Sorumlusunun ortaya çıkarılması gereken corona sadece bir salgın mıdır? Hayır! Bir sağlık krizi olması yanında o, kapitalizmin krizinin yıkıcı semptomlarındandır! Çünkü sürdürülemez kapitalizmin doğasına mündemiç “durdurulamaz genişleme, büyüme, yayılma eğiliminin” toplumsal yaşamı tüm boyutlarıyla yıkıma uğratması yanında, insan-doğa dengesini, tüm yaşam formlarının varlığını tehdit eden zorlamanın tezahürüdür corona yıkımı…
Covid-19; Büyük -Resmi ya da Dekadans
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Eğer kış
‘Bahar yüreğimdedir,’
deseydi, ona kim inanırdı?”[2]
Covid-19’un büyük resmi dekadansın (çöküşün) resmedilmiş hâli değil ise nedir ki?
Bu elbette böyle! Ama bununla da sınırlı değil; şimdinin bir de geleceği var; “Son, başladığımız noktadır,” uyarısındaki üzere Thomas Stearns Eliot’un…
Sürdürülemez kapitalist yıkımın salgın tehlikesiyle iç içe geçip, insan(lık) üzerine kâbus gibi çöktüğü istisnai bir durum yaşanıyorken, felaketin görünür kıldığı aslî gerçek: Hepimizi bu eşiğe getirenin Covid-19 değil, yarattığı toplumsallıkla doğa ile insan(lık)ın bağdaşıklığını tümden yok eden, pandemiye eşitleyen kapitalist üretim ilişkilerinin olduğudur.
Verili duruma ilişkin, “Temel etmenler yeterince açıktır: Hasarın kökleri, neo-liberal çağ kapitalizminin daha da beter ettiği devasa bir piyasa aksaklığında yatar,”[3] vurgusuyla Noam Chomsky’nin altını çizdiği üzere:
“Evet coronavirüs oldukça ciddi, bunu hafife alamayız. Ama bunun, gelmekte olan daha büyük krizlerin küçük bir kesiti olduğunu hatırlamalıyız. Bugün coronavirüs kadar insan hayatına dokunuyor değiller ama canlı türlerini yaşayamayacak duruma getirecekleri bir noktaya gelecekler ve bu çok uzak bir gelecek değil. Dolayısıyla çözmemiz gereken birçok sorun var; evet, acil olanlar arasında coronavirüs ciddi. Elbette hâlledilmesi gerekli ve belirmekte olan daha büyük, çok daha büyük olanlar var. Bunun yanında, uygarlık hakkında bir kriz var… Bu krizin kökenleri hakkında düşünmek durumundayız. Neden bir coronavirüs krizi var?”[4]
Sorumlusunun ortaya çıkarılması gereken corona sadece bir salgın mıdır? Hayır! Bir sağlık krizi olması yanında o, kapitalizmin krizinin yıkıcı semptomlarındandır! Çünkü sürdürülemez kapitalizmin doğasına mündemiç “durdurulamaz genişleme, büyüme, yayılma eğiliminin” toplumsal yaşamı tüm boyutlarıyla yıkıma uğratması yanında, insan-doğa dengesini, tüm yaşam formlarının varlığını tehdit eden zorlamanın tezahürüdür corona yıkımı…
Virüsün adı SARS-CoV2. Onun bu denli etkili bir yayılım istikrarı göstermesine sebep olan pandeminin adıysa kapitalizmdir; meselenin öteki yan(lar)a gelince: Bir gezegen dolusu insan Covid-19 ile boğuşuyorken; büyüklüğü 125 nanometre olan (1 nanometre, 1 metrenin milyarda biridir!) bir virüs kapitalist dünyayı mat edip tarihin akışı değiştirdi. Herkes farkında ki artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…
Gezegenimiz tarihi bir süreçten geçiyor; bir distopya filminin içinde gibiyiz. Sürdürülemez kapitalizmin, tüm dünyayı Auschwitz Kampı’na çevirdiği bir distopya bu!
Bilim kurgu filmlerine taş çıkartan sürreel gerçeklikle yüzleşen yerkürede büyük bir (sağlık) kriz(i) var; hızla da yayılıyor ve bu gidişat her şeyin mümkün olduğu veya olamayacağı bir momenttir; Antonio Gramsci’nin, “Eski dünya ölüyor ve yenidünya doğmak için mücadele ediyor,” saptamasındaki üzere…
Bir tehdit ve elbette bir imkân ile yüz yüzeyken, tarihe müracaat etmekte büyük yarar var: İnsan(lık), tarihte çok daha öldürücü salgınlar yaşadı. Bu salgının özelliği ise, çok büyük bir hızla yayılıyor olması… Yani “Küreselleşme” daha çok bir takım olumsuz durumların küreselleşmesi biçiminde ilerliyorken; kapitalist dünyada şimdiye kadar ne özgürlük, ne refah, ne bilim, ne de teknoloji küreselleşti. Şu anda ise, büyük bir hızla, hastalığın ve korkunun “küreselleşmesine” tanık oluyoruz!
Bu da Karl Marx’ın, ‘Kapital’de sermaye için “Tepeden tırnağa, her gözeneğinden kan ve pislik akıtarak gelmektedir,” diye yazdığı hâl yani ölüm ve dehşetin kapitalizmin “normali” olduğunu vurgulamasıdır. Veya Rosa Luxemburg’un ‘Junius Broşürü’ndeki “Ya sosyalizm ya barbarlık” ifadesinde altını çizdiği kavşaktır!
Böylesi hâllere dair dünya tarihinde kayda geçmiş 200’ü aşkın salgın vakası mevcut; bunlar milyonlarca can kaybına yol açtı; dünya çapında nüfus dengeleri değişti; imparatorluklar sarsıldı; kölelik şekillendi; üretim ilişkilerinde köklü değişiklikler meydana geldi.
O hâlde “Coronavirüsün iyi yanı, belki de insanları nasıl bir dünya istediğimiz konusunda düşünmeye itmesi olacak,”[5] diyen Noam Chomsky’ye kulak verilmesi, ezilenlerin talepleri, psikolojileri ve mücadelelerine dikkat edilmesi gereken bir güzergâhtayız.
“Nasıl” mı?
Yunanistan’ın ‘Moria Mülteci Kampı’ndan çocukların ellerindeki pankartlarda, “We are waiting how to die/ Biz nasıl öleceğimizi bekliyoruz!,” yazılı olduğu veya ırkçılık karşıtı bir protesto eyleminde, “The ennemy doesn’t arrive by boat, he arrives by limousine/ Düşman tekneyle gelmez limuzin ile gelir!,” diye haykırıldığı üzere…
Ayrıca Fransa’da bir hastane penceresinden sarkıtılan pankartta, “Ils comptent les sous et nous nos morts/ Onlar paralarını, biz ölülerimizi sayıyoruz!” yazılı ve bir Fransız, “Le virus de la faim ne se montré pas à la télévision, car la faim ne tue pas les riches/ Açlık virüsü televizyonda görünmez çünkü açlık zenginleri öldürmez,” derken ve “Capitalisme = 5 flics pour 1 manifestant 1 infiermèrie pour 30 patients/ Kapitalizm = Bir göstericiye beş polis otuz hastaya bir hemşire,” sloganı otobüs duraklarına nakşedilmişken; yine Fransa’da bir balkon haykırıyor: “Ils réouvrent les usines et nous mettent en danger pour profit/ les riches sont nos ennemis mortels/ Fabrikaları yeniden açıyorlar ve bizi kendi çıkarları için tehlikeye atıyorlar, bizim can düşmanımız zenginlerdir!”
İspanya duvarlarına kayıt düşülen, “La libertad es una flor que nunca muere!/ Özgürlük asla ölmeyen bir çiçektir!” yazısına; yine sokaklardaki “Los ricos ponen el virus el pueblo los muertos/ Virüsü getiren zenginler, ölen halk!” pankartı eşlik ediyor.
ABD duvarlarında “Make the riche pay for covid-19/ Covid-19’un bedelini zenginlere ödetin,” yazısı yer alıyorken; Londra sokaklarındaki duvar yazısı da, “Government lies about everything and you’re programmed not to question anything and to hate who do/ Bütün hükümetler her şey hakkında yalan söylerler ve sizler hiç bir şeyi sorgulamamaya ve sorgulayanlardan da nefret etmeye programlanmışsınız,” diye uyarıyor.
Hong Kong’dan da bir mesajı var: “ We can’t return to the normal, because the normal that we had was precisely the problem/ Normale dönemeyiz çünkü eski normalimiz sorunun ta kendisiydi”!
Latin Amerika’daki bir duvar yazısı da, “Si el hambre es ley el saqueo es justicia/ Açlık yasa ise, yağma adalettir!,” diyor.
Ve Fas’ın Marakeş’inde bir balkon da uyarıyor: “See you in either communism or hell/ Ya komünizmde buluşuruz ya da cehennemde!”
Kulak verilmesi gereken gerçek(ler) buyken; kimileri de “Artık normal hayatımıza bir dönsek,” diyor…
Bunların “Normal olan neydi?” sorusuyla pek dertleri yok, oysa sormak gerek; sahi şu yıllardır sürdürülen kapitalist yıkım normal miydi peki?
Hesapsız üretim ve tüketim mi normaldi?
Ya doğanın amansızca katli?
Veya zengin ve yoksul arasındaki devasa uçurum mu?
Ya da ücretli kölelik rejimlerinin sömürüsü mü?
Neydi kapitalist “normal”?
Sağlıktaki o özelleştirmeler mi?
Araştırma hastanelerinin, devlet hastanelerinin insan ve finans kaynaklarını özel hastanelere yöneltmek mi?
Her hastaya gerek olsun olmasın tomografi, MR, tahlil vs. çektirterek bir avuç şirkete para kazandırmak mıydı normal?
Sanki bir asteroid çarptı gezegene ve bir anda her şey değişti. Covid-19 ile başlayan küresel sağlık krizi, ekonomileri, sivil toplumu, günlük yaşamı alaşağı etti. Ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İpi çekildi eski düzenin…
Büyük savaşlar, salgınlar insanların yaşadıkları dünyanın anlamına ya da sağlamlığına olan inançlarını da azaltır. Ve tarih sayfalarında geçmişin deneyimleri bu tür büyük krizlerin siyasi sistemlerin de tahtlarının sarstığını göstermiştir.[6]
Covid-19 salgını, XXI. yüzyılın tüm insanlığı gerçekten etkileyen krizi ve sonuncu da olmayacak; Bilgi Üniversitesi’nden sosyolog Prof. Dr. Arus Yumul’a göre de, “Tanımadığımız bir dünyaya ilerliyoruz: Kırılma anındayız”![7]
Ingeborg Bachmann’ın hepimizi çok önceleri, “Savaş, ilân edilmiyor artık, sürdürülüyor,”[8] diye uyardığı (Albet Camus’nün ‘Veba’sının da ötesindeki) bir ufuktayken; Max Horkheimer’ın, “Tarihin rotası, bireylerin acısının ve sefaletinin ortasından geçer… Tarihi birleştiren, acıdır… Mutluluk acıların aşılmasıyla serpilip gelişir,” saptamaları herkese hatırlatılmalıdır!
O hâlde şimdi(ler), -tarih değiştiren anlamında bir simge olarak kullanılan deyiş ile- “Kara Kuğu” zamanıdır!
- AYRIM: FELAKET(LER) PARANTEZİ
Salgın (veya veba) illetiyle ilgili olarak Gabriel García Márquez’in, ‘Kolera Günlerinde Aşk’ı;[9] Thomas Mann’ın, ‘Venedik’te Ölüm’ü;[10] José Saramago’nun ‘Körlük’ü;[11] Daniel Defoe’nun, ‘Veba Yılı Günlüğü’;[12] Jack London’ın ‘Kızıl Veba’sı;[13] Michael Grant’ın ‘Veba’sı;[14] Stephan King’in ‘Mahşer’i;[15] Onur Gürleyen’in, ‘Hastalık’ı;[16] Erin Bowman’ın, ‘Salgın’ı;[17] Reşat Nuri Güntekin’in, ‘Salgın ve Madalyonun Ters Tarafı’;[18] Irwin W. Sherman’ın, ‘Dünyamızı Değiştiren On iki Hastalık’ı;[19] Hikmet Özdemir’in, ‘Salgın Hastalıklardan Ölümler: 1914-1918’i;[20] Ahmet Uçar’ın, ‘Osmanlı’da Salgın Hastalıklarla Mücadele’;[21] Burcu Kurt ile İsmail Yaşayanlar’ın, ‘Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı’nı[22] da unutmadan; Albert Camus’nün ‘Veba’sındaki önemli saptamaların altı özenle çizilmelidir…
Albert Camus, ‘Veba’ romanında, hastalığın 1940 Nisan ayında, Cezayir liman şehri Oran’a ani gelişi ve bir sonraki şubat ayında yavaşça ayrılmasını anlatır. Ürkütücü normallik yaşayan kasabanın yarısını yok eden hikâye korku ile başlar.
Anlatıcı doktor Rieux, şehirde ölü fareler ile karşılaşır. Kısa sürede şehirdeki yollar ölü farelerle dolar. Başlangıçta vatandaşların çoğu bu durumu hainlerin oyunu olarak görür, ciddiye almazlar. Halkın bir kısmı yerel yetkilileri ve sağlık görevlilerini kınamaktadır. Bu arada koltuk altında, boyunlarında, kasıklarında ağrılı şişlikler olan hastalar da artmaktadır. Sorumsuzca iyi niyetli hümanistlerin düştüğü inkâr kuyusu Oran’da da kendini gösterir. Bir karakter, “Veba olması imkânsız, herkes batıdan kaybolduğunu biliyor!” der. Camus’nün romandaki cevabı nettir: “Evet, herkes biliyor. Ölüler dışında.” Veba, tüm şehre nahoş bir koku gibi yayılır. Şehri kontrolü altına alır.
Camus sadece veba hakkında yazmamaktadır. Yazarın mercek altına aldığı mikrop, fizyolojik olduğu kadar sosyolojik ve düşünseldir. Kitabın satırlarında veba (kolera, SARS, Covid-19 gibi hızla yayılan salgın hastalık) anlatılır. Satır aralarında ise toplumda görülecek tüm bireylerin düşünce, davranış modellerini etkileyecek aşındırıcı, baskılayıcı her türlü ideolojinin yerleşmesi dile getirilir. İnsan doğasını doğru tanıyıp anlatan hikâye, yıllar sonra bile hâlâ insanlığa ayna tutuyor.
Ulaştığımız felaket eşiğine Albert Camus’nün, “İnsan bir şeyi görmezden gelmeye çalışabilir, gözlerini yumabilir ve bunu inkâr edebilir ama kesinliğin öyle bir gücü vardır ki sonunda hep o üstün gelir,” notunu düştüğü durumu resmeden ‘Veba’sını hatırla(t)makta müthiş bir yarar var; işte birkaç saptama:
“Dünyada savaşlar kadar vebalar da meydana gelmiştir. Vebalar da, savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar…”[23]
“Gerçekten de felaketler ortak bir şeydir, ancak başınıza geldiğinde inanmakta güçlük çekilir…”[24]
“Kentin sıvalı, uzun duvarları boyunca, tozlu vitrinli sokaklar arasında, kirli sarı renkteki tramvaylarda insan kendini biraz göğün kölesi gibi hissediyordu…”[25]
“Belleksiz ve umutsuz, şimdiki zamanın içinde yerlerini alıyorlardı. Gerçekte, onlar için her şey şimdiye dönüşüyordu…”[26]
“Felaketlerin başlangıcında ve bunlar son bulduğunda hep biraz söz sanatı yapılır. Birinci durumda, alışkanlıklar henüz kaybolmamıştır, ikinci durumdaysa geri gelmiştir. Asıl felaket sırasında gerçeğe alışılır, yani sessizliğe…”[27]
“İnsan, alışkanlıklarını edindikten sonra günlerini kolay geçirir…”[28]
“Geleceği, yolculukları ve tartışmaları ortadan kaldıran bir vebayı nasıl düşüneceklerdi ki? Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacak…”[29]
“Yaşadıkları şimdiki zamana karşı sabırsız, geçmişlerine düşman ve geleceği elinden almış olarak inan kaynaklı adaletin ya da nefretin parmaklıklar arkasında yaşamaya mahkûm ettiği kişilere benziyorduk biz de…”[30]
“Gündüz ya da gece olsun, öyle bir zaman vardır ki, insan korkaklaşır…”[31]
“Umutsuzluğa alışmanın umutsuzluktan beter olduğunu düşünüyordu…”[32]
“İnsanın umuttan yoksun, yalnızca bildiği ve anımsadığı şeyle yaşaması güç olmalıydı…”[33]
“Acıma yararsız olduğu zaman ondan bıkılır…”[34]
“Her zaman istenilebilecek ve bazen elde edilebilecek bir şey varsa, onun da insan sevgisi olduğunu şimdi onlar biliyordu…”[35]
Bunların aktaran Camus’nün ‘Veba’sındaki anlatıcı, kendi çağının kayıt tutucusudur, vakanüvisdir. Eskiler destan dilini kullanırken, modern bir vakanüvis olarak Camus roman tekniğini kullanır. ‘Veba’, salgın kurbanlarına koşan roman kahramanı Dr. Rieux’in güncesidir aynı zamanda.
Önce tek tek ve seyrek, sonra yığınsal fare ölümleriyle göz kırptı veba. Oranlılar, bacaklarında irin toplayan kabarcıklar çıkana ve ateşler içinde öksürük nöbetleri geçirene dek anlamadılar durumu. İlk ölüm vakalarında da anlaşılmadı vaziyetteki ciddiyet. Toplu mezar çukurları açıldığında ise vakit çok geçti!
Derken şehir kapıları tutuldu, karantina başladı. Ardından mektup yasağı, telefon kulübelerinde kuyruklar ve on sözcüklü telgraflara hücum. 1940’lı yıllarda cep telefonu yoktu, televizyon, bilgisayar ve de internet. Eczanelerde nane limonlu pastil satışları patlayıverdi birden. Sokaklarda kedi ve köpek infazları. Ama salgın dinmedi. Ölenlerin evlerini yakan kundakçılar türedi sonra. Ve silahlı yağmacı çeteler sardı şehrin dört yanını. İki hırsız kurşuna dizildi ibreti-alem olsun diye. Salgın yine dinmedi. Toz bulutlarını şehrin üzerine savuran ılık rüzgârlar ve ağustosta cayır cayır yanan veba güneşi de bitirmedi salgını. Kendilerini hep “Yarın geçer, bu veba biter” diye avutanların bir bölümü teslimiyeti seçtiler. Ve umutların tükendiği yerde “Diz çökmeyi salık veren ahlâkçılar” türedi.
Camus’nun anlatımıyla vebanın berbat soluğu aşka ve dostluğa da uzandı: “Veba sevme duygusunu ve dostluk duygusunu herkesin elinden aldı. Çünkü aşkın birazcık olsun geleceğe ihtiyacı vardır ve bizler için kısa anlardan başka bir şey yoktur artık…”
Ne dersiniz, 2020’de bütün yerkürede yaşadığımız şu “toplumsal hapishane günleri” 1940’ların Oran’ından ileride mi, yoksa henüz çok başında mı?
Camus, çağımıza uzanan tanıklığında; vebanın yenildiği anı başkaldırının değil kurtuluş gecesinin bir sahnesi olarak resmeder. Zira onun için devrimci olan şey, roman kahramanı doktorun din ve kadercilik karşısında takındığı tutumdur. Bilimden ve kurbanlarının sağlığından yana taraf olmasıdır. Elbette bu tutum kendi başına çok değerlidir ve etrafımızı saran bezirgânlar alayını düşününce günümüze bırakılmış bir mirastır da.[36]
Aslı sorulursa konusu salgın hastalık olan roman deyince akla Albert Camus’nün ‘Veba’sı gelmesi boşuna değildir. Ancak benzer konuda ‘Veba’dan önce okunması gereken bir diğer roman da Thomas Mann’ın ‘Venedik’te Ölüm’üdür.[37]
‘Venedik’te Ölüm’deki salgın “Hint kolerası”dır. “Ganj deltasının sıcak bataklıklarından” çıkarak Venedik’e ulaşmıştır. Kent pis kokulu ve “hasta”dır. Yöneticiler hafife alır kentlilerin “afet” dediğini, önemli değilmiş gibi davranırlar. Oysa yaz sıcakları yayılmayı kolaylaştırmaktadır.
“Kol gezen ölümün kentte yarattığı istisnai durumun yanı sıra yöneticilerin düzenbazlığı da aşağı tabakalarda ahlâksızlığı yola açıyor, onlardaki kuşkulu ve anti- sosyal içgüdüleri teşvik ediyor, taşkınlıkların, hayasızlığın, cinayetlerin gittikçe arttığı görülüyordu.”
Karamsardır roman. Nitekim, birkaç yıl sonra Avrupa, aslında küreselleşme yoluyla kendisinin yarattığı bir dış tehdite gerek kalmadan intihara kalkışacaktır. Bu da savaştır.
‘Veba’ romanı Avrupa’nın ikinci intihar girişiminden sonra ortaya çıkmıştır. Bu roman bir alegori olarak bilinir. Romanda “kahverengi veba” deyişine rastlarız. Veba faşizmi, Nazizmi temsil etmektedir. Vebaya karşı savaşım Alman işgaline karşı direnişin yerinesidir. Ancak anlatım çok inandırıcıdır.
Salgın sıçanlarla başlar. Önce hafife alınır, insanlar pat pat düşmeye başlayınca gerçeğin önemi anlaşılır. Çevresi surlara çevrili kent dış dünyaya kapatılır. İnsanlar artık “Gök ile surlar arasında tutsaktır” yazgılarına. Ancak bir hekimle birlikte bir avuç insan pes etmeyecektir salgın canavarına.
Hayatları pahasına girişirler ölümcül derde deva bulma arayışına, tedavi çabalarına. İnsanın hayatta kalma kavgasını etkilenerek okuruz. Bu arada, kahramanlardan biri, vebanın her insanın içinde olduğunu söyler. Aynı zamanda insanın kendini aşma çabasıdır hastalıkla savaşım. Gerçek bir dava insanı görüntüsü veren hekim ve arkadaşları sonunda vebayı yenecektir.
Albert Camus’un mücadele ruhunu yansıtan bir romandır ‘Veba’. İnsanlar yazgıya teslim olmaz, aşarlar onu. İkinci Dünya Savaşı sonrasının yeniden umutlu döneminde ortaya çıkmıştır bu roman. İnsanların dayanışma ve özveriyle salgın gibi en ağır sorunları bile çözümleyebileceklerine inancın ifadesidir. Oysa gerçekle yüzleşmek yerine salgını ört bas etmeyi yeğleyip, kolera pençesinde Venedik’te geçen hastalıklı bir aşkı anlatan ‘Venedik’te Ölüm’, “dekadans/çürüme” ile at başı gelen “yok oluşu” anlatır. (‘Venedik’te Ölüm’de hikâye edilen “dekadans/yozlaşma” bugün de bir gerçek![38])
Özetle ‘Venedik’te Ölüm’ salgın karşısında yenilginin, ‘Veba’ ise yenginin romanıyken;[39] Prof. Taner Timur ekler:
“Albert Camus’nün ‘Veba’ romanını anımsıyorum. Fransız yazar 1947’de yayınlanan romanının ana tezini, 1941’de, Fransa Nazi işgali altındayken tasarlamıştı. Geçmişte Oran şehrini kırıp geçiren veba hastalığını, Nazizme benzetiyordu. Salgınla, hayatı bahasına, kahramanca savaşan Dr. Rieux ise gerçek bir özgürlük savaşçısını simgeliyordu. Bugünlerde de çok sayıda Dr. Rieux’ye ihtiyacımız var! Yöneticilerin artık halkı eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemeyeceği’ (Lenin) bir dönem başlıyor!”[40]
- AYRIM: KAPİTALİST VİRÜS
Friedrich Nietzsche’nin, “Bugün artık kimse ölümcül hâkikatlerden ölmüyor; çok fazla panzehir var,” betimlemesini çağrıştıran kapitalist yabancılaşma dünyasındaki coronavirüs pandemisi, kapitalizmin/ emperyalizmin insanlık ve doğa karşıtı niteliğine dair çarpıcı bir veridir.
İnsanlık, kamusal olan tüm uygulamaları özelleştiren, eğitimi, sağlığı ticarileştirip piyasa kurallarını hâkim kılan, insan değil kâr eksenli sistemin sonuçlarıyla yüzleşiyorken; coronavirüs salgını kapitalist gerçeği sergiliyor: Emperyalist-kapitalist üretim tarzı, artık insan(lık)ın varlığını tehdit eden çöküştür.
Sürdürülemez kapitalizm, söz konusu pandemi karşısında her açıdan tam anlamıyla büyük bir fiyasko yaşamıştır. Milyarlarca emekçi dünya genelinde muazzam bir zenginlik yaratırken, sistemin salgın karşısında onları koruma konusunda en ufak bir hazırlığı olmadığı ortaya çıktı.
Kapitalizm zaten salgın öncesinde, koşar adım büyük bir ekonomik krize sürükleniyordu. Pandemi ile birlikte işler çığırından çıktı. Dünya genelinde yüz milyonlarca emekçi işini kaybedip açlıkla burun buruna gelirken, burjuva iktidarlar batmakta olan tekelleri kurtarmanın derdinde düştüler.
Kolay mı?
Kendini emekçileri mülksüzleştirme üzerine inşa eden kapitalist sistem, küreselleşme soygunu ile yayılırken, yerkürede milyarlarca insanı proleterleştirdi, yoksullaştırdı; kriz(in)in faturasını onlara çıkarttı!
Sweezy ile Baran, ‘Tekelci Sermaye’de[41] kapitalist dev şirketlerin dünya kaynaklarını insafsızca kullanması, israfçılık ve savaş ekonomisiyle bağlantısının devreye soktuğu yıkımı ortaya koyarken; John Bellamy Foster de, kapitalist sistemin egemen olduğu dünyanın kimsenin nasıl “başa çıkılacağını” ya da durduracağını bilmediği krizle yüzleştiğini belirtmesi[42] boşuna değildi!
Kolay mı? Krizlerden beslenme ve onu emekçilere ciro etme alışkanlığıyla kapitalizm, doğası gereği, fırsatı yakaladığı anda, krizden kâr sağlamanın peşine düşer. Bu böyleyken sistemin toplum sağlığını gözetmesi de beklenemezdi.
Bu durumda corona yanında -önümüzdeki yıllarda- yaşanması muhtemel salgınlardan, kapitalist piyasacılara teslim edilmiş bir devlet idaresi ile baş edilebilir mi?
30 milyon ölüme yol açan HIV/AIDS, Kongo Havzası çıkışlı ama “lokal” bir salgın olarak tasnif edilmiş. Başlangıç tarihi olarak 1960’ı alan kaynaklar da var. Bu hâlen devam eden bir salgın…
XXI’inci yüzyılın başlarındayız. XX. yüzyılın tamamındaki 25 salgına karşılık bu yüzyılın ilk 20 yılında kaç salgın yaşandı dersiniz? Kayıtlarda tam 56 salgın var!
Artık salgın yaşanmayan yıl yok! Bir yıla neredeyse 3 salgın düşüyor. XX. yüzyılda “dünya çapında” olarak tasnif edilen toplamda 4 salgın var. Bu kadarı, bu yüzyılın ilk 20 yılında oldu. Eğer bu trend sürerse kalan 80 yılda 100’den fazla lokal, 20’ye yakın küresel yayılım gösteren salgın yaşanması ihtimal dahilinde.
Bu ürkütücü ihtimalin yanına bir de gerçeklik tablosu koyalım: Covid-19 belası sınırları aşıp 190 ülkeye ulaştığında, hemen hiçbir ülkede salgını karşılayacak kamu sağlık yatırımlarının olmadığını gördük…
‘Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) verilerine göre, 2 trilyon dolarlık savunma, silah yatırımı yapan devletlerin elinde; tanesi 5 – 10 bin dolar olan ventilatörlerden yeterli sayıda olmadığını, yüzlerce, belki binlerce kişinin makine, doktor, yoğun bakım yatağı göremeden boğularak öldüğünü gördük…[43]
Büyük soru burada beliriyor: Böyle bir dehşet tablosuyla yüzleşirken sürdürülemez kapitalizm bir vahşetten başa ne olabilir ki?
Herkesin malumu: “Covid-19 virüsünün yayılmasını yavaşlatıp durdurmak için kapitalistlerin herhangi bir planı yoktu. Oysa ölümcül bir salgın tehlikesi, yirmi yıldır sayısız tıbbi araştırmanın ve hükümet raporunun konusu olmuştu. Bu uyarılar önemsenmeyip görmezden gelindi. Temel hedefi asalak bir oligarşinin zenginleştirilmesi olan ekonomik ve siyasi bir sistemde, mali kaynakların büyük kârlar getirmeyen araştırma ve üretim alanlarına aktarılması, zaman ve para kaybı olarak görüldü.”[44]
Böyle olunca da felaket kaçınılmazdı!
Yani “Dünya kapitalizmi ölen ölür kalan sağlar bizimdir diyecektir… Salgın vesilesiyle kendi akılcılığını sorgulayıp birtakım ciddi düzeltmelere gitme gibi bir yolu hiç denemeyecektir… İklim değişikliği ve küresel ısınma gibi olgulara nasıl baktıysa ve bakıyorsa yaşanmakta olan son krize de en fazla öyle bakacaktır… Küçülen ekonomilerin daha da yoksullaştırdıkları dışında ‘eleğin üstünde’ kalan toplum kesimlerine yönelecektir… Bu kesimlerle birlikte tüketim toplumunun ‘yeni normalini’ arayacaktır… Ve nihayet, olası patlamalar karşısında önlem olarak otoriter/totaliter yönelimlere meşruiyet kazandırmanın yollarını zorlayacaktır…”[45]
Söz konusu koordinatlardaki felaket(ler)le yaşanan, kapitalizmin varoluş krizidir ve bu hâl “sosyal devlet”e çıkartılan çağrılarla geçiştirilemez!
Friedrich Engels, ‘Doğanın Diyalekti’ğinde “Doğa üzerinde kazandığımız zaferlerden dolayı kendimizi pek fazla övmeyelim. Böyle her zafer için doğa bizden öcünü alır,”[46] diye yazmıştı.
Engels’in neredeyse 150 yıl önce öngördüğü “doğanın öcü”nü aldığı günlerden geçiyoruz. Coronavirüs salgını, kapitalizm durdurulmazsa insanlığı nasıl büyük bir yıkım ve felaketin beklediğini açık bir şekilde hatırlattı.
Günlerdir salgının neden ve sonuçları üzerine düzinelerce, yorum, değerlendirme, kehanet, komplo teorisi vs. yapılıyor. En çok merak edilen ise salgın kontrol altına alınıp sona erdiğinde ne olacağı konusu. Bu sorunun yanıtını ararken, daha “sosyal” ve “ekolojik” bir kapitalizmin geleceği yanılmasına kapılanlar, ‘90’ların yeşil kapitalizmini bekleyenler de var.
Ancak bu, boş bir beklenti karşılığı yok; sürdürülemez kapitalist “sosyal formasyon”dan[47] bu(nlar) beklenemez!
II.1) KRİZİN “YDD”Sİ!
Şimdilerdeki krizin, “Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i” (“YDD”) bu hâlin en iyi tanığıdır.
Jean Ziegler’in, “Açlıktan ölen her çocuk, tasarlanmış bir cinayet kurbanıdır,” diye haykırdığı kapitalist dünyada[48] “kardeşlik” ilkesi, dilde varsa da uygulamada yoktur. “YDD”, zenginlerin yoksulları ezip, sömürmeleri üzerine kurulmuştur.
Kolay mı?
28 süper zenginin serveti 4 milyar insanın toplam gelirinden daha fazladır![49]
Gelir adaletsizliğinin had safhada olduğunu açıklayan Equatil Trust’un raporu, İngiltere’nin 6 sterlin milyarderinin, toplam varlığının yaklaşık 40 milyar sterlin civarında olduğunu, bunun da 13 milyon dar gelirlinin toplam varlığına denk geldiğini açıklaması durumu somut olarak saptıyor![50]
2019’da, en büyük 500 özel şirket, dünyada üretilen servetin yüzde 52.8’ini kontrol ediyordu… Her ne pahasına olursa olsun, kârlarını arttırmaya çalışan bu şirketler, herhangi bir devlet ya da parlamento tarafından denetlenemiyor. Bu yamyam düzenin en büyük etkisi de sıradan insanlara oluyor. Her dört dakikada bir kişi A vitamini eksikliğinden kör oluyor. Bu düzen hem ölümcül hem de absürt. Anlamsız bir şekilde bu düzen içinde insanlar, aslında mevcut tarım imkânlarıyla dünyada 12 milyar insan doyabilecek iken açlıktan ölüyorlar. Her 1 dakikada 3 çocuk açlıktan ölüyor. Açlıktan hayatını kaybeden bir çocuk, katledilmiş bir çocuktur![51]
BM En Az Gelişmiş Ülkeler kategorisini fert başına yıllık geliri 750 dolar olan ekonomiler olarak tanımlıyor. Bu tanımlamaya göre dünyamızın 1 milyara yaklaşan nüfusu en az gelişmiş ülkelerde yaşıyor. Bu grubun 400 milyonu Sahra-altı Afrika’da yer alıyor; Latin Amerika ülkelerinde yaşayanların yüzde 30’u da bu gruba dahil… Söz konusu ülkeler grubunda yer alanlarla birlikte dünyamızda 1 milyar insanın temiz su kaynaklarına; 2.6 milyarın temiz sanitasyon olanaklarına ve 1.5 milyarının da elektriğe erişimi yok![52]
Uluslararası Para Fonu (IMF), dünya ekonomisinin önümüzdeki aylarda büyük çapta çökmesini bekliyor. Önümüzdeki dönem yaşanacakların ancak 1929’dan sonra yaşanan büyük buhran ile karşılaştırılabileceğini ifade eden IMF’nin baş ekonomisti Gita Gopinath, IMF’nin küresel ekonominin gelişmesiyle ilgili tahminini ilk kez bu denli aşağı çekmek zorunda kaldığını da ifade etti. IMF Genel Müdürü Kristalina Georgiewa da açıklamada dünya ekonomisinin 1930’lu yıllarda olduğu gibi uzun süreli bir buhrana girebileceğini ifade etmişti.
IMF’ye göre, 2020’deki ekonomik düşüş 2021’i de olumsuz etkileyecek. Prensip olarak 2021’de dünya ekonomisinin yüzde 5.8 düzeyinde büyümesini bekleyen IMF, buna rağmen 2020 ve 2021’de toplam küresel kaybın 9 trilyon dolar hacminde olmasını bekliyor.[53]
Bu dünyanın mimarı kapitalizm III. Büyük Bunalımı ile cebelleşmektedir; Rob Urie’in, “Pandemi finansal sorunların yalnızca katalizörüdür, sebebi değil,”[54] notunu düştüğü koşullarda…
II.2) KAPİTALİZMİN BÜYÜK BUNALIMI
Covid-19 ile hızlanıp, derinleşerek yaygınlaşan kapitalizmin Büyük Bunalımı’ndan sadece biz değil, IMF de söz ediyor.
IMF’nin, ‘Küresel Finansal İstikrar Görünümü: Covid-19 Zamanında Piyasalar’ (Nisan 2020) başlıklı raporunda, “Covid-19 salgını, küresel piyasalara benzeri görülmemiş bir darbe indirdi” değerlendirmesi yapılıp, “Piyasalar ‘fırtına’ ile karşı karşıya,” diye ekleniyor.[55]
Yine IMF Başkanı Kristalina Georgieva, coronavirüs salgını nedeniyle 2020’nin son derece zor olacağı vurgusuyla, “Büyük Buhran’dan bu yana yaşanan en kötü ekonomik daralmayı bekliyoruz,”[56] demeden edemiyor.
Aynı karamsarlık “Şimdi çığır açacak bir dönemde yaşıyoruz… Başarısızlık dünyayı ateşe verebilir,”[57] diyen Henry Kissenger için de geçerli.
‘The Washington Post’a göreyse, “Kapitalizm krizde: ABD’li milyarderler, kendilerini zengin eden sistemin geleceğinden kaygı duyuyorlar.”[58]
Ancak bu daha başlangıç; “Coronavirüsü gelmekte olan daha büyük krizlerin küçük bir kesiti,”[59] Noam Chomsky’nin ifadesiyle…[60]
Yaşananlar tek başına coronavirüs salgınına bağlanmamalı. Yaşananların tek başına salgına bağlanması, elbette yanlış. Neo-liberalizm zaten iflas etmeye başlamıştı ve bu iflas Covid-19 ile iyice görünür oldu; o kadar…
Büyük bir finansal balon vardı. Bu balon zaten patlayacaktı. Virüs, bu balonu patlatan iğne oldu. İnsanlar, şirketler, devletler çok borçlandırıldı. “Küresel borç stoku, 260 trilyon doları aşmıştı.”[61] Büyük iflas dalgası kapıyı çalıyordu.
Yani 1980’lerden başlayarak “başka alternatif yok” koşullandırmalarıyla sürdürülen küreselleşme efsanesi için deniz tükenmişti.
“Küreselleşme” diye sunulan emperyalist talan ile birlikte kamusal ve toplumsal nitelikte olan eğitim, sağlık, su ve doğal kaynakların tedariki gibi tüm sosyal hizmetler giderek ticarileştirildi, piyasanın arz – talep mantığına dayalı birer ticari metaya dönüştürüldü. Temiz suya, sağlığa erişim, parası olana sunuldu… Sonrası malum!
Küresel ticaretin üçte ikisinin dünyanın en büyük 2 bin oligopolcü şirketin idari kararlarıyla yönlendirildiği; gezegenimizde mal ve hizmet üretiminde çalışan 3.5 milyar insanın yarısının sosyal güvenceden uzak, parçalanmış, güvencesiz istihdam biçimlerinde istihdam edildiği; dünyada en yüksek gelirli yüzde 1’lik nüfusun milli gelirden aldığı payın ortalamasının yüzde 30’a ulaştığı; buna karşın aşağıda yer alan yüzde 50’lik nüfusun aldığı payın ortalama sadece yüzde 12’de kaldığı; 2016 itibarıyla dünyamızda yaratılan servetin yüzde 82’sine dünyanın en zengin yüzde 1’lik nüfus tarafından el konulduğu; daha açık ve özet bir ifadeyle, gelir eşitsizliğinin, fırsat eşitsizliği ile birlikte başat gitmekte olduğu bir küresel düzenden daha başka ne beklenirdi ki?[62]
Covid-19 birlikte, tüm iktisadi ve sosyal kurumları çöküntüye uğratan salgından ve verili tablodan sürdürülemez kapitalizm sorumludur.
Müthiş bir yıkıma yol açan şok dalgasını Fransa Ekonomi Bakanı, “Durum şu an ancak 1929 krizi ile kıyaslanabilir,” diyerek tariflerken; Almanya Ekonomi Bakanı da, “Tüm piyasalar tam anlamıyla çöktü” diyerek durumu özetliyordu.[63]
‘Deutsche Bank Securities’ baş ekonomisti, “Zaten kâbuslar görüyorduk ve uyandığımızda kâbusun maalesef gerçek olduğunu gördük. Rakamlar, durumun ABD ve Avrupa için inanılmaz derecede ciddi olduğunu söylüyor,”[64] diyerek egemenlerin kaygılarını özetliyordu.
Aslında Fransız bakan, 1930’lara atıfta bulunmakla hiç de haksızlık etmiyor. 2008 krizi sonrası sık sık “1930’lara mı dönüyoruz?” tartışması gündeme gelmişti ki, 1930’lar şiddetli bir sınıf mücadelesinin önemli bir dönemeciydi. Yani Eric Hobsbawm, “Aşırılıklar Çağı”[65] olarak adlandırdığı faşizmin, iç savaşların, devrimlerin, isyanların, emperyalist rekabetin uçlarında yaşandığı alt üst oluş kesitiydi.
Tarih yeniden bir “Aşırılıklar Dönemi”ne kapı açıyor; “uçurumdan yuvarlanmak” sözü artık tüm dünya ekonomileri için geçerliyken; salgın, kapitalizmin büyük krizini öne çekiyor.
Egemen sınıfın yöneticilerinin de inkâr edemediği üzere sürdürülemez kapitalizm, 1929’u andıran bir bunalıma sürükleniyor.
Ulaşılan koordinatlar da sürdürülemez kapitalizm, geçici mali krizler ve borç krizlerinden farklı olarak, büyük bir depresyonla yüz yüzeyken; işte kimi gerçekler ve itiraflar:
* BM raporuna göre, salgının neden olduğu ekonomik hasar, küresel çapta 400 ila 600 milyon insanın daha yoksulluğa itilmesine neden olacak. Küresel yoksulluk son 30 yıldır ilk kez artacak…
* ‘Dünya Ticaret Örgütü’ (WTO) coronavirüs salgınının 2020 yılında ticarette yüzde 13 ila yüzde 32’lik bir azalmaya neden olacağını açıklıyor…
* IMF, pandemi nedeniyle küresel ekonominin 2020’de “keskin bir daralma” yaşayacağını ve bunun 1930’lardaki Büyük Buhran’dan beri en büyük düşüşü tetikleyeceğini söylüyor…
* ABD’de, bir haftada 6.6 milyon kişi işsizlik yardımına başvurdu. Böylece, ülkede üç haftada, bu yardıma başvuru yapanların sayısı 17 milyona yükseldi. Bu daha önce hiç görülmemiş bir sayı. 2008 mali krizinde, çok daha uzun bir sürede 9 milyon kişi işini kaybetmişti…
* ‘Uluslararası Çalışma Örgütü’ (ILO) raporunda, virüs krizi İkinci Dünya Savaşı’ndan beri karşılaşılan en büyük kriz olarak nitelendirildi…[66]
Bu kadar değil; şunlar da eklenmeli!
ILO, Covid-19 krizinin 2020’nin ikinci çeyreğinde küresel olarak çalışma saatlerinin yüzde 6.7’sini ortadan kaldırmasının beklendiğini, bunun da 195 milyon kişinin tam zamanlı işini kaybetmesi anlamına geleceğini bildirdi.[67] Ayrıca coronavirüs krizinin bir de her bir ülke içerisinde tetiklemekte olduğu toplumsal cinsiyet boyutu var. Kriz dönemlerinin hemen her defasında öncelikle kadın emekçileri daha şiddetli etkilediği biliniyor.[68]
1929’daki “Büyük Buhran/ The Great Depression” insanlık tarihinde bir kez oldu bir daha yaşanmaz deniyordu. Yaşananlarla bu “iddialar” da anlamını yitirmiş oldu.[69] Tıpkı Immanuel Wallerstein’ın, “Gerçek krizler sistem çerçevesi içinde üstesinden gelinemeyecek güçlüklerdir,”[70] vurgusundaki üzere…
Ancak bunlara karşın Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Sinan Tutal’ın, “Emperyalist kapitalist sistem şimdiye kadar kriz dönemlerinde kendini yenileyerek çıkmanın koşullarını sağlamıştır. Bu seferde kendini yeniden inşa etme potansiyeli var gözüküyor”;[71] veya KHK’lı Yrd. Doç. Dr. Ahmet Murat Aytaç, “Kapitalizmi çökertecek tek bir büyük kriz yoktur ve böyle bir felaket beklemek beyhudedir… Maalesef reel sosyalizmin çöküşünden sonra birçok muhalif insan daha iyi bir dünya kurabilmek için doğal felaketlerden veya toplumsal travmalardan medet umar hâle gelmiştir,”[72] deyişleri üzerinde laf edilmesi bile abes olan “fikir(sizlik) temrinleri”dir! Ama yine de bir-iki laf etmeden geçmeyelim: Sinan Tutal sistemin “kendini yeniden inşa etme potansiyeli”ni nerede görüyor? Biraz açsa ya… Ya da Ahmet Murat Aytaç daha iyi bir dünya kurma umudunu toplumsal travmaların dışında nerede görüyor? Örneğin Fransız İhtilali, Paris Komünü ya da Ekim devrimi, “toplumsal travmalar”ın sonucu değil mi?
O hâlde coronadan da var olan kriz hâlinin, yol açacağı siyasi yönetememe durumunun da kaçınılmaz olduğu “es” geçilmeden; Covid-19’un krizle ezen ve ezilenler arasındaki çelişkiyi şiddetlendireceği öngörülmelidir.
Evet Önümüzde evrenselliği, kapsayıcılığı ve derinliği bakımından 1930 dünya krizini aratır bir büyük bunalım ile karşılaşılması olasıdır. Birçok yönden olağan krizlerden ayrı özellikler gösteren mevcut krizi atlatmak kolay olmayacaktır. Kitlesel ölümler, kıtlıklar, savaşlar, devrimler ve karşıdevrimler birer ihtimaldir.
“Kriz-sever kapitalizmin bu krizi de atlatabileceğini söyleyenlerin fena hâlde yanıldığını, bu hayal kırıklığının kolayca restore edilemeyeceğini düşünüyorum… Türkçede ‘Sermayenin Mikropolitikası’ adlı kitabı yayınlanan Jason Read birkaç gün önce ‘XX. Yüzyıl: ya sosyalizm ya barbarlık. XXI. Yüzyıl: ya komünizm ya yokoluş’ diye bir tweet atmıştı, buna şahsen ben de imzamı atarım,”[73] diyen Tuncay Birkan’ın görüşlerini paylaşmamak mümkün değil.
Çünkü sürdürülemez kapitalist gerçek, “XXI. Yüzyılda Ya Komünizm Ya Yokoluş”u “olmazsa olmaz” kılmaktadır.
II.3) SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİST GERÇEK
“Olmaz olmaz” saptamamız, kimilerine uymuyorsa, onlara; Yuval Noah Harari’nin, “Serbest piyasaya duyulan inanç Noel Baba’ya duyulan inanç kadar naiftir”; Julio Cortázar’ın, “Anlamak bizi değiştirir. O andan itibaren, bir dakika öncesinde olduğumuz kişi değilizdir artık; sonsuza dek değişmişizdir,” saptamalarını hatırlatmakla başlayalım.
Evet sürdürülemez kapitalist gerçeğe ilişkin (Noel Baba’vari) hurafeleri bir kenara bırakıp; anlamakla (ve elbette anlatmakla) mükellefiz!
Örneğin “Coronavirüs krizinin boyutu hastalığın tehlikesi kadar sağlık sisteminin organize şekilde bozulmasından da kaynaklanıyordu… Kemer sıkma politikaları sağlık sistemini salgına karşı zayıf düşürdü.”[74] Bunun sorumlusu, “Ama”sız, “Fakat”sız kapitalizmdi…
İnsan(lık) tarihinde bazen 50 milyon gibi çok ağır can kaybına yol açan pandemiler yaşadı. Ama belki ilk kez bir hastalık, insan ile birlikte habitatını da hedef alıyordu! Hangi toplumda? Ekonomi egemen toplum olarak küreselleşmiş kapitalizmde!
Kolay mı? Doğanın milyarlarca yılda oluşturduğu dengelerini altüst eden kapitalizm, yediğimizi içtiğimizi kirletip, ekolojik yıkımın boyutlarını geri dönülmez noktalara sürükledi.
Bu noktada Rosa Luxemburg’un, ‘Sermaye Birikimi’ başlıklı yapıtında,[75] ilksel birikimin kapitalizmin ayrılmaz bir unsuru olduğunda ve yeni pazarlar ve yeni emek kaynakları açmaya ve yaratmaya devam etmek zorunda olduğunda ısrarı asla unutulmamalıdır. Çünkü kapitalizmin bugünlerinde tanık ve taraf olduğumuz felaket ve yıkımın, çok şeyi görünür hâle getirmesi; kapitalizmin saçma sapan mantık(sızlığ)ını ortaya koyuyor.[76]
Sakın ola unutulmasın: Kapitalizm daha fazla kâr amacıyla yönetilen kaos ve düzensizlik imparatorluğudur. Rosa Luxemburg’un ifadesiyle, “Felaketlerin sürekli üretimi için bir makinedir.”
Bu makine -şöyle veya böyle!- çalıştıkça felaket çaplanacaktır. Burada soru(n), “dönüşüm dönemi” imkânını ezilenleri lehine çevirebilmekten geçiyor.
Şimdi düşünüp, yanıtlama zamanı: “Birinci Dünya Savaşı’yla başlayan ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar uzanan dönemi tek bir dönüşüm dönemi olarak düşünmek olanaklıdır. Şimdi yine benzer bir dönemden geçiyor olabilir miyiz?
Öldürücü bir virüs salgını ortasında, tıbbi bir metafor çok uygun düşer: Ya hastanın bünyesi kendini tamir ederek iyileşir ve yaşamaya devam eder ya da hasta, yenik düşerek ölür. Kriz bu iki olasılığın birden ortada olduğu karar anıdır. ‘İki Dünya Savaşı’nı, büyük depresyonu, yeni teknolojilerin doğuşunu, faşizmleri ve devrimci gelişmeleri kapsayan dönemi böyle de düşünebiliriz. Bu son derecede sarsıntılı ve yıkıcı dönem, hem kapitalizmin ufkunu aşma (hastanın ölme), hem de kapitalizmin değişerek yenilenme olasılıklarını gündeme getirmişti… Covid -19, ‘krizin’ adeta kötü ‘sonsuza dönüşmüş’ (giderek dejenere olan) sürecinin üzerine hem bu sürecin bir ürünü hem de dengeleri altüst etmeye aday bir hızlandırıcı olarak geldi.”[77]
Özetle, kelimelerle tarifte zorlandığımız karmaşık krizle yüz yüzeyiz. Öyle ki köklü ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel krizleri doğuracak bir ana krizle! Bu nedenle dünyada ekonomik-sosyal-siyasal hiçbir şey Aralık 2019 öncesi gibi olmayacak. İnsanın Covid-19 ile savaşı ne zaman, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın; tarih, karşıt dinamiklerin görülmemiş yeni bir savaşının taşıyıcı rayları üzerinden hızlanacak.[78]
III. AYRIM: YERKÜRENİN COVID-19 HÂLİ
Tüm bunlar -yerkürenin Covid-19 hâliyle- tarihi hızlandıracak…
Elias Canetti’nin, “Günlük yaşam, yalanlardan kurulu yüzeysel bir düzendir,”[79] uyarısına rağmen “Nasıl” mı?
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Covid-19 nedeniyle yerkürenin İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en zorlu krizle karşı karşıya olduğunu söylerken; ILO, salgın yüzünden 5 ila 25 milyon kişinin işini kaybedebileceğini ve 860 milyar ile 3.4 trilyon dolar gelir kaybı yaşanabileceğini öngörüyor.
Raporda ayrıca dünyadaki kırsal nüfusun yüzde 50’sinin, kentsel nüfusun ise yüzde 20’sinin sağlık sigortası olmadığına, gelişmekte olan ülkelerin gayri safi yurtiçi hasılasının yaklaşık yüzde 2’sini sağlığa ayırdığına, küresel ortalamanın ise 4.7 olduğuna dikkat çekiliyor.[80]
Yine ‘Oxfam’ın yayınladığı ‘Yoksulluk Değil, Onurlu Bir Yaşam’ raporuna göre, Covid-19 salgını dolayısıyla duran ekonomik faaliyetler sebebiyle küresel nüfusun yüzde 6 ila 8’i yoksullaşabilir; küresel nüfusun yarısı salgın sonrasında yoksulluk sınırının altına düşebilir.[81]
Aynı raporda, coronavirüs salgını sonrası dünya genelinde yaşanan ekonomik durgunluk sebebiyle yaklaşık bir milyar insanın yoksulluk sınırında yaşayabileceğini açıklandı. Buna göre dünya genelinde günlük 1.90 doların altında kazanan ve “aşırı yoksul” olarak tanımlanan 434 milyon kişinin, dünya genelinde 922 milyona ulaşacağı kaydedildi. Bunun yanında yoksulluk sınırı olarak kabul edilen ve günde 5.50 doların altında kazanan kişilerin sayısının ise 548 milyondan 4 milyara çıkabileceği ifade edildi.[82]
Bu veriler ışığında kapitalist dünyada, küresel mülkiyetin dağılımı konusunda yaşanan adaletsizliklerin geldiği boyutu da anlamak açısından ‘2019 Oxfam Raporu’na göz atmak da gerekecektir. Buna göre, 2019’da yerküredeki en zengin 2 bin 153 kişinin serveti, dünya nüfusunun yüzde 60’ına tekabül eden en yoksul 4.6 milyar kişinin toplam servetinden fazla![83] Bir başka deyişle, 2153 kişinin servetinin “kamulaştırılması”, dünya nüfusunun yüzde 60’ının varlığını ikiye katlayabilir!
Rapor dünyanın en zengin 22 erkeğinin Afrika’daki tüm kadınlardan daha fazla servete sahip olduğunu vurguluyor. Yine rapora göre kadınlar ve kız çocukları hiç ücret almadan bir yılda tam 12.5 milyar saat çalışıyor, buna karşılık küresel ekonomiye 18.8 trilyon dolar katkı sağlıyor.
Bu konuda net bir uzlaşma olmamakla birlikte buraya bir de dünya kaynaklarının tam kapasiteyle çalışmalarının dünya genelindeki nüfusa yetip yetmeyeceği tartışmasını eklememiz gerekiyor. Kimi kaynaklara göre dünya kaynakları 11 milyar insana, kimi kaynaklara göre 13 milyar insana yetecek kadar geçim aracı üretebiliyor. Yani en kötü senaryoyu baz alsak bile, şu anda dünya geneline yayılmış kitlesel yoksulluğu, kaynakların adaletsiz dağılımıyla açıklamamız kaçınılmaz. Dünyada kıtlık yok, bolluk var; ama bir yanda milyarlarca yoksul, diğer yanda dünya zenginliğine el koymuş mülk sahibi sınıflar varken; artık bu hâl sürdürülemez!
Bunlara bir de Covid-19’un yıkıcı etkilerini eklemek gerek; neo-liberal hükümetlerin kaynaksız bıraktığı, acımasızca ticarileştirdiği sağlık sistemlerini çökertilmesinin yol açtığı kaotik kapışma gibi…
Coronavirüs salgınıyla birlikte koruyucu malzeme ihtiyacı küresel krize dönüştü. 3 Nisan 2020 tarihli haberlere göre, Dışişleri Bakanı Arancha Gonzalez Laya, Türkiye’de üretilen solunum cihazlarının tesliminin gerçekleşmediğini belirtip, “Coronavirüsle mücadelede lazım olabileceği gerekçesiyle kendilerinde tutuyorlar,” dedi
Almanya Sağlık Bakanı Jens Spahn maske pazarında savaş yaşandığını belirtirken “Tüm dünya maske peşinde. Maskeler altın değerinde” ifadelerini kullandı.
Maske başta olmak üzere koruyucu ekipman sıkıntısı yaşayan bir başka ülke de Kanada. Başbakan Justin Trudeau, ülkedeki hastanelerin 60 milyon maske ve koruyucu malzemeye ihtiyacı olduğunu söyledi, ancak şu anda 11 milyon maskenin temin edildiğini açıkladı. Kanada’da yayınlanan ‘Journal de Montreal’a göre, Quebec bölgesinin Hong Kong’a sipariş ettiği 10 bin koruyucu maske de ABD’nin Ohio eyaletine yönlendirildi. Trudeau ise ortak mücadelede işbirliği vurgusuyla ABD’ye sert eleştiriler yükseltti.
Brezilya Sağlık Bakanı Luiz Henrique Mandetta da Çin’den sipariş ettikleri maskelere ABD’nin el koyduğunu savundu.
‘Der Spiegel’ daha önce Almanya’nın sipariş ettiği 6 milyon maskenin transfer sırasında Kenya’da kaybolduğu haberine yer vermişti. Öte yandan Alman ve Fransız yetkililer, ABD’nin Çin’deki üreticilere piyasanın çok üzerinde fiyat teklifi vererek Avrupa ülkelerinin söz konusu üreticilerle yaptığı anlaşmaları bozduğunu iddia etti.
Fransız bir doktor, sipariş verdikleri maskeleri ABD’li alıcıların kendi önerdiklerinin üç katı fiyatlar teklif ederek aldığını kaydetti. Ayrıca dört AB ülkesi arasında da maske krizi çıktı. İsveç şirketi Mölnlycke, Çin’den İspanya ve İtalya’ya gönderilmek üzere ithal ettikleri maske ve eldivenlere Fransa’nın el koyduğunu duyurdu.[84]
Bu duruma ilişkin kapitalizm konusunda denilebilir ki: “La Belle Époque/ Altın Çağ” bitti; “Siyah Kuğu” sendromu başladı!
Hatırlayın: “Bu pandemi tipik bir tarih kazası” diyor Berlusconi yıllarının liberal ekonomi bakanı Giulio Tremonti ve sözlerine I. Dünya Savaşı’na yol açan “Saraybosna gibi tıpkı” diyerek devam ediyor:
“Saraybosna (Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Arşidük Ferdinand’ın öldürülmesiyle) kıvılcımı çaktığında, kimse bunun eski Avrupa’nın sonunu getiren bir Dünya Savaşı yaratacağını beklememişti. Ne ki öyle oldu. Saraybosna ile (XX. yüzyıl başındaki gelişme ve iyimserlik dönemi) ‘La Belle Époque’ kapandı. Şimdi Covid-19 da günümüzün bir nevi Saraybosna’sı.
Orada da olduğu gibi tıpkı bu salgın da altın bir çağı, küreselleşmenin altın çağını bitirdi. Pazar ekonomisine kutsallık atfeden XX. yüzyılın son ideolojisi ‘piyasacılığa’ son verdi. Pandemi elbette bilim tarafından alt edilecek. Ama yaşanan trajedi küreselleşmenin sınırları ve zaaflarını göz önüne koydu. Sokağa çıkma yasağı bitip, dışarı çıktığımızda kendimizi büyük bir enkaz önünde bulacağız.”
Bu sözlerin liberal ekonominin İtalya’daki en büyük gurularından birisi tarafından telaffuz ediliyor olması, çok şaşırtıcı ve çarpıcı. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”ci Berlusconi düzeninin bir numaralı ismi dahi bunları bugün söylüyorsa, varın gerisini siz hesap edin…[85]
Demiştik ya: “La Belle Époque” bitti. Eski tüfek sosyalistlerden Ugo Intini, yaşanları “Siyah Kuğu” sendromu ile anlatıyor. Lübnanlı matematikçi Nesim Taleb’in 2000’ler başında ortaya attığı “Siyah Kuğu” kuramı, yaşadığımız çağı ve tarihi beklenmedik badirelerin şekillendireceğini ifade ediyor. Bilim, ekonomi, teknolojinin olağan akışının aksine ülkeler ve insanlığın yazgısını, ender olguların belirleyeceğini belirtiyor.
“Siyah Kuğu”ların varlığına çağlar boyunca inanılmamış. Taleb, varlığı sorgulanan “Siyah Kuğu”nun oysa sürpriz bir zamanlamayla karşımıza çıkarak dünyayı başımıza yıkabileceğini söylüyordu.
Taleb’in kuramına atıf yapan Intini, 26 Mart 2020 tarihli ‘Il Dubbio’daki başyazısında: “Siyah Kuğu sonunda çıkıp geldi,” diyor: “Üstelik yalnız değil. Donald Trump başta olmak üzere kendisine öngörülmez ve tehlikeli liderler eşlik ediyor… Arkada kalan dönemi (Birinci Dünya Savaşı öncesinin vur patlasın çal oynasın tasasızlık dönemini çağrıştıran) bir ‘La Belle Époque’ olarak anabiliriz. O günlerin artık yalnız yasını tutabiliriz.”
“Siyah Kuğu şoku”, İtalya’nın ruh hâlinin özeti gibi![86]
Nihayet tüm bunlara eklenmesi gereken: “Sosyal isyan korkusu… İtalya Başbakanı Giuseppe Conte’nin masasına konan istihbarat raporları bu belirsizliğin uzaması hâlinde sosyal isyanın kaçınılmaz olduğu”nu belirtiyor..[87]
III.1) COVID-19’UN MERKEZ ÜSSÜ: EMPERYALİST ABD
Covid-19 depreminin merkez üssü emperyalist ABD iken; “Amerikan Rüyası” diye pazarlanan kâbusa ilişkin, “Herkesin maskesini çıkarıp atmak zorunda kalacağı bir gece yarısı vaktinin geleceğini bilmiyor musun?” diyen Søren Kierkegaard’ın uyarısını anımsamak/ anımsatmamak mümkün mü?
Coronavirüs, emperyalizmin gerçek yüzünü ortaya sererken; emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerinin dünyayı felaketin eşiğine sürüklediğini ve öte yandan da kapitalistlerin insan(lık) sağlığını ve yaşamını değil, şirketlerin çıkarlarını ve sömürüleri korumakla mükellef olduğu gerçeğini gözlerimizin içine soktu.
Kim ne derse desin; Covid-19 salgını, dünya kapitalist sisteminin gerçek yüzünü gösterdi. Zengin ülkeler, emperyalist efendiler, virüse karşı mücadele edecek, insan hayatını kurtaracak insanî önlemler almaktan tümüyle uzakken; her biri, artarda, tekelleri koruyacak, rant sağlayacak “ekonomik” önlemler açıklamanın ötesine geçmedi/ geçemedi. Emekçilerin payına ise, ürettikleri artı değer ve ödedikleri vergielle misliyle ödedikleri “sefalet destekleri” oldu.
Yine kim ne derse desin; yerkürenin tamamına yayılan pandemi emperyalist-kapitalist sistemin üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak yaşanmaktadır. Kapitalizm “daha fazla kâr” için daha fazla üretim yasasını işletmeye başladığında, bu yasayı hayata geçirmenin önündeki engellere yöneldi. Üretim çılgınlığı tüketim çılgınlığını, ekolojik dengeyi, doğayı, toplum yaşamını alt-üst ederek ilerledi. Pazarlar bu yıkımlarla büyüdü ve gelişti. Kurulu sistemin tıkanıklığı Covid-19’la patlak verdi. Her şeyin metalaştığı, kâr amacına hizmet eder hâle getirildiği, sağlık da dahil olmak üzere bir dizi alanda özelleştirmelerin yaşandığı sistemde iflas bayraklarının çekilmesi de kaçınılmaz olmuştur.
Pandemi evet bir yanıyla emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucu iken diğer yanı ise bu tür salgınların toplumlar tarihinde genel olarak yeni karşılaşılan bir mesele olmamasıdır yani bir yanıyla doğanın bağrında olan bir durum olmasıdır. Ancak üzerinde durulması gereken sorun; salgınlar, doğal afetlerle mücadelede ve bunlara karşı gelişmiş bilim-teknoloji olanaklarına rağmen “Ortaçağ döneminin” yetersizliklerini andıran bir gerçekliği ortaya çıkmış olmasıdır.
Bunlar işin bir yanıyken; öteki yan da coronavirüsün ortaya döktüğü gerçeklerin acil durum sinyalleri veriyor olmasıdır; coronavirüsün kapitalizme ve neo-liberal politikalara vurduğu ağır darbenin kanıtıdır bu sinyaller…
Söz konusu durumda emperyalist kapitalist sistemi aşan örgütlü iradi bir müdahale olmadıkça, yerli yerinde kalacaktır; “sonsuza dek” toplumu çürütmeye devam edecektir.
Bilinir: Rekabete ve kâr hırsına dayalı bir sistem olarak kapitalizm, krizlerle iç içedir. Kapitalist krizlerin yarattığı alabora artık yerküreyi ve tüm canlılığı tehdit eder düzeye ulaşmıştır. Bu gidişata “Dur!” denilmezse, sürdürülemez kapitalizm kendi yıkımıyla birlikte insanlığın yok oluşunu da devreye sokacaktır.
III.2) TRUMP’LI AMERİKAN FELAKETİ
Başkan Donald Trump’ın, “Biz hiçbir şey yapmasaydık 2.2 milyon insanın ölmesi bekleniyordu ama bunun çok altında olan 100 bin ila 200 bin ölümle bu süreçten çıkarsak, iyi bir iş çıkardık demektir,”[88] ifadesiyle betimlenen Amerikan felaketine gelince…
Hatırlanacağı üzere coronavirüs salgını başladığında Trump umursamaz açıklamalar yaptı. Ocak 2020 sonunda bir muhabirin sorusu, “Her şey kontrolümüz altında. Sadece Çin’den gelen bir kişi var ve o da kontrolümüz altında. Her şey gayet iyi,” diye yanıtladı.
Salgın hakkında 10 Şubat 2020’de “Görünen o ki Nisan’da, teorik olarak, havalar ısındığında, mucizevi bir şekilde yok olacak,” dedi.
Şubat 2020 sonunda vakalar görülmeye başladığında ise, “Önümüzdeki kısa sürede sadece 1-2 kişide olacak. Çok şanslıyız,” derken; 17 Mart 2020’ye gelindiğinde, “Bu bir salgın. Ben daha salgın ilan edilmeden bunun bir salgın olduğunu hissetmiştim,” diyebildi!
Sonra da 28 Şubat 2020’de Güney Carolina’daki konuşmasında, Demokratların coronavirüsü kendisini yıpratmak için kullandığını belirtti -ve bunu da “Onların yeni bir gülünç yalanı” (hoax) olarak niteledi. Muhaliflerinin, kendisini kötü göstermek için bu durumu “siyasallaştırdığını” belirtti.
Özetle 22 Ocak 2020’de “pandemi değil”; 10 Şubat 2020’de “Nisan’da biter”; 27 Şubat 2020’de “Mucize gibi bir anda bitecek” diyerek salgını sürekli küçümseyen Trump, gerçekte salgından memnundu. Çünkü salgının rakibi Çin’in ekonomisini yıkacağını düşünüyordu. O kadar ki ABD Ticaret Bakanı Wilburr Ross, 30 Ocak 2020’de “Çin’deki Covid-19 salgını Amerikan ekonomisine yarayacak. İstihdam Kuzey Amerika’ya geri dönecek” diye seviniyordu![89]
Trump’lı Amerikan felaketinin bu “sevinçleri”nin(!?) içerideki karelerine gelince…
Öncelikle ABD’de sağlık hizmetlerine erişemeyen, sağlık sigortası olmayan 86 milyon insanın olduğu ve buun da nüfusun yaklaşık üçte biri olduğu unutulmamalıdır![90]
ABD’deki pandeminin merkezi olarak kabul edilen New York eyaleti valiliği ve belediyesi’nin açıkladığı verilere göre, Latinler New York şehrinin toplam nüfusunun yüzde 29’unu, virüs yüzünden hayatını kaybedenlerinse yüzde 34’ünü oluşturuyor. Nüfusun yüzde 22’sini oluşturan Afrikalılar Amerikalılar yani siyahlarsa virüs yüzünden ölenlerin yüzde 28’ini oluşturuyor. Ölümler en çok gelir düzeyinin en düşük olduğu mahallelerde görülüyordu.[91]
Bunun yanında New York’ta Mt. Sinai Hastanesi’nde çalışan sağlık görevlileri, yeterli koruyucu kıyafet olmadığı için üzerine çöp torbası geçirerek “korunuyor”larken; “Benim annem gözden çıkarılabilir değil. Sizin anneniz gözden çıkarılabilir değil. İnsan hayatının üzerine dolar işareti koymayacağız. Eğer bu, ekonomiye karşı halk sağlığı meselesi ise tek seçenek halk sağlığıdır. İnsan hayatına değer biçemezsiniz. Kimse borsa uğruna Sosyal Darwinizm’den söz etmemeli” diye haykırıyordu New Yok Valisi Andrew Cuomo…
Ayrıca corona salgınının 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’ndan daha fazla işsizlik krizi yaratacağını öngörüyordu Warwick Üniversitesi’nden ekonomist Prof. Dr. Roger Farmer…
New York’un Çin Mahallesi’ndeki dükkânına müşteri gelmediği için işçilerini çıkardığını, bu durumun bir aydan fazla sürmesi hâlinde işyerini kapatacağını anlatıyordu esnaf…
ABD Merkez Bankası’nın (FED) hesabına göre 47 milyon Amerikan üç ay içinde işini kaybedebilir. Bu durumda ABD’deki işsizlik oranı yüzde 32’yi aşmış olacak…[92]
ABD’de sadece Mart 2020 sonundaki haftada 3 milyondan fazla kişi işsizlik maaşı almak için başvuruda bulundu. 2009’daki mali kriz sırasında işsizlik oranı rekor kırarak yüzde 10’a ulaşmıştı. İşsizlik oranının 2020 Mayıs’ına kadar yüzde 13’e kadar çıkabileceği söyleniyor. Federal Reserve Bank of St. Louis’den bir ekonomist ise, 2020 Haziran sonuna kadar işsizliğin yüzde 32’ye varabileceğini açıkladı…[93]
Ücretli hastalık izni olmayan dev uluslararası şirketler listesinin en tepesindekiler: Sonic, Applebee’s, Pizza Hut, Burger King, Subway, Domino’s Pizza, Dunkin Donuts, Wendy’s, McDonald’s, Taco Bell’di…
Ve “Araba kazalarında da her yıl Covid-19’dan daha fazla insan kaybediyoruz ama üretimi durdurma çağrısı yapmıyoruz. Herkes işine dönmeli,” diyebiliyordu hâlâ Trump![94]
Bu kadar da değil; ABD’nin Los Angeles kentinde Covid-19 belirtileriyle başvurduğu sağlık ocağından “sigortası olmadığı” gerekçesiyle geri çevrilen ve ardından Antelope Valley Hastanesine giden genç, hastanede geçirdiği 6 saatin ardından hayatını kaybetti![95]
Nihayet “Kapitalizmin ölüm koşulu ürettiği” vurgusuyla Silvia Federici, “Bugün Amerika’da 20 bin kişinin corona virüsten öldüğü konuşuluyor. Bu berbat bir şey, korkutucu… Fakat 2019 yılında 48 bin kişi kendi canına kıydı, intihar etti, çünkü bu yaşam giderek daha üzücü, daha zor hâle geliyor… Amerika’da 2017-2018 yılları arasında 60 binden fazla insan influenzadan/gripten hayatını kaybetti ve yaklaşık yarım milyon insan kanserden öldü. Binlercesi de diyabetten ölüyor. Bu istatistikler, savaşlar bir yana, kapitalist sistemin hâlihazırda sürekli bir ölüm koşulu ürettiğini gösteriyor. Toplumun hedefi refah ve iyi yaşam olmalı, özel kâr değil,”[96] diye ekliyordu!
Tüm bunlar yetmezmiş gibi… İktidar ilişkilerinin seçkinlerinin, özellikle ABD’de Covid-19 salgınıyla mücadele ederken alınan önlemler karşısında artık sabrı taşmaya başlamış. Bunlar salgına değil, adeta ölüm kültüne dönüşmüş sermayenin çıkarlarına odaklanmak istiyorlar!
‘Fox News’, “… ‘Sosyal mesafe’ kararları doktorlara bırakılamaz”, “Tedavi hastalıktan beter çıktı” diyor!
Teksas Valisi’ne göre, “Yaşlılar, gençler için ekonomiyi kurtarmak uğruna ölmeye hazır”!
Trump, Fox’un iddiasını tekrarladıktan sonra ekliyor: “ABD ekonomisi kapatılmaya uygun değil”![97]
İşte “Amerikan Rüyası” denilen kâbus…
III.3) CORONA YIKIMI HER YERDE!
Sadece ABD’de mi? Elbette değil! Corona yıkımı yerkürenin her yerinde…
‘London Imperial College’nın modellemesine göre, “Covid-19 salgını, dünya nüfusunun yüzde 90’ını enfekte edebilir ve virüse karşı önlemler alınmazsa 40.6 milyon insanı öldürebilir,”[98] denilen İngiltere’de kişisel koruyucu ekipman eksikliği nedeniyle çöp torbaları giyerek hastalara bakmak zorunda kalan 3 hemşirenin coronavirüs testlerinin pozitif çıktığı açıklandı![99]
Yunanistan’da 2500 kişinin kaldığı Ritsona Kampı’nda coranavirüs salgını baş gösterdi![100]
Öte yandan salgın nedeniyle birçok ülkede sınırlar kapatılırken; İsviçre’de salgın nedeniyle iş yerleri kapanan göçmen işçilerin ülkeyi terk etmeleri isteniyor![101]
Ve Covid-19 ilgili açıklamasında ambülansların artık yaşlı bakım evlerine gelmediğini belirten Paris Belediye Başkan Yardımcısı Emmanuel Gregoire, “Acil yardım çağırıyoruz ancak Acil ‘gelmiyorum’, ‘yapamam’ diyor ve hastalar odalarında yapayalnız kalarak ölüyor,” dedi![102]
Özetin özeti Lady Gaga’nın bile, “Evet, birliktelik duygusu çok hoş. Yalnız, şu an eziyet gören, çocuğu olan, işini kaybetmiş bir kadının verdiği mücadele ile benimki aynı değil. Aynı gemide olmak o yüzden yanıltıcı bir ifade,”[103] demek zorunda kaldığı koordinatlarda kapitalizm bir kez daha dökülüyor; her zamankinden de vahim ölçeklerde…
Malum; 2001-2020 yılları arasında dünya çapında binden fazla salgın ortaya çıktı
‘Dünya Sağlık Örgütü’ (WHO) verilerine göre, sadece 2001-2016 kesitinde 168 ülkede halk sağlığını tehdit eden binden fazla salgın ortaya çıktı. Söz konusu kesitte “halk sağlığı krizine” yol açan dört hastalık küresel bir tehdit oluşturdu. Bunlar: SARS, (2003), pandemik H1N1 (Domuz gribi, 2009), MERS-CoV (2012-2015), ebola (2014) idi. Şimdi beşincisiyle karşı karşıyayız: COVID-2019.
Küreselleşmenin ve küresel kapitalizmin koçbaşı IMF de “XXI. Yüzyılın Küresel Sağlık Tehditleri” başlığında ilk sırada “Pandemi riski”ni anıyor (diğerleri çevresel tehlikeler, bulaşıcı olmayan hastalıklar ve ruhsal bozukluklar ve antibiyotik direnciydi).
Meselenin ekonomik boyutuyla ilgilenen IMF, 2013 rakamlarını esas alarak şiddetli bir grip pandemisinde küresel GSYİH’de yüzde 4.8’lik düşüş yaşanabileceğini ve bunun da 3.6 trilyon dolara eşdeğer olduğunu belirtiyordu belirtmesine ama; kapitalist küreselleşme ile birlikte enfeksiyon hastalıklarının da hızla yayılımı söz konusu artık…[104]
XXI. yüzyılda yeni tehlikelerle geliyor: İklim krizi ve pandemiler, bu yüzyılın yeni halk sağlığı tehditleri arasında ilk sıralarda ve kapitalistlerin bunlara önlem alması mümkün değil!
Yeni çalkantılar kaçınılmaz. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e göre, “Salgının ve ekonomik etkilerin istikrarsızlığı, karmaşayı ve çatışmaları artırabilecek.”[105]
İnsan(lık)ın salgınla mücadelesinde, salgının sadece bir sağlık meselesi değil; sınıfsal olduğunu gündelik pratiğinde yaşayarak öğrenecek.
Bu bağlamda tarihi iyi bilmek, önceki salgınlardan ders çıkarmak da sağlık önlemleri kadar gerekli ve vazgeçilemezken; şu veya bu biçimde, corona salgınıyla birlikte sosyalizm umulmadık mecralarda üstü kapalı dillendirilmeye başladı. Köprüler kamulaştırılsın diyen mi ararsınız, su- elektrik bedava olsun diyen mi? Elbette hiç birisi sosyalizm lafını ağzına almadığı gibi, geçmişte bu taleplerle ortaya çıkanlara ne yaptıklarını da söylemiyorlar.
O hâlde “İnsanlar gün gelir gemilerini yakar ve geri dönmezler,”[106] denilen bir güzergâhtayız ve Stefan Zweig’ın, “Tüm acılar korkaktır, kendisinden daha güçlü olan yaşama isteği karşısında geri çekilir,”[107] uyarısını kulaklarımıza küpe etmeliyiz.
- AYRIM: VİRÜS SADECE KATALİZÖRDÜR!
Kimileri Covid-19’u “eşitlikçi” ya da “devrimci” olarak “niteledi”; ama hiçbiri değil; pandemi sadece tarihi hızlandıran bir katalizördür!
Salgınlar, felaketler, toplumun kör noktalarını görünür kılar. Corana virüsü de bizlere ayna tutuyor. Virüs herkese değse de mevcut eşitsizlikler üzerinden yara açıyor. Bu yaralar da nasıl bir toplumda ve nasıl bir sistemde yaşadığımızı resmedip önümüze koyuyor. Corona virüsünün yaşlıları, bağışıklık sistemi zayıf olanları, hastaları veya sağlık sistemine erişimi olmayan alt sınıfları yıkıma uğratması sadece bu virüsün özelliği değil, bu aynı zamanda insan eliyle yarattığımız toplumsal eşitsizliklerin dışavurumu. Bu virüs hepimize dokunuyor ama hepimizi aynı şekilde öldürmüyor, aynı şekilde etkilemiyor!
Tıpkı, “Neden bir coronavirüs krizi var?” sorusunun yanıtı “Neo-liberal vahşilik”ten[108] diyen Chomsky’nin altını çizdiği üzere…
Covid-19’un son derece “demokratik” olduğu, patron ile işçi, “devlet büyüğü” ile sokaktaki vatandaş arasında ayrım yapmadığı söyleniyor. Ana akım medya zengin-yoksul tanımadığına örnek olarak Boris Johnson, Prens Charles ve Fatih Terim gibi tuzu kuruları örnek verip, birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulduğu propagandası yapıyor. Risk faktörleri arasında insanların yaşları ve hastalıkları hesaba katılıyor, ama bu hastalıkların gerek meslekleri ve içinden geldikleri sınıflarla ilişkileri, gerekse erken yaşlanmanın kötü yaşam koşullarıyla bağlantıları üzerinde durulmuyor.
Oysa kapitalist sistemdeki her şey gibi Covid-19’un yarattığı tahribatın arkasında da sınıfsal faktörler yatıyor. En çok risk altındakiler çalışmak zorunda olan sağlık emekçileri, çalışmaya veya işsizliğe mahkûm edilen milyonlarca işçi, emekçi ve onların aileleridir. Mikrop bulaşması durumunda elit tabaka gibi kayrılmayacaklar, özel hastanelerin tüm olanakları seferber edilmeyecek; hepsi değilse de çoğunluğu itibariyle hastane koridorlarına dizilerek veya evlerinde karantinaya zorlanarak ölüme terk edileceklerdir.
Aynı şekilde izolasyon, ulaşım, beslenme, virüs kapma, tedavi ve bakım imkânları açısından zenginler ile yoksullar eşit koşullarda değildirler. Kapitalistin işe gitmesi gerekmiyor, lüks villasına çekilip ihtişamlı yaşantısını kısıtlamadan sürdürebilir. Bir yere gidecekse toplu taşıma aracıyla değil kendi özel araba, helikopter ve uçağıyla gidecek, kendisini ve yaşlılarını iyi koruyabilecek, kazara virüse yakalanmışsa bütün ilişki ve imkânlarını harekete geçirerek en iyi tedaviyi alabilecektir.
Bir ay sonra neyle geçineceğini bilmeyen, borç harç içinde olup evine yiyecek stok etme imkânı bulunmayan, işsiz veya her gün işine gitmek zorunda olan çoluğu çocuğuyla yüz metrekareyi geçmeyen her tarafı dökülen konutlarda yaşamak zorunda kalan emekçilerin ise kendilerini virüsten sakınmaları Allah’a kalmıştır. Dolayısıyla “evde kal” veya “dengeli beslen” kampanyalarının her gün iş aramaya çıkan, işe gitmek zorunda olan veya daracık odalarda anne-babalarıyla tıkış tıkış yaşayan emekçiler ve yoksullar açısından hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
“Virüsün, zengin ve yoksul insan arasında ayrım yapmadığı” doğru değildir. Örnek mi? Zengin ve yoksulun tedavi olanakları aynı değildir. Yoksul ülkelerin ve insanların bu salgından daha fazla etkileneceği kesindir. Hastaneleri ve ilaçları yetersiz olan yoksul ülkelerde corona virüsü daha yıkıcı olacaktır.
Güney Afrika’da barınaklarda yaşayan yoksulların hakkı için mücadele eden Abahlali baseMjondolo hareketinin liderlerinden S’bu Zikode “Yoksullar her zaman dışarıda bırakılıyor. Bu coronavirüs için de geçerli. Kritik bir eşikteyiz. Cumhurbaşkanı evlerimizde durmamızı, sosyal mesafelenmeyi uygulamamızı ve ellerimizi yıkamamızı söylüyor. Bu strateji, herkesin güvenli bir eve ve temel hizmetlere erişime sahip olduğunu varsayıyor,” diyor.
‘Socialist Worker’a konuşan Zikode, “Suya ve düzgün bir sıhhi tesisata sahip olmayanlar bunu nasıl yapacak? Bu strateji, milyonlarca Güney Afrikalının hayatının gerçekliğine kör kalıyor” ifadelerini kullandı.
S’bu Zikode’ye göre “felaketler de politik”: “Salgınlar da politik. İyi imkânlara sahip olan bir özel hastaneye mi, yoksa bunlardan yoksun ve tıklım tıklım olan bir kamu hastanesine mi gideceğinizi ait olduğunuz sınıf belirliyor. İyi bir eviniz ve üç öğün yemeğiniz varsa coronavirüsü atlatma şansınız daha yüksek. Bunlardan yoksunsanız çok daha düşük. Coronavirüs, zenginlerin hayatta kaldığı bir seçilim yaratıyor.”[109]
Hakikât böyleyken; siz bakmayın kimi aklı evvellerin, “Coronavirüsün, din, ırk, soy sop, zengin-yoksul, kadın-erkek, çocuk genç-yetişkin, kimseyi birbirinden ayırmadan dünyanın dört bir köşesinde ölüm saçtığı şu günlerde”;[110] veya “Küreselleşmiş dünyamız coronavirüs ile ilk defa ‘ortak düşmanını’ anlayabildi,”[111] türünden “saptamalar”ına…
Salgın(lar) sınıfları ortadan kaldırmadı, aksine sınıf ayırımlarını daha da berraklaştırdı. Sınıf mücadelesi devam ediyor. Egemen sınıfların, pandemi karşısında “gecikmiş de” olsa insan merkezli bir yönetim ve müdahalede bulunacağını sanmak ve de böylesi bir niyeti hâlen taşımak katıksız bir safdillik olur.
Bir an düşünün: Milyarlarca insan, el yıkayacak bir lavaboya, bir tuvalete, bağışıklık sistemlerini ayakta tutacak besinlere sahip değilken; bazı insanlar, altın musluklu lavabolarda el yıkarlarsa ve evlerine yiyecek stoklarsa; dünya tüm küresel salgınlara çanak tutuyor demektir.
Mikroplar ile virüslerin, adaletsiz ve pis ortamları sevdiğini bilmeyen var mı?
Virüs, “Toplumsal statü gözetmeden, tüm insanlığı aynı düzeyde vuruyor,” yaklaşımı, tam bir yanılsamadır!
Sakın ola; TV haberlerinde, yorumlarında, sosyal medya paylaşımlarında coronavirüsün zengin-fakir ayrımı yapmadığı, tüm insanları eşitlediği yaygaralarına aldırmayın!
Evet doğru: Kuzey ülkeleri liderlerinin de, film yıldızları da, yüksek ücretler karşılığında forma giyen ünlü futbolcular da, İngiltere ve Monaco prensleri de hastalığa yakalandılar; bu yönüyle eşitlik söz konusu… Peki, ya adalet?
Her eşitlik, mutlaka, kaçınılmaz olarak, ille de adalet doğuruyor mu? Hayır!
Hastalığa yakalananlarda varsıl – yoksul ayrımı olmasa da, işin içine tedavi girdiğinde eşitlik söz konusu mu? Hayır!
Hastalığa yakalanan herkes, gelişmiş sağlık hizmetlerine erişmede eşit mi? Hayır!
Herkesin kendini karantinaya alacak, karantina koşullarında hayatını sürdürecek maddi gücü var mı? Hayır!
Değil 15 gün, 20 gün, tek bir gün bile işe gitmese, evine ekmek, çocuklarına süt götüremeyecek milyarlarca insan olduğunu düşünmeden, “Herkes kendini karantinaya alsın”, “Herkes kendi OHAL’ini uygulasın,” demek gerçekçi mi? Hayır!
Salgın hastalık nedeniyle, işini kaybeden emekçilerin, kısa süre içinde iş bulma ihtimali yüksek mi? Hayır!
Emekçilerin, evlere sipariş götüren kuryelerin, marketlerde çalışanların, temizlik işçilerinin, güvenlik görevlilerinin, toplu taşıma araçlarının şoförlerinin, inşaat işçilerinin, madencilerin işe gitmeme lüksü var mı? Hayır!
O hâlde?!
IV.1) COVID-19 ETMENİ
“Virüs” bütün eski dillerde (Latince, Sanskritçe, Hint-Avrupa falan) zehir anlamına gelirken; bilim insanları Covid-19’un gripten 20 kat daha öldürücü olduğunu söylüyor. Hasar büyük, acılar büyük… Küresel bir kâbustan söz ediyoruz…
WHO, insanları enfekte eden tüm virüslerin yüzde 60’ının hayvanlardan geldiğini tahmin ediyor. Bu fenomene “zoonoz” deniyor. WHO, on yıldaki yeni bulaşıcı hastalıkların yüzde 75’inin zoonotik kaynaklı olduğunu bildirdi.
O zaman şu soruyu soralım: Ortaya çıkacak virüsün bulaşmasını önlemek için ne yapabiliriz?
Bunun yanıtı yaban hayatı ile aramızda olan ilişkide. Ormansızlaştırma, tarım alanlarının genişletilmesi, daha önce el değmemiş bölgelerde başlayan ticari faaliyetlerin hepsi virüslerin normal dolaşımını değiştiriyor. Genetik yapısını, çeşitliliğini ve davranışlarını değiştiriyor ve belirliyor. Ve tüm bu değişimler, virüs taşıyan hayvanlar ve insanlar arasındaki temas oranlarını artırıyor.
Bu da kapitalist yıkımın devreye soktuğu ekolojik yıkım üzerine kafa yormamızı “olmaz olmaz” kılıyor…
“… ‘Spillover: Animal Infections and the Next Human Pandemic’ adlı kitabıyla tanınan David Quammen’in sözleri de büyük olasılıkla sizde oluşmuş kanaati pekiştirecek: ‘Ağaçları kesiyor, hayvanları öldürüyor veya kafese koyup onları pazarlara gönderiyoruz. Ekosistemleri bozuyor, virüsleri de sarsıp doğal konaklarından söküyoruz. Bu gerçekleştiğinde virüsler de yeni bir konak ihtiyacına giriyorlar. Bu çoğu zaman biz oluyoruz.’
Bu kanaatin sizi, zamanında Ernest Mandel’in çıkardığı sonuca götürmesi de pek muhtemel olacaktır: ‘Kapitalist üretim tarzının alâmet-i farikası olan kısmi rasyonellik ile genel irrasyonellik arasındaki nesnel karşıtlık öylesine patlayıcı bir potansiyel kazanır ki, geç kapitalizmin genel irrasyonelliği orta vadede yalnızca mevcut toplum biçimini değil, fakat bütün insan uygarlığını tehdit etmektedir’.
Suçlunun kapitalizm olduğu iddiası, bir klişeden ibaret değil”ken;[112] coronavirüs salgını insan(lık)ın tarihsel gerçekliğini, bir şamar gibi kapitalizmin yüzüne vurdu. Çünkü Covid-19, doğa ile kapitalizm arasındaki ilişkinin kriz durumuna vardığının en açık ve şiddetli bir belirtisidir. Kapitalist toplumda ekonomik krizler nasıl sermaye hareketlerine bir tür tepki ise, küresel ısınma, salgınlar vs. de, doğanın, insanın yanlış ve olumsuz hareketlerine karşı bir tür tepkisidir ve de savunma mekanizmalarıdır.
Doğal felaketlerin büyük çoğunluğu kendiliğinden oluşmuyor. Afetlerin öldürücü niteliği olan salgınlar ve krizlerin yanında depremlerin de bir yönüyle sınıfsal karakteri ortaya çıkıyor. 1973 Nikaragua ile 1995 Mexico City depremleri, sınıfsal deprem olma niteliğini bize gösterdi. Yıkılan evler hep yoksul evleriydi. Ölenler, hep yoksul insanların oluşturduğu alt sınıflardı. Sonraki depremler de bu karakteristik özellikten taviz vermedi.
Sel baskınlarında yaşadığımız deneyimler de bize göstermiştir ki zenginlerin evleri, rant getirici, sel yataklarından uzak bölgelerde kuruludur. Sel, onları bulmaz ya da çok az bir hasarla bu afet atlatılır. Büyük yığınların evleri ise ya dere yataklarında ya da derme – çatma barakalardan oluşmaktadır. Seller, en çok yoksulun evini hedef almaktadır.
Ve nihayet pandemi(ler), savaştan daha tahripkârdır. Örneğin 1918’de dünya nüfusu yaklaşık 1.8 milyardı. Birinci Dünya Savaşı’nda 8 milyona yakın insan öldü. Savaşın her günü için 6 bin insan! İki yıl süren İspanyol gribinde ise 50 milyon insan öldü. Bu da gribin her günü için 68 bin insan demekti![113]
Bu çerçevede nereden bakılırsa bakılsın; ortaya çıkardığı gerçek ve sonuçları itibariyle pandemi sınıfsal düzlemde yerli yerine oturtulabilir.
Hiç de indirgemeci, falan değil; sınıflı toplumlar tarihinde yaşanan her olay ve gelişmenin, tarihsel niteliğinin yanında, sınıfsal niteliği vardır. Olay ve olguları, sınıfsal niteliğinden bağımsız ele almak, toplumsal çelişmeleri ve toplumsal gelişmeleri açıklamaz. Üretim biçiminin, üretim ilişkilerinin, üretici güçlerinin konumlanışının ve bunların bir sonucu olarak, toplumsal çatışmaların, savaşların, doğrudan sınıfsal niteliği varken; her sınıf, kendi niteliğine göre olguları biçimlendirir.
Coronavirüs salgınının zengin-fakir ayırmadığı savının gerçeği yansıtmadığı bir kez daha görüldü. Gerekli önlemleri almayanlara hastalığın bulaştığı doğru, ancak çalışan özellikle de bazı sektörlerdeki çalışanlara daha fazla bulaştığı da ortada. George Orwell’in, ‘Hayvan Çiftliği’ başlıklı yapıtının sloganı “Herkes eşit ama bazı hayvanlar daha eşit” deyişinde olduğu gibi![114]
Görmek isteyenler için, kapitalizmin yarattığı eşitsizliğin derinleştiği bir zamandayız. İnsan sağlığını küresel ölçekte tehdit eden bir virüs, hayatın akışını durdurdu. Covid-19 bir yandan sınıfsal eşitsizliği gizleyen ideolojik perdeleri tüm dünya düzleminde çekip alırken; tarih boyunca tüm savaşlarda, çatışmalarda, doğal felaketlerde, krizlerde en çok zarar görenin emekçiler olduğuna bir kere daha işaret etti.
Ancak bu kadar değil; -Arundhati Roy’un ifade ettiği üzere:- “Tarihsel olarak küresel salgınlar insanları, geçmişle olan bağlarını koparıp yepyeni bir dünya hayal etmeye zorladı. Bu seferki de pek farklı değil. Bu dünya ile bir sonraki arasında bir kapı açtı. Ve bu kapıdan nasıl geçeceğimize karar vermenin vakti yaklaşıyor. Ya peşimizden eski dünyanın dumanlı gökyüzünü, zehirli nehirlerini, ölü fikirlerini, veri bankalarını, doymazlığımızı, önyargılarımızın ve nefretlerimizin kokuşmuş cesetlerini sürükleyerek geçeriz ya da boş bir bavulla ve uğruna savaşmakta tereddüt etmeyeceğimiz, tertemiz bir dünya düşlemeye hazır olarak.”[115]
Şimdi yeni(lenme)nin ufkundayız; ve “Covid-19 krizi atlatılacaktır, ağır bedeller ödenecektir ve en ağır bedelleri özellikle yoksullar ödeyecektir,”[116] vurgusuyla hatırlatıyor Noam Chomsky: “İnsanlık tarihinin önemli anındayız… İnsanların örgütleneceği, bir araya geleceği ve daha iyi bir dünya kuracağı bir ihtimal de mevcut… İnsanlar daha kötü sorunlarla karşılaştı ve üstesinden geldi…”[117]
IV.2) YİNE İŞÇİ SINIFI
Kapitalistler önce tehlikeyi gizlemeye çalıştı. Tehlike gizlenemeyecek hâle geldiğinde, önlem almaya başlamış gibi yaptılar. Aldıkları önlemler ise sağlık çalışanlarını ve diğer temel işleri yapan işçileri korumaya değil, işsiz ve aç kalanlara yardım etmeye değil, şirketleri kollamaya yönelik oldu.
Hepimizin birlikte olduklarını söyledikleri gemilerinin tepe kameralarının su almaya başladığı gerçeği artık apaçık ortada. Ve hepimizin birlikte olduğunu söyledikleri gemide filikaların kimler için hazırlandığını açıklanan paketler ile görüyoruz; kapitalist devletler, yine insan hayatına değil kâra öncelik verirken…
Kapitalist üretim tarzının sermaye birikimini gerçekleştirebilmesinin koşulu; ancak, kendi değerinden daha büyük bir değer yani artık değer yaratan bir metanın piyasada bulunmasıdır. Bu da işçiden ya da emekçiden ya da emek gücü metasının sahibinden başkası değildir. Bu meta öyle bir metadır ki, yalnızca kendisini satabildiğinde yani bir ücret ilişkisine girebildiğinde hayatta kalabilmektedir. Öyle bir zorunluluktan bahsediyoruz ki, işçilerin neden “çalışmadan kaçınma haklarını” kullanıp evde kalmadıkları ve “ekmeklerini yapıp” tuvalet kâğıdı derdine düşmedikleri sorusu anlamsızlaşıyor. Çünkü “işçiler ölümü düşünmeden çalışmayı sürdürüyor.”
Kapitalist devletler, şirketleri kurtarırken, işçiler enfeksiyon riskine rağmen kapitalistlerin kârı için çalışmaya zorlanıyor. İşçi sınıfı aynı zamanda düşük ücret, işsizlik, kira borçları ve küçük dairelerini hapishaneye dönüştüren sokağa çıkma yasaklarıyla boğuşuyor.
Kapitalist dünyanın savaş gibi, borsa çöküşü gibi, deprem gibi ezberlerinin dışında bir sorunla karşılaştığında foyasının nasıl da döküldüğü görüldü.
“İşçiyim. TIR şoförüyüm. Çalışmasam ekmek yok. Ha senin lafınla evde kalarak açlıktan ölmüşüz ya da virüsten. Ama beni bu virüs öldürmez, senin düzenin öldürür” diyen Hataylı TIR şoförü hakkında halkı kin ve düşmanlığa tahrik, kanunlara uymamaya teşvik suçlamasıyla adli işlem başlatıldı.[118]
Ayrıca hükümetin hazırladığı torba yasa taslağında İş Yasası’na geçici bir madde eklenerek işçinin işten çıkarılmasına üç ay yasak getiren düzenleme ile patronlara işçileri 6 aya kadar ücretsiz izne çıkarma yetkisi verildi. Düzenlemeyi, “İşsizlik ve kısa çalışma ödeneklerini boşa düşürme hamlesi” olarak nitelendiren sendikalar, düzenlemede yer alan işçiye aylık bin 177 lira ücret ödenmesi kararına da “Kısa çalışma ödeneğinden yararlanılsa bin 752 lira ile 4 bin 381 lira arasında ücret alınabiliyor” sözleriyle karşı çıktılar.[119]
Dünyayı etkisi altına alan Covid-19’un zenginleri farklı, yoksulları farklı etkilemesi salgın sonrası dünyanın çok büyük çalkantılara, mücadelelere tanık olacağımız gerçeğini getiriyor gündeme. Salgının, kapitalizmin çöküşü, sosyalizmin güncelliğiyle doğrudan ilintili olma ihtimaline ilişkin düşünüp, hazırlıklı olma zamanıdır şimdi…
Çünkü öyle bir ufka geldik ki, artık herkes “Corona değil sistem öldürür”;[120] “Virüsle mücadele sınıfsaldır!”[121] deme noktasına geldi; bu da bir şeylerin altını çiziyor, değil mi?
- AYRIM: DURUM(UMUZ)= YIKIM
“Durum = Yıkım” gerçekliğiyle yüzleştiğimiz bir kesitten geçiyoruz ve neo-liberal yalanlar dönemi kapanıyor.
Kapitalizmin 1970’lerde yaşadığı resesyon ve enflasyondan kurtuluş reçetesi olarak sunulup, ilk kez Şili’de Pinochet döneminde uygulanan neo-liberal ekonomi politikaları, 1980’lerde İngiltere’de Margaret Teatcher, ABD’de ise Ronald Reagan hükümetleri tarafından yürütülmeye başlandı. Kapitalizmi sürdürebilmek için ekonomide devletin rolünü küçülterek özel şirketlerin önünü açıp, küreselleşme, serbest ticaret ve kemer sıkma politikaları gibi bir dizi uygulama milyonlarca insanın hayatını dönüştürdü.
“Küreselleşme” alt başlığında dünyanın küçülmesi, sermaye ve mallar için dolaşım özgürlüğünün sınırsız olması, ilk bakışta “daha çok kazanç” diye sunuldu. Oysa hakikât “daha çok sömürü” anlamına geliyordu. İşçinin, emekçinin yalnızlaşacağı, koşullarının ağırlaşacağı gerçeği, ne kadar parıltılı paketlerle sunulmaya çalışıldıysa, kısa zamanda ortaya çıktı. Dünya para babaları için küçülüyor, dev bir alışveriş merkezine dönüyordu. Buradan da eşit, adil, demokratik bir düzen çıkmayacağı açıktı. Virüsle birlikte bu durum iyice belirgin hale geldi. İnsanlar eşit biçimde sağlığa, eğitime ulaşamıyordu. Beslenme sorunu alabildiğine artmış durumdaydı. Sınırlı kaynaklar dar bir çevrenin elinde toplanıyordu.
Sonrası da malumun ilanıydı!
Covid-19 salgının yol açtığı ölümlerin büyük çoğunluğunun yaşlılar olması nedeniyle açıkça “yaşlıları kurtarmanın ekonomik getiri götürü hesapları” yapılan düzlemde; ‘The Economist’in Nisan 2020 başındaki sayısı, ‘A grim calculus: The stark choices between life, death and the economy/ Hayat, ölüm, ekonomi arasındaki zorlu tercihler: Zalim bir hesap’ başlığıyla bu konuya ayrılmıştı.
Somut verilere göre “insan hakları” konusunda mangalda kül bırakmayan, çevre ve doğayı korumak bahsinde her dem hassas İskandinav ülkesinde, doktorlara açıkça “80”in üstündeki yaşlıları yoğun bakıma almayın” talimatı verildiğinden söz ediliyordu.
Yoğun bakımda sıkışıklık yaşanması durumunda, doktorların 80 yaş üstü yaşlıları bu ünitelere sokmayacağı, 60-70 yaş grubundaki talihsizlerin de birden fazla hastalığı olması durumda keza yoğun bakımdan içeri alınmayacağı İsveç sağlık kurumlarının bir iç yazışması ile ifşa oldu. Skandal yazışma, İsveç’in tanınmış yayın organlarından ‘Aftonbladet’te yer aldı.
İsveç bombası patlamadan az önce, “ötanazi” kültürü ile öne çıkan Hollanda’da da aynı minval bir tartışma birinci sayfalara yansıdı.
Hollanda Başbakanı Mark Rutte’ye yakınlığı ile tanınan ünlü televizyon gazetecisi Jort Kelder’in “Sigara içen obez 80’likleri kurtarmak için ekonomiyi batırmaya değer mi? Nasıl olsa iki yıl içinde ölecekler!” sözleri gündeme bomba gibi düştü.[122]
Söz konusu veriler ışığında korku ve kaygı sarmalındaki insan(lık)ın, toplumun psikolojisini düşünebiliyor musunuz?
Tam da bu noktada Alexandre Dumas’nın, “Belirsizlik, tüm işkencelerin en kötüsüdür”; Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in, “Hiç kimse içerisinde bulunduğu zamanı görmezlikten gelemez; içerisinde bulunulan zamanın ruhu aynı zamanda kişinin de kendi ruhudur,” betimlemeleriyle tarif ettikleri hâli kavramak gerek.
İnsan(lar)a sağduyusunu kaybettiren coronavirüs, ırkçılığa, yabancı düşmanlığına, izolasyona kapı açan türden “korku ve panik” demekken; Dr. Gülcan Özer de ekliyor: “Belirsizliğin belirgin olduğu hâllerde daima şampiyon duygu kaygıdır. Kaygı, endişe, anksiyete; her an kötü bir şey olacak duygusudur.”[123]
Gerçekten de Covid-19 günleri toplumsal ruh sağlığını, düşünme ve davranma biçimlerini doğrudan etkiliyorken; “fantastik” gibi duran ancak, oldukça gerçek bir sürecin içerisinden geçiyoruz.
Yaşam biçimleri, planları radikal olarak değişiyor. İnsanlık tarihi boyunca birçok salgın yaşandı. Şimdi de bir pandemi hâli varken; ‘Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği’ (TODAP) üyesi Psikolog Baran Gürsel şunlara dikkat çekiyor: “Sürecin, bizi de içine alan temel bir özelliğini teslim edelim: Belirsizlik…
Salgından korunmak ve başkalarını da korumak adına evlere çekilmeye başlanılan bir dönemi yaşıyoruz. Ancak, evde kapalı kalmanın da olumsuz etkileri açığa çıkıyor zamanla…
Tabii ki bunun huzursuz, kaygılı ve belki kaotik bir tarafı var…
Bir diğer ruh hâli de komplo teorilerine kapılmak. Sürekli daha ‘kötü’ şeylerin olacağı fikrine saplanmak…
Sürekli daha ‘kötü’ şeylerin olacağı fikri -tabii, bir bağlamda- olayların gidişatına ilişkin yine bir kontrol duygusunun korunmasına dayanan ama bunu, olan şeyin aynı şekilde olmaya devam edeceği düşüncesi çerçevesinde yapan bir eğilim olarak düşünebiliriz.
Dolayısıyla burada toplumsal gerçekliğin (algılandığı şekliyle) olduğu gibi değişmez kalacağının var sayılması söz konusudur. Bu iki düşünce de toplumsal/maddi gerçekliğin bir düzeyde yadsınması üzerine kuruludur. Ve başka yolla değiştirilmesi/aşılması arzusundan yoksundur.”[124]
Bu tabloda salgın yaydığı korku kadar zarar vermiş değil. Burjuvazi bu korkudan yararlanarak devletin toplum üzerindeki denetimini elden geldiğince artırmaya ve bunun kalıcılığını sağlamaya çalışıyor. Salgın şoku altında yığınların pek ses çıkarmaya cesaret edemedikleri denetim tedbirlerinin belki de hepsi parça parça kalıcı hâle gelecekler.
Anatole France’ın, “Anlayış kıtlığı büyük bir güçtür. Bazen insanların dünyayı ele geçirmesini sağlar,” saptaması ışığında söz konusu hâl, acaba “Coronazizm”e yol açar mı?
José Saramago’nun, “İnsan olmanın ne demek olduğunu her geçen gün daha az bileceğiz,” sözünü anımsatan tabloda “Nasıl” mı?
Metropoll Araştırma Şirketi’nin Mart 2020’de araştırması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “görev onayının” yükseldiğini gösteriyor.
2020 Şubat ayında yüzde 41.1 olan görev onayı, Mart ayındaki araştırmada 55.8’e yükseldi.
Kriz ortamlarında “normal” olarak okunması gereken bir sonuç ve sadece Türkiye için geçerli bir durum da değil.
‘The New York Times’ta 15 Nisan 2020’de yayımlanan Steven Erlanger’in haberi, tesadüf bu ya tam da bu konuyla ilgiliydi.
Salgını başından beri ciddiye almayıp, önlemleri ihmal etmekle eleştirilen Trump’ın görev onayı bile yüzde 45’e yaklaşmış bulunuyor.
Salgında en kötü deneyimi yaşayan İtalya’da Başbakan Giuseppe Conte’nin görev onayı 27 puan artışla yüzde 71’e ulaşmış durumda.
İtalya’da neredeyse bir nesil yok oldu ve Conte’nin popülaritesi, Erdoğan’a fark atmış bulunuyor.
Devam edelim:
Avusturya’da, Şansölye Sebastian Kurz’un görev onayı 33 puan artarak yüzde 77’ye yükseldi.
Hollanda Başbakanı Mark Rutte, 30 puan artışla yüzde 75 destek aldı.
Hayatın normal akışına aylar sürecek bir süre içinde dönebileceğini açıkça söyleyen Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen’in desteği 40 puan artarak yüzde 79’a çıktı.
Almanya’da salgın öncesi ”topal ördek” muamelesi gören Şansölye Angela Merkel’e destek 11 puan artarak yüzde 79 oldu.
Fransa’da yasakların uzatılacağını duyuran Macron’a destek Mart’tan Nisan’a 59’dan 43’e düştü ancak unutmamak gerekir ki bu iş başladığında Macron’a destek yüzde 25 idi.[125]
Korkunun imparatorluğu yerleşikleşip, pekişiyor mu?
V.1) TOTALİTER IRKÇILIK
Ataerkil vahşetin tırmandığı “korku ve kaygı” zemininde yükselen totaliter ırkçılık atmosferini en iyi anlatan tümceler: Benjamin Franklin’in, “Siz kendinizi koyun yaparsanız kurtlar da sizi yiyecektir”; Victor Hugo’nun, “Korkutanlarla, korkanlar arasında sessiz bir suç ortaklığı vardır”; Will Smith’in, “Korku gerçek değildir. Yarattığınız düşüncelerin ürünüdür. Beni yanlış anlamayın. Tehlike son derece gerçektir. Ama korku bir seçimdir”; Amin Maalouf’un, “Artık yasak olmayan her şey mecburi,”[126] sözleridir.
Bilindiği üzere 1970’lerin sonunda Susan Sontag, kendi kanser deneyimi üzerinde kaleme aldığı uzun denemesinde; tüberküloz ve kanser gibi hastalıkların savaş metaforu ve militarist terminoloji üzerinden düşünülmesinin yaygınlığına dikkat çekip; hastalıkların metaforik düşünme biçimleri bir yana bırakılarak ele alınmasını öneriyordu.[127]
2020 pandemisi Sontag’ın sözünü ettiği hastalık ya da salgının savaş metaforu eşliğinde düşünülmesinin ne derece yaygın olduğunu bir kez daha gösteriyor. Uzmanlar kadar biz sıradan insanlar da süreci bu şekilde görmeye eğilimliyiz. Pandeminin olağan üstü önlemler gerektirmesi, sanki bir cephe savaşı varmışçasına hastanelere gelen olağanüstü sayıda hasta sayısı, sokağa çıkma yasakları ve karantina tedbirleri çoğumuza savaş ve benzeri durumları hatırlatıyor. Sadece uzmanlar değil, liderler de pandemiye karşı alınan önlemleri savaştan söz ederek anlatmaya başladılar.
Fransa’da Macron ulusa sesleniş konuşmasında “Bir savaş hâlindeyiz, bu elbette ki sağlık savaşı. Bir orduya ya da başka bir ulusa karşı savaşmıyoruz. Ama düşman orada, görünmez, zorlayıcı, ilerliyor. Ve buna karşı genel seferberlik içinde olmamız gerekiyor” derken durumun ciddiyetini vurgulayıp insanların önlemlere uymasını sağlamaya çalışıyordu.
ABD’de Trump pandeminin ilk günlerinde, iklim değişikliği konusunda bilim insanlarını dinlememe tavrının bir benzerini göstererek, konunun büyütülmemesi gerektiğini söylemekteydi. Trump ve yandaşlarına göre Demokratlar konuyu gereksiz yere politikleştiriyorlardı. Sonrasında durumu hafife alma imkânı kalmadığında Trump da sıklıkla savaş metaforuna başvurmaya başladı. Demokrat aday adayı Joe Biden da virüse karşı savaştan söz ediyor. Savaş metaforunun yaygın düşünme biçimi olması, kimi zaman kamuoyunun bilgi alma hakkını da kısıtlamakta. ABD’de yetkililer ülkede kaç solunum cihazı olduğu sorusunu “ulusal güvenlik” gerekçesiyle yanıtsız bırakıyorlar.
Pandemi koşullarını savaş koşulları gibi düşünme kimi örneklerde çok daha bariz şekilde otoriterleşmenin derinleşmesi ve hasta haklarının göz ardı edilmesine yol açıyor. Orban’ın Macaristan parlamentosunda kabul ettirdiği karar derinleşen otoriterleşmenin örneği. Güçleri ayrımı ilkesinin ne zamandır zedelendiği Macaristan’da parlamentonun yeni kararı Orban’a süresiz OHAL ilan etme, ülkeyi kararnamelerle yönetme ve bazı yasaları iptal yetkisi veriyor.
Macaristan’ın komşusu Slovakya’daysa ordu Roma köylerinde test yapılmasına katkı sunuyor. Slovak başbakan Igor Matovič ordunun devreye girmesinin bir güç gösterisi olmadığını söylerken, testi pozitif çıkan Romanların devlete ait tesislerde karantinaya alınacağını söylüyor.
Pandemiye karşı aldığı sıkı önlemlerle gündeme gelen İsrail ise istihbarat örgütünün “terörist” olarak kodlanan Filistinli militanları izleme yöntemlerinin virüsü taşıyanları izlemek için de kullanılmasını kararlaştırdı.[128] Filipinler’de sokağa çıkma yasağını ihlal edenlere ‘vur emri’ verilmesi, bir başka örnek.
Ve birkaç şey daha…
“ABD ve Çin, salgının sınıfsal boyutunu hasıraltı edip bunu bir milliyetçilikler savaşına döndürürken, Türkiye hükümeti de ‘Biz bize yeteriz’ adını verdiği bir kampanyayla benzer bir milliyetçi kenetlenme sağlamaya çalışıyor”![129]
Fransa’nın Cochin Hastanesi Yoğun Bakım Servis Şefi Prof. Dr. Jean Paul Mira ile Araştırma Direktörü Prof. Dr. Camille Locht, LCI kanalındaki canlı yayında coronavirüs hastalarına uygulanacak aşının, Afrikalılar ve hayat kadınları üzerinde denenmesine yönelik açıklamalarda bulundu![130]
Brezilya’da Devlet Başkanı Jair Bolsonaro, “Kriz bitene kadar yönetimi general Braga Neto’lu orduya devretti”![131]
Corona günlerinde İstanbul’da aile içi şiddet yüzde 38, Paris’te yüzde 35, İtalya’da yüzde 32 artmışken BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Tüm hükümetleri salgınla mücadele kapsamında kadınların güvenliğini ilk sıraya koyma” çağrısı yaptı!
Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde travma uzmanı Judith Lewis Herman’a göre, ev içi istismarcıların, eşlerini ve çocuklarını kontrol etmek için kullandıkları zorlayıcı yöntemler baskıcı rejimlerin siyasi tutukluların iradelerini kırmak için kullandıkları yöntemlerle büyük bir benzerlik taşıyor![132]
Egemenler küresel Covid-19 krizinin, ülkedeki kaosun ortasında herkesin yerini bilmesi, “krizle ve kaosla mücadeleyi sabote edenlerin” artık susması istiyor. Özgürlük, eşitlik, hukuk, insan hakları adına “demokrasiyi istismar edenlerden”, Twitter, YouTube ve Facebook gibi sosyal medya platformları ve “siyaset virüsünden”, “virüsten beter köşe yazarlarından kurtulmadan düze çıkılamayacağına” inanılıyor…
Bugün, kapitalizmin tarihinin, pandemi, depresyon, yeni faşizm, küresel iklim krizi, baskı, denetim ve imha aracına dönüşmeye başlayan teknoloji gibi kötülüklerinin birleşmeye başladığı bir “durum” oluşuyor. Boşuna mı John Gray gibi tarihçiler, “tarihsel bir dönüm noktasına” geldiğimizi düşünüyorlar![133]
V.2) COĞRAFYAMIZIN HÂLİ
Özdemir İnce’nin, “Densiz herifler ‘Hayat (ya da dünya) evinize sığar’ diye vecize döktürüyorlar. Halt etmişler. Bir de milyonerlerin, eğlence sektörünün yıldızlarının, spor zenginlerinin karantina esaretinden fotoğraflı örnekler veriyorlar. Nüfusun yüzde doksanından fazlasını oluşturan yoksul emekçiler gecekondularda, 30-40 metrekare düdüklü tencerelerde yaşamakta… Beş ile on arasında değişen bir nüfusla. Bu bir etüvlü cehennem hayatıdır. Bilmezler. Ben çok iyi bilirim. Ülkenin yalansız hâlini biliyoruz: Emekli = 12 milyon; işçi = 14 milyon; sendikalı işçi = 1 milyon 917 bin; işsiz = 4 milyon 394 bin. Virüs hazretleri yüzünden patronlar emekçileri kapının önüne koymakta. Nüfusun en azından 40 milyonu açlık sınırında yaşıyor,”[134] diye tarif ettiği tabloda salgın nedeniyle işler durunca otel çalışanından kuaförüne, tekstil işçisinden garsonuna ya işsiz kalan ya da ücretsiz izne çıkarılan emekçiler, Şişli’deki İŞKUR önünde uzun kuyruklar oluşturdu.
İşsizlik maaşı için soğuk havada, sırada beklemek zorunda kalan yurttaşlar, açıklanan onca ekonomik tedbire rağmen kendilerinin güvence altına alınmadığına tepkili. Faturalarını, kiralarını, mutfak masraflarını nasıl ödeyeceklerini düşünüyorlar. Çalıştığı tekstil firmasının üretime ara verdiğini, bu süre boyunca ücretsiz izne çıkarıldığını anlatan bir yurttaş, “Kiracıyım, çocuğum var, bütün ödemelerim duruyor. Ne yiyeceğimizi kara kara düşünüyorum. Coronadan değil, açlıktan öleceğiz,” dedi.
Aynı durumdaki başka bir emekçi ise “Hükümetin virüse yönelik açıkladığı ekonomik pakette bizleri güvenceye alan hiçbir önlem yok. Olsa, zaten bu kuyrukta beklemezdik. Zenginler coronayı, biz maddi sıkıntımızı düşünüyoruz,” diye konuştu.
Kuyrukta bekleyenlerden biri de 20 yaşındaki bir gençti. Salgından önce İstanbul Hacıosman’da bir fırın-kafede çalıştığını anlatan genç, şimdi işsiz kaldığını, işten ayrılmadan önce yanına aldığı poğaçalarla da günlük gıda ihtiyacının bir kısmını karşıladığını anlatıyor. “Ailem memlekette. Onlara para yardımı yapıyordum ama şimdi kendim de geçinemiyorum,” diyor.[135]
Ayrıca coronavirüsün özellikle yaşlılar için risk oluşturması, 65 yaş üstündeki çiftçileri vurdu. ‘Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı toplam 2.1 milyon çiftçinin yaş ortalaması 55. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, 65 yaş üstündekilerin tarımda istihdam edilme oranı yüzde 65.5. Yani Türkiye’de çalışan yaşlı nüfusun yüzde 65.5’i tarım sektöründe yer alıyor. Bu oran erkeklerde yüzde 63 iken kadınlarda yüzde 72’yi aşıyor. Ülke genelinde bu yaş grubundaki yurttaşın sokağa çıkması yasaklandığı için tarlaya, bağa, bahçeye gidemeyen çiftçiler oldu.[136]
Ve ‘Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) hazırladığı ‘Covid-19’un Tüketici Harcamalarına Etkisi’ başlıklı rapora göre, salgın tüketici harcamalarını düşürdü…
Türkiye’de ilk vakanın görüldüğü 13 Mart haftasında 21.3 milyar TL olan banka kartı ve kredi kartı harcaması, 20 Mart haftasında 19.6 milyar TL’ye geriledi.
Tüketim, elektronik eşyada yüzde 4, benzinde yüzde 6, kamu/ vergi ödemelerinde yüzde 20, eğitimde yüzde 32 azaldı.[137]
“Aslan, ceylan, kaplan ve zebra aynı anda koşuyorsa orman yanıyordur,” diyen Afrika atasözündeki üzere giderek ağırlaşan tabloda Başkent Üniversitesi Öğretim Görevlisi Vergi Uzmanı Dr. Ozan Bingöl, “Coronanın yükü yurttaşa kalacak,”[138] derken; sonuna kadar haklıydı.
Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Corona krizi ortaya çıkar çıkmaz ettiği laf, “krizin fırsata dönüştürülmesi”ydi. Onun için de krizle ilgili gerçekler herkesten gizlenip kriz sonrasında uluslararası sermaye açısından iştah kabartan bir Türkiye yaratmak onun önde gelen hedefidir.
Mesela Almanya Nörodejeneratif Hastalıklar Merkezi ve Dresden Tıp Fakültesi’nden genetik bilimci Çağhan Kızıl, “Türkiye’de fiilen sürü bağışıklığına gidiliyor,”[139] uyarısı eşliğinde; İstanbul’da coronavirüs semptomu olan Dilek (43) ile Hüseyin Güven (44) çiftine, üç hastaneye gitmelerine rağmen test yapılmadı. Durumlarının kötüleşmesi üzerine gittikleri özel hastanede testleri pozitif çıkan ve tedavileri yapılan Güven çiftine SGK’nin “coronavirüs tedavisinde ücret alınmayacak” tebliğine karşın 12 bin 500 TL’lik fatura çıkarıldı[140]
Tablo çok net: coğrafyamız, bir “mükemmel kasırgaya” hazırlıksız, beceriksiz, “kapitalist realiteyi” anlamaktan uzak “dini bir hakikât rejiminin” tutsağı bir kadronun yönetiminde yakalandı. Bu kadro ülkeyi hızla bir felakete sürüklüyor!
AKP Türkiyesi Covid -19 krizine, özel hastaneler zincirine sahip bir Sağlık Bakanı’yla, “Allah neden virüsleri yaratmış?.. Yaratmış çünkü insanların belirli bir sayının üzerinde çoğalamaması gerekir. Yoksa kimse yaşayamaz” diyebilen bir akademik kafayla girdi…
Türkiye, Covid-19 krizine, hızla gündeme gelen küresel ekonomik depresyona, modern tarihin bu en büyük “kasırgasına”, ekonomik, siyasi, ahlâki kriz çöküntü içindeki bir rejimle ve “Ülkede bir muhalefet var mı” sorusuyla girdi![141]
- AYRIM: GELECEK(SİZLİK)
Önümüzde sınıf mücadelesi tarafından biçimlendirilecek bir gelecek(ya da geleceksizlik!) var.
Söz konusu gelecek(sizlik) konuşunda, “Şu böyle olacak” türünden (olumlu ya da olumsuz) bir kesinliğe bağlanmak mümkün değil… Ancak Stefan Zweig’ın, “Belirsizlik, kesinlikten çok daha kötüdür; kısa süreli olan büyük bir korku, belirsiz fakat hiç bitmeyen bir korkudan daha az zahmet verir”; Hannah Arendt’in, “Kötünün iyisini seçtiğimiz zaman, hâlâ kötü olanı seçtiğimizi çoğu zaman unuturuz”; José Saramago’nun, “Mutsuzluk da geçicidir”;[142] Anton Pavloviç Çehov’un, “Gelecekte, hapishane ve tımarhanelerin olmayacağı zamanlarda, pencerelerde parmaklıklar, kapılarda kilitler olmayacak”;[143] Raymond Ruyer’in, “Özgür halk, bu günkünden farklı şeyleri hâlâ tahayyül edebilen halktır”; Paulo Coelho’nun, “Eğer maceranın tehlikeli olduğunu düşünüyorsan, rutini dene; ölümcüldür,” uyarılarına mündemiç iddia ve umutları “es” geçmeden…
Salgının bir biçimde hız kesip “normale/rutine”(?) dönüldükten sonra hiçbir eskisi gibi kalmayacak, olamayacak. Yani yeni “normal/rutin” bile eskisinden farklı olacakken; V. İ. Lenin’in şu uyarısı da kulağımıza küpe olmalı: “Dıştan/ alttan bir baskı gelmediği sürece burjuvazinin içinden çıkamayacağı hiçbir kriz yoktur…”
Devamla: “Covid-19” virüsü, bir salgın hastalığın toplumsal yaşamı nasıl etkileyebileceğini bir kere daha gösterdi, dünyanın ekonomik, sosyal ve siyasal yapısı yeniden sorgulanır hâle geldi. Yaşanan tüm ölümlere, acılara, endişelere ve korkulara rağmen, olumsuz bir durumun olumlu gelişmelere evrilmesinin yolları açıldı. Kapitalizmin sürdürülebilir olmadığı sosyal yaşamın adil biçimde sürdürülemeyeceği bir kere daha görüldü.
‘İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü’ (IstanPol) Genel Direktörü Seren Selvin Korkmaz’ın, “Tüm dünyayı politik, ekonomik ve sosyal anlamda etkileyen, gündelik hayatın akışını değiştiren küresel bir krizden söz ediyoruz. Sonuçlarının ne olacağını şimdiden kestirmek zor olsa da insanlığın deneyimleri bize böylesine büyük bir kriz sonrasında değişimin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor,”[144] notunu düştüğü kesit elbette bitecek; ancak buradan geriye kalan şeyin büyük bir enkaz olacağını görebiliriz. O yüzden, şimdiden, salgın sonrasında yükselecek mücadelenin hazırlıklarının yapılması gerekiyor.
Çünkü salgın felaketinden sonra da kapitalizm aynı yolda yürümeyi sürdürmeye çalışacak, bu günleri bir tür “yaratıcı yıkım”(?) olarak değerlendiren sermaye sınıfı sömürü ve otoriterleşmeyi derinleştirecek, zaten son nefesini vermek üzere olan dünyaya ve emekçi halklara daha büyük bir hınçla saldıracaktır.
Pandeminin tetiklediği hâl; üretici güçlerde devrimsel gelişmelerin olduğu, sınıfsal dönüşümlerin yaşandığı, neo-liberalizmin dünya çapında krizinin derinleştiği, totalitarizm ve faşizmlere büyük çaplı toplumsal hareketlerin eşlik ettiği koşulları içerirken; düzen içi/ karşıtı tüm üstyapısal kurumları sert bir dönüşüme zorluyor.
Yani corona bize, içinde bulunduğumuz sistemin kör noktalarına, eşitsizliğe, adaletsizliğe ayna tutuyor. Tıpkı 1300’lerde Avrupa’yı kasıp kavuran kara veba gibi, bugünkü salgınından sonra da dünya kapitalizmin işleyişi eskisi gibi olmayacak. Ancak nasıl olacağını virüs değil, mücadele belirleyecek.
Covid-19’un toplumsal alanda yarattığı sarsıntı, ki hemen öncesinde dünya geneline yayılan isyanlara tanık olmuştuk; kapitalist dünyanın geniş bir kesimce sorgulandığı bir zemin oluşmuştu. Kitleler sağlık sisteminin neden bu şekilde işlediğiyle yüzleşiyorlar, devletin sınıfsal doğasını keşfediyorlar, ekolojik krizin ölümcüllüğü gerçeğiyle karşı karşıya kalıyorlar. Burayı manipüle etmek için, Sosyal Darwinizm temelli, bir adım sonrası faşizm olan ideolojiler harekete geçirilmek isteniyor.
Corona salgını ciddi bir halk sağlığı sorunudur ve bu virüsün yayılmasından kaynaklanan yıkım ve acılar çok büyük olacaktır. İşçi sınıfı ve dünya halkları, dünya burjuvazisinin bu krizden de paçayı bu şekilde yırtmasına izin verirse, büyük toplumsal yıkım ve ölümlerin ertesinde geniş bir nüfusun sefalet çukuruna yuvarlandığı, işsizliğin, yoksunluğun tavan yaptığı günlere uyanacak!
Böylece sürdürülemez kapitalizmin durdurulmasının, Covid-19 öncesinin mülkiyet, üretim ve bölüşüm ilişkilerinde aynı adaletsizlikleri yeniden üretecek şekilde devam edip etmemesi ise, bundan mağdur olanların tavrına, tarih sahnesine çıkıp çıkmaması bağlı.
Yani yaşanan felaket sorunu gerçek boyutlarıyla ortaya koydu ve insanlığın karşı karşıya bulunduğu seçeneklerle çıplak bir biçimde yüzleştirdi. Bir yanda devletin her bireyi sınırsız kontrol altına alacağı, üretim dışına düşenleri çeşitli hapis ve ölüm biçimleriyle fiilen yok eden bir kapitalist panoptik toplumsallık biçimi, diğer yanda “Dünya işçileri birleşiniz” diyen sosyalist toplumsallık.
Her kriz aynı zaman fırsatları barındırırken; kapitalizm birçok tarihsel krizden kendini “yenileyerek”(?) çıkmıştır. Ancak 2008 krizinden ise, kapitalizm yenilenerek çıkmadı. Asıl krizini erteleyerek çıktı. Ve hemen akabinde Ortadoğu’da başlayan isyanlar ve Suriye’de kilitlenen savaşla bu günlere gelindi. Covid-19 kapitalizmin bütün ezberini bozuyor.
Bugünden “Kapitalizmin kendini yenileyeceğini ya da ufukta bir sosyalizm”in olduğunu söylemek tahminden öteye gitmez. Asıl soru salgın sonrasında emekçilerin daha fazla örgütlü çıkıp çıkamayacağıdır. Ancak bir imkân olarak sosyalizmin yolu açıldığını da görmek gerek. Yaşananlar, ezilenlerin sistemi, dünyayı sorgulamasına yol açmıştır, açacaktır. Bunlar sosyalizmin olanaklarıdır.
Kolay mı? Salgın vakalarının daha önce dünyanın gidişatını etkilediği, değiştirdiği çok defa görülmüştür. Mevcut salgının egemenler açısından da ezilenler açısından yeni bir dünya kurmanın olanaklarının ortaya çıktığı bir kriz durumundan bahsediyoruz.
Dünyanın yeni bir sürece girdiği kesindir… Mevcut kapitalist üretim ilişkileri onu var eden üretici güçleri taşımıyor. Bu durumda toplumsal devrimler dünyanın her yerinde patlamaya hazır durumdadır.
Aslında bunun güçlü işaretlerini görüyorduk. Kapitalizm tüm rezillikleri ile dünyayı yok oluşa taşırken sosyalizmin üzerinde yükseleceği maddi zemini de hazırladı.
Dünya emekçileri, ezilenleri dünyanın bu gidişine karşı ayağa kalkıp geleceği ellerine almazlarsa, emperyalist küreselleşme kendisini yenilerken; bugün olduğundan daha beter kaoslara, savaşlara, ekolojik yıkımlara doğru sürükler…
Bunlar böyleyken; “Sosyal medyada gördüğüm -ilk kim paylaştı bilmiyorum- ‘galiba dünyanın final sezonuna rastlamışız’ sözü, son zamanlarda bazıları çok sevimsiz olabilen genç sarkazmının kötü olmayan örneklerinden,”[145] türünden “sivil toplumcu” soluksuzluk!
Ya da “Coronavirüsün istisnasız herkes için bir tehdit olduğu ve virüse yakalanma korkusunun hayatlarımızın her noktasına işlediği şu günlerde, bir bilgi bombardımanı ile karşı karşıya olduğumuz gibi, geleceğe yönelik iyimser ve kötümser senaryolar da birbiri ardına ortaya atılıyor. Kimileri kapitalizmin çökeceğinden söz ediyor; komünizm hayallerimizi yeniden diriltebileceğimizden, eşitlikçi bir dünyanın kurulabileceğinden… Ne güzel düşünce değil mi?” Gereksinmemiz olan şey, korkularımız kadar duygularımıza ve arzularımıza da teslim olmamak,”[146] diyen bir “akademik” malumatfuruşluk!
Veya “Yaşanan krizi, 1929 buhranına ya da 2008 mali krizine benzetmek, onlarla karşılaştırmak nafile bir çabadır… Olağanüstü sayıda ölümle er veya geç bu salgın yatıştığında, bugün dile getirilen ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ iddiasının hızla unutulma ihtimali ne yazık ki azımsanmayacak kadar kuvvetli… Her şeyden önce, ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ diyenlerin çoğu, kendi tescilli markalı ürünlerinin biraz şeklini şemailini değiştirip, üzerine yeni bir etiket koyup, ortaya sürmeye devam ettikleri için bu ihtimal kuvvetli,”[147] diyen ucuz neo-liberal kehanet!
“Pandemi ‘kapitalizmin sonunu getirdi’ gibi sansasyonel ifadeler doğru değil. Kapitalizm sermaye ekonomisidir. Belki de bu aşamadan sonra daha fazla sermaye mobilize olacak. Daha fazla insan şirket kuracak. Piyasalarda çok büyük fırsatlar var. Çok sayıda şirket el değiştirecek. Bu tür krizlerin olumlu yanlarından biri de işini kaybeden insanların iş kurması oluyor. İş dünyası da ortaya çıkan kırılganlığa karşı bağışıklık kazanmaya çalışıyor. Demem o ki, sermaye ekonomisi güçlenerek devam edecek,”[148] biçimindeki kapitalist “nikbinlik” ciddiye alınabilir mi?![149]
Elbette hayır!
“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözüne katılanlardanız. Ancak “yeni”nin nasıl olacağı, sınıf reddiyesinden vazgeçilip, işçi sınıfının yeniden politik bir özne hâline gelmesi”ne bağlı olduğu kanısındayız. Eğer emekçiler, kendilerini evde açlıktan ya da işe gidip virüsten ölmek arasına seçime zorlayan sistem karşısında sınıf siyasetine sarılır ve yeniden politik bir özne hâline gelebilirse corona sonrası dünya çok daha yaşanası bir yere dönüşecektir. Ama bu başarılamazsa kapitalizm; hiç kuşkusuz, emeği de doğayı da bugüne kadar olduğundan daha vahşi biçimde sömürmeyi sürdürecektir.[150]
Tekrarlayalım: Sürdürülemez kapitalizm, çoktan eskimiştir ve insan(lık)a karşı, geleceği tehdit ederek, “zırh içindeki ölü” gibi “yaşamaktadır”! İş bu nedenle, insan(lık)ın önünde, ya sosyalizmi kurmak, yerküreyi kapitalist melanetten kurtarmak veya her geçen gün, her açıdan ölmek seçenekleri vardır.
Evet iki ihtimal var, eskiden beri ve hâlâ. Max Horkheimer ile Theodor W. Adorno bunu İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra şöyle ifade etmişti: “Aslında amacımız, insanlığın gerçekten insani bir düzeye çıkmak yerine niçin yeni türden bir barbarlığa düştüğünü anlamaktan fazlası değildi.”[151]
“İnsani bir düzey” mi, yoksa yeni türden bir barbarlık veya yok oluş mu?
“Kahinliğe düşmeden bir cevap imkânı yok, ama kabaca neyin önce çıkacağını anlamaya çalışmak için soru sormak elzem. En önemli soru ortada: Olacağın, geleceğin belirleyicileri kim olacak? Sürecin hâkimleri kimler?”[152]
Devasa bir değişimin orta yerinde yanıtını aranan ve bul(un)mak zorunda olduğumuz bu(dur)…
VI.1) DEĞİŞİM İMKÂN(LAR)I
Yuval Noah Harari’ye göre, coronavirüs salgını hem bilimsel hem de siyasi sorunları gündeme getirdi. Bilimsel sorunların bazılarına çözüm bulmaya yönelmiş durumdayız, ancak siyasi olanlara nasıl yanıt vereceğimiz üzerinde fazla düşünülmüyor.
“Bu bir sağlık krizinden ziyade siyasi bir kriz” diyor Harari ve ekliyor: “İnsanlığın elinde bu salgının üstesinden gelmek için ihtiyaç duyduğu her şey var. Ortaçağda değiliz. Veba ile karşı karşıya değiliz. İnsanlar ölüyor ama bunun nedenini ve ne yapmak gerektiğini bilmiyor da değiliz.”
“Neyle karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz ve onun üstesinden gelecek teknolojiye de ekonomik güce de sahibiz. Sorun, bu gücü nasıl kullanacağımızdır. Bu ise esas olarak siyasi bir sorundur” diyen Harari, olağanüstü durumlarda tarihsel sürecin hızlı işlediğini ve normalde üzerinde yıllarca düşünülüp alınan kararların bir gecede alındığını vurguluyorken,[153] haksız değil.
Büyük değişim, doğum sancıları çektirir.
Bu büyük dönüşüm, mevcut üretim ilişkilerinin direnişi ile karşılaşır.
Büyük değişimler, büyük kaosların önünü açar.
Ve kaos ve şaşkınlık yaygınlaştırıp, umut(suzluk)u çoğaltırken; her şeyi yeniden şekillendirir.
Kolay mı? Dünya düzeninin ekonomik, siyasi ve sosyolojik tüm çelişkileri suyun yüzeyine taşıyan pandemi, neo-liberalizmin krizine karşı isyanların ve toplumsal değişim dinamiklerinin son derece hareketli olduğu bir anda kapıyı çaldı. “Şimdi evinde olanlar”, yarının daha büyük kavgacıları olabilmenin imkânıdır elbette…
Pandemik çöküş isyanların gerekçeleri ve talepleri bu süreçte daha da keskinleşecek, derinleşecek ve bugün bomboş olan meydanlar yarın daha öfkeli sloganlarla geri dönüş yapacaktır.
VI.2) FÜTUROLOJİ Mİ?!
Sınıf mücadelesinin ezen(ler) ile ezilen(ler) arasındaki anlam ve bağlamında hiçbir şey değişmedi. Hâlâ ya ücretli kölesiniz ya da ücretli kölenin efendisi…
Bu çerçevede fütürologlara durmadan Jean-Paul Sartre’ın, “Hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. Anlatamıyorum!” deyişini anımsatmak “olmazsa olmaz”!
Nasıl olmasın?!
Siyasetin fütüroloji değil, yakın olasılıklarla geleceğin inşası olduğunu unutan kimi aklıevvellerin, “Pandemi, dijitalleşme sürecini de öne çekmiş oldu. Gelecek, bugüne geldi. İnsanlar artık evlerinden çalışıyor. Fabrikalarda robot teknolojisi kullanılmaya başlandı bile. Zamanla daha da yaygınlaşacak. Robot teknolojisi uzunca bir süredir işçi sınıfının varlığı için bir tehlike zaten. Yeni dünya kendini iyi eğitmiş, o robotları çalıştırabilecek nitelikli işçi sınıfına da ihtiyaç duyacak,”[154] dediği bir kesitten geçiyoruz!
Bu kadar değil!
“İnsanlık büyük bir dönüşümün eşiğinde. Yapay zekâ sayesinde, insansı robotların gelişimiyle birlikte insana özgü hizmetleri ve çalışmaları da artık insansı robotlar yapacak… Robotlar bildiğimiz hayatı tamamen değiştirecek… Bu süreç, yapay zekâ üretimi yapan yapay zekâların üretimiyle de tepe noktasına ulaşacak gibi görünüyor,” diyenler; “yapay zekâyı ve kapitalizmin sönümlenmesi fikri”nden söz ederek; “Hani devrimci öncü bir kuvvetin işçi sınıfını örgütlemesi sonucu yapılacak bir devrimle yıkılacaktı?”[155] diye sorabiliyorlar da!
Lafazan fikir jimnastiğinin haddi hududu olmadığını bilmeyen var mı?!
Ucuz fütürologlar “Yeni bir sanayi devrimi”, “İnformatik çağ”, “Dijital gerçeklikler”, “Akıllı fabrikalar” vs. derken, kapitalist ekolojik yıkımın geri dönülmez noktalara ilerlediği bir momentteyiz; tüm dünyayı bir panoptikon’a (büyük göz altıya, hapishaneye) çeviren virüsler çağında buluverdik kendmizi!
Sanghay Üniversitesi’nden Nurettin Akçay’ın, “Devletin birey üzerinde kontrolünün arttığı ve her anımızın gözetlendiği dijital diktatörlük çağı ile karşı karşıyayız,”[156] notunu düştüğü koordinatlarda kapitalizm, irrasyonel bir sistem olarak kendisini yıkımlarla var ederken; nihayet artık yeniden var olmanın da pek mümkün görünmeyip; gezegenimizdeki canlı yaşamın var oluşunu tehdit edecek bir yıkıma doğru hızlanarak ilerliyor; kafa yorulması gereken tam da bu!
Bir şey daha: “Corona sonrası dünya corona öncesi dünyaya hiç benzemeyecek, çok farklı olacak” derken; elbette, coronavirüs öncesindeki dünyanın (ve yerli yerinde kalırsa sonrasında) emperyalist-kapitalist temel işleyiş mekanizmaları her zamanki gibi olacak; biçim ne olursa olsun; öz aynı (ücretli kölelik olarak) kalacak. Ta ki köleler onu değiştirme cüretini göstersinler!
VI.3) VE UMUT(SUZLUK)
Pandemi ve sonrasındaki durumda iki sonuç söz konusu: birincisi, bütün teknik ve bilimsel imkânlar ile her türlü yönetme araçlarını gasp etmiş kapitalist haramilerin sistemi, gerçek anlamda “suçüstü” yakalanmıştır.
İkinci gerçeklik ise, yerkürenin gerçek sahiplerinin, işçilerin ve emekçi halkların itirazı için güçlü bir zeminin doğmuştur.
Covid-19 ile virüsü yaratan kapitalizme karşı, yaşamdan ve dünyanın kurtarılmasından yana olanların ortak hareket etmesi; “Umut” da buradadır.
Tarihi üretenin kötü yanı olduğunu asla unutmadan; “Asıl körlük, umudun tükendiği bu dünyada yaşamaktır,”[157] vurgusuyla José Saramago’yu veya Gabriel García Márquez’in, “… ‘Umut karın doyurmaz,’ dedi kadın. ‘Karın doyurmaz ama ayakta tutar,’ diye yanıtladı albay,”[158] diyalogunun altını çizmeliyiz ısrarla!
“Umut, evet! Ama nasıl bir umut? “Kötümserlik, evet! Ama nasıl bir kötümserlik?” sorularını yanıtlayan isyanlar umut üzerine kurulur. Bu umut, Terry Eagleton’ın ifade ettiği gibi, “İyimser olmayan bir umut” olmak zorunda. Çünkü tarihin “doğal” seyrine bel bağlayan bön bir iyimserliğin siyasal sonucu, isyan falan değil, felaketli sonuçlara yol açabilecek bir rehavettir.
Siz bakmayın; umutsuz bir adım dahi atılamayacağını unuturcasına; distopik söylencelere prim veren fantazyalara:
“Alışmış olduğumuz korku filmleri, bizi sonunda yamyam zombilere dönüştüreceğini iddia ediyordu ama bu pandemi bizi iyi komşular hâline getirdi”![159]
“Kapitalizm denen sistemi hafife almaktan daha aptalca ve uyuşturucu bir şey olamaz”![160]
“Umut kırmak istemeyiz, ama gidişat toplumsal kurtuluşa değil, rıza gösterilen otoritarizme doğru gibi görünüyor”![161]
“Kimi toplumbilim falcıları var. Bu boynuzlu virüs salgınının toplumsal düzeni toptan değiştireceğini iddia etmekte”![162]
“2020 salgın döneminin direnişin dijital küreselleşmesine mi, yoksa dijital gözetim toplumunun otoriterleşmesine mi sahne olacağını beraber göreceğiz”![163]
“Dijital demokrasi otoriterleşmenin önünde engel olacak”![164]
“Umut neydi ki, her şeye rağmen hayatın devam ettiğini görmekten başka?”[165]
Bir an dahi unutulmasın: “Karl Marx yıllar önce ‘Komünist Manifesto’da kapitalizmin bu aşamaya geleceğini işaret etti. Slovoj Zizek Marksist-Leninistlerin yıllardır söylediği şeyi tekrarlıyorken; günümüzü en iyi Rosa Luxemburg’un ‘Ya barbarlık ya sosyalizm’ sözü tanımlar.
Günümüzde kapitalizm fiziksel sınırlarına dayandı. Bugün yaşadıklarımız küreselleşmenin iflasıdır. Artık dünyada üretim ilişkileri ile üretici güçlerin ulaştığı boyut yani kapitalizm sürdürülemez.
Kapitalizmin insanlığın sırtına deli gömleği geçirdi. Zizek bu kadar net söylemiyor, ama bence insanlık ya bu gömleği yırtıp atacaktır ya da bu deli gömleğinin içinde barbarlık dediğimiz şeyi yaşayacağız.
Kapitalizm için bir sondan bahsediliyorsak, ortada bir başlangıç ihtimali var demektir. Ben kapitalist sonun çok açık bir başlangıç olduğunu belirtiyor ve bunun da bir çatal olduğunun altını çiziyorum. Çatalın bir yanı Karl Marx’ın ifade ettiği özgür üreticiler topluluğuna gidiyor. Diğer yanı ise dünyanın yeniden büyük totaliter barbarlıkla yönetilmesine…
Şimdi hayallere tutunma zamanıdır. Marksizm dediğimiz şey; imkânsızı isteme cüretidir. Ortalamacı olanlar Marksist ve Leninist olamazlar. ‘Örgüt yok mücadele yok, biz bir şey yapamayız’ diyorlar. O hâlde ben de şunu diyorum. ‘Örgüt kur, mücadele et yeni sistemin önünü aç. Ancak bu vurgumdan ‘Eğer yarın sabah bir şey olacağı’nı sonucu çıkarıyorlarsa, Marksizm’i anlamamışlardır. Sözünü ettiğim, belki de bir insanını ömrünü vermesi gereken mücadeledir. Biz bu mücadeleyi hayallerimize sarılarak sürdürmek zorundayız. Kapitalist sistem eskisi gibi işlemeyecek, duracak. Öyleyse hayat bize hizmet ediyor.
Önümüzde ‘Ya Sosyalizm ya da Totaliter Rejimler’den oluşan iki seçenek varken; hatırlayın: John Lennon, ‘Her şey sonunda iyi olacaktır. Eğer iyi değilse, henüz sonu gelmemiş demektir’ derdi.
Coronavirüs salgını sonrasında karşımızda, elbette totaliter rejim(ler) ihtimali de var. Halkı sürekli gözetim altında tutan, arzularımızı bile biçimlendirmesi olası bir denetim topluluğu… İnsan(lık)ın buna boyun eğme gibi bir lüksü olmaz.
Şimdi bir avuç Sovyet askerinin, 1941 yılı Kasım ayının on altısında ve takriben Moskova’nın yetmiş kilometre uzağında ‘28’lerin’lerin, toplam 50 Nazi tankları karşısında ‘Arkamız Moskova’dır’ kararlılığıyla ölüme geçit vermeyip, durduran direnişlerini düşünün.
Aslında mesele bundan ibaret, insanlık şimdi bu denkleme taraftır: Arkasında hayat vardır ve hayatı savunmaktadır. Ben bu hâlde ‘olağan insanlar’ın, olağanüstü işler yapacağını düşünüyorum.
Umutsuzluk çok kolay ama umutlu olmak sorumluktur. Bu bağlamda umutlu olmanın sorumluluğunu içerlerimizde hissetmeliyiz.”[166]
İş böyle olunca da şunları -kim demiş olursa olsun- politik açıdan herhangi bir kıymet-i harbiyesi olmuyor:
“Uygarlık, kapitalizmin yapısal krizinin ‘kötü sonsuzunda’, gittikçe daha fazla dejenere oluyordu. Sonra Covid-19 geldi ve bir şok yarattı. Şoktan önce ‘Yarın başka bir gündü?’ (Brazil, Terry Gillian). Şimdi soruyoruz: ‘Şok geçtikten sonraki ‘yarın’ nasıl bir gün olacak?’
Bu soru, iyimser iki varsayıma dayanıyor: Şok geçecek ve yeni bir gün başlayacak. Ben iyimserliğe değer vermem. Önümde durana bakarım. Gördüklerim bu varsayımlara güvenmemek gerektiğini söylüyor.
Yanlış anlaşılmasın, ‘şok’ öncesindeki duruma geri dönme şansı yok! Heraklitos’un deyişiyle ’Panta Rhei’ (her şey(ler) değişir/akar). Ancak bu değişimlerin /akışın uygarlığı ‘kötü sonsuzdan’ çıkarabileceğini umut (sevemediğim bir başka kavram) etmek için henüz bir neden yok. Aksine, ‘şok’ altında başlayan değişimler, ‘kötü sonsuz’ içinde uygarlığın canavarlaşmaya devam edeceğini düşündürüyor.”[167]
Bu saptamalara itibar etmeyen biz; ısrarlı (kötümser) devrimci umudumuzla Cengiz Gündoğdu’nun kaleminden şunu haykırıyoruz:
“Kapitalizm insanlığı yok edecek bir biçimde kuruludur. BM Genel Sekreteri Guteries, Covid-19 nedeniyle dünyanın ikinci dünya savaşından beri en zorlu krizle karşı karşıya olduğunu söyledi. 25 Milyon kişi işini kaybedebilir.[168] 25 Milyon insan işsiz kalsa bile ben gelecekten umutsuz değilim.
Şuna inanıyorum. İnsanlık bu bunalımı aşacak. Yeni bir insan… Yeni bir anlayış… Yeni bir dünya kurulacak… Tarihsel akışın düzgün bir akış olacağını söylemiyorum.
Diyalektik, umuttur. Diyalektik akışlar tarihe yön verecek. Bu tarihsel akışta kapitalizm… Kapitalizmin türevlerinin şansı yoktur. Dünya… Uygarlık bir avuç kapitalist için değil, insan için kurulacak.”[169]
Tıpkı Anatole France’ın, “Hayal kurmak her şeydir”; Thomas Fuller’in, “Her şey kolay olmadan önce zordur”; Napoleon Hill’in, “Kendisi vazgeçene kadar hiç kimse mağlup edilemez,” uyarılarındaki üzere…
VII. AYRIM: ÇÖZÜM = ÖRGÜT(LENME) + MÜCADELE
“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yapar, ancak bunu serbestçe, kendi belirledikleri koşullar altında değil, ama daha önce var olan, verili ve geçmişten aktarılan koşullar altında yaparlar,”[170] gerçeği ışığında -elbette- çözüm ihtiyacı büyürken yanıt yine net ve Markus Zusak’ın deyişiyle, “Orada duruyor, birinin bir şeyler yapmasını bekliyordum; ama sonunda beklediğim kişinin kendim olduğunu anlamıştım…”
Max Horkheimer’ın, “İtiraz edilemeyecek bir şeyin başına hiçbir şey gelmez”; Napoleon Hill’in, “İnsanlığın en büyük zayıflıklarından biri ‘imkânsız’ kelimesinin sıklığıdır,” saptamalarından hareketle çözüm “kapitalizme içkin imkânsız”(!)[171] söylemine itibar etmeyen itirazdan geçiyor…
Tarihsel bir yol ayrımında olduğumuz, dünyanın (pozitif ya da negatif) topyekûn bir değişimin arifesinde olduğu, köklü-önlenemez yıkımların ufukta belirirken; somut, yaratıcı ve sonuç alıcı pratik ve perspektiflere ihtiyaç büyüktür.
Tam da burada Albert Camus’nün ‘Veba’ yapıtındaki “Artık bireysel kader yok, kolektif bir tarih var ve onun adı Veba… Umudu kaybetmek mi daha kötü? Yoksa umutsuzluğu kabullenip ona alışmak mı?… Herkes savaşıyor – herkes kendi usulünce. En büyük korkaklık diz çökmektir,” uyarısını unutmadan; yaşanan duruma sadece tehlike odağından bakmak; coronayı bir sağlık sorunu üzerinden tehdit olarak görme anlayışını acilen terk etmeliyiz.
Evet süreç bir tehlikedir; aynı zamanda da bir imkân! Sürecin sunduğu tehdit kadar devrimci olanakları da yok sayamayız/ saymamalıyız.
Covid-19’un yol açtığı kaotik atmosferde, devlete yönelik taleplerimiz olmalı ve bunlar talep edilmeli. Ancak devletin sınıf niteliğini unutmayıp; zorlayıcı gücün halka değil, sermayeye yönel(til)mesi kaydıyla…
Toplumun özgürleşmesi, sömürü biçimlerinden kurtulması ile sağlıklı olması arasında doğrudan bir ilişki var. Virüsle etkin biçimde başa çıkabilmek, kapitalizme yüklenilmesi gerekirken; “Kapitalizm işlemiyor, maşası devlet de…” gerçeğini (ve Küba örneğini[172]) öne çıkar(t)malıyız. Kapitalist yıkım ve açgözlülüğü propagandamızın merkezine koymalıyız.
Var olan kaynaklar herkese yeterli. Sorun bölüşümle ilgili. Kapitalizmi sorgulamak, onu terk etmek, yeni uygarlık kurmak “olmazsa olmaz”.
İnsan(lık)ın açlıktan ya da coronadan ölmesini gerektirecek yoksunluktan/ yetmezlikten söz edilemez. Aksine bolluk varken; açığın, acının, felaketin nedeni kapitalizm; Noam Chomsky’nin, “Bu krizi atlatabilmemiz için yegâne umudumuz: Halkın kendi kaderini ele geçirmesi. Eğer bu gerçekleşmezse o zaman bittik, kaderimizi sosyopat şaklabanlara bırakırsak mahvolduk demek. Ve bu yaklaşıyor,”[173] uyarısındaki üzere…
“Sosyopat şaklabanlar”a, sistemlerine “Hayır” denilebilmesi için kolektif proletaryanın gücü fark edip; kapitalizmin ona biçtiği “kurban” rolünü reddetmesi gerekiyor ki, bu da devrimci praksisi “olmazsa olmaz” kılıyor.
VII.1) DEVRİMCİ PRAKSİS
Albert Einstein’ın, “Eğer gerçeği açıklamak istiyorsan, zarafeti terziye bırak,” uyarısıyla betimlenmesi de mümkün olan devrimci praksis; Napoleon Hill’in, “Beklemeyin olduğunuz yerden başlayın, sahip olduğunuz araçlar ne ise onlarla başlayın. Daha iyi araçları ilerledikçe bulursunuz,” saptamasındaki ikircimsizliktir.
Ayağa kalkıp, tiranlık sancağının taşıyıcılarına meydan okumak ezilenlerin en büyük onurudur. Tiranları canavarlıklarını ifşa etmek, ezilenlerin tarihi kadar eski(meyen) bir hakikâttir.
Bu kadar da değil: “Herkes mücadele ettiği şeyin büyüklüğü kadar büyük”ken;[174] ekler Sylvia Plath: “Bir bedeli var, çok büyük bir bedeli var: Bir sözün veya bir dokunuşun…”[175]
Devrimci praksisin böyle olduğu unutulmadan; herkesin kapitalizmi sorguladığı günlerden geçtiğimizin ayırtına varmalıyız.
Pandeminin sürdürülemez kapitalist ekolojik yıkım ve sistemin savaş, kriz, açlık gibi çelişkileriyle bağı net biçimde karşımızdayken; ve ezilenlerin sistem karşıtlığının zemini açığa çıkarken; bugüne kadar kimlik politikaları eşliğinde kapitalizmle bağı koparılan soru(n)lar yeniden sınıfsal bir gerçek olarak insan(lık)ın acil gündem maddesi…
Corono salgını bütün dünyada sadece işbaşındaki hükümetlerin değil; 1980 sonrası uygulanan neo-liberal politikalar şahsında sistem olarak kapitalizmin sorgulanmasını da içeren, daha doğrusu bu yönde ilerletilip derinleşmeye müsait bir düşünsel sarsıntı yarattığı zeminde kriz safları netleşiyor ve daha da netleştirecekken; “Covid-19’un getirdiği yüklerin de orantısız bir biçimde işçi sınıfına ve yoksul kesimlere düşeceğini öngörmek mümkündür.”[176]
Pepe Mujica’nın ifadesiyle, “Kapitalizmin sonunu Covid-19 getirmeyecek. Kapitalizmin sonu yalnızca onu yaratmış olan insanların örgütlü isteği ile gelebilir. Her şeye hükmeden serbest piyasa tanrısı bizim zamanımızın fanatik bir dini. Bunu durduracak olan şeyin Covid-19 olduğuna inanmıyorum. Tersine çevrilebilir bir durum mu bilmiyorum. Ancak öyle olana kadar mücadele etmemiz gerektiriyor.”[177]
Çünkü virüs salgını tüm dünyayı sararken, emekçi kitlelerin salgına karşı mücadelesi kapitalistlere karşı bir sınıf mücadelesi hâlini aldı. İşçi sınıfı dünyanın her yerinde, kârlarını korumak derdindeki patronlara karşı hayatta kalma mücadelesi veriyor, sağlıklı koşullarda çalışma hakkını da gerektiğinde ücretli izin hakkını da eylemlerle, grevlerle alıyor. Kapitalist ekonomi dünya çapında baş aşağı giderken, Coronavirüs salgını ile birlikte sermaye tüm dünyada işçi sınıfına kölelik koşullarını dayatırken, buna karşı verilen mücadeleler ülkeden ülkeye yayılıyor. Birbirine esin ve güç kaynağı oluyor, dünya çapında eş zamanlı bir sınıf hareketi dinamiği yaratıyorken, dahası da var ve olacak…
Hatırlanacağı üzere ‘Carnegie’nin araştırmasına göre, 2017’den coronavirüs krizinin hemen öncesindeki sürece kadar, dünya çapında 100 ayrı hükümet karşıtı protesto dalgası gerçekleşmiş. Bunları Sarı Yelekliler örneğinde görüldüğü gibi gelişmiş Kuzey toplumlarda da, Sudan gibi daha Güney ülkelerinde de görmek mümkün. Ve bu ayaklanmaların yaklaşık yüzde 20’si siyasi liderleri devirmeyi başarmış.
‘Bloomberg’den Andreas Kluth, bugünlerde sokağa çıkma yasaklarıyla olası protestoların önünü kesmiş olduğunu hatırlatırken; kapalı kapıların ardında büyük travmaların ve trajedilerin birikmekte olduğunu; bunların da sonunda bir patlamaya yol açacağına dikkat çekiyor.
Corona salgınının hem ülkeler arası hem de ülkeler içi eşitsizliklere büyüteç tuttuğunu ifade eden Kluth, yoksulların hem sosyal mesafelenme imkânına sahip olmadığını, hem de birikimleri olmadığı için sağlık hizmetlerine diğerleri kadar kolay erişemediğini aktarıyor. Salgın, ABD’nin sıkışık, stresli ve umutsuz mahallelerini daha kolay vuruyor. Birçok yerde siyahların ölüm oranı beyazlara göre çok daha yüksek.
Uluslararası Emek Örgütü’nün verilerine göre, salgın nedeniyle 195 milyon kişi işini kaybedecek. 1.25 milyar insanın geliri radikal bir şekilde düşecek.
‘Bloomberg’ yazarı, bu bağlamda, krizin ardından her şeyin eskisi gibi devam edeceğini düşünmenin naiflik olacağını dile getirip, öfke ve huzursuzluğun yeni kanalları açacağını söylüyor.[178]
Bu tabloda yerküreye yeni dizaynını vermek isteyen egemenler, topluma korku yayarak onu teslim almaya çalışıyor. Halkın dayanışmasını kırmaya çalışıyorlar.
Söz konusu korkuya teslim olunmayıp, aşılması vazgeçilemezken; korkunun akılları ve ruhları teslim alması müthiş bir tehdittir. Üstelik “öncülük” iddiasındakileri de teslim alması, sadece kötü değil, aynı zamanda tehlikeli ve zararlıdır.
Şimdilerde yerküre büyük bir kaos içinde; ve korkunun panzehiri cesarettir!
Kapitalizm insanlığa felaketten başka bir şey sunmuyor ve alternatifi olan tek bir sistem var; sosyalizm. Sadece sağlık sistemlerini kıyaslayarak Küba’ya, Kübalı doktorların dünyaya yaydığı umuda bakalım. Sağlık sisteminin kâr amacıyla değil, herkesin yararına düzenlenebilmesi mümkün. Gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırıldığı, işçinin, kadının, emeklinin hakkının korunduğu bir sistem mümkün. Bugün dünyanın sosyalizme ihtiyacı var. Sonuçta coronavirüs salgını sınıf savaşını bir başka düzeye taşıdı ve sermaye sınıfı kendi çıkarları için, emekçiler, ezilenler hayatta kalmak için mücadele ediyor…
Talepler, politikalar, programlar, önlemler dünyaya hangi sınıf konumundan hangi gözle baktığınıza göre değişiyor. Tam da “sosyalizm” çağrısının bir ütopya olarak hakir görüldüğü değil, yaşamak için tek gerçek çözüm olduğu bir dünya bu. Mesele sosyalizm için mücadelenin salgın koşullarında devrimci biçimlerini bulabilmek…
İşçi sınıfının en veciz sloganlarından biri olan “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz” nasıl da bu dönemin ruhunu taşıyor. Salgından devrim çıkar mı? Ezberlerimiz yetmeyecektir ama yarını kurmak için bugünden yapılması gereken çok şey var.[179]
O hâlde nasıl ki, sömürü mekanizmasının sürdürülmesi için oluşturulan toplumsal ilişkiler bütünü işçi sınıfını burjuvazi ile aynı gemi içine taşımıyor ve en şiddetli mücadeleleri gerektiriyorsa!
Nasıl ki, ekolojik yıkıma karşı mücadele bizi “aynı gemideyiz” söylemine esir edemiyorsa!
Virüsler aracılığıyla gerçekleştirilmek istenen biyopolitikalar da bize, aynı gemide olmayı değil, bu hâkimiyetten sıyrılabilmek için en şiddetli sınıf mücadelesini dayatmaktadır.
Bakın, Lübnan’ın Trablusşam bölgesinde halk, yeni coronavirüs salgını nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma yasağını deldi. İşçi yoğunluklu ve yoksul mahallelerden Cebel Muhsin, Bab el-Tebbane ve Nehr Ebu Ali’de yüzlerce kişi “Yemek istiyoruz, açız. Bizi kapatmayın, bize yemek verin!” sloganlarıyla sokaklara indi[180] …
Gerçekten de Karl Marx’ın “Zincirlerinden başka kaybedecek birşeyleri olmayan” dediği proleterler! Ölümden mi korkacaklar? Hayır, onlar zaten kapitalizmin gözden çıkarttığı, yaşayan ölülerdir!
Onlar yoksul ve sefil insanlardır; yaraları hep kanayan ezilen sınıflardır; savaşta korkunç biçimde katledilmiş askerlerdir; katliama uğramış, açlıkla terbiye edilmiş yığınlardır…
Başkaldırıdan başka seçenekleri de yoktur!
VII.2) KAMUCULUĞUN ÖTESİNE
İnkâr edecek değiliz: Bugün geçmişe göre hayli farklı bir durumla karşı karşıyayız…
Ancak bu esasa müteallik değilken; söz konusu farklılık ezilenleri “pandemi nesnesi” olarak sunup, siyaseti vicdan üzerinden kurmak ya da hümanist genellemelere sarılmak ol(a)maz, olmamalıdır da.
İşçi sınıfından kopmuş, kent merkezlerine sıkışmış, evlerine kapanmış orta sınıf solunun yaptığı buyken; bunun bir açmaz olduğunun altını ısrarla çizelim!
Corona günlerinin sert koşullarında sınıf savaşımı yeni biçimler alarak devam ediyor; salgın çok şeyi açığa çıkardı; daha da çıkaracak.
Mesela Prof. Dr. Aykut Lenger, “Salgının zaten zayıflamış bulunan postmodern dönemi kesin olarak sona erdirebileceği”nden[181] söz ederken; M. Hardt ve A. Negri’nin, “Çağdaş bir İmparatorluk” “iddiaları”nın[182] tabutuna son çiviyi çakan da Covid-19 oluyor.
Ayrıca “yurttaş” söylemi aslına rücu edip, işçi olarak anılıyor; “sivil toplum” genellemeleri yerini sınıfa terk ediyor.
“Virüs sınıf ayrımı yapmıyor” intibaı çökerken; kapitalizmin ekonomi-politik gerçeği coronayı, apaçık bir işçi ve emekli katliamına dönüştürüyor.
Bu noktada, “devletin yeterli önlemleri almadığı”, “kamu/sağlık fonlarının yetersiz olduğu” türünden eleştiriler, son derece yetersizdir. Hiçbir kapitalist devlet, sağlık sorunu karşısında “yeterli önlemi” almaz/ alamaz.
Hâlâ bilmeyen var mı? Kapitalizmin işleyiş yasaları, krizi, çürümesi coronanın böylesi bir felakete dönüşmesinin hem nedenini, hem de zeminini oluşturmuşken; itiraz, öfke ve eleştirilerin hedefine kapitalist üretim/ iktidar konulmalıdır.
Emil Michel Cioran’ın, “Her şey olma duygusu ve hiçbir şey olmamanın gerçekliği,” biçiminde ifade ettiği öznesizlikten malûl “komplo teorileri”yle[183] ya da bugünlerin revaçtaki sloganı: “Kamulaştırma”, önüne bir sıfat eklemeden herhangi bir değer ifade etmezken; “Sağlıkta Kamulaştırma”, eğer başında sosyalist sıfatı yoksa nafile bir devletçilikten başka bir şey ol(a)maz.
Evet, salgın ve ona karşı alınan önlemler her ülkede devleti ve devletçiliği güçlendiriyor, güçlenmesine de; buna rağmen Korkut Boratav hocanın, “İkinci Dünya Savaşı sonrası gibi ‘Altın Çağ’a dönmeye ihtiyacımız var”;[184] Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir’in, “Çağın vebasının yarattığı yıkımdan kurtuluşun tek reçetesi var: Sosyal devlet!”[185] saptamasına katılmak mümkün değildir.
Çünkü yıllardır ideolojik olarak bocalayan neo-liberalizm, küresel salgınla birlikte artık bir kırılma noktasına gelince; kamu kuruluşlarını yağmalayan ÇUŞ’lar kendi kriziyle baş edemeyince, dönüp dolaşıp yine güvenli liman olan devlete sığındı.
Söz konusu kapitalist devletçilik yaygarası “ulusal solcu”lara, “Corona salgını, ekonomi politikaları yönünden tüm dünyayı değiştirecek. Kamusal önlemler birer birer geliyor. Milli Mücadele sonrasında genç Türkiye Cumhuriyeti bu sınavı başarıyla geçmişti… Bütün devletler ekonomik ve mali alanlara daha etkin “müdahale” etmek zorunda kalacaklardır… Corona olayı kapitalist dünyanın zaaflarını ortaya koydu. Kamucu ekonomik müdahaleler daha da etkin olarak sürecektir,”[186] dedirtse de; aslolan, virüs dönemi sonrasının mücadelesini “sosyal devlet”(!?) talebiyle sınırlamadan, kamuculuğun ötesine geçebilmektir. Çünkü unutulmasın, kapitalist sistemde “devletçilik”, başı sıkışan “liberalizm”in can simididir. “Kriz”ini atlattıktan sonra onu yeniden çöpe atmak üzere…
Jodie Foster’ın, “Normal özenilecek bir şey değil, uzaklaşılması gereken bir şeydir,” uyarısı eşliğinde kulaklar(ımız)a küpe edilmelidir: Salgınlar önemli sosyal dönüşümleri sağlayabilir; ama gerekli olan bu yönde bir arzunun toplumda zaten birikmiş olmasıdır ve biz de tam böyle bir dönemi yaşıyoruz.
VIII. AYRIM: HASTALIĞIN KENDİSİDİR KAPİTALİZM!
Almanya’da yayınlan ‘Wirtschaftswoche/ Ekonomi Haftası’ pandemi günlerinde Karl Marx’ı “O geri döndü” başlığıyla kapağına taşıdı… Bu başlık aslında bir korkunun da ifadesidir.[187]
Siz siz olun; sakın egemenlerin korkmadığını, “çok güçlü” olduğunu zannetmeyin…
Pandemi, anti-kapitalistlerin elini güçlendirirken; neo-liberal düzenden yüzyıllardır nemalanan kan emicilerin korkusu da büyüyor.
Pandemi sonrası yerkürede nasıl ve hangi değişimler ortaya çıkabilir? İnsan(lık)ın hâli nice olacaktır? Bu soru(n)ların yanıtı, ezilenlerin sürdürülemez kapitalist sisteme karşı alacakları tavra bağlı; Antonio Gramsci’nin formülü ile, “Aklın kötümserliğine karşı iradenin iyimserliği” zamanlarındayız.[188]
Şimdi “Dünya çılgın bir seyir aldığına göre, biz de, dünyaya ilişkin çılgın bir bakış açısı edinmeliyiz,” diyen Jean Baudrillard’ı anlayıp; “normal” veya “olağan”a sırt dönmek gerek…
Sonra da Friedrich Hegel’in, “Doğum saati, ölüm saatidir, çünkü yok olmak var olmakta tohumlanmıştır. Bu nedenle varlık bilinci özünde yokluk bilincidir,” saptaması pandemik “geçiş dönemi”ni kavramakta ana halkayken; Max Stirner’in, “İnsanlar uzun süre hakikâte sahip olduklarını sayıklamakla yetindiler, oysa hakikâte sahip olabilmek için önce, kendilerinin hakiki olmalarının gerekip gerekmediğini ciddi olarak düşünmediler,” uyarısındaki üzere hayata dokunan, onun içinde yer alan hakikâtler olunmalı…
Bu çerçevede Komutan Yardımcısı Marcos’un, “Yukarıda ne olduğu bizi hiç ilgilendirmiyor. Dert ettiğimiz, aşağıdan yükselecek olandır. Bu başkaldırıyı hayata geçirdiğimiz zaman, bütün politikacılar sınıfını defedeceğiz, kendilerini parlamenter solcu diye adlandıranlar dahil,” tutumu içselleştirilmesi gerekendir.
Tam da bunun için A. J. Muste’nin, “Şiddete dayalı bir dünyada kişi barışçı olmadan önce devrimci olmalıdır”…
Nelson Mandela’nın, “Kişinin inandığı hayatı yaşama hakkı elinden alındığında, bir kanundışı olmaktan başka seçeneği kalmaz”…
Leonardo da Vinci’nin, “Kötülüğü cezalandırmayan, yapılmasını emreden gibidir”…
Paulo Coelho’nun, “Tekne limanda güvendedir. Ama teknenin amacı bu değildir”…
Halil Cibran’ın, “Baskıya başkaldırmayan kişi kendine karşı adaletsizdir”…
Jose Rizal’ın, “Kölenin olmadığı yerde tiran da olmaz”…
İskoç İsyancı “Cesur Yürek” William Wallace’ın, “Herkes ölür. Ama herkes gerçekten yaşamaz”…
Emiliano Zapata’nın, “Halk için adalet yoksa, hükümet için barış olmamalıdır”…
Samuel Adams’ın, “İnsanların aklında özgürlük yangınını tutuşturmak için çoğunluğun başat olması değil, öfkeli ve yorulmak bilmez bir azınlık gerekir”…
Albert Einstein’ın, “Genelde insanlığın durumu, hak ettiği olacaktır”…
Charlie Chaplin’in, “Son insan ölene kadar özgürlük asla yok olmayacaktır… İnsanlar ölür hürriyet ölmez!” aforizmaları ile Eduardo Galeano’nun diyalogu anımsanmalı:
“Ütopya ‘ufuk’a benzer.
– Sen iki adım atarsın, ufuk sanki on adım uzaklaşır.
– O zaman ne işe yarar ütopya, diye sormuşlar, cevap vermiş:
– İlerlemeye…”
N O T L A R
[1] Kaldıraç, No:226, Mayıs 2020…
[2] Halil Cibran.
[3] C. J. Polychroniou, “Chomsky: Coronavirüsten Kurtulmak İçin Farklı Bir Dünya Hayal Etmeliyiz”, 13 Nisan 2020… https://www.a3haber.com/2020/04/13/chomsky-ve-pollin-koronavirusten-kurtulmak-icin-farkli-bir-dunya-hayal-etmeliyiz/
[4] “Chomsky: Bu Süreçten Sonra Önümüzde İki Seçenek Var”, 5 Nisan 2020… https://artigercek.com/haberler/chomsky-onumuzde-iki-secenek-var
[5] “Noam Chomsky: Coronavirüsün İyi Yanı, Belki De İnsanları Nasıl Bir Dünya İstediğimiz Konusunda Düşünmeye İtmesi Olacak”, 2 Nisan 2020… https://medyascope.tv/2020/04/02/noam-chomsky-coronavirusun-iyi-yani-belki-de-insanlari-nasil-bir-dunya-istedigimiz-konusunda-dusunmeye-itmesi-olacak/
[6] Özlem Yüzak, “… ‘Artık Normale Dönelim’ İstiyoruz… Peki, Normal Ne?”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2020, s.9.
[7] İpek Özbey, “Prof. Yumul: Kırılma Anındayız”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2020, s.14.
[8] Ingeborg Bachmann, Toplu Şiirler, Çev: Ahmet Cemal, Yapı Kredi Yay., 1995, s.53.
[9] Gabriel García Márquez, Kolera Günlerinde Aşk, Çev: Şadan Karadeniz, Can Yay., 1997.
[10] Thomas Mann, Venedik’te Ölüm, Çev: Behçet Necatigil, Can Yay., 2007.
[11] José Saramago, Körlük, Çev: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yay., 1995.
[12] Daniel Defoe, Veba Yılı Günlüğü, Çev: İris Kantemir, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2. Baskı, 2018.
[13] Jack London, Kızıl Veba, Çev: Büşra Balcan, Zeplin Yay., 2018.
[14] Michael Grant, Veba – Bir Yoklar Romanı 4, Çev: Engin Karadeniz, Artemis Yay., 2012.
[15] Stephan King, Mahşer, Çev: Canan Kim, Altın Kitaplar, 6. Baskı, 2018.
[16] Onur Gürleyen, Hastalık, Nota Bene Yay., 2018.
[17] Erin Bowman, Salgın, Çev: Sefa Emre İlikli, Epsilon Yayınevi, 2020.
[18] Reşat Nuri Güntekin, Salgın ve Madalyonun Ters Tarafı/ Reşat Nuri Güntekin Bütün Eserleri:25, İnkılap Kitabevi, 2. Baskı, 2010.
[19] Irwin W. Sherman, Dünyamızı Değiştiren On iki Hastalık, Mine Anğ Küçüker-Emel Tümbay, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 5. Baskı, 2019.
[20] Hikmet Özdemir, Salgın Hastalıklardan Ölümler: 1914-1918, Türk Tarih Kurumu Yay., 2010.
[21] Ahmet Uçar, Osmanlı’da Salgın Hastalıklarla Mücadele, Çamlıca Yay., 2015.
[22] Burcu Kurt-İsmail Yaşayanlar, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Salgın Hastalıklar ve Kamu Sağlığı, Tarih Vakfı Yurt Yay., 2017.
[23] Albert Camus, Veba, Çev: Nedret Tanyolaç Öztokat, Can Yay., 2013, s.45.
[24] yage, s.45.
[25] yage, s.40.
[26] yage, s.183.
[27] yage, s.121.
[28] yage, s.15.
[29] yage, s.46.
[30] yage, s.79.
[31] yage, s.276.
[32] yage, s.182.
[33] yage, s.287.
[34] yage, s.95.
[35] yage, s.295.
[36] Ercüment Akdeniz, “Veba’dan Corona Günlerine Notlar”, 30 Mart 2020… https://sendika63.org/2020/03/vebadan-corona-gunlerine-notlar-ercument-akdeniz-evrensel-581975/
[37] Thomas Mann, Venedik’te Ölüm, çev: Behçet Necatigil, Can Yay., 2007.
[38] İtalya’dan sonra Avrupa’da salgından en çok etkilenen ülke İspanya’da, tıklım tıklım dolu “tapas/meze barları” düne kadar açıktı. İngiltere’de Kraliçe, oğlu Charles Covid-19’a yakalanana dek “Ben programımı değiştirmem!” mesajları verdi. Kendisi corona olan Johnson, “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” anlamındaki “sürü bağışıklığını” savunuyordu.
Macron beri yandan insanların sinek gibi düştüğü bu ortamda seçim yapmaktan imtina etmedi. “Gripten daha çok insan ölüyor” ekolünün biricik temsilcisi Trump ise hâlâ “ABD ekonomisini kapatmam!” diye ısrar etmekte. (Nilgün Cerrahoğlu, “Salgının Pençesinde”, Cumhuriyet, 30 Mart 2020, s.7.)
[39] Thomas Mann, Venedik’te Ölüm, çev: Behçet Necatigil, Can Yay., 2007.
[40] Hilal Köse, “Taner Timur: Yeni Bir Dönem Başlıyor”, Cumhuriyet Pazar, 5 Nisan 2020, s.5.
[41] Paul Baran-Paul Marlor Sweezy, Tekelci Sermaye, çev: Filiz Onaran, Doğan Kitapevi, 1970.
[42] John Bellamy Foster, Neo-Liberalizm ve Kriz, çev: Çiğdem Çidamlı, Kalkedon Yay., 2008
[43] İbrahim Ekinci, “Silaha 2 Trilyon Dolar Var, Ventilatöre Para Yok”, 3 Nisan 2020… https://artigercek.com/yazarlar/ibrahim_ekinci/silaha-2-trilyon-dolar-var-ventilatore-para-yok
[44] David North, “İşçi Sınıfı, Sosyalizm ve Salgınla Mücadele”, 1 Nisan 2020… https://www.sosyalistesitlik.org/isci-sinifi-sosyalizm-ve-salginla-mucadele/
[45] Metin Çulhaoğlu, “Fütüroloji Değil En Yakın Olasılıklar”, 28 Mart 2020… https://ilerihaber.org/yazar/futuroloji-degil-en-yakin-olasiliklar-111033.html
[46] Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin Ve Devletin Kökeni, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1967.
[47] “Sosyal formasyon”, üretim tarzından farklı olarak, siyaset (devlet), ülke, sınıf şekillenmeleri ve ideoloji kavramlarıyla tanımlanan yapıntıları ve ilişkileri de içerir. Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu sosyal formasyonların, merkezi (tanımlayıcı) ilişkisi (emek ve sermaye), ırk, etnisite, milliyet, cinsiyet kavramlarıyla tanımlanan ilişkilerle birlikte bulunur. Toplumun siyasi ve ekonomik yaşamı, salt merkezi ilişkiye indirgenerek, diğer ilişkilerden kaynaklanan adalete ilişkin sorunları yok sayılarak anlaşılamaz. (Ergin Yıldızoğlu, “Hem [G]erçeği Hem de Merceği”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2020, s.11.)
[48] “Dünyada bir tane dahi çocuk mutsuz olduğu sürece, büyük icatlar ve ilerlemeler yoktur.” (Albert Einstein.)
[49] Mazhar Özsaruhan, “Sermaye Devleti ve Pandemi”, 2 Nisan 2020… https://noktahaberyorum.com/sermaye-devleti-ve-pandemi-mazhar-ozsaruhan.html
[50] Orhan Özkaya, “Sermayenin Paniği”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2020, s.2.
[51] Jean Ziegler, “Dünyayı İyileştirmek”, 29 Mart 2020… https://dunyalilar.org/dunyayi-iyilestirmek.html/
[52] Erinç Yeldan, “… ‘Eski Normale’ Dönmek Asla”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2020, s.9.
[53] Serdar Derventli, “… ‘Buhran Geliyor’ Diyen IMF’nin Gözü Yoksul Ülkelerde”, 16 Nisan 2020… https://www.evrensel.net/haber/402361/buhran-geliyor-diyen-imfnin-gozu-yoksul-ulkelerde
[54] Rob Urie, “Virüs ve Kapitalizm”, 7 Nisan 2020… https://sendika63.org/2020/04/virus-ve-kapitalizm-rob-urie-583235/
[55] “IMF: Piyasalara Benzeri Görülmemiş Bir ‘Darbe’…”, Cumhuriyet, 14 Nisan 2020… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/imf-piyasalara-benzeri-gorulmemis-bir-darbe-1733102
[56] “IMF Başkanı: Büyük Buhran’dan Beri En Kötü Ekonomik Daralmayı Bekliyoruz”, 10 Nisan 2020… http://direnisteyiz27.org/imf-baskani-georgieva-buyuk-buhrandan-bu-yana-en-kotu-ekonomik-daralmayi-bekliyoruz/
[57] Henry Kissenger, “Coronavirüs Pandemisi Dünya Düzenini Ebediyen Değiştirecek”, 12 Nisan 2020… https://www.independentturkish.com/node/162441
[58] Ergin Yıldızoğlu, “Felaketler, Psikopatlar, Komedyenler…”, Cumhuriyet, 25 Nisan 2019, s.11.
[59] “Chomsky: Bu Süreçten Sonra Önümüzde İki Seçenek Var”, 5 Nisan 2020… https://artigercek.com/haberler/chomsky-onumuzde-iki-secenek-var
[60] Prof. Dr. Guy Standing de, “1930’lardaki gibi otoriter tiranlara hızlı bir geçiş gerçekleştireceğiz. Coronavirüs salgını bu tehlikeyi çok daha büyük hâle getirir,” diyor. (İpek Özbey, “Guy Standing: 1930’ların Tiranlığına Dönüş”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2020, s.9.)
[61] Barış Doster, “Balon, Virüsle Patladı: Büyük İflas Dalgası Yolda”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2020, s.11.
[62] Erinç Yeldan, “Neo-Liberalizmin Ürünü Covid-19 ve Ne Yapmalı?”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2020, s.11.
[63] https://www.ft.com/content/f5ebabd4-6dad-11ea-89df-41bea055720b
[64] https://www.nytimes.com/2020/03/28/world/asia/coronavirus-china-youth.html
[65] Eric Hobsbawm, Kısa XX. Yüzyıl: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Yavuz Aloğan, Everest Yay., 2006.
[66] Volkan Akyıldırım, “Kapitalizm ‘Büyük Buhran’a Sürükleniyor”, 10 Nisan 2020… https://marksist.org/icerik/Isci/13759/Kapitalizm-Buyuk-Buhrana-surukleniyor
[67] “ILO: 195 Milyon İşçi Tehlikede”, Cumhuriyet, 9 Nisan 2020, s.9.
[68] Hemen her ülkede kadın emekçiler, erkek nüfusa oranla daha yoğun olarak yarı-zamanlı ya da ücretsiz aile işçiliği biçiminde işgücü piyasasında yer almakta. ILO verileri, dünya ortalaması olarak yarı-zamanlı işgücü piyasalarında kadın emekçilerin payını yüzde 57 olarak veriyor. Yarı-zamanlı ve enformel (esnek) işgücü biçimlerinin doğal yansıması olarak, kadınlar çoğunlukla sosyal güvencesiz ve düzensiz çalışma koşullarında çalışıyorlar. Enformel kadın emeği Latin Amerika’da yüzde 54’e, Sahra-altı Afrika’da yüzde 74’e, Güney Asya ülkelerinde ise yüzde 80’e ulaşıyor. (Erinç Yeldan, “Coronavirüs Eşitsizlik Üzerinden Besleniyor”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2020, s.9.)
[69] 1929’da 4 bin banka batmış, 50 milyon kişi işini kaybetmişti. Toplam üretim yüzde 42, dünya ticareti yüzde 65 azalmıştı. Dünya’nın 1929’da yaşadığı büyük kriz İkinci Dünya savaşının yol açtığı ekonomik canlanmayla kurtulmuştu.
[70] Immanuel Wallerstein, Dünya Sistemleri Analizi Bir Giriş, çev: BGST Yay., 2011.
[71] “Devrimciler Konuşuyor – Yeşil Sol Parti”, 9 Nisan 2020… https://umutgazetesi16.org/arsivler/27656
[72] Ahmet Kanbal, “Aytaç: Devrimci Öznenin Olmadığı Durumda Krizler Teslimiyet Durumu Yaratır”, 8 Nisan 2020… http://mezopotamyaajansi22.com/tum-haberler/content/view/92307
[73] Tuncay Birkan, “Corona’dan Sonra”, 31 Mart 2020… https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/03/31/coronadan-sonra/
[74] Renaud Lambert-Pierre Rimbert, “Bir Sonraki Kıyamete Kadar”, Le Monde Diplomatique Türkiye, No:3, 6 Nisan 2020, s.1-7.
[75] Rosa Luxemburg, Sermaye Birikimi, çev: Tayfun Ertan, Belge Yay., 2004.
[76] “Covid-19 krizi atlatılacaktır, ağır bedeller ödenecektir ve en ağır bedelleri özellikle yoksullar ödeyecektir. Solunum cihazlarının yetersizliği, küresel salgınla mücadelede en büyük engellerden biri. Kapitalist mantık buna müdahale ederek sorunun çözülmesinin önüne geçti.” (C. J. Polychroniou, “Noam Chomsky: Solunum Cihazı Eksikliği Kapitalizmin Zalimliğidir”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2020/04/08/chomsky-solunum-cihazi-eksikligi-kapitalizmin-zalimligidir/)
[77] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Büyük Savaş’ Yerine Covid-19 mu?”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2020, s.9.
[78] Sinan Çiftyürek, “Coronavirüsle Uzun Bir Maratona Hazır Olalım!-1”, 7 Nisan 2020… http://rojnameyanewroz2.com/coronavirus-sinan-ciftyurek-15296.html
[79] Elias Canetti, Körleşme, çev: Ahmet Cemal, Payel Yay., 1993.
[80] “BM: 2. Dünya Savaşı’ndan Beri En Zorlu Kriz”, 31 Mart 2020… https://www.milliyet.com.tr/dunya/bmden-korkutan-corona-virus-aciklamasi-2-dunya-savasindan-beri-en-zorlu-kriz-6178519
[81] “Oxfam: Covid-19 Salgınıyla Yarım Milyar Kişi Daha Yoksullaşabilir”, Cumhuriyet, 10 Nisan 2020, s.7.
[82] “Coronavirüs Krizi Sonrası 4 Milyar İnsan Yoksul, 1 Milyar İnsan ‘Aşırı Yoksul’ Kalabilir”, 10 Nisan 2020… http://direnisteyiz27.org/coronavirus-krizi-sonrasi-4-milyar-insan-yoksul-1-milyar-insan-asiri-yoksul-kalabilir/
[83] https://www.oxfam.org/en/press-releases/worlds-billionaires-have-more-wealth-46-billion-people
[84] “Maske Savaşları”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2020, s.7.
[85] Nilgün Cerrahoğlu, “Küreselleşmenin Enkazı”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2020, s.7.
[86] Nilgün Cerrahoğlu, “… ‘Siyah Kuğu’ Şoku”, Cumhuriyet, 26 Mart 2020, s.7.
[87] Nilgün Cerrahoğlu, “Corona Dayanışması”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2020, s.7.
[88] “Trump’tan Coronavirüs Açıklaması”, Cumhuriyet, 31 Mart 2020, s.7.
[89] Ayrıca ABD’nin Küba’ya gidecek solunum cihazlarının ulaşmasını engellemesi yanında; Çin’den Küba’ya gönderilen dayanışma malzemeleri abluka yüzünden Küba’ya ulaşamamıştı. (“ABD Küba’ya Solunum Cihazı Satışını Engelledi”, 15 Nisan 2020… http://direnisteyiz27.org/abd-kubaya-solunum-cihazi-satisini-engelledi/)
[90] Fikret Başkaya, “Coronavirusün Hatırlattıkları…”, 6 Nisan 2020… http://yeniyasamgazetesi1.com/koronavirusun-hatirlattiklari/
[91] “ABD’de Covid-19 Salgınında Siyahlar ve Latinlerde Ölüm Oranı Daha Yüksek”, 10 Nisan 2020… http://direnisteyiz27.org/abdde-covid-19-salgininda-siyahlar-ve-latinlerde-olum-orani-daha-yuksek/
[92] “FED: Üç Ay İçinde Yaklaşık 47 Milyon ABD’li İşsiz Kalabilir”, 31 Mart 2020… http://www.yenidemokrasi6.net/fed-uc-ay-icinde-yaklasik-47-milyon-abdli-issiz-kalabilir.html
[93] Özdeş Özbay, “ABD’de Kriz Kapıda: Trump Salgınla Baş Edemiyor”, 6 Nisan 2020… https://marksist.org/icerik/Dunya/13715/ABDde-kriz-kapida-Trump-salginla-bas-edemiyor
[94] Zülal Kalkandelen, “Yeni Düzende Kapitalizm Karşıtlarının Görevi”, Cumhuriyet, 29 Mart 2020, s.4.
[95] “ABD: Acil Servise ‘Sigortası Olmadığı İçin’ Alınmayan Genç Hayatını Kaybetti”, https://tr.sputniknews.com/coronavirus-salgini/202003291041706908
[96] “Federici’den Salgın Değerlendirmesi: Kapitalizm, Yeniden Üretim ve Karantina”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2020/04/18/federiciden-salgin-degerlendirmesi-kapitalizm-yeniden-uretim-ve-karantina/
[97] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Hak Edilmiş” Bir Felaket”, Cumhuriyet, 26 Mart 2020, s.11.
[98] Orhan Bursalı, “Maske Takmalı mıyız? Karantina Olmasaydı Milyonlarca İnsan Ölebilirdi!”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2020, s.6.
[99] “İngiltere’de Hemşireler Coronavirüse Yakalandı”, 9 Nisan 2020… https://sol.org.tr/haber/ingilterede-cop-torbalariyla-korunmaya-calisan-hemsireler-coronaviruse-yakalandi-1194
[100] “Göçmen Kampında Alarm”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2020, s.7.
[101] Haydar Sancar, “İsviçre’de Göçmen İşçilerin Ülkeyi Terk Etmeleri İsteniyor”, 8 Nisan 2020… https://www.evrensel.net/haber/401661/isvicrede-gocmen-iscilerin-ulkeyi-terk-etmeleri-isteniyor
[102] “Paris Belediye Başkan Yardımcısı: Ambülanslar Artık Yaşlıları Almak İçin Gelmiyor!”, 10 Nisan 2020… https://www.arti33.com/paris-belediye-baskan-yardimcisi-ambulanslar-artik-yaslilari-almak-icin-gelmiyor/
[103] “Lady Gaga: ‘Hepimiz Aynı Gemideyiz’ İfadesi Sahtekârca”, 10 Nisan 2020… https://marksist.org/icerik/Kultur/13762/Lady-Gaga-Hepimiz-ayni-gemideyiz-ifadesi-sahtekarca
[104] Cavit Işık Yavuz, “Küresel Tehlikeler Çağı”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2020, s.6.
[105] “2. Dünya Savaşı Sonrası En Ağır Kriz”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2020, s.7.
[106] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Budala, çev: Nihal Yalaza Taluy, Can Yay., 2004.
[107] Stefan Zweig, Bir Kadının Yaşamından 24 Saat – Bir Yüreğin Ölümü, çev: Gülperi Sert, Can Yay., 2017.
[108] “Chomsky: Coronavirüs Krizi Neo-Liberal Vahşilik”, 10 Nisan 2020… https://umutgazetesi16.org/arsivler/27707
[109] “Güney Afrika’nın En Yoksulları İçin Corona Krizi”, 4 Nisan 2020… https://marksist.org/icerik/Dunya/13706/Guney-Afrikanin-en-yoksullari-icin-corona-krizi
[110] Adnan Binyazar, “Toplumsal Bilinç”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2020, s.11.
[111] Erol Manisalı, “Dünya İlk Defa ‘Ortak Düşman’ Gördü!”, Cumhuriyet, 31 Mart 2020, s.11.
[112] Foti Benlisoy, “Virüs ve Kapitalist Gerçekçilik”, 4 Nisan 2020… https://www.birartibir.org/siyaset/655-virus-ve-kapitalist-gercekcilik
[113] Esra Kızılateş, “Küresel Kıyamet”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2020, s.2.
[114] George Orwell, Hayvan Çiftliği, çev: Celal Üster, Can Yay., 2001
[115] Arundhati Roy, 8 Nisan 2020… https://cagatayyavuz.blogspot.com/2020/04/arundhati-roy_8.html
[116] “Noam Chomsky: Solunum Cihazı Eksikliği Kapitalizmin Zalimliğidir”, 10 Nisan 2020… 10 Ekim 2020… http://nabizapp.com/jump.php?id=24123626
[117] Noam, “Chomsky: Coronavirüs Krizi Neo-Liberal Vahşilik”, 10 Nisan 2020… https://umutgazetesi16.org/arsivler/27707
[118] “Burjuvazi, savunmasız grevci işçilerin üzerine ayrım gözetmeksizin ateş açabiliyorsa; bunun sonucunun, eğlendiği restoranda patlayan bir bomba olabileceğini de hesaba katmalıdır.” (Emile Henry.)
[119] Mustafa Çakır, “İşçi Sefalete İtiliyor”, Cumhuriyet, 10 Nisan 2020, s.9.
[120] “CHP Genel Başkan Yardımcısı: Corona Değil Sistem Öldürür”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2020, s.2.
[121] Enver Aysever, “Virüsle Mücadele Sınıfsaldır!”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2020, s.8.
[122] Nilgün Cerrahoğlu, “Yaşlılara Yapılan Barbarlık”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2020, s.7.
[123] İpek Özbey, “Dr. Gülcan Özer: Direnmenin Kitabını Yazan Ahâli Yine Direnecek”, Cumhuriyet, 30 Mart 2020, s.9.
[124] “Baran Gürsel: “Salgın Ortamının Ruhsal Etkileri Sadece Bireysel Değil, Kolektif de Olabilir”, 5 Nisan 2020… https://elyazmalari.com/2020/04/05/baran-gursel-salgin-ortaminin-ruhsal-etkileri-sadece-bireysel-degil-kolektif-de-olabilir/
[125] Mehmet Y. Yılmaz, “Erdoğan’a Destek Artıyor Ama ‘Şimdilik’…”, 17 Nisan 2020… https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz/erdogan-a-destek-artiyor-ama-simdilik,26259
[126] Amin Maalouf, Uygarlıkların Batışı, çev: Ali Berktay, Yapı Kredi Yay., 2019.
[127] Susan Sontag, Metafor Olarak Hastalık, çev: Osman Akınhay, Can Yay., 2015.
[128] Ömer Turan, “Pandemi ve ‘Tekâlif-i Milliye Dayanışması’…”, 8 Nisan 2020… http://www.agos.com.tr/tr/yazi/23875/pandemi-ve-teklif-i-milliye-dayanismasi
[129] Elif Görgü, “Doç. Dr. Ceren Ergenç: Toplumsal Hareketlerin Salgın Sonrası Döneme Güçlenerek Gireceğini Düşünüyorum”, 8 Nisan 2020… https://www.evrensel.net/haber/401582/toplumsal-hareketlerin-salgin-sonrasi-doneme-guclenerek-girecegini-dusunuyorum
[130] “Irkçı Doktora Büyük Öfke”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2020, s.16.
[131] “Brezilya’da Bolsonaro ‘Kriz Bitene Kadar’ Yönetimi Orduya Devrediyor”, 4 Nisan 2020… http://www.yenidemokrasi6.net/brezilyada-bolsonaro-kriz-bitene-kadar-yonetimi-orduya-devrediyor.html
[132] Özlem Yüzak, “Virüs Belası Kadınların Başında Patladı”, Cumhuriyet, 10 Nisan 2020, s.9.
[133] Ergin Yıldızoğlu, “Bir Virüs Olarak Köşe Yazarı”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2020, s.9.
[134] Özdemir İnce, “Karantina Günleri”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2020, s.3.
[135] Gamze Bal, “Virüsten Değil Açlıktan Öleceğiz”, Cumhuriyet, 27 Mart 2020, s.9.
[136] Gamze Bal, “Tarım ‘65 Yaş’a Takıldı…”, Cumhuriyet, 31 Mart 2020, s.9.
[137] Mustafa Çakır, “Yurttaş Harcamayı Kesti”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2020, s.9.
[138] Şehriban Kıraç, “Coronanın Yükü Yurttaşa Kalacak”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2020, s.9.
[139] İrfan Aktan, “Türkiye’de Fiilen Sürü Bağışıklığına Gidiliyor”, 5 Nisan 2020… https://www.birartibir.org/siyaset/657-turkiye-de-fiilen-suru-bagisikligina-gidiliyor
[140] Dilek Güven, “Eşimin ateşi 39 dereceyken uzaktan bakarak ‘Hastaneye gelmeyin’ dediler. 4-5 gün hastane bulmak için uğraştık. SGK ve özel sağlık sigortamız olmasına rağmen 12 bin 500 TL para ödedik, paramız olmasaydı demek ki ölecektik,” dedi. (Sibel Bahçetepe-Hazal Ocak, “Corona Günlerinde Kâr”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2020, s.14.)
[141] Ergin Yıldızoğlu, “Rejim Ülkeyi Felakete Sürüklüyor”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2020, s.9.
[142] José Saramago, Körlük, çev: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yay., 1995.
[143]Anton Pavloviç Çehov, Altıncı Koğuş, çev: Yulva Muhurcişi, İş Bankası Kültür Yay., 2017.
[144] İpek Özbey, “Seren Selvin: ‘Güvencesizler’ En Önemli Siyasal Aktör Olabilir”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2020, s.7.
[145] Kemal Can, “Corona Teorileri”, 27 Mart 2020… https://sendika63.org/2020/03/korona-teorileri-kemal-can-birikim-581667/
[146] Filiz Zabcı, “… ‘Neyi Bilebilirim’ ve ‘Çöküş Senaryoları’…”, 12 Nisan 2020… https://noktahaberyorum.com/neyi-bilebilirim-ve-cokus-senaryolari-filiz-zabci.html#.XpQExsgzZPY
[147] Ahmet İnsel, “Coronavirüs Bazı Ezberleri Bozarken…”, 31 Mart 2020… https://www.birikimdergisi.com/haftalik/10003/coronavirus-bazi-ezberleri-bozarken
[148] Tunca Öğreten, “ABD’de Yaşayan Siyaset Stratejisti Cenk Sidar: Vahşi Kapitalizm Pandemiden Güçlenerek Çıkacak”, 12 Nisan 2020… https://www.demokrathaber.org/guncel/vahsi-kapitalizm-pandemiden-guclenerek-cikacak-h127194.html
[149] Geçerken aktaralım: “Kendimi herkesten akıllı saymamın tek nedeni, bitirmek şöyle dursun, yaşamım boyunca hiçbir şeye başlamamış olmamdır.” (Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Yeraltından Notlar, çev: Nihal Yalaza Talu, İş Bankası Kültür Yay., 2008.)
[150] Bugün “Coronadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” hipotezlerinden önce, çok büyük bir dikkatle idrak etmemiz gereken şey bu belki de: Zaten hiçbir şeyin ‘eskisi gibi bile olmadığı’ bir durumla karşı karşıya olduğumuzu alenen görüyoruz. Neo-liberal programın, işgücünün ucuzlatılması, esnek çalışmanın yaygınlaştırılması gibi tahayyülleri, 40 yıllık tırmanmanın ardından iki aylık bir sıçramayla zehirliyor toplumu. Bugünlerde Covid-19 salgını karşısında Türkiye yönetici sınıflarının aldığı (ve almadığı) bazı tedbirler karşısında, çoğu zaman naif bir iyi niyetle düştüğümüz dehşet, “bu kadar da olmaz ki” tepkileri; aslında yüzlerce yıllık bir temelden fışkıran böyle sert bir hakikati hatırlamamızı gerektiriyor belli ki. (Hakkı Özdal, “Zaten Hiçbir Şey ‘Eskisi Gibi’ Değil”, 17 Nisan, 2020… https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/04/17/zaten-hicbir-sey-eskisi-gibi-degil/)
[151] Max Horkheimer-Theodor W. Adorno, Aydınlanmanın Diyalektiği I, çev: Oğuz Özügül, Kabalcı Yayınevi., 1996.
[152] Ali Duran Topuz, “Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak, Beter Olacak”, 10 Nisan, 2020… https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/04/10/hicbir-sey-eskisi-gibi-olmayacak-beter-olacak/
[153] “Harari: Coronavirüs Sağlık Krizinden Ziyade Siyasi Bir Kriz”, 11 Nisan 2020… https://nupel.net/harari-coronavirus-saglik-krizinden-ziyade-siyasi-bir-kriz-84111h.html
[154] Tunca Öğreten, “ABD’de Yaşayan Uluslararası Ekonomi ve Siyaset Stratejisti Cenk Sidar: Vahşi Kapitalizm Pandemiden Güçlenerek Çıkacak”, 12 Nisan 2020… https://www.demokrathaber.org/guncel/vahsi-kapitalizm-pandemiden-guclenerek-cikacak-h127194.html
[155] Bülent Kılınç, “Bildiğimiz Dünyanın Sonu mu Geldi?”… https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2020/04/08/bildigimiz-dunyanin-sonu-mu-geldi/
[156] Nurettin Akçay, “Dijital Diktatörlük Çağına Giriyoruz…”, 10 Nisan 2020… https://dunyalilar.org/dijital-diktatorluk-cagina-giriyoruz.html/
[157] José Saramago, Körlük, çev: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yay., 1995.
[158] Gabriel García Márquez, Albaya Mektup Yok, çev: Handan Saraç, Can Yay., 2000.
[159] “Açık Radyo’dan Ömer Madra: Dünya Bir Daha Aynı Olmayacak”, 3 Nisan 2020… https://marksist.org/icerik/Doga/13694/Acik-Radyodan-Omer-Madra-Dunya-bir-daha-ayni-olmayacak
[160] Nabi Kırman, “Corona, Kriz ve Sol”, 5 Nisan 2020… https://sendika63.org/2020/04/corona-kriz-ve-sol-583020/
[161] Murat Çakır, “Fırsatlar Dönemi-Ama Kimin İçin?”, 4 Nisan 2020… http://yeniyasamgazetesi1.com/firsatlar-donemi-ama-kimin-icin/
[162] Özdemir İnce, “Virüs ve Özeleştiri”, Cumhuriyet, 29 Mart 2020, s.3.
[163] Buket Türkmen, “Kepengi İndiririz ama Boyun Eğmeyiz: Covid-19 İzolasyonunda Toplumsal Direniş”, 31 Mart 2020… https://www.birikimdergisi.com/guncel/10004/kepengi-indiririz-ama-boyun-egmeyiz-covid-19-izolasyonunda-toplumsal-direnis
[164] İpek Özbey, “Prof. Dr. Nilüfer Narlı: Yeni Kahramanlar Yükselecek”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2020, s.8.
[165] Ayfer G. Cambier, “Felaket Kapitalizmi Covid-19 Trajedisiyle Yeni Bir Kılıfa Bürünüyor”, 5 Nisan 2020… https://t24.com.tr/yazarlar/ayfer-g-cambier/felaket-kapitalizmi-covid-19-trajedisiyle-yeni-bir-kilifa-burunuyor,26111
[166] Tolga Güney, “Marksist Yazar Temel Demirer: Günümüzü En İyi Rosa Luxemburg’un Sözü Tanımlayabilir”, 2 Nisan 2020… http://mezopotamyaajansi22.com/tum-haberler/content/view/91558
[167] Ergin Yıldızoğlu, “Yarın Başka Bir Gündü”, Cumhuriyet, 9 Nisan 2020, s.9.
[168] Birgün 2 Şubat 2020.
[169] Cengiz Gündoğdu, “Diyalektik Akış”, 6 Nisan 2020… https://abcgazetesi.com/diyalektik-akis-96227
[170] Karl Marx, Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1966.
[171] “Malın mülkün kişisel bir hak olduğu, her şeyin parayla ölçüldüğü bir yerde toplumsal adalet ve rahatlık hiçbir zaman gerçekleşemez… Paranın ve dolayısıyla para hırsının olmadığı yerde, fesatlık da olmaz… Para ortadan kalkınca, nice acıların kaynağı kurumuş, nice cinayetlerin kökleri sökülmüş olmuyor mu?” (Thomas More, Utopia, çev: Vedat Günyol-Mina Urgan-Sabahattin Eyüboğlu, İş Bankası Kültür Yay., 2006.)
[172] Küba’nın küresel ölçekli Covid-19 yardımı: Mart 2020’ye dek Küba’nın Tıbbi işbirliği, 28 700 destek personeliyle birlikte 59 ülkede faaldi. Yalnızca COVID-19’la mücadele amacıyla Küba’nın tıbbi misyon gönderdiği ülkeler: 1. Venezüella; 2. Nikaragua; 3. Belize; 4. Surinam; 5. Dominik; 6. Santa Lucia; 7. St. Kitts ve Nevis; 8. Antigua ve Barbuda; 9. Jamaika; 10. Grenada; 11. St. Vincent ve Grenadines; 12. Barbados; 13. Haiti; 14. Andora; 15. İtalya; 16. Angola; 17. Togo; 18. St. Thomas ve Prens; 19. Katar…
[173] “Chomsky: Bu Süreçten Sonra Önümüzde İki Seçenek Var”, 5 Nisan 2020… https://artigercek.com/haberler/chomsky-onumuzde-iki-secenek-var
[174] Søren Kierkegaard, Korku ve Titreme, çev: İsmail Yerguz, Say Yay., 2015.
[175] “Gerçek cesaretin ne olduğunu görmeni istiyordum, gerçek cesaretin eli tüfekli bir adamla ilgisi olmadığını. Daha başlamadan yenildiğini bile bile başlamak ve her ne pahasına olursa olsun sonuna kadar devam etmek olduğunu.” (Harper Lee, Kitap Adı: Bülbülü Öldürmek, çev:Ülker İnce, Sel Yay., 2014.)
[176] David Unger, “Covid-19 Yeni Bir Milad mı?”, 7 Nisan 2020… http://disk.org.tr/2020/04/covid-19-yeni-bir-milad-mi/
[177] Jord Évole, “Pepe Mujica: Coronavirüs Bize Dünyanın Sahibi Olmadığımızı Hatırlattı”, Nisan 2020… https://simurg-news.org/pepe-mujica-coronavirus-bize-dunyanin-sahibi-olmadigimizi-hatirlatti
[178] “Salgın Sosyal Devrimlere Yol Açacak”, 12 Nisan 2020… https://marksist.org/icerik/Dunya/13771/Salgin-sosyal-devrimlere-yol-acacak
[179] “Salgın, Çöküş ve Mücadele”, Aktüel Gündem, 27 Mart 2020… https://sendika63.org/2020/03/salgin-cokus-ve-mucadele-581666/
[180] “Lübnan: Açlıktan Öleceğime Coronavirüsten Ölürüm”, 4 Nisan 2020… https://sendika63.org/2020/04/lubnanda-salgin-gunlerinde-aclik-ayaklanmalari-acliktan-olecegime-koronavirusten-olurum-582857/
[181] Namık Alkan, “Prof. Dr. Aykut Lenger: Salgın Postmodern Dönemi Sona Erdirebilir”, 1 Nisan 2020… https://www.birgun.net/haber/salgin-postmodern-donemi-sona-erdirebilir-294143
[182] Antonio Negri-Michael Hardt, İmparatorluk, çev: Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yay., 2001.
[183] Sabırla okumanızı rica edeceğimiz bu kurguda -her komplo teorisinde olduğu gibi- “Kim?” sorusunun yanıtı yok: “Coronavirüs yeni bir dünya sistemi için araç mı? İster laboratuvarda ister doğal ortamda gelişmiş ya da geliştirilmiş olsun küresel kapitalist sistemin sahipleri yıllardır böylesi bir pandemiyi öngörmektedir…
Plan çok daha kapsamlı ve derin. Bugün hepimiz kendimizi korumaya odaklanmış bulunuyoruz. Bu nedenle coronavirüs üzerinde planlanan stratejiyle pek ilgilenecek durumda olamasak da bir süre sonra çok daha derinden hissedeceğimiz bir süreçle karşı karşıya kalacağız…
Dijital paraya geçiş süreci başlıyor! Yaşlıların fiziki tasfiyesi ve Z Kuşağı: Covid-19 ile yaşlı nüfusun ölmesi aslında öldürülmesi ‘tuhaf’ bir tesadüftür… Değişim yapılması için yeni teknolojilerle uyumlu bir kuşağa ihtiyaç var. ‘Z Kuşağı’ denilen kuşak aslında yeni küresel düzenin temelini oluşturacaktır…
Küreselleşme yok olmuyor. Tersine daha üst düzeyde örgütlenen yeni bir küresel dünya sisteminin yaratılmasının ilk adımları atılıyor. Küresel düzeyde, bütün devletleri etkisine alan, uluslararası dengeleri yeniden oluşturan bir üst mekanizmanın oluşturulmasının adımları coronavirüs ile atılmaya başladı. Bu süreç çok sancılı ve sert olacak gibi görünüyor.” (Mustafa Peköz, “Coronavirüs Yeni Bir Dünya Sistemi İçin Araç mı?”, 29 Mart 2020… http://www.nicin.biz/coronavirus-yeni-bir-dunya-sistemi-icin-arac-mi/)
[184] Kübra Par, “Korkut Boratav: Dünyayı Sert Bir Finansal Kriz ve Toplumsal Bunalım Bekliyor”, 2 Nisan 2020… https://www.haberturk.com/korkut-boratav-dunyayi-sert-bir-finansal-kriz-ve-toplumsal-bunalim-bekliyor-2632888
[185] Işık Kansu, “Gamze Yücesan Özdemir: Kurtuluş Kamuculukta”, Cumhuriyet, 28 Mart 2020, s.10.
[186] Alev Coşkun, “Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak”, Cumhuriyet, 30 Mart 2020, s.6.
[187] V. Zafer, “Marx Yine Gündemde”, 18 Nisan 2020… https://www.kizilbayrak45.net/ana-sayfa/haber/dunya/marx-yine-gundemde
[188] “Homo sapiens’in tarihinde son durum, bu türün de tükenme sürecine girdiğini düşündürüyor! Engellemek isteyenlerin ellerini çabuk tutması gerekiyor.” (Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Hak Edilmiş” Bir Felaket”, Cumhuriyet, 26 Mart 2020, s.11.)