Aristo, etik kurallar üzerinde dersler verirken, erdemli davranışlar üzerine çok çalışır ve bu konuda da epeyce meşgul olur. Sonuçta halet-i ruhiye’nin durağına gelmezden önce, etkilenme – imkan – davranış üçlemesinin güzergâhına değinir.
Duyularla elde edilen bilginin – görüntünün ve tesirin, etkilenmeye; etkilenmenin insanlarda meydana getireceği hareketliliğe, imkan; imkandan sonra insanın göstereceği manevranın ise, davranış olduğu söyler.
Artık davranış denilen sihirli kavramı bir örnekle ele alabiliriz.
Aniden baygınlık geçiren bir insanı düşünün. İlk görüntüler bizdeki etkilenme dozunu tetikler. Ne yapmalıyız? Sorusunu düşünürken geçen süre bize imkân sağlar.
Sonuçta yapacaklarımız, davranışımızı belirleyecektir. Eğer düşenin yardımına koşmak, iyileşmesi lehinde yardımlaşma içinde olunursa erdemli davranış göstergesi, değilse menfi davranış ya da vurdum duymaz tipleme örneği olur.
Bu işin mayası insan olduğu için, yararlı, yararsız, hayırlı, hayırsız ve güvenilir-güvensiz ölçüleri burada ortaya çıkar.
Sadece Aristo üzerinden verilen bu belirleme ile mi erdemli davranışlar üzerinde durmak gerekir. Elbette değil!..Konfüçyüs’e, Tao’ya, Buda’ya, Leotzu’ya, Zerdeşt’e hatta A.Xanî’ye bakıldığında da iyiliğin, güzelliğin, yardımlaşma ve dayanışmanın, kardeşçe birlikte yaşamanın tohumları erdemli davranışlardan geldiğini görürüz.
Diğer yandan kutsallaştırılan ne kadar kitap ve onların yaygınlaşmasını sağlayan ne kadar peygamber varsa onlarda güzelliklerin adresini erdemli davranışlarda olduğunu söyler.
Burada erdemli davranışı Güneşin’in hareketlerinde aramıyoruz. Ya da Dünya’nın kendisi ile birlikte Güneş’in etrafında dönüşünde aramıyoruz. Bunlar ve benzerleri doğal kaidelerdir uyumu gerektirir.
Aradığımız değişen, dönüşen ve farklılaşan insan unsurudur.
Doğası gereği üreten, geliştiren ve benim olsun diyen özel mülkiyet tutkulu yapısıdır. İnsan unsurunun en açıklayıcı belirlemelerini biz yasna ve gatalarda görüyoruz.
Orada insanların iyiyi ve kötüyü ruhlarında birlikte taşıdığı ve bunlar arasındaki mücadeleyi kazananın ağırlığına göre şekil aldığı izah edilir.
İyiliğin egemen olduğu dönem insanların erdemli, kötülüğün egemen olduğu dönemlerde ise menfi davrandığı izah edilir.
Görülen o ki, insanların kötü davranış gösterme gücü, iyilik denen yanını hep baskılıyor. Toplum bilimciler, doğa bilimciler, teologlar v.b ne kadar ekol varsa kötünün iyiye galip gelmesinin reçetesini ve tedavi yöntemini bulamadılar.
Peki hiç işe yarar bir şey bulunamadığı söylenebilir mi? Kesinlikle hayır, çünkü bunca eğitim, felsefe, bilimsel çalışma ve analitik düşünce çalışmaları yararlı oldu ama baş edilmedi.
Belki insan haklarının tavizsiz güvenceye alındığı, eşitlik hakkının teminat altına alındığı, empati duygusunun kuvvetli savunucusu olunduğu bir döneme geçiş yapmak, TOPLUMSAL AHLAK güvencesine kavuşmakla olur.
Toplumsal ahlak sağlam ise, kişisel ve siyasal ahlak sapmaları dizginlenebilir…