“Zaman akar, zaman geçer, Zaman zindan içinde; Biz mapusta gürül gürül yatardık Yılan çıyan içinde. Getirdiler ite kaka bir yiğit, Ayak çıplak, Ak bir mintan içinde. Zaman zaman içinde, Işık duman içinde.”[1]
Kamuoyunda “Af Yasası” olarak bilinen İnfaz Yasası’nda bir takım değişiklikler öngören yasa teklifi, Meclis’te 13 Nisan’ı 14 Nisan’a (2020) bağlayan gece 51’e karşı (AKP ve MHP milletvekillerinin) 279 “evet” oyuyla kabul edildi.
İYİ Parti’yi hariçte bırakarak hesaplayacak olsak dahi, Meclis’te CHP ile HDP’nin oy toplamının 200’ü bulduğu bir durumda, yasa önerisine verilen “Hayır” oylarının sayısının neden bu kadar düşük olduğu sorusu, orta yerde duruyor. Kabul edilen yasanın “kurbanı” durumundaki siyasal tutuklu ve mahkûmlar ve/ ile yakınları açısından mutlaka sorulması gereken bir soru bu…
Bu muhasebeyi şimdilik erteleyerek devam edelim…
Belirtmeye gerek var mı, bu bir “Af Yasası” değil. Meclis’in Af çıkarması, Anayasa hükmüyle yasaklandığı için, Meclis’te kabul edilen, bir takım yasalarda değişiklik, cezaların infazında indirim öngören bir düzenleme…
Dikkat çekilmesi gereken bir başka nokta ise, bu düzenlemenin Mart 2020 itibariyle ülke gündemine yerleşen Covid-19 salgınıyla ilişkili olmaması. İnfaz yasasında bazı değişiklikler yapılması, uzun süredir “Cumhur ittifakı”nı oluşturan partilerin gündeminde, ve aralarında uzun pazarlıkların konusuydu.
Pazarlık konularının ne olduğu bir yana, Cumhur İttifakı’nın her iki partisinin de başından beri mutabık olduğu husus, “Terör suçları”nın infaz indirimlerinin dışında tutulmasıydı.
Çıkan yasa, bu mutabakatın “kemale erdiği”ni ortaya koyuyor. İnfaz Yasası’nın yeni hâlinin tutuklu ve hükümlüler lehine getireceği düzenlemeler ne ise, “terör” suçları, ama daha doğru bir deyişle “siyasi suçlar” bu düzenlemelerin dışında tutuldu.
Örneğin infaz hâkiminin yetkisindeki “cezanın evde çektirilmesi”, 10 yıldan az süre kalmış cezalarını açık cezaevinde geçirme, cezanın ½’sini tamamladıktan sonra koşullu salıverilme ya da denetimli serbestlikten yararlanma gibi hükümler siyasi tutsaklara uygulanmayacak.[2]
O zaman sormak gerek, kim bu “terör suçluları”?
Celalettin Can, Türkiye cezaevlerinde yatan 394 bin tutuklu ve hükümlünün 260 bininin “adli” olduğunu belirtiyor. Döküm ise şöyle: 80 bin kişi uyuşturucu ile ilgili suçlardan, 45 bin kişi hırsızlıktan, 10 bin kişi sahtecilik ve dolandırıcılıktan, 35 bin kişi cinayetten, 30 bin kişi yaralamaktan, 25 bin kişi gasptan, 5 bin kişi ise çıkar amaçlı çete üyeliğinden dolayı içeride.
Çocuk yaşta evlendirmeyle ilgili hükümlülerin sayısı bin, taciz ve tecavüz hükümlülerinin sayısı ise 20 bin dolayında.
İnfaz yasası değişikliklerinin “hedef kitlesi” bu adlilerin bir bölümü… Hangileri olduğu bu söyleşinin kapsamı dışında kalıyor. Bizi ilgilendiren, onların “terörist” dediği “siyasi suçlular”…
Yine Celalettin Can’a göre bunların 30 bin kadarı, 10 bini doğrudan darbeye karışmaktan hüküm giymiş Gülen Cemaati mensupları. 10 bin kadar “siyasi” ise Kürt siyasetiyle ilgili “suç”lardan dolayı içeride: HDP’li milletvekilleri, belediye başkanları, kitle örgütleri, sendikacılar, meslek kuruluşu yöneticileri, sosyal medya paylaşımcıları…
Doğrudan “PKK üyeliği”nden hüküm giymiş olanlar, bu 10 bin kişinin çok küçük bölümünü oluşturuyor. Diğer sol örgütlerin mensupları ise yaklaşık 3 bin kişi civarında.[3]
Belirtmeye gerek var mı, bunların da büyük bölümü, “sosyal medya, gösteri yürüyüşü, Cumhurbaşkanı’na hakaret, pankart-afiş, slogan”vb. “terör örgütü mensubu olmamakla birlikte terör örgütü amaçları doğrultusunda faaliyet göstermek” gibi “ucube” bir hükümle, ya da “gizli tanık” ifadeleriyle içeride.
Aslında nerede “kaybettik” biliyor musunuz?
Hatırlayın, 1991 tarihli “Terörle Mücadele Kanunu”nda 2006’da yapılan değişikliklerle, “terör örgütünün… yöntemlerini meşru gösterecek ya da övecek şekilde propaganda yapmak”, “örgüte ait amblem, resim ya da işaret taşımak, slogan atmak, ses cihazıyla yayın yapmak vb.” “suç” kapsamına alınarak “terör” kavramının kapsamı genişletildi, muğlaklaştırıldı. Ve toplumsal muhalefet, o gün bu düzenlemeyi geri püskürtemedi…
Üzerinde uluslararasından geçtim, ulusal mutabakata varılmamış, herkesin kendine (ve konjonktüre: AKP ile PKK arasında “barış süreci” yürütülürken AKP çevrelerinin “PKK ve lideri Öcalan’ın “terörist” sayılmayacağına ilişkin kendilerini nasıl parçaladıklarını hatırlayın lütfen! Ya da bugün “FETÖ” mahkûmu onlarca eski hâkim ve savcıyı…) göre tanımladığı, bir “boş gösteren” olarak nitelenebilecek “terör” kavramı bu denli muğlak, bu denli konjonktürel iken, kapsamının daha da genişletilmesi, esnetilmesi, kestirme bir deyişle “devletlûlar”a muhalif her söz ve eylemin “terör suçu” sayılabileceği bir ortama böylelikle geçiş yapmıştık.
Bugün cezaevlerinde genel kamuoyunda “terörist” yaftası yedikleri için içeride kırılsalar pek az insanın kılının kıpırdayacağı binlerce tutsak bulunuyor: siyasi parti yöneticisi olmaktan, yazı yazmaktan, mitinglere, basın açıklamalarına katılmaktan, toplantılarda konuşma yapmaktan, yerel yönetimlerle ilgili faaliyetlerden, sosyal medya paylaşımından, cumhurbaşkanına hakaretten, gazetecilik yapmaktan, slogan atmaktan, cezaevlerindeki tutsaklara para göndermekten, “gizli tanık” ifadelerinden, daha ne bileyim, halay çekmekten… binlerce kişi “terör suçlusu” damgasını yedi…
Ve bu insanlar, yıllardır cezaevlerindeler. İşin çarpıcı yanı, şiddet içeren (bombalama, silahlı saldırı, soygun vb.) “terör” suçlarının adedi düşerken, cezaevlerindeki “terörle ilişkilendirilen” tutuklu ve hükümlülerin sayısının arttıkça artması.
Tekrar ediyorum, “terör/terörist” yaftası bugün muhalifler üzerinde yürütülen cadı avında kullanışlı bir “boş gösteren” olmayı sürdürüyor.
Ve 2016 Fethullah Gülen darbe “girişimi”nin ardından, hele ki Başkanlık sistemine geçişle birlikte yargı kurumunun neredeyse tümüyle AKP’nin denetimi altına girmesiyle muhalifler hakkında hazırlanan emniyet fezlekeleri “kes-yapıştır” yöntemiyle önce savcılık iddianamesine, ardından da “mahkeme hükmü”ne dönüştürülürken, hepimiz, ama hepimiz potansiyel “teröristler” konumundayız.
Ve “suç”umuzun kapsamı “devlet sırlarını ifşa”, “yabancı devletlere bilgi verme”, “darbe teşebbüsü” gibi akla seza yeni eklemelerle sürekli genişletiliyor.
Ülkenin totaliter gidişatında iktidarın adli suçluların irice bir bölümünü serbest bırakma girişimi, bugün tıklım tıklım durumdaki cezaevlerinde yeni siyasi tutsaklara yer açma gayretinden öte bir anlam taşımamaktadır.
Malûm; Türkiye’deki 355 cezaevinin toplam kapasitesi 220 bin kişi[4] ama, şu an cezaevi mevcut sayısı 280 binin üzerinde. Bu doluluk oranı, Türkiye için bir ilk. (Ev hapsi ya da “denetimli serbestlik”ten yararlanan yaklaşık 700 bin kişi[5] de cabası: Bir başka deyişle 1 milyon kişi, yani kabaca 15 yaş üzeri her 62 yurttaştan biri, “tutuklu” ya da “mahkûm” konumunda!)
Bu 280 küsur bin kişi 220 bin kişilik yere nasıl mı sığıyor? “Tek kişilik ranza yerine konulan iki katlı ranzalarda ve hatta yerlere serilen yataklarda yatıyorlar. Nöbetleşe uyunan yerler bile var,” diyor Hüseyin Aykol. “Yetersiz beslenme, ısıtılmayan ve havalandırılmayan koğuşlar, gün ışığından faydalanamama, yeterli hekim ve sağlık personelinin bulunmaması, muayene ve sevk sürelerindeki uzunluk, hijyen ürünlerinin parayla satılması, temiz ve sıcak suya erişememe, düzenli ve etkin bir sağlık hizmetinden faydalanamama, kötü muamele…”[6] diye uzayıp gidiyor 11 siyasi partinin ortaklaşa imzasıyla yayınlanan bildiri.
“Cezaevlerinde dört metrekareye bir insan düşmesi gerekirken bir buçuk metrekareye bir insan düşüyor” diyor, HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu. “Keskin Cezaevi’nde 8 kişilik koğuşlarda 28 kişinin kaldığını; bir koğuşta da 21 kadın ve 9 çocuğun kaldığını gördüm. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü’ne ‘Sekiz kişilik koğuşta 26 kişi kalıyor’ dedim. Genel Müdür, ‘Ne yapalım? Benim yapacağım bir şey yok. Haklısınız, kalabalık ama mahkemeden gönderiyorlar biz de içeri alıyoruz’ dedi. Cezaevlerinde kalan çocukların oyuncağı yok. Kreş sadece sözde var. Cezaevlerinde çok büyük dramlar yaşanıyor.”[7]
Bu koşullar altında cezaevine sağlam girenin sağlıklı çıkması mümkün mü? Değil elbet. Nitekim cezaevi nüfusu kırılıyor. İHD’nin raporuna göre Türkiye cezaevlerinde 590’ı ağır olmak üzere 1564 hasta tutsak var. Sağlıklarından sorumlu devletin kayıtsız bakışları altında birer birer ölüyorlar.[8]
“Kanser hastası olan bir mahpusun abisiyle görüşüyorum,” diye anlatıyor hukukçu Esra Erin. “Kardeşine, kanser teşhisi konulduktan aylar sonra tam ışın tedavisine başlanmışken tedaviye başlanan hastane pandemi hastanesi ilan ediliyor ve aylar sonra başlanan tedavi kesilerek kardeşi cezaevine geri götürülüyor…
Başka bir mahpusun babasıyla görüşüyorum. Oğlunun boynundan aşağısı felç ve ATK’nın cezaevinde kalamaz raporuna rağmen hâlen daha hapishanede. Sebebi ise toplum için tehlikeli olduğu iddiası. Olayın absürtlüğü burada bitmiyor, boynundan aşağısı felçli olan mahpus; belden aşağısı felç olan başka bir mahpus ve iki eli olmayan bir mahpusla aynı odada kalıyor. Üçü de ağır hasta. Üçü de politik mahpus. Dolayısıyla infaz düzenlemesinden yararlanamayacaklar…”[9]
Ve belki de en çarpıcısı: TUHAD-FED, cezaevlerindeki hak ihlallerine ilişkin raporunda Tarsus cezaevinde tutukluları muayene için koğuşlara giden bir doktorda koronavirüs tespit edildiğini kaydediyor![10]
Kimse “Personel yetersiz,” “cezaevleri kalabalık” gibi mazeretlere sığınmasın; devletin güvencesi altında olması gereken tutsakların, özellikle de siyasi tutsakların sağlığı, bir çeşit idam cezasına dönüşmüştür: hasta tutsağın hastaneye cezaevi ring araçlarıyla sevk edilmesi, tutsakların bunu reddetmesi durumunda hastaneye gönderilmeme, kelepçeli muayene dayatması, cezaevi giriş-çıkışlarında tutsaklara çıplak arama yapılması, cezaevinde tedavi koşulları bulunmaması, ilaç almak için her seferinde doktor raporu istenmesi…
Bunların hiçbiri “cezaevi nüfusunun aşırılığı” ya da “personel veya ekipman eksikliği” ile açıklanamaz.
Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde tutuklu olan Mustafa Kocatürk, Yeni Yaşam’a gönderdiği mektupta şunları söylüyor: “Hastane sevkleri muayene ve tedavi süreçlerinde yaşadığımız sorunlar artarak devam ediyor. Tek hücreli ring araçlarıyla hastaneye ulaşmamız şansa bağlı. Biz ring araçlarına binmeyi ret ediyoruz. Bunun aşıldığı durumlarda ise doktorların çoğu kelepçeli muayeneyi dayatıyorlar. Talebimiz doğrultusunda kelepçelerin açılmasını isteyen doktorlara rastladığımızda ise jandarma kelepçeyi açtırmamak için doktorlara yönelik üstü kapalı bir şekilde gözdağı ile kelepçeler açtırılmadan muayene ediliyoruz. Kırıkkale Üniversite Hastanesi, Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi, Kırıkkale Diş Hastanesi sevklerinde bu sorunları yaşadığımız için muayene ve tedavi imkânsız hâle geldi. Aylardır diş ağrısı çeken ve hastaneye götürüldüğü zamanlarda her defasında kelepçeli muayene dayatması yapıldığı için tedavi olamayan arkadaşlarımız var.” [11]
Tekrar ediyorum, bunlar, “doluluk” oranlarıyla değil, siyasi tutsaklara yönelik “düşman hukuk(suzluğ)u” uygulanmasının örnekleridir. “Abartı” mı diyorsunuz? Alın size, cezaevi uygulamaları:
-“ Bursa, Silivri ve Bakırköy Cezaevlerinde siyasi tutuklulara dönük ihlal haberleri geldi. Mezopotamya Ajansının haberine göre Silivri Cezaevinde birçok hak ihlali yaşandığını söyleyen Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Yöneticisi Vedat Ece, ailelerin tutuklulara gönderdiği kargoların ya hiç verilmediği ya da üç ay bekledikten sonra verildiğini bildirdi. Ece, ‘Aileler kargoyla kitap, dergi, elbise vs. gönderiyor ama verilmiyor. Cezaevinde elden verildiğinde ise bu sefer ‘Kargoyla gönderin’ diyorlar. Çok kötü bir yıldırma politikası uygulanıyor. Geçen gün tutuklularla görüştükten sonra cezaevi idaresiyle görüştük. Kitap vermeme gibi bir kararlarının olup olmadığını sorduk. Bize böyle bir kararın olmadığını söylediler. O yüzden mahpuslara söylenen ile aile ve avukatlara söylenen şey aynı değil’ dedi.”[12]
– “Bandırma Cezaevi’nde 29 yıllık tutuklu Hamze Deniz, ailesiyle yaptığı telefon görüşmesinde yaşadıkları baskıları anlattı. Görüşmede cezaevinde şartların ağırlaştığını kaydeden Deniz, tutuklu arkadaşlarının istem dışı sevklerine karşı tepki gösterdikleri için gardiyanlar tarafından tek tek koğuştan çıkarılarak, koridorlarda darp edildiğini iletti. Koridorda tutukluların elbiselerinin üzerlerinden zorla çıkarıldığını ifade eden Deniz, yaşanan şiddetten kaynaklı birçok tutuklunun kaburgaları, el ve ayak bileklerinde kırıkların yaşandığını belirtti.”[13]
– Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Ankara şubesi Cezaevi Komisyonu raporuna göre Afyon T1 Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na Bandırma’dan sevk edilen, çoğu 25 yılı geçkin süredir cezaevinde bulunan mahkûmlar, çıplak aramaya tabi tutulmuş, bunu kabul etmeyenler hakaret, tehdit, kaba dayak ve falakaya tabi tutulmuştur. Mahkûmların bu konuda Savcılığa verdikleri şikâyet dilekçeleri işleme konulmamış, sevk sonrasında eşyaları kendilerine verilmemiş, FM bantlı radyolarına el konulmuştur.[14]
– “Eskişehir H Tipi Kapalı Cezaevi’nde olan tutukluların koğuşlarda yapılan aramalara özel harekât polislerinin katıldığı belirtildi.”[15]
– “Rize L Tipi Kapalı Hapishanesi’nde kalan Murat Şimşek, hapishane idaresinin ‘karıştır-barıştır uygulaması’nı devreye koyduğunu, adli tutukluların ölüm tehdidine maruz kaldıklarını aktardı.”[16]
– “Van F Tipi’nde “Tutuklu Taner Korkmaz’ın abonesi olduğu Yeni Demokrasi Gazetesinin eylül ayından itibaren gelmemesi üzerine yaptığı başvurularla 8 Yeni Demokrasi Gazetesi ve 2 Partizan dergisinin verilmemesine dair Van Cumhuriyet Başsavcılığına 26 Aralık 2019 tarihinde suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusu sonrasında aynı gün verilmeyen gazete ve dergiler için yasaklama kararı çıkarıldı. Tek bir kararla 10 ayrı gazete ve dergi için toptan yasaklama karan alındı. Tutuklu Akil Nergül’e ise 2018 yılı başında gelen Süreyya Karacabey’in ‘Gündelik Hayatta Direnmek’ isimli kitabı yazan KHK’lı olduğu gerekçesiyle keyfi bir şekilde yasaklandı. Yapılan itirazlar sonucunda İnfaz Hâkimliği 1.5 yıl sonra verdiği kararla kitabın yeniden cezaevi idaresi tarafından incelenmesini istedi. Cezaevi idaresi yaptığı incelemede kitapta sakınca olmadığı, verilebileceği yönünde bir karar verildi. Ancak İnfaz Hâkimliğinin verileceği yönündeki karara savcılık itirazı ardından Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi 5 Aralık 2019 tarihinde kitabı yasakladı.”[17]
Örnekleri uzatmaya gerek var mı? Bu ve benzeri vakaları sizler de cezaevine yolunuz düştüğünde yaşamamış, cezaevlerindeki yakınlarınızdan dinlememiş, ya da özgür basından izlememiş olamazsınız…
“Düşman hukuku” dedim; cezaevlerindeki yığılmayı önlemek, “Korona günleri”yle birlikte cezaevlerindeki riski azaltmak gerekçesiyle[18] hızlandırılan, sayıları 40 ila 90 bin arası mahkûmun serbest kalmasına yol açacak düzenlemeden muaf tutulan siyasi tutsakların karşı karşıya olduğu bu uygulamaları başka bir kavramla açıklamak mümkün mü? Ya da, HDP milletvekili Meral Danış Beştaş Meclis kürsüsünden vekillere seslenirken sorduğu, “Bütün kamuoyunun gözü önünde soruyorum: İdris Baluken cezaevinde ölsün mü? Figen Yüksekdağ ölsün mü? Selahattin Demirtaş ölsün mü?” sorusuna AKP sıralarından gelen “Ölsün” seslerini?[19] İnfaz düzenlemesindeki bu ayırımcılık, büyük bölümü cezaevi koşulları nedeniyle ciddi sağlık sorunları olan siyasi tutsakları Covid-19’la kırdırma niyet ve vebaline işaret etmiyor mu?
Bu “düşman hukuku” ya da “sınıf kini”dir ki, hırsızlar, katiller, çocuk istismarcıları, dolandırıcılara “devletin şefkatli eli”ni uzatırken, aynı kalemde, “Basın İlan Kurumu aracılığıyla resmi ilan ve reklam yayınlama hakkı bulunmayan gazetelerin, ceza infaz kurumuna kabul edilmeyeceği” düzenlemesini getirmekte. “Yabancı dilde” yayımlanmış gazete ve dergilerin ceza infaz kurumuna kabul edilmesinde Adalet Bakanlığı yetkili olacak.[20]
“Basın İlan Kurumu aracılığıyla resmi ilan ve reklam yayınlama hakkı bulunmayan gazeteler”, yani Kurum’un sık sık “cezalandırmak” üzere resmi ilan vermeyi kestiği Evrensel, Birgün, Cumhuriyet, Yeni Yaşam gibi muhalif basın. “Yabancı dilde yayınlanmış gazeteler” yani Kürtçe gazete ve dergiler!
Ve yine bu “düşman hukuku” ya da “sınıf kini”dir ki, hırsızlar, katiller, çocuk istismarcıları, dolandırıcılara “devletin şefkatli eli”ni uzatırken, aynı kalemde, savcıların yanısıra istihbarat birimlerinin, diledikleri zaman “terör ve örgüt faaliyetleri çerçevesinde işlenen ‘suç’larda” tutuklu ya da hükümlüleri cezaevinden sorguya alma yetkisini yasalaştırmakta![21]
Önümüzdeki günlerde cezaevlerinin fazlasıyla “ısınacağı”nı tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Siyasi tutsaklara karşı yürütülen düşman hukukunun 2000’de yaşadığımız benzeri bir “devlet çılgınlığı”na dönüşmemesi için biz dışarıdakilere, hepimize çok görev düşüyor…
Diyeceklerimi, iktidarın “düşman hukuku”na karşı bedenlerini barikata dönüştüren sevgili ÇHD’li kardeşlerimizi selamlayarak tamamlıyorum.
N O T L A R
[*] 15 Nisan 2020 tarihinde Gazete Patika TV’nin “İnfaz Düzenlemesi ve Siyasi Tutsaklar” başlıklı yayınında yapılan konuşma… Newroz, Nisan 2020…
[1] Enver Gökçe.
[2] “İnfaz Düzenlemesi TBMM’de Kabul Edildi”, 14 Nisan 2020, http://bianet.org/bianet/insan-haklari/222898-infaz-duzenlemesi-tbmm-de-kabul-edildi
[3] Celalettin Can, “Koronavirüse Karşı Tedbir; İnfazda Ayırımcılık (mı?)”, 12 Nisan 2020… https://www.independentturkish.com/node/162521
[4] Hüseyin Aykol, “Cezaevleri, İnfaz ve Af Yasası Hakkında Rehber”, Yeni Yaşam, 24 Mart 2020, http://yeniyasamgazetesi1.com/cezaevleri-infaz-ve-af-yasasi-hakkinda-rehber/
[5] İsmail Arı, “701 Bin Denetimli Mahkûm”, https://www.birgun.net/haber/701-bin-denetimli-mahk%C3%BBm-268595
[6] “11 Partiden İnfaz Yasası İçin Açıklama”, Gazete Duvar, 6 Nisan 2020. https://www.gazeteduvar.com.tr/politika/2020/04/06/11-partiden-infaz-yasasi-icin-aciklama-insanlik-disi-ayrimcilik/
[7] İsmail Arı, “1 Ayda 4 Yeni Cezaevi”, Birgün, 26 Şubat 2020, s.7.
[8] “Resmi olmayan ancak çeşitli sivil toplum örgütlerinin verilerine göre 2019’da 50 hasta tutuklu yaşamını yitirdi.” (“Ya Hasta Tutuklular?”, Yeni Yaşam, 1 Şubat 2020, s.5.)
[9] Esra Erin, “İnfaz Yasasındaki Değişiklikler ve Mutlak Olmayan Adalet”, Gazete Duvar, 12 Nisan 2020, https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2020/04/12/infaz-yasasindaki-degisiklikler-ve-mutlak-olmayan-adalet/
[10] “Tutukluları Muayene Eden Doktor Covid-19’lu Çıktı”, Yeni Yaşam, 12 Nisan 2020, http://yeniyasamgazetesi1.com/tutuklulari-muayene-eden-doktor-covid-19lu-cikti/.
[11] Yadigar Aygün, “Her Seferinde Rapor İsteniyor”, Yeni Yaşam, 21 Ocak 2020, s.5.
[12] “Gazete, Radyo, Revir Yasak”, Yeni Yaşam, 29 Şubat 2020, s.5.
[13] “Bandırma Cezaevi’nde Tutuklulara Darp ve Falaka İddiası”, Yeni Yaşam, 25 Şubat 2020, s.5.
[14] “Afyon Cezaevi’nde Tutuklulara Falaka, Hakaret ve Tehdit”, Yeni Yaşam, 25 Ocak 2020, s.5.
[15] “Özel Hârekat Cezaevine Girdi”, 3 Şubat 2020… http://www.yeniyasamgazetesi1.com/ozel-harekât-cezaevine-girdi
[16] “Rize L Tipi Kapalı Hapishanesi’nde ‘Karıştır-Barıştır Uygulaması’: Siyasi ve Adli Tutuklular Aynı Koğuşta”, 7 Şubat 2020… https://gazeteyolculuk.net/rize-l-tipi-kapali-hapishanesinde-karistir-baristir-uygulamasi-siyasi-ve-adli-tutuklular-ayni-kogusta
[17] “Ömer Faruk Gergerlioğlu: Van F Tipinde Her Şey Yasak”, Yeni Yaşam, 31 Ocak 2020, s.5.
[18] Şaka değil, Covid-19 salgınıyla birlikte pek çok ülke cezaevlerini boşaltma yoluna gitti. Böylelikle Sri Lanka’da 2961, İran’da 85 bin, Libya’da 1347, Umman’da 599, Afganistan’da kadın, çocuk ve ağır hastalar öncelikli olmak üzere 10 bin tutuklu ve mahkûm salıverildi. Zambiya’da yabancı tutuklu ve mahkûmlar serbest bırakılırken, ABD genelinde binlerce mahkûm ve Almanya’da Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde tahliyelerine 18 aydan kısa süre kalmış mahkûmlar özgürlüklerine kavuştu.
[19] “İnfaz Yasa teklifi Meclis’ten Geçti,” Yeni Yaşam, 14 Nisan 2020, http://yeniyasamgazetesi1.com/ infaz-yasa-teklifi-meclisten-gecti/
[20] “İnfaz Düzenlemesi TBMM’de Kabul Ddildi”, BİA Haber Merkezi, 14 Nisan 2020, http://bianet.org/bianet/ insan-haklari/222898-infaz-duzenlemesi-tbmm-de-kabul-edildi
[21] Alican Uludağ, “İnfaz Paketinde İstihbaratçıya Yeni Yetki”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2020, http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/infaz-paketinde-istihbaratciya-yeni-yetki-1732770