Shahrzad Mojab: Kadın, yaşam, özgürlük / 44 yıllık kadın direnişinin doruk noktası

GündemKadın

Toronto Üniversitesi’nde  kadın ve toplumsal cinsiyet alanında çalışmalar yapan öğretim üyesi ve aktivist Prof. Shahrzad Mojab, 1978’de Ayetullah Humeyni’nin  örtünme zorunluluğunu ilan etmesinin ardından İslami rejime karşı  muhalefetin ön saflarında kadınların yer aldığını belirtiyor…

VARDUHİ BALYAN: 

İran’da 2022’de ahlak polisi tarafından gözaltına alınan  22 yaşındaki Jîna Mahsa Amini’nin öldürülmesi üzerine  ülke genelinde protesto gösterileri yapıldı ve kadın direnişi  yükseldi. Rejimin buna karşılık olarak uyguladığı şiddet ve  baskı, çeşitli yaptırımlarla büyüyor. Toronto Üniversitesi’nde  kadın ve toplumsal cinsiyet alanında çalışmalar yapan öğretim  üyesi ve aktivist Prof. Shahrzad Mojab, “Jîn, jîyan, azadî”  [Kadın, yaşam, özgürlük] sloganı altında birleşen protestolar  ışığında İran’da kadın hareketinin geçmişi ve geleceğine,  ülkedeki etnik azınlıkların hak mücadelesini gündeme taşıyor. Mojab, Boğaziçi Üniversitesi’nde 2008’den beri düzenlenen  Hrant Dink Anma Konferansı’nda bu yıl, ‘Bir Kelebeğin  Ölümüyle Başlayan Devrim Fırtınası’ bir konuşma yapmıştı.  İran’da kadın hakları ve etnik azınlıklar konusunda uzun yıllar  çalışmalar yapan ve siyasi nedenlerle 1986’dan beri Kanada’da  yaşayan Mojab, Agos’un soruların yanıtladı. 

Cinayetin ardından başlayan   protestolar İran’ı ve İran top lumunu nasıl etkiledi? 

Jîna’nın isyanı gerçekten dikkate değer bir isyan. İran’ın ve  genel olarak Ortadoğu ve Kuzey  Afrika’nın 100 yıllık kadın mücadeleleri tarihinde, ‘zorunlu hicab’a karşı bu kadar yaygın bir başkaldırı daha yok. Bu başkaldırı, kuşkusuz, İran’ın siyasi manzarasını değiştirdi; tarihsel bir dönüm noktası oldu. 

İsyanı tetikleyen, ataerkil teokratik yönetime karşı çıkış olsa da,  ulusal ve cinsel azınlıkların haklarının ihlal edilmesi, sınıfsal farklılıklar, yoksulluk, işsizlik, çevre  sorunları, düşünce ve ifade özgür güvenlik ve propaganda kurum larının ödeneklerinde ciddi bir  yükseliş öngörülüyor. 

• Kimyasal saldırılara (kız  öğrencilerin zehirlenmesi) karşı  çıkan öğretmenler tehdit ediliyor.  Okullarda, esas olarak kızları hedef  alan bu saldırılar sürerken, öğret menlerin telefonlarına, emniyet  kurumlarından, onları protestolara verdikleri destek konusun da uyaran tehdit mesajları geldi. 

İran’daki etnik azınlıkların  haklarına ve onları hedef alan  politikalara dair neler söyle yebilirsiniz?  

Kürt bölgesi 1979’da direniş  hareketinin kalelerinden biri  olmuştu. O yıl Kürtlerin özerklik,  ardından da ulusal haklar mücade lesine katıldım. 1978–1982 arasın da çeşitli Kürt siyasi partileri genel  merkezlerini kurdular. Buluşma  mekânı işlevi gören bu merkezler de, insanlar güncel gelişmelerden  haberdar olabiliyor, tartışmalara  katılıyor, çalışma grupları oluştu ruyor, yazılı malzemelere ulaşa biliyor, bilgilerini paylaşabiliyor,  el ilanları alıp şehrin her yerinde  dağıtıyorlardı. 

Bu direniş hareketinin başarı sını romantize etmek ya da sorun larını, özellikle de kadınların tam  katılımına engel oluşturan ataer kil ilişkileri görmezden gelmek  istemem ama, Kürt olmayan bir  lüğünün bastırılması gibi birçok  başka toplumsal meseleyi de su  yüzüne çıkardı. Ayaklanmanın  dalga dalga yayılması, İslam devletinin otoriter-kapitalist-toekratik niteliğini ve her tür toplum sal baskının sömürüyle bağlantılı  olduğunu ortaya koyuyor. Bu bas kıcı sistemler toplumun dokusuna derinden nüfuz etmiş durumda;  devlet de bu ilişkileri dinî zemin de, İslam hukuku çerçevesinde  meşrulaştırıyor. 

Ancak bu ayaklanma, teokrasi nin meşruiyetini aşındırdı. Dünya nın her yerinden insanlar, özgürlük,  demokrasi ve eşitlik mücadele si veren İran halkıyla dayanışma  gösterdi. Başörtüsünün yakılma sı, tarihsel sonuçları da olabile cek, derin bir entelektüel ve kül türel dönüşüm yarattı. 15-25 yaş  arası gençler, şaşırtıcı bir enerji  ve kararlılıkla direnişi yükselttiler. 

Bu isyan, bir başka meseleye de  ışık tutuyor. Rejim içindeki önemli  bir kesim (reformcular), 30 yıldır,  insan hakları ve diğer konularda  devrim olmadan da ilerlemeler  sağlanabileceği gibi bir yanılsama yı yaygınlaştırarak, halkı devrimden vazgeçirmeye çalışıyor. Ancak  bu yanılsama tuzla buz oldu ve bir  toplumsal grup olarak kadınların,  devrimci güçlerinin ayrılmaz bir  parçası olduğu ayan beyan orta ya çıktı (ki bu, ta 44 yıl önce anlaşılmış olmalıydı). Kadın bedeni ni ve cinselliğini kontrol altında  tutmak, muktedir kapitalist güç lerin, kapitalizm içinde toplum sal uyumu sağlamak için kullan dıkları bir ideolojik araç. 

Protestolar devlet şiddetiyle  karşılaştı. Rejimin baskısı ve  şiddeti yükseliyor mu? Sizce  bu şiddet ve idamlar nereye  varacak?  

İslam Devleti halktan intikam  almaya karar verdi. Dolayısıyla,  uyguladıkları şiddet düzeyinin  ve başvurdukları yöntemlerin,  geride bıraktığımız 40 yıl içinde  eşi benzeri yok. Bu devlet şidde tinin birincil amacı bir korku ve  yıldırma kültürünü yerleşik kılarak protestoları bastırmak. Devletin şu âna dek başvurduğu yön temlerden bazıları şunlar: • Ağırlıklı olarak Araplar,  Beluçlar ve Kürtler gibi ulusal  azınlıklar hedef alınarak, idam ların sayısı dikkat çekici ölçüde  yükseltildi. Bu idamları haklı çıkar mak amacıyla gözaltına alınan  göstericilere suç isnat etmek için  ‘zorla itiraf’ yöntemi kullanılıyor.

• İnternete erişim kısıtlandı, bilgi paylaşımı suç kapsamı na sokuldu.  

• Devletin resmî icraatı hak kında aleni olarak yorumda bulun mak suç kapsamına sokuldu.  

• Zorunlu hicab yasalarının  uygulanması amacıyla baskı cı önlemler alındı. Mart ayında,  kıyafet yönetmeliğine uymayan  kadınların belirlenip cezalandırılması için güvenlik kamerala rının kullanılması da dâhil olmak  üzere yeni cezai önlemler getirildi. Ayrıca, hicab takmayı reddeden  kadınların banka hesapları dur duruldu, zorunlu örtünme yasası na uymayan işletmeler kapatıldı.  Mart ayından bu yana kapatılan  işyerlerinin (lokanta, kafe, turist lere hizmet veren otel, dükkân,  danışmanlık merkezi, spor salonu)  sayısı yaklaşık 2000. Tahran’da,  450’den fazla işyerinin bulunduğu,  büyük, modern bir alışveriş mer kezinin kapanmasıyla, yaklaşık  2500 kişi işini kaybetti. 

• Zorunlu örtünme kuralına  uymayan üniversite öğrencileri  okuldan atılma tehdidiyle karşı  karşıya. Bazı öğrenciler zorla ülke  içinde başka yerlere yerleştirildi,  bazıları derslere girmedikleri için  çeşitli cezalar aldı. 

• Öğretim üyeleri emekliliğe  zorlanıyor ya da ihraç ediliyor. • Protestolara destek veren  ünlü sanatçılar, yazarlar ve spor cular tutuklanıyor ve yurtdışına  çıkış yasağıyla cezalandırılıyor. • Yaralı göstericileri tedavi eden  doktorlar gözaltına alınıyor, tutuk lanıyor ve işkence görüyorlar. • Bütçeden orduya ve güvenlik  güçlerine ayrılan pay önemli ölçü de yükseltildi. Hükümetin sun duğu yeni bütçe taslağında, ordu,  kadın olarak hareketin içinde yer  almam, ulusal şovenizmin yıkıcı  etkisini, etnik azınlıklar, özellikle  de kadınlar üzerinde oluşturduğu  baskıyı ve onları nasıl sömürdü ğünü anlamamı sağladı. 

Kürt direniş hareketi devlet  tarafından zorbalıkla, çok sert  biçimde bastırıldı ve bunun sonu cunda bölge tamamen militerleşti.  Devlet ayrıca, güvenlik operasyonlarını güçlendirmek için iktisadi  ve kültürel baskı mekanizmaları nı devreye soktu. Devletin politi kasında asimilasyon eğilimi ağır  basıyor; Kürtçe eğitim, yayıncılık  ve medya faaliyeti imkânlarının  kısıtlı olması, bunun bir göster gesi. Kaynakların yetersizliği ve  altyapı projelerinin yönetimin deki eksikler de bölgenin ekolojik durumunu kötü etkiledi. Tüm bu güçlükler karşısında,  Kürt kadınlar, öğretmenler, öğren ciler, yazarlar, sanatçılar ve aydın lar, eşitsizlik, yoksulluk, kadına  yönelik şiddet gibi meselelere el  atmak ve Kürt dilini ve kültürü nü yaymak için alternatif kuru luşlar ve topluluklar oluşturma ya çalıştılar.

Yayınevleri ve küçük  müzeler kurmak da dâhil olmak  üzere çeşitli girişimlerde bulun dular. Fakat faaliyetleri nedeniy le sık sık tutuklamalarla ve hapis,  hatta idam cezalarıyla karşılaştı lar. Kürtler ülke nüfusunun yal nızca %10’unu oluşturuyor ama  40 yıldır, ülkedeki tutukluların  neredeyse %50’si Kürt. Burada, 9 Mayıs 2010’da idam edilen, çok  sevilen bir öğretmen, gazeteci ve  aktivist olan 23 yaşındaki Ferzad  Kemanger ile 29 yaşındaki aktivist  Şirin Elemhûli’nin adları mutlak  zikredilmeli. Her ikisi de Kürdistan  Özgür Yaşam Partisi’nde (PJAK)  aktifti; “Kadın, yaşam, özgürlük”  sloganı oradan çıktı. 

Devletin siyasi, kültürel ve ikti sadi baskısına maruz kalan tek ulusal azınlığın Kürtler olmadığının,  Arap, Beluç ve Türk azınlıkların da devletten sert muamele gör düğünün anlaşılması da önemli. 

Bugünkü isyanı, 40 yıl önce  katıldığınız kadın hakları mücadelesinin devamı ola rak nitelendiriyorsunuz. Bu  mücadele 40 yıl içinde nasıl  gelişti? Yakın geleceği nasıl  görüyorsunuz? 

1978’de Ayetullah Humeyni’nin  örtünme zorunluluğunu ilan etmesinin ardından İslami rejime karşı  muhalefetin ön saflarında kadınlar  yer almıştı. Birçok siyasi fraksiyon  ve tanınmış aydın, kadın haklarının bastırılmasının ne kadar büyük  bir mesele olduğunu göremedi ve  tehlike işaretlerini önemsemedi.  Hatta bazıları, kadın göstericile re Devrim açısından “daha acil”  buldukları meselelere odaklanmalarını tavsiye etti. Başlı başına  ciddi bir baskı olan, kadınların ne  giyeceklerine karar verme özgür lüğünden mahrum bırakılmasının,  bir tercih hakkının gasp edilmesinin çok ötesine uzanan sonuç ları olacağını gözden kaçırıyor lardı. Devletin, kadın bedenini ve  cinselliğini kontrol altında tutma,  onları boyun eğmeye ve devletin  tanımladığı hâkim kadınlık/anne lik kavramını kabul etmeye zor lama, onların sosyal aktivizmine  kısıtlamalar getirme, bedenleri ni ‘Müslüman milleti’nin üreme  makinelerine indirgeme yönündeki çabasını göremediler. Devrimden sonra, İslam Devle ti, kadınların hayatının her alanın da –benim “cinsiyet apartheid’ı”  dediğim– cinsiyet ayrımcılığı poli tikasını uygulamaya soktu. Bazı  kadınların belirli konularda yük seköğretim görmesi yasaklandı;  meslek sahibi birçok kadın, öğret menler, devlet memurları zorunlu  örtünme yasasına uymaya, erken  emekli olmaya ya da istifa etme ye mecbur bırakıldı. 

Fakat kısıtlamaların ve devlet  şiddetinin tırmanması, kadınlar  arasında daha da kararlı bir dire nişi ateşledi. Üniversiteye giden,  çeviri yapan, feminist makale ler, kitaplar, dergiler yayımlayan,  roman yazan kadınların sayısı  yükseldi. Aile yasasında reform  talep eden, taşlayarak öldürme gibi  uygulamalara ve idamlara karşı çıkan, siyasi mahpusları ve ifade  özgürlüğünü savunan, kadınların  bisiklete binmesine ve stadyumla ra girmesine ilişkin yasakları pro testo eden çeşitli kadın grupları  kuruldu. Ancak kadın aktivistle re yönelik kesintisiz ve amansız  baskılar, yasal koruma ve sosyal  yardım mekanizmalarını ortadan  kaldıran neoliberal ekonomi poli tikalarıyla birlikte, kadın hakları  hareketini korunmasız bıraktı. Söz  konusu koşullar, kadınları daha da  yoksullaştırarak ve daha da güven cesiz bırakarak, kadınlar arasın da fuhuş, evsizlik ve uyuşturucu  bağımlılığı oranının yükselmesi ne neden oldu. Sesini yükseltme nin, yazmanın ve kadın haklarını  savunmanın beraberinde getirdi ği hapse atılma, işkence görme ve  idam edilme risklerine rağmen,  kadınlar, teokratik devletin yıllar dır dayattığı dinî ve kültürel kısıt lamalara karşı barışçıl, yaratıcı ve  cesur direnişlerini sürdürdüler. 

Jîna’nın isyanı, “Kadın, yaşam,  özgürlük” sloganında ifade bulan,  44 yıllık kadın direnişinin bir sonu cu ve doruk noktası oldu. Bu isyan,  genç kadınların cinsiyet eşitliği ni kendinden menkul, aşikâr bir  durum olarak görmediğini; cin siyet eşitliğinin ancak, gelece ğin adil ve temel bir dönüşüm den geçmiş toplumunun siyasi,  toplumsal ve iktisadi dinamik lerinin kapsamlı şekilde anlaşıl masıyla hayata geçirilebileceği nin farkında olduklarını ortaya  koyuyor. Böyle bir topluma ula şılabilmesi için de, kesintisiz ve  derin teorik ve siyasi müdahale  gerekiyor. Protesto dalgaları belki  geri çekildi ama yok olmadı. Yer  yer, münferit direniş kıvılcımları  çakıyor ve bunlar genellikle çok  sert şekilde bastırılıyor. Ama halk  direnişleri böyledir; alevler hiçbir  zaman tam olarak söndürülemez. 

Amini’nin öldürülmesi üze rine patlak veren güçlü pro testolar, İran’da değişime dair  sizde bir umut yarattı mı?

Ben umutluyum; umudu canlı tutmaktan başka bir seçenek yok  zaten. Bu isyan, gençlerin aktif  katılımına ve ardından bireylerin,  dil ve temelden farklı bir toplum  oluşturmanın siyasi, toplumsal  ve iktisadi anlamda ne kadar kar maşık bir iş olduğunun ayırdına  varmasına bağlı olarak, devrimci  bir harekete dönüşme potansiyeli  taşıyor. Zorluk yalnızca teokratik  rejimi yıkmakla ilgili değil; İslami  kapitalizmin temellerinin de üze rine gidilmesi gerekiyor. Küresel  kapitalist-emperyalist sisteme  güçlü bir şekilde entegre olmuş  bir rejim bu. Bu isyanın sonucu  da 1979’da olduğu gibi, ataerkil seküler-monarşik rejimden ata erkil-seküler cumhuriyete geçişle  sınırlı kalırsa, bireysel özgürlüğün belirli alanlarında geçici iyi leşmeler olabilir ama altta yatan  çelişkiler yoğunlaşacaktır. 

İran’da ve başka yerlerde  azınlık ve kadın hakları üze rine çalışan biri olarak, Hrant  Dink’in haklar konusunda ver diği mücadele size ne ifade  ediyor? 

Adaletsizliğe isyan etmek de,  direniş göstermek de, ister birey sel olsun, ister kolektif, temel bir  haktır. Hrant Dink, ortaya koyduğu  hem etik hem de ateşli adalet ara yışıyla, bizim gibi, kendini aklı ve  vicdanıyla toplumsal ve siyasi ada let savunuculuğuna adamış kişi lere ilham veriyor. Yaptığı konuş maları hayranlıkla izledim; devleti,  medyayı ve kültür kurumlarını,  uyguladıkları şiddet ve Ermeni  Soykırımı’nın tarihsel inkârının  ve bu suçun tanınıp hatırlanma sı için sürdürülen mücadelenin  üzerini örtme çabaları nedeniyle,  sebatla eleştirdiğine tanık oldum.  Hrant Dink, bana göre, cesaretin  vücut bulmuş hâli. Onun muha lif, meydan okuyan duruşu, benim  de amaçladığım, siyasi ilkeleri ve  etik olarak adalet, eşitlik, özgür lük ve demokrasiye adanmış bir  hayatı temsil ediyor. 

/Agos Gazetesi- İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz /

İlginizi Çekebilir

Ferit Şenyaşar’dan ‘Cumartesi Anneleri ve Şenyaşar Ailesi’ önergesi
Diyabet hastalarının sayısı 2050’de 1,3 milyarı aşabilir

Öne Çıkanlar