Sevgili Milan, Merhaba!
Sana mitolojiden bir öykü yazdım. Binlerce yıldır dilden dile gelmiş bir öykü. Ben de kendi dilimde hapishanedeki otuz ikinci yılımda sana anlatmaya karar verdim. 14 Şubat tüm dünyada “Sevgililer Günü” olarak kutlanıyor. Oysa aslında tamamen bir tüketim günüdür. Yeryüzünün, insanlığımızın biricik sevgilisi çocuklardır. Çünkü çocuklar umuttur, gelecektir. İşte ben de 14 Şubat Dünya Öykü Günü vesilesiyle sana umudu anlattım. Umarım beğenirsin. Daha uzun bir formatı üzerine de çalışıyorum. Orada büyüklere, topluma dair umut yazıları var.
Seninle özgür günlerde çok sohbet edeceğiz ve seni uzun uzun dinleyeceğim. Kendine iyi bak. Yanaklarından sevgiyle öpüyorum. İçindeki, kalbindeki umudun da gözlerinden öpüyorum. Leyla neneye de benim yerime sarılır mısın?
Sevgiler,
Dayın, Soydan.
Milan’a, Umudun Öyküsü
Bölüm I.
Olimpos Dağındayız Sevgili Milan.
Yunan tanrılarının toplandığı dağda.
Buranın baş tanrısı Zeus’tur.
Ancak öykümüzün kahramanı Zeus değil, Prometheus’tur. Ona kısaca Promete diyebiliriz.
Promote’nin anlamı hızlı düşünen demektir. O, halklar, ezilenler, kadınlar, çocuklar ve doğa için düşünen bir kahramandır. Yani öngörülüdür. Halklar ona peygamber de derler. Promete’nin bir de kardeşi vardır. Bu öyküde okuyacağın üzere başımıza birçok belayı getiren de Epimetheus’tur. Ona da kısaca Epimete diyelim. Anlamı Promete’nin tam zıddıdır. Sonradan düşünen, kıt akıllı, ahmak demektir bir yandan. Her iki kardeş de Yunan mitolojisinde “Titanlar” olarak geçerler. Onlar Olimposlu değildir. Onlar tanrı çocukları değildir. Gök tanrısı Uranos onları aşağılamak için “uzun boylular” ya da uzun boylu olarak cezalandırılan topluluk anlamına gelen “Titanlar” tanımını kullanmış. Promete Olimposlu tanrılara sürekli kafa tutup onların oyunlarını bozduğu için küçümsenmiştir. Yine de aklında bulunsun, Promete Zagros Dağlarının çocuğudur. Bunun üzerine başka bir vakitte sohbet ederiz.
Denir ki baş tanrı Zeus’un insanlarla arası hiç iyi değilmiş. İnsanların iyi, güzel ve faydalı şeylere sahip olmasını hiç istemiyormuş. Tek isteği insanların cahil ve aciz kalmasıymış. Öyle de yapmış. İnsanlar için yararlı olan ateşi alıp, Olimpos dağına saklamış. Böylece insanları karanlığa mahkûm etmiş. Bu durumu öğrenen Promete ise hemen bir plan kurmuş. Gizlice Olimpos Dağına çıkıp, tanrıların orada bir gümüş ocak içinde sakladığı ateşi çalarak hızlıca Dünyaya dönüp, insanlara armağan etmiş.
Zeus gökyüzündeki Olimpos dağından aşağıya, yani yeryüzüne bakınca bir de ne görsün, ateş insanların elinde, yeryüzü ışıl ışıl! Zeus öfkeden çıldırmış. “Böyle bir eylemi Promete’den başkası yapamaz” diye düşünmüş. Promete’yi “ateş hırsızı” olarak suçlayıp yargılamış. Promete ceza olarak Kafkas Dağlarındaki bir kayalığa zincirlenecek ve bir kartal onun karaciğerini her gün didikleyerek yiyecektir. Tüm acılara rağmen Promete kendi eylemini savunacak, boyun eğmeyecektir. Karaciğeri her gün kendini yenileyerek Promete’yi ayakta tutacaktır. Sonunda Zeus mecbur kalıp Promete’yi özgür bıraktırır. Ama Zeus’un insanlığa karşı komplo ve oyunları son bulmayacaktır.
Bölüm II.
Ateşin çalınmasını ve yeryüzüne yayılmasını engellemeyi başaramayan Zeus, insanların barış ve adalet içinde yaşamasını hazmedemeyip, intikam almaya karar vermiş. Tüm tanrıları huzuruna çağırmış. Hephoistos adlı tanrıya bir parça toprak almasını, suyla karıştırdıktan sonra içine insan sesi ve gücünü koymasını, yüzünün güzelliğini de tıpkı tanrılarınki gibi ölümsüz olduğu bir kadın yaratmasını emretmiş. Hephoistos adeta günümüzün filtre, estetik ya da kozmetikle güzellik kazanmış, kalıplaşmış kusursuz güzellik anlayışını ortaya koyan bir kadın yaratmış. Tanrıların bildiği bir şey var sevgili Milan; güzelliğin bir biçimi yoktur. Ama insanlar biçime ve dış görünüme aldanmaya meyillidirler ve tanrılar insanların bu zaafından yararlanmayı ihmal etmezler. Bu sebeple Zeus, “güzel” dediği bu kadını bir “genç kız” şeklinde tasarlanmasını istemiştir. Bununla da yetinmemiş Zeus. Tanrıça Athena’dan ona el işleri ve güzel kumaşlar örmeyi, Afrodit’ten de büyü, istek ve arzuyu öğretmesini buyurmuş. Hermes’e ise, onun içine bir köpek huyu ile tilki kurnazlığı koymasını buyurmuş. Yaratılan bu kadını güzel giysilerle giyindirip kuşandırmalarını ve çiçeklerle süslemelerini emretmiş.
Tanrılar, baş tanrı Zeus’un isteklerini eksiksiz olarak yerine getirmişler. Bu kadına bir de isim vermelidir. Tüm tanrıların yarattığı kadın anlamına gelen “Pandora” derler ona. Bu kadın, tanrılardan insanlara bir armağan olarak gönderilecektir. Âdettendir, Pandora insanlara eli boş gitmemelidir. Pandora’nın eline içinde tüm kötülükleri saklayan süslü bir kutu tutuşturulur ve nasıl davranması gerektiği sıkı sıkı tembihlenerek Hermes tanrısı eşliğinde Promete’nin kardeşi Epimete’ye gönderilir.
Promote, kardeşi Epimete’yi Zeus’tan gelebilecek hiçbir hediyeyi kabul etmemesi için defalarca uyarmıştır. İsmi üzerinde işte sevgili Milan, “kıt akıllı Epimetheus”! Pandora’yı görür görmez o kıt yarım aklı da başından uçup gider. Dış güzellik Epimete’nin aklını başından almış, oracıkta âşık olmuştur Pandora’ya. Fırsat bu fırsat, Pandora tam da tanrıların öğütlediği gibi elindeki kutuyu Epimete’ye hediye olarak vermiş. Âşık Epimete büyük heyecanla kutuyu açmış ve kutunun içindeki tüm kötülükler bir anda yeryüzüne saçılmış. Bu andan itibaren artık insanoğlunun başı beladan kurtulamayacaktır. Fakat bu arada küçük ancak sihirli bir detayı da unutmamak gerekir ki, o da tanrılardan birinin kutu hazırlanırken insanoğluna acıyıp kutunun içine umut adlı iyiliği de eklemiş olmasıdır. Kötülükler yeryüzüne saçılırken, umut henüz kutunun içinden dışarı çıkmamıştır. Kutudan gelen tehlikeyi fark eden Promete, umudun içinde olduğundan habersiz hızlıca kutuyu kapatmış ve umut da kutunun içerisinde, kötülüklerin arasında sıkışıp kalmış.
Bu bölümün farklı bir öyküsü daha var sevgili Milan. Bu ikinci öyküyü anlatırken böylece umudun ne olduğunu da öğrenmiş olacağız. Denilir ki Hermes adlı tanrı yaşlı birinin kılığına girerek cennete gider. Elinde de tüm kötülüklerin bulunduğu bir kutu vardır. Kutuyu orada bulunan Pandora ve Epimete’ye verir. Pandora kutudaki hediyeleri merak eder ve “açalım, açalım!” diye ısrar eder. Epimete bu konuda aklı başında hareket eder. Tartışırlar. Epimete öfkeyle oradan ayrılır ve kutu Pandora’da kalır. Kutunun içinden “hadi aç Pandora, kurtar bizi” diye sesler yükselir. Pandora içindeki meraka yenik düşerek kutuyu açar. O anda kutunun içinden çıkan minik varlıklar Pandora’nın etrafını sarıp onu sokmaya başlarlar. Bu küçük varlıklar kötülük cinleridir. Nedir bunlar diye soracak olursan; hastalık, acı, keder, kıskançlık, kibir, fesatlık, sefalet, savaş, ölüm ve nice kötülüklerdir. Pandora bu küçük varlıklardan sanki etrafını saran arılardan kaçarcasına kaçar ve Epimete’nin yanına gider. Böylece kötülük cinleri Epimete’ye de zarar verir. Bitkisel ilaçlarla yaralarını sarmaya uğraşan Epimete o anda Ahmet Kaya’dan bir şarkı söyler; “Ne sen Leyla’sın ne de ben Mecnun (…) Hep Sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan…”. Epimete hüzünlü şarkısını söylerken kutudan bir ses gelir. Ses öylesine tatlıdır ki dayanamayıp kutuyu açarlar. Bu tatlı, güzel sesli varlık her ikisine de dokunur. İçlerindeki kederli ruh hali bir anda uçar ve ikisine de diri, güçlü bir ruh katar. İşte bu varlığın adı “umut”tur. Biz Kürtler, özellikle de Zaza Kürtler ona “omid” deriz. Omid yani umut hem kadını hem de erkeği iyileştirir. Umut iyiliktir çünkü.
Bölüm III.
Peki öykümüz burada bitiyor mu? Hayır. Kötülüklerin etrafa birer birer saçılmasından pek mutlu olan Zeus, umudu ortalıkta görünce öfkeden deliye döner. “Umut o kutuya nasıl girdi?” diye düşünüp durur. Öncelikle umudu derhal yakalayıp bir kutuya hapseder. Hemen ardından tanrılar kurulunu toplar. Umudu o kutunun içine hangi tanrının koyduğu bilinmez ancak onun derdi artık kimin ne halt ettiği değil, umudun durumudur. İnsanlar onun varlığından bir kere haberdar oldular artık. Zeus düşünür, diğer tanrıların da görüşlerini alır. Onu öyle bir yere saklamalıdır ki, insanlar ona bir daha ulaşamasın! Tartışmalar hararetlenir, her tanrıdan bir ses çıkar. Kimi toprağa, kimi sulara, kimi yıldızlara, kimi taşlara, kimi hayvanların içine saklayalım der. Tartışma sürüp giderken hiçbiri bu çözümlerden tatmin olmaz çünkü insanın umudu her yerde bulabileceğini düşünürler. Sonunda tanrılardan biri neşeyle “insanların içine saklayalım” diye haykırır. “Ah, nasıl da düşünemedik” der Zeus. Hepsi de bu muhteşem fikri kabul ederler. Böylece umudu insanın içine, yani kalbine saklarlar. Öyle ya, insanlar çoğunlukla gerçeği hep kendi dışında arar ve hep tanrıdan, yani güçlü olandan dilerler.
Bana sorarsan Milan, umudu Pandora’nın kutusuna koyan tanrı ile insanın içine saklayalım diyen tanrı aynıdır. Çünkü onun kalbi insandan, insanlıktan yana çarpmış ve insanın bu gerçeği, yani umudun kendisinin kendi içinde olduğu gerçeğini er ya da geç fark edeceğini öngörmüştür. Çocukluğumda büyüklerimden duyduğum bir söz vardı; “Tanrı ne yerdedir ne de gökte, yalnızca müminlerin kalbindedir” diye. Tıpkı umut gibi. Mesela kadınlar sadece biyolojik olarak bir can getirmezler Dünyaya. Bence kadınlar umudu da doğururlar o canla birlikte. Büyük acılar ve sabırla dünyaya getirdikleri bebeğin o ilk çığlığından sonra kadının ve çevresindekilerin yüzlerindeki sevinç, sevgi ve güzellik ne de muhteşemdir! Kadın ışık, iyilik, enerji, neşe doğurmuş gibidir. Her çocuk bir umuttur. Hatta Ezidi Kürt kadınlarının mitolojisine göre, Dünyaya gelen her bebek aslında Dünyayı onarmaya gelmektedir. Yani savaşları, açlığı, ölümü, ayrımcılığı, hastalıkları yenmeye gelen meleklerdir. Bu yüzden dilimizde “omid” içimdeki, bendeki anlamını da taşır. “O ke midess” bendeki demektir. Hindistan’da kutsal-dini ezgiler icra edilirken “om” diye bir ses verilir. “Om” ezgilerde başlangıç sözüdür ve iyilik dilemektir. İslâmiyet’teki “Besmele” gibidir. Yaşama neşeyle, iyi niyetle, güzel duygularla başlamak için… Hani kötülük nasıl bulaşıcıysa umut da sevgi de azim de iyilik de bulaşıcıdır. İnsandan insana geçer.
***
Umudun öyküsü böyle işte sevgili Milan. Ama bu öyküde çok konu var. Sence kötülükler neden bu öyküde kadına mâl edilmiş? Bunun böyle olduğunu söyleyenler kimlerdir? Kötülüklerin asıl sebebi nedir? Neden bunca savaşlar, düşmanlıklar, hastalıklar, açlık, yokluk, kadın ve çocuk katliamı? Neden bunca hapishane, bunca adaletsizlik, bunca doğa talanı? İyilik ve kötülüğün bu savaşı nasıl son bulacak? Bunların hepsini ve daha fazlasını izlemekten en keyif aldığın filmler üzerinden, özgür günlerde beraber tartışalım mı?
Umutla kal sevgili Milan.
Soydan Akay
Şubat-2025
Marmara Kapalı Hapishanesi
C9-68