Kürtlerin tarihi incelendiğinde devlete duyulan büyük bir özlemin olduğu görülür. Osmanlı döneminden bu yana bu devlet özlemi sönmüş değildir.
1846 yılında Mir Bedirxan’ın Osmanlıya karşı verdiği mücadele hakimiyet alanlarını korumaya yönelik olduğu gibi aynı zamanda Kürdistan’ın kurulmasına yönelik de önemli bir isyandı. Diğer bir ifadeyle Kürtlerin devletini kurmaya yönelik ortaya çıkan, organize edilen bir hareket idi.
Yine 1879 yılında şeyh Ubeydullah önderliğinde başlayan büyük isyan Kürdistanı kurmaya yönelik ve Kürtleri ulusal birliğe çağıran önemli bir isyandır. Milli uyanışı sağlayan, bunun için mücadele eden ve bir Kürt devletini yani Kürdistanı kurmayı hedefleyen şeyh Ubeydullah Kürtlerdeki devlet arzusunu somutlaştıran bir liderdir. Devlet arzusu hiç sönmedi, koşullar ve imkanlar her ne kadar engellediyse de Kürtlerin Kürdistan’ı kurma arzusu, kendilerini ait hissettikleri bir devletlerinin olması arzusu hep varoldu. Tarihe bakıldığında Kürt isyanlarının büyük bir kısmının temel muhtevasının devlet arzusunu taşıdığı görülür. Çünkü kendilerini tam olarak ait hissetmedikleri ve aynı şekilde dahilinde bulundukları devletler onları eşit birer halk, yurttaş olarak görmedikleri için sahipsizlik duygusu Kürtlerde ağır basmıştır.
1931 yılında Şeyh Ahmed Barzani ve sonrasında 1943’ten başlayarak 1979 yılındaki vefatına kadar Mele Mustafa Barzani’nin verdiği mücadelenin temel gayesi de Kürdistan’ın kurulması ve özgür bir şekilde yaşaması idi. Mele Mustafa Barzani’nin özgür Kürdistan’ı kurma mücadelesi aynı zamanda Tüm Kürtlerin de temel arzusunu taşır. Benzer şekilde Türkiye’de ve İran’da da isyanların Kürdistan’ı kurma arzusunu taşıdığını ve bu amaca rengini verdiğini görüyoruz. Bu mücadeleler ve önderleri Kürtlerin hep gurur kaynağı olmuştur.
1925 yılında başlayan ve Şeyh Said ismiyle anılan büyük isyan da Kürdistan’ı, bir Kürt devletini kurmaya yönelik olarak gelişen bir harekettir. İsyana dini duygular rengini verdiyse de ulusal anlayışın da içinde büyük bir rol oynadığı bir isyandır. Bu büyük isyanda farklı anlayışlar olsa da ortak nokta bir Kürt devletini, Özgür Kürdistan’ı kurmaktı. Daha sonrasında 1927 ağrı isyanı, 1937-8 dersim isyanı devlet arzusunu içinde barındıran ve bu yönde bayrağı kaldıran diğer isyanlardır. Çünkü kendini sahipsiz görme duygusu, varolan devlet tarafından yok edilmeye çalışılması ve devletin ona ait olmadığını tüm şiddetiyle hissettirmesi Kürtlerde devlet arzusunu hep canlı tutmuştur.
Nitekim İran’da 1946 yılında Kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti Kürtlerin devlet arzusunu ete kemiğe büründüren önemli bir oluşumdu. Kısa ömürlü de olsa Kürtlerin gurur kaynağını oluşturan ve genel olarak devlet özlemini dile getiren bir girişimdir.
Devlet arzusuna dair birçok Entelektüel veya aydın çalışmalar yapmış ve bunu tüm dünyaya duyurmuşlardır. Yine Kürtlerde var olan devlet arzusunu çok eski tarihlerde cereyan etmiş olan isyanlara kadar götürebiliriz ancak neredeyse herkesin bildiği ve yakın tarihimizde olan isyanlara, mücadelelere bakmak da bu arzuyu görmek açısından yeterlidir.
1978’lerde başlayıp günümüze kadar devam eden ve büyük bir tarihsel hesaplaşmayı ortaya koyan PKK hareketi de ilk başlarda bu devlet arzusunu ortaya koyuyordu. Ancak şartlar ve imkanlar veya anlayışlardan dolayı bakışlar farklılaşsa da Kürtlerin devlet arzusu devletin her baskısında, şiddetinde veya saygı duyulan bir halk yerine konulmama anlayışında kendisini hep hissettirir.
İran, Türkiye, Irak belli bir etnik grubun devleti olarak kuruldular. Türkiye’de temel tanımlama “Türk devleti” tanımlamasıdır. Bütün yasalar ve politikalar da bunun üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla devletsizlik veya kendini devlete ait hissedememe duygusuna karşılık büyük bir devlet özlemi gönüllerde de olsa hala canlılığını koruyor.
Devlet, kendisini ona ait hissedenler için aynı zamanda büyük bir psikolojik güç sermayesidir. Devlet yalnızca bir mekanizma veya yasalarla işleyen bir aygıt olarak değil, aynı zamanda vatandaşları için veya “benim devletimdir” diyenler için bir sermayedir ve bu sermaye hem ulusal hemde uluslararası alanlarda önemli avantajlar sağlayabiliyor. Bundan yoksun olanlar, yani ekonomik, yasal, askeri ve aynı zamanda güvenlik ve psikolojik bir güç olarak yansıyan devletten, devlet sermayesinden yoksun olanlar ise önemli dezavantajlar yaşarlar.
Devlet sermayesi bu yüzden Türkler için önemli avantajlar sağlarken bu sermayeden yoksun olan Kürtler için dezavantaj olarak yansıyor. Çünkü devlet sermayesinden yoksunluk ile bu sermaye sahibi olan arasında hem siyasal, kültürel, ekonomik ve genel olarak toplumsal eşitsizlikler veya ayrımlar söz konusudur. Bir Ermeni ile bir Türk yalnızca kimlik veya kültürel olarak ayrılmıyorlar. Devlete duyulan güven, bu vesileyle sahip oldukları psikolojik güç, bundan yoksun olanlar, kendilerini ait hissedemeyen Ermeni veya Kürtler için eşitsizlik veya baskı olarak işleyebiliyor.
Devletin Kürtlerle ilişkisi ile Türklerle olan ilişkisinde bu ayrımcılığı veya eşitsizliği yıllardır görüyoruz. Bu anlamda kendisini devletin sahibi olarak gören etnik grup veya kişiler önemli bir psikolojik motivasyon kaynağına sahip olurlar ve bunu farklı kimlikler karşısında bu psikolojik gücü hissettirirler. “bizim devletimizdir başka yere gidin” gibi söylemler bunun yansımasıdır.
Kürtlerin veya siyasal hareketlerinin verdiği mücadele aynı zamanda devletin bu yönünü teşhir etmeye yöneliktir. Türkün devleti olduğu kadar Kürdün devleti olmama durumu veya bir kimliği diğerine göre üstün görme anlayışı ifade ettiğimiz sahipsizlik, devletsizlik durumunu somutlaştırıyor ve bu durum da Kürtlerde devlet özlemini hep canlı tutuyor. Bu tablo son zamanlarda çok yaşandı ve saygın bir halk olma arzusu, devlet özlemi kendisini daha fazla hissettirdi.
DAİŞ çetelerinin Suriye’de, Irakta ve zaman zaman Türkiye’de Kürtlere saldırması, Kürtleri Katletmeleri ve bu saydığımız devletlerin bunlara göz yummaları hatta bu vahşeti desteklemeleri ifade edilen sahipsizlik durumunu ortaya koyar. Afrin’in işgali, yıkımı, Kobane’nin Türkiye’nin desteğiyle işgal ve yıkım girişimi, yaşanan katliamlar ve halen Rojava’da devam eden katliamlar ve işgal saldırıları Kürtlerde önemli kırılmalar yarattı. Aynı şekilde Irak Kürdistan’ına yönelik baskılar, referandumu tanımama veya hala onları saygı duyulan bir halk yerine koymama yaklaşımı bu sahipsizliği her tarafta gösteriyor. Bu anlamda Kürtler içinde bulundukları Türkiye, Irak, Suriye, İran gibi devletlerin onlara yönelik dışlayıcı, baskıcı ve kimliklerini yok saymaya yönelik politik yaklaşımları nedeniyle kendilerini tam olarak devlete ait hissetmiyorlar ve bu her alanda da diğer kimlikler karşısında önemli eşitsizlikleri yeniden üretiyor.
Devlete (kurumlarına) güven derecesini gösteren tablo
Devlete duyulan güven derecesi | |||
Toplam sayı | Yüzde (%) | ||
Çok güveniyorum | 322 | 8,2% | |
Az güveniyorum | 695 | 17,8% | |
Güvenmiyorum | 657 | 16,8% | |
Hiç güvenmiyorum | 2239 | 57,2% | |
Toplam | 3913 | 100,0% |
Tekin, S. (2023) İstanbul’da Kürt Olmak, Çıra Yayınları, (ss.257), 1.Basım, İstanbul
İstanbul’da yapılan birebir görüşme ve anket çalışmasının verilerine göre Kürtlerin %57,2’si devlete hiç güvenmiyor.
TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi), AYM (Anayasa Mahkemesi), Mahkemeler, Adalet Bakanlığı/Hukuk sistemi, Hükümet, İçişleri Bakanlığı, Ordu (asker), Polis (emniyet teşkilatı), Diyanet İşleri Başkanlığı gibi devleti sembolize eden temel kurumlara ne derece güvenildiğine dair katılımcılara soruldu. Yukarıdaki tablo tüm bu kurumlara duyulan toplu güven derecesini göstermektedir.
Kürtler devlete, kurumlarına güvenmiyor. Tarihsel olarak da bu durum hep varolmuştur. Devlete güvensizlik ayrı bir devlet özlemi midir? Bu yalnızca bir iktidar sorunu veya iktidara güvenmeme durumu değildir. Bu tarihsel bir duygu yansımasıdır. Kendisini yalnızca Türk kimliğinin temsilcisi olarak gören ve Kürt kimliğini bunun içinde her türlü şiddet yoluyla yok etmeye çalışan bir devlet gerçekliği var. Ayrıca İran, Suriye, Irak ile ortak bir Kürt düşmanlığında buluşma var ve Kürtlere yol açmama konusunda hertürlü işbirliği yapılıyor. Rojava örneği de Kürtlerin içinde bulunduğu siyasal tabloyu gösteriyor. Bu anlamda Kürtlerin kendi devletlerinin olması özlemi tarihsel bir gerçeklik olarak duruyor.
Uluslararası alanda da bu sermayeden yoksunluk ve sahipsizlik duygusu Kürtler arasında kendini hissettiriyor.
Kendini ait hissedememe, güvende duymama, hukukun haklarını koruyamadığı duygusunu yaşama ve kendilerini kendi kimlikleriyle ifade edememe durumu toplumsal, siyasal olarak önemli tahribatlar ve dezavantajlar olarak yansıyor. Diğer bir ifadeyle devlet sermayesinden yoksun olma durumu, siyasal, sınıfsal, Kültürel ve toplumsal eşitsizlikleri yeniden üretip bunları derinleştiriyor. Örneğin Kürtlerin genel olarak devlete güvenmemeleri ve kendilerinde devlete ait hissedememe duyusunun ağır basması yaşanılan eşitsizliklerin veya baskıların bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Dolayısıyla geçmişten bu yana hem yaşanılan isyanlarda hemde toplumsal, siyasal yaşamda Kürtlerin maruz kaldığı baskılar varolan devlete karşı büyük bir öfkeyi ve karşı duruşu besledi. Bu karşı duruş aynı zamanda Kürtlerin kendilerine ait bir devlet özlemini de ortaya koyar. Varolan devleti demokratikleştirmek önemli bir amaç olsa da Kürtlerin kendilerini ait hissettikleri bir devlet arzusu hep vardır. Devletin çözümsel olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Ancak devlet arzusu bir gerçekliktir ve yaşanılan şiddet, dışlanma ve sahipsizliğin yansımasıdır. Nitekim bu arzu her yıkımda, devlet şiddetinde ve yok edilme tehdidinde daha fazla canlılık kazanıyor.
Sonuç olarak Kürtlerde yok edilme tehdidine karşı büyük bir devlet arzusu var. Çünkü devlet aynı zamanda bir sermaye türü olarak işlev görüyor. Bu sermayeden yoksun olmanın getirdiği dezavantajlar, eşitsizlikler, uğranılan haksızlıklar ve yıkımlar bunun üzerinden tartışılmayı da önemli kılıyor. Bu yüzden devlet arzusu sadece sınırları ayırmak ya da çizmek değildir fakat, kendini ait hissedememe, güvenmeme, sahipsizlik duygusu veya devlet sermayesinden yoksun olmanın oluşturduğu devlet özlemini iyi anlamak gerekiyor.