürtlerden özür dilensin’ ya da ‘Ermenilerden özür dilensin’, aslında özür böyle baktığımız zaman bayağı problemli bir kelime. Çünkü özür mazeret arayan bir şey. ‘Özür dilerim’ dediğiniz zaman sanki ‘yeterince bilmiyordum, yeterince anlayamadım, ne yaptığımı kavrayamadım bir mazeretim var’ demek. Oysaki bağışlama talebi mazeretsiz bir şekildedir. O jest hiçbir mazeretinin olmadığını bilmekle de başlıyor. Bağışlama suçla ilişkili değildir. Yani hırsızlığın bağışlanması ya da cinayetin bağışlanması meselesi değildir. Hırsızın ya da katilin bağışlanması meselesi olabilir. Yani o kişiler arası bağlamda tamamen o bağlama özgü bir şey olabilir” diye konuştu.
HATIRLAMANIN ÖNEMİ
DEM Partili Milletvekili Mithat Sancar ise, anma haftalarının neden olduğuna değindi. Sancar, sohbet ediyor olmanın bir paylaşım olduğunu ve paylaşmanın yaraları iyileştirmenin yollarından biri olduğunu ifade etti. Sancar, “Ağır adaletsizlikler, insan hakları ihlalleri ve insanlık suçları söz konusu olduğunda bunları hatırlatmak, bunların bir daha yaşanmasını önleme mücadelesinin temelidir. İkincisi, bunların yaşandığı sistemin değiştirilmesi mücadelesinin bir parçası. Bir katliamı mümkün kılan zihniyet yönetim biçimi ve oradaki devlet örgütlenmesi hafızada canlı tutulursa onu değiştirme mücadelesi de daha fazla güç fazla güç kazanır diye varsayıyoruz. Pratikte böyle oluyor mu, her yerde bu birebir bir aynı sonucu doğuruyor mu? Bu soruya evet dememiz zor. Hatırlatmak mutlaka istediğimiz sonuçları ulaşmak istediğimiz hedefleri bize sunmayabiliyor. Ama bundan vazgeçmek gerekir mi? Hayır. Hatırlattığınızda neyi hatırlatıyoruz? Bir de bu soruyu mutlaka üzerinde düşünerek sormamız ve cevaplarını da iyi düşünerek vermemiz lazım. Hatırlatmamız gereken şey, bu yaşanan ihlalin, haksızlığın nedenlerini, bunun gerçekleştiği şartları, mümkün kılan zihniyeti hep başkalarının zihniyetinde, hafızasında canlı tutmak gerekir” şeklinde konuştu.
10 Ekim’le ilgili hakikatin tamamının bilinmediğini söyleyen Sancar, “Uğraştıkça çeşitli boyutlarını ortaya çıkarabiliyoruz ama tümünü aydınlatacak bir toplumsal gücü yaratmakta yetersiz kalıyoruz. Bu ülkede, biraz önce izlediniz; Dargeçit’te yaşanan feci olay, Roboskî katliamı… Acılar o kadar fazla ki bunların hepsinin birbiriyle ilişkisi olduğunu bilerek hatırlama, hatırlatma ve hakikat mücadelesi sürdürmemiz gerekiyor. Bu zor bir iştir, uzun bir zamana yayılıyor. Belki bizim ömrümüzü aşacaktır bu çabalar. Yaşadığımız sürece bu çabaların sonuçlarını istediğimiz ölçüde alamayabiliriz. Ama bundan vazgeçmek, hayatı sadece kendi ömrümüzle sınırlı düşünmek gibi dar bir bakışa götürür. Gelecek kuşaklara da bir sorumluluğumuz var. Hakikat peşinde koşmaya, hakikati ortaya çıkarmaya yönelik bir mücadelenin sonu olmadığını bilmeliyiz. Bu mücadelede hangi araçları kullanmamız gerekiyor? Elbette hatırlatmak, hafızada canlı tutmak. Bu hem bir toplumsal mücadele hem bir siyasal ödevidir. Eğer insanca bir yaşam istiyorsak bu bizim aynı zamanda siyasal görevimizdir” diye belirtti.
Program, soru-cevap bölümüyle son buldu.
/Mezopotamya Ajansı/