Toronto Üniversitesi’nde kadın ve toplumsal cinsiyet alanında çalışmalar yapan öğretim üyesi ve aktivist Prof. Shahrzad Mojab, 1978’de Ayetullah Humeyni’nin örtünme zorunluluğunu ilan etmesinin ardından İslami rejime karşı muhalefetin ön saflarında kadınların yer aldığını belirtiyor…
VARDUHİ BALYAN:
İran’da 2022’de ahlak polisi tarafından gözaltına alınan 22 yaşındaki Jîna Mahsa Amini’nin öldürülmesi üzerine ülke genelinde protesto gösterileri yapıldı ve kadın direnişi yükseldi. Rejimin buna karşılık olarak uyguladığı şiddet ve baskı, çeşitli yaptırımlarla büyüyor. Toronto Üniversitesi’nde kadın ve toplumsal cinsiyet alanında çalışmalar yapan öğretim üyesi ve aktivist Prof. Shahrzad Mojab, “Jîn, jîyan, azadî” [Kadın, yaşam, özgürlük] sloganı altında birleşen protestolar ışığında İran’da kadın hareketinin geçmişi ve geleceğine, ülkedeki etnik azınlıkların hak mücadelesini gündeme taşıyor. Mojab, Boğaziçi Üniversitesi’nde 2008’den beri düzenlenen Hrant Dink Anma Konferansı’nda bu yıl, ‘Bir Kelebeğin Ölümüyle Başlayan Devrim Fırtınası’ bir konuşma yapmıştı. İran’da kadın hakları ve etnik azınlıklar konusunda uzun yıllar çalışmalar yapan ve siyasi nedenlerle 1986’dan beri Kanada’da yaşayan Mojab, Agos’un soruların yanıtladı.
Cinayetin ardından başlayan protestolar İran’ı ve İran top lumunu nasıl etkiledi?
Jîna’nın isyanı gerçekten dikkate değer bir isyan. İran’ın ve genel olarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın 100 yıllık kadın mücadeleleri tarihinde, ‘zorunlu hicab’a karşı bu kadar yaygın bir başkaldırı daha yok. Bu başkaldırı, kuşkusuz, İran’ın siyasi manzarasını değiştirdi; tarihsel bir dönüm noktası oldu.
İsyanı tetikleyen, ataerkil teokratik yönetime karşı çıkış olsa da, ulusal ve cinsel azınlıkların haklarının ihlal edilmesi, sınıfsal farklılıklar, yoksulluk, işsizlik, çevre sorunları, düşünce ve ifade özgür güvenlik ve propaganda kurum larının ödeneklerinde ciddi bir yükseliş öngörülüyor.
• Kimyasal saldırılara (kız öğrencilerin zehirlenmesi) karşı çıkan öğretmenler tehdit ediliyor. Okullarda, esas olarak kızları hedef alan bu saldırılar sürerken, öğret menlerin telefonlarına, emniyet kurumlarından, onları protestolara verdikleri destek konusun da uyaran tehdit mesajları geldi.
İran’daki etnik azınlıkların haklarına ve onları hedef alan politikalara dair neler söyle yebilirsiniz?
Kürt bölgesi 1979’da direniş hareketinin kalelerinden biri olmuştu. O yıl Kürtlerin özerklik, ardından da ulusal haklar mücade lesine katıldım. 1978–1982 arasın da çeşitli Kürt siyasi partileri genel merkezlerini kurdular. Buluşma mekânı işlevi gören bu merkezler de, insanlar güncel gelişmelerden haberdar olabiliyor, tartışmalara katılıyor, çalışma grupları oluştu ruyor, yazılı malzemelere ulaşa biliyor, bilgilerini paylaşabiliyor, el ilanları alıp şehrin her yerinde dağıtıyorlardı.
Bu direniş hareketinin başarı sını romantize etmek ya da sorun larını, özellikle de kadınların tam katılımına engel oluşturan ataer kil ilişkileri görmezden gelmek istemem ama, Kürt olmayan bir lüğünün bastırılması gibi birçok başka toplumsal meseleyi de su yüzüne çıkardı. Ayaklanmanın dalga dalga yayılması, İslam devletinin otoriter-kapitalist-toekratik niteliğini ve her tür toplum sal baskının sömürüyle bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor. Bu bas kıcı sistemler toplumun dokusuna derinden nüfuz etmiş durumda; devlet de bu ilişkileri dinî zemin de, İslam hukuku çerçevesinde meşrulaştırıyor.
Ancak bu ayaklanma, teokrasi nin meşruiyetini aşındırdı. Dünya nın her yerinden insanlar, özgürlük, demokrasi ve eşitlik mücadele si veren İran halkıyla dayanışma gösterdi. Başörtüsünün yakılma sı, tarihsel sonuçları da olabile cek, derin bir entelektüel ve kül türel dönüşüm yarattı. 15-25 yaş arası gençler, şaşırtıcı bir enerji ve kararlılıkla direnişi yükselttiler.
Bu isyan, bir başka meseleye de ışık tutuyor. Rejim içindeki önemli bir kesim (reformcular), 30 yıldır, insan hakları ve diğer konularda devrim olmadan da ilerlemeler sağlanabileceği gibi bir yanılsama yı yaygınlaştırarak, halkı devrimden vazgeçirmeye çalışıyor. Ancak bu yanılsama tuzla buz oldu ve bir toplumsal grup olarak kadınların, devrimci güçlerinin ayrılmaz bir parçası olduğu ayan beyan orta ya çıktı (ki bu, ta 44 yıl önce anlaşılmış olmalıydı). Kadın bedeni ni ve cinselliğini kontrol altında tutmak, muktedir kapitalist güç lerin, kapitalizm içinde toplum sal uyumu sağlamak için kullan dıkları bir ideolojik araç.
Protestolar devlet şiddetiyle karşılaştı. Rejimin baskısı ve şiddeti yükseliyor mu? Sizce bu şiddet ve idamlar nereye varacak?
İslam Devleti halktan intikam almaya karar verdi. Dolayısıyla, uyguladıkları şiddet düzeyinin ve başvurdukları yöntemlerin, geride bıraktığımız 40 yıl içinde eşi benzeri yok. Bu devlet şidde tinin birincil amacı bir korku ve yıldırma kültürünü yerleşik kılarak protestoları bastırmak. Devletin şu âna dek başvurduğu yön temlerden bazıları şunlar: • Ağırlıklı olarak Araplar, Beluçlar ve Kürtler gibi ulusal azınlıklar hedef alınarak, idam ların sayısı dikkat çekici ölçüde yükseltildi. Bu idamları haklı çıkar mak amacıyla gözaltına alınan göstericilere suç isnat etmek için ‘zorla itiraf’ yöntemi kullanılıyor.
• İnternete erişim kısıtlandı, bilgi paylaşımı suç kapsamı na sokuldu.
• Devletin resmî icraatı hak kında aleni olarak yorumda bulun mak suç kapsamına sokuldu.
• Zorunlu hicab yasalarının uygulanması amacıyla baskı cı önlemler alındı. Mart ayında, kıyafet yönetmeliğine uymayan kadınların belirlenip cezalandırılması için güvenlik kamerala rının kullanılması da dâhil olmak üzere yeni cezai önlemler getirildi. Ayrıca, hicab takmayı reddeden kadınların banka hesapları dur duruldu, zorunlu örtünme yasası na uymayan işletmeler kapatıldı. Mart ayından bu yana kapatılan işyerlerinin (lokanta, kafe, turist lere hizmet veren otel, dükkân, danışmanlık merkezi, spor salonu) sayısı yaklaşık 2000. Tahran’da, 450’den fazla işyerinin bulunduğu, büyük, modern bir alışveriş mer kezinin kapanmasıyla, yaklaşık 2500 kişi işini kaybetti.
• Zorunlu örtünme kuralına uymayan üniversite öğrencileri okuldan atılma tehdidiyle karşı karşıya. Bazı öğrenciler zorla ülke içinde başka yerlere yerleştirildi, bazıları derslere girmedikleri için çeşitli cezalar aldı.
• Öğretim üyeleri emekliliğe zorlanıyor ya da ihraç ediliyor. • Protestolara destek veren ünlü sanatçılar, yazarlar ve spor cular tutuklanıyor ve yurtdışına çıkış yasağıyla cezalandırılıyor. • Yaralı göstericileri tedavi eden doktorlar gözaltına alınıyor, tutuk lanıyor ve işkence görüyorlar. • Bütçeden orduya ve güvenlik güçlerine ayrılan pay önemli ölçü de yükseltildi. Hükümetin sun duğu yeni bütçe taslağında, ordu, kadın olarak hareketin içinde yer almam, ulusal şovenizmin yıkıcı etkisini, etnik azınlıklar, özellikle de kadınlar üzerinde oluşturduğu baskıyı ve onları nasıl sömürdü ğünü anlamamı sağladı.
Kürt direniş hareketi devlet tarafından zorbalıkla, çok sert biçimde bastırıldı ve bunun sonu cunda bölge tamamen militerleşti. Devlet ayrıca, güvenlik operasyonlarını güçlendirmek için iktisadi ve kültürel baskı mekanizmaları nı devreye soktu. Devletin politi kasında asimilasyon eğilimi ağır basıyor; Kürtçe eğitim, yayıncılık ve medya faaliyeti imkânlarının kısıtlı olması, bunun bir göster gesi. Kaynakların yetersizliği ve altyapı projelerinin yönetimin deki eksikler de bölgenin ekolojik durumunu kötü etkiledi. Tüm bu güçlükler karşısında, Kürt kadınlar, öğretmenler, öğren ciler, yazarlar, sanatçılar ve aydın lar, eşitsizlik, yoksulluk, kadına yönelik şiddet gibi meselelere el atmak ve Kürt dilini ve kültürü nü yaymak için alternatif kuru luşlar ve topluluklar oluşturma ya çalıştılar.
Yayınevleri ve küçük müzeler kurmak da dâhil olmak üzere çeşitli girişimlerde bulun dular. Fakat faaliyetleri nedeniy le sık sık tutuklamalarla ve hapis, hatta idam cezalarıyla karşılaştı lar. Kürtler ülke nüfusunun yal nızca %10’unu oluşturuyor ama 40 yıldır, ülkedeki tutukluların neredeyse %50’si Kürt. Burada, 9 Mayıs 2010’da idam edilen, çok sevilen bir öğretmen, gazeteci ve aktivist olan 23 yaşındaki Ferzad Kemanger ile 29 yaşındaki aktivist Şirin Elemhûli’nin adları mutlak zikredilmeli. Her ikisi de Kürdistan Özgür Yaşam Partisi’nde (PJAK) aktifti; “Kadın, yaşam, özgürlük” sloganı oradan çıktı.
Devletin siyasi, kültürel ve ikti sadi baskısına maruz kalan tek ulusal azınlığın Kürtler olmadığının, Arap, Beluç ve Türk azınlıkların da devletten sert muamele gör düğünün anlaşılması da önemli.
Bugünkü isyanı, 40 yıl önce katıldığınız kadın hakları mücadelesinin devamı ola rak nitelendiriyorsunuz. Bu mücadele 40 yıl içinde nasıl gelişti? Yakın geleceği nasıl görüyorsunuz?
1978’de Ayetullah Humeyni’nin örtünme zorunluluğunu ilan etmesinin ardından İslami rejime karşı muhalefetin ön saflarında kadınlar yer almıştı. Birçok siyasi fraksiyon ve tanınmış aydın, kadın haklarının bastırılmasının ne kadar büyük bir mesele olduğunu göremedi ve tehlike işaretlerini önemsemedi. Hatta bazıları, kadın göstericile re Devrim açısından “daha acil” buldukları meselelere odaklanmalarını tavsiye etti. Başlı başına ciddi bir baskı olan, kadınların ne giyeceklerine karar verme özgür lüğünden mahrum bırakılmasının, bir tercih hakkının gasp edilmesinin çok ötesine uzanan sonuç ları olacağını gözden kaçırıyor lardı. Devletin, kadın bedenini ve cinselliğini kontrol altında tutma, onları boyun eğmeye ve devletin tanımladığı hâkim kadınlık/anne lik kavramını kabul etmeye zor lama, onların sosyal aktivizmine kısıtlamalar getirme, bedenleri ni ‘Müslüman milleti’nin üreme makinelerine indirgeme yönündeki çabasını göremediler. Devrimden sonra, İslam Devle ti, kadınların hayatının her alanın da –benim “cinsiyet apartheid’ı” dediğim– cinsiyet ayrımcılığı poli tikasını uygulamaya soktu. Bazı kadınların belirli konularda yük seköğretim görmesi yasaklandı; meslek sahibi birçok kadın, öğret menler, devlet memurları zorunlu örtünme yasasına uymaya, erken emekli olmaya ya da istifa etme ye mecbur bırakıldı.
Fakat kısıtlamaların ve devlet şiddetinin tırmanması, kadınlar arasında daha da kararlı bir dire nişi ateşledi. Üniversiteye giden, çeviri yapan, feminist makale ler, kitaplar, dergiler yayımlayan, roman yazan kadınların sayısı yükseldi. Aile yasasında reform talep eden, taşlayarak öldürme gibi uygulamalara ve idamlara karşı çıkan, siyasi mahpusları ve ifade özgürlüğünü savunan, kadınların bisiklete binmesine ve stadyumla ra girmesine ilişkin yasakları pro testo eden çeşitli kadın grupları kuruldu. Ancak kadın aktivistle re yönelik kesintisiz ve amansız baskılar, yasal koruma ve sosyal yardım mekanizmalarını ortadan kaldıran neoliberal ekonomi poli tikalarıyla birlikte, kadın hakları hareketini korunmasız bıraktı. Söz konusu koşullar, kadınları daha da yoksullaştırarak ve daha da güven cesiz bırakarak, kadınlar arasın da fuhuş, evsizlik ve uyuşturucu bağımlılığı oranının yükselmesi ne neden oldu. Sesini yükseltme nin, yazmanın ve kadın haklarını savunmanın beraberinde getirdi ği hapse atılma, işkence görme ve idam edilme risklerine rağmen, kadınlar, teokratik devletin yıllar dır dayattığı dinî ve kültürel kısıt lamalara karşı barışçıl, yaratıcı ve cesur direnişlerini sürdürdüler.
Jîna’nın isyanı, “Kadın, yaşam, özgürlük” sloganında ifade bulan, 44 yıllık kadın direnişinin bir sonu cu ve doruk noktası oldu. Bu isyan, genç kadınların cinsiyet eşitliği ni kendinden menkul, aşikâr bir durum olarak görmediğini; cin siyet eşitliğinin ancak, gelece ğin adil ve temel bir dönüşüm den geçmiş toplumunun siyasi, toplumsal ve iktisadi dinamik lerinin kapsamlı şekilde anlaşıl masıyla hayata geçirilebileceği nin farkında olduklarını ortaya koyuyor. Böyle bir topluma ula şılabilmesi için de, kesintisiz ve derin teorik ve siyasi müdahale gerekiyor. Protesto dalgaları belki geri çekildi ama yok olmadı. Yer yer, münferit direniş kıvılcımları çakıyor ve bunlar genellikle çok sert şekilde bastırılıyor. Ama halk direnişleri böyledir; alevler hiçbir zaman tam olarak söndürülemez.
Amini’nin öldürülmesi üze rine patlak veren güçlü pro testolar, İran’da değişime dair sizde bir umut yarattı mı?
Ben umutluyum; umudu canlı tutmaktan başka bir seçenek yok zaten. Bu isyan, gençlerin aktif katılımına ve ardından bireylerin, dil ve temelden farklı bir toplum oluşturmanın siyasi, toplumsal ve iktisadi anlamda ne kadar kar maşık bir iş olduğunun ayırdına varmasına bağlı olarak, devrimci bir harekete dönüşme potansiyeli taşıyor. Zorluk yalnızca teokratik rejimi yıkmakla ilgili değil; İslami kapitalizmin temellerinin de üze rine gidilmesi gerekiyor. Küresel kapitalist-emperyalist sisteme güçlü bir şekilde entegre olmuş bir rejim bu. Bu isyanın sonucu da 1979’da olduğu gibi, ataerkil seküler-monarşik rejimden ata erkil-seküler cumhuriyete geçişle sınırlı kalırsa, bireysel özgürlüğün belirli alanlarında geçici iyi leşmeler olabilir ama altta yatan çelişkiler yoğunlaşacaktır.
İran’da ve başka yerlerde azınlık ve kadın hakları üze rine çalışan biri olarak, Hrant Dink’in haklar konusunda ver diği mücadele size ne ifade ediyor?
Adaletsizliğe isyan etmek de, direniş göstermek de, ister birey sel olsun, ister kolektif, temel bir haktır. Hrant Dink, ortaya koyduğu hem etik hem de ateşli adalet ara yışıyla, bizim gibi, kendini aklı ve vicdanıyla toplumsal ve siyasi ada let savunuculuğuna adamış kişi lere ilham veriyor. Yaptığı konuş maları hayranlıkla izledim; devleti, medyayı ve kültür kurumlarını, uyguladıkları şiddet ve Ermeni Soykırımı’nın tarihsel inkârının ve bu suçun tanınıp hatırlanma sı için sürdürülen mücadelenin üzerini örtme çabaları nedeniyle, sebatla eleştirdiğine tanık oldum. Hrant Dink, bana göre, cesaretin vücut bulmuş hâli. Onun muha lif, meydan okuyan duruşu, benim de amaçladığım, siyasi ilkeleri ve etik olarak adalet, eşitlik, özgür lük ve demokrasiye adanmış bir hayatı temsil ediyor.
/Agos Gazetesi- İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz /