Kayuş Çalıkman Gavrilof: 24 Nisan; Soykırım kurbanlarını anma ve yas tutma günüdür

Söyleşi

Türkiye’nin resmi ideolojinin en belirgin özelliği önce yalan söylemek, sonra o yalanı sürdürmek, egemen kılmak ve herkesi o yalana inandırmak için devletin şiddet aygıtını harekete geçirmek.

Buna ilişkin örnek çok. En çarpıcı örnek de Ermeni soykırımın inkarında kendini gösteriyor. Devlet soykırım meselesinde daha kuruluş aşamasında üstlendiği inkarı yalanla, hileyle ve şiddetle 100 yıldır sürdürüyor.

Filiz DENİZ

Ermeni soykırımın başına  ‘Sözde’ kelimesini ekleyen ve ‘Ermeni Yalanları’ başlıklı devasa bir külliyat üreten devlet, sanki bu topraklarda bu acılar hiç yaşanmamış gibi davranmaya devam ediyor. Yüzleşmeye, özür dilemeye ve helalleşmeye yanaşmıyor. 100 yıldır  inkarla, yalanla ve baskıyla yaraladığı insanlığın ortak vicdanını kanatmayı sürdürüyor.

Bugün 24 Nisan ve 1915 yılında gerçekleşen Ermeni soykırımın kurbanlarını anma günü. Bugün bütün dünyada soykırım kurbanları için anma törenleri, etkinlikler düzenleniyor.

Biz de bu acılı gün vesilesiyle Agos gazetesi yazarlarından, Ermeni araştırmacı-yazar ve kadın haklarına duyarlı aktivist Kayuş Çalıkman Gavrilof’un görüşlerine başvurduk. Yakında Nupel okurlarıyla da buluşacak olan Çalıkman Gavrilof’la insani boyutu üzerinden soykırımı konuştuk.

Öncelikle 24 Nisan sizin için ne anlama geliyor?  O gün sizin için nasıl geçiyor? Neler yaşıyor, neleri düşünüyor, neler hissediyorsunuz? Anlatabilir misiniz?

24 Nisan, tabii ki coşkuyla kutlanan, bazılarının neşe dolu olduğu 23 Nisan’ın ertesi değildir. Bir yas günüdür, kaybettiğimiz büyüklerimizi, atalarımızı anma ve onlara saygı gösterme günüdür. Aynı zamanda yaşanan bu büyük acının, bu felaketin hiç unutulmayacağının idrakıdır. Ancak, o kara günlerin karanlığına gömülüp orada yaşayarak, o karanlığı her gün yeniden üretmek hiç değildir. İnsan hep geçmişte yaşamaz, ölülerle de yaşamaz. Bu hastalıklı bir durumdur. Dolayısıyla 24 Nisan bir belirli ritüellerin yaşanması gereken bir gün de değildir.

Bazen içinden  gelir kaybettiğin tüm canlar için bir mum yakarsın bazen Soykırım kurbanları için bestelenen oratoryo veya yakılan türküleri, ağıtları dinlersin bazen de hiçbir şey yapmayıp kendini işe verir çalışırsın. Ancak ne yaparsan yap sonuçta o gün, bir yas günüdür.

Siz yaşananlardan kaç yaşındayken ve nasıl haberdar oldunuz? İlk duyduğunuzda neler hissettiniz? Ve bu duygu zaman içinde değişti mi? Şimdi de benzer şeyler mi hissediyorsunuz?

17 yaşındaydım, benden yaşça epey büyük bir arkadaşım, bir diğer arkadaşımız için “Neredeyse 30’una geliyor ve 24 Nisan’ın ne anlam taşıdığını bilmiyor” diyerek onu ayıplaması karşısında şaşkınlık içinde kalakalmıştım. 24 Nisan neydi? Ben de bilmiyordum.

BABAMDAN ÖĞRENDİM

Benim için o gün, 23 Nisan’ın ertesi günü, okulların, işyerlerinin tatil olduğu ve dolayısıyla mutlu olmam gereken bir gündü. Bu bilgisizliğimi belli etmek istemeyip derhal yanından ayrıldım ve doğru eve koştum. 24 Nisan’ın ne anlama geldiğini babama sordum. Babam, mümkün olduğunca yüzeysel bir şekilde anlatmaya çalıştı. Fakat, o yüzeyselliği boğmak istercesine, çok derinlerden, taa çocukluktan, babaanneden, dededen duyduğum hikayeler, birdenbire anlam kazandı. Çok kısa bir süre içinde yapbozun dağınık parçaları, beynimde toparlanıp Soykırımın hikayesini tamamladı.

Babama yönelttiğim ikinci soru, bunca zamandır bu gerçeği benden saklamasının sebebiydi.  Babam, benim kompleksli bir insan olarak büyümemi istemediğini, şayet anlatsaydı, bu hikayelerle büyüyen bir insan olarak çocukluğumuzu beraber geçirdiğimiz Uygar, Murat, Hasan, Zeynep gibi çocuklarla arkadaş olamayacağımı, ilerde de sosyal hayatımda özellikle Türklerle normal ilişkiler kuramayacağımı söylemişti. O zaman, asla anlayamadığım bu mantığı ilerde, çok seneler sonra 3 çocuk annesi bir kadınken, çocuklarımın içinde bulunduğu durum sayesinde anlayacak ve babama hak verecektim.

O gün neler düşünmüştüm? Bilemiyorum, hatırlamıyorum, ancak düşünceler tabii ki değişir, gelişir. 17 yaşında bir insanla 57 yaşında bir insanın aynı düşünce yapısı içinde kalması beklenemez, komik olur, normal değil. İnsan seneden seneye, bir günden diğerine farklılıklar gösteriyor, sonuçta okuyoruz, farklı şeyler öğreniyoruz yeni insanlarla tanışıyoruz, tüm bunlar bizi değiştiriyor.

NE HİSSETTİKLERİNİ SOYKIRIMLA SUÇLANAN TÜRKLERE SORMAK GEREK

Benim için de bu durum geçerli, ancak değişmeyen tek şey bu konuda benim taraf olmamdır. Objektif olabilirim ama bu konuda asla tarafsız olamam. Bazı Ermeni aydınlarının düştüğü yanılgıya (bence yanılgı) düşmem, bu konuda netim. 1915 Soykırımı, “ama”, “fakat”, “o günlerin şartları”, “karşılıklı” gibi ilk sözcüklerle  başlamaması gereken bir konudur, bu bir, ikincisi de bu konuda herhangi bir şekilde benim -yani Ermeni halkının kendini anlatmaya çalışması veya diyaloğa açık olması gibi bir durum söz konusu dahi olmamalıdır.Belki de bu yüzden her 24 Nisan geldiğinde Ermenilere yönelen “Ne düşünüyorsun, ne hissediyorsun gibi sorular çok da anlamlı olmayabiliyor. Belki de bu tür soruların artık Türklere yönetilmesi gerekir, hatta sıradan sokaktaki insana yönetilmesi gerekir.”Soykırımla suçlanan bir halkın torunları olarak ne hissediyorsun?”

Soykırımın hayatınızdaki yeri nedir? Aradan 119 yıl geçmesine rağmen size, ailenize ve yakın çevrenize ürettiği sorunlar nelerdir?

Yaptığım iş nedeniyle karşılaştığım pek çok olayın, pek çok sorunun Soykırımla ilişkilendirilebileceğini yakından yaşıyorum. Aradan geçen süre önemli değil, çünkü bu denli büyük ve çok boyutlu bir travma Ermeni halkının tüm organlarını ya tümden yok etti ya da paralize etti. Kültürü, gelenek görenekleri yok oldu, bunun etkisi yüz  sene değil iki yüz sene de geçse bir şekilde kendisini hissettirir. Bu Felaket’ten geride kalanların yaşam şekli ve yaşam alanları değişti, dünyanın dört bir yanına dağılan Ermeniler gittikleri yerlerde hem yeni memleketlerine uyum sağlama hem de kimliklerinden arta kalan kırıntılara sahip olma gayretleri sayesinde yeni bir kimlik oluşturdular. Diaspora dediğimiz bu kitlelerin her biri kendine özgü farklılıklar ortaya koydu, bunun hem olumlu hem olumsuz sonuçları olsa da bugün artık bu gerçekle yaşanıyor. Başka çare yok. Kendi toprakları dışında yaşamaya mecbur kalmış Ermeniler arasında sadece İstanbul Ermenileri yeni bir kültür üretemeyip günden güne eriyor. Bu olguyu Türk Devletinin hala esnetilmemiş, Abdülhamit’ten miras kalan katı politikalarına bağlamak zor değil.

Soykırım kurbanlarının torunları günümüz Ermenileri ve genel olarak Ermeni halkı açısından 24 Nisan’ın taşıdığı anlam üzerine neler söyleyebilirsiniz?

Bu sorunun cevabı biraz da 2. Sorunun cevabında ifadesini buldu sanırım. Sorunun muhatabı olan Ermeni halkı adı üstünde; Bir halk. dünyanın 5 kıtasına dağılmış yaklaşık 15-16 milyonluk bir etnisiteden bahsederken, bu halk için 24 Nisan’ın anlamını belirlemek, bunu genellemek biraz zor, hatta biraz da küçümseyici gibi geldi bana.

Tarihin bu ağır yükü sizce kimin, kimlerin omuzlarındadır? Kimin veya kimlerin bu sorunla yüzleşmesi gerekmektedir?

Tarihin ağır yükü kimlerin omzunda? Bu “ağır” yükün vebali Osmanlı devletinin ve inkar politikasını devam ettirmekte beis görmeyen TC’nin sırtında diyerek geçiştirmek çok kolay.

SADECE DEVLET DEĞİL HALK DA SORUNLA YÜZLEŞMELİ

Benim asıl derdim, Devletin bu suçuna gönüllü olarak iştirak eden komşum Mehmet efendi ve karısı Fatma hanımla. Gerek 1915 sürecinde gerek öncesi gerekse daha sonra devam eden pek çok kıyım, talan ve gasp olaylarına karışan iki kuruşluk dünya malı için gözünü kırpmadan komşusunu boğazlayan halkı da aynı şiddetle suçluyorum. Bu sorunla yüzleşmesi gereken sadece devlet değil halkın kendisidir aynı zamanda. Bugün Anadolu’da bir ermeni malına konmamış aile yok gibidir, bazıları saklar bu anlaşılır birşeydir, ama ben saklamayıp, göğsünü gere gere anlatanına da rastladım, işte bu benim anlayabileceğim bir ruha hali değil. Sonuçta  devletiyle halkıyla oturup düşünmek Türkiye’ye düşüyor .

Bu sorunları aşmak ve nesilden nesile devreden acılardan kurtulmak için devleti-milletiyle Türkiye’nin ne yapması gerekmektedir? Sizin ve ayrıca genel olarak Ermeni halkının talepleri konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Devletiyle-milletiyle Türkiye’nin yapması  gereken ne diye soruyorsunuz. Bu sorunun cevabını vermek haddime düşmemiş diyelim, çünkü Türk devleti ne yapması gerektiğini çok iyi biliyor, bugüne kadar attığı tüm adımlar kendi lehine olumlu sonuçlar verdi veya görünen o.Belli bir döneme kadar canhıraş bir şekilde inkar etti, hatta asıl Ermeniler Türkleri öldürdü diye, çamur at izi kalsın türünden karşı saldırıya geçti.Gün geldi ılımlı bir hava estirdi, olumlu adımlar atar gibi yaptı, olmasaydı, yaşanmasaydı noktasına kadar gelmişken birdenbire ani bir dönüşle süreci tamamladı.

 

SOYKIRIMLA YÜZLEŞMEK İÇİN VİCDANIN HAREKETE GEÇMESİ GEREK

Bu süreç Hrant Dink cinayetiyle başladı Sevag Balıkçı cinayeti ile son buldu da diyebiliriz. İki cinayet arasında halklar bir nefes alır gibi oldular, birbirlerine yaklaştılar, ancak görüp göreceğimiz oymuş. 1908 -1915 arası yüz sene sonra farklı oyuncular, benzer senaryoyla aynı sahnede tekrar gösterime girdi.Seyrettik ve bitti. Bence şu an dönüşü olmayan bir noktadayız, Türkiye bu konuda olumlu herhangi bir adım atacağa benzemiyor, 80 milyonluk nüfusun yarattığı ekonomik güce güveniyor, haksız da değil.Bizim beklentimiz Türkiyeyi bu olayla yüzleştirecek yegane gücün “vicdan”ın harekete geçmesini beklemek olacaktır. Bu saflık gibi gözükse de imkansız değil. Türkler bu konuda tek başlarına hareket etmek durumundalar, vicdanlarıyla yalnız kalmalı ve sorunu çözmek üzere ancak böyle adım atmalılar. Burada ben yokum, benim bu sürece dahil olmam söz konusu bile değildir. Daha önce de söylediğim gibi “bazı” Ermeni aydınların  karşılık olarak imzalanan af metni gibi sorunlu yaklaşımları bana göre doğru değil.

Zaten Ermeni “tarafı” ne için af diledi ki? Koskoca Anadolu topraklarında onlarca şehirde gerçekleşen kırımlara karşın sadece 2-3 şehirde gösterilen silahlı direniş için mi? Koyun gibi boğazlanmayı kabul etmedikleri için mi, yoksa silahlarınızı teslim edin çağrısına kanmayıp teslim etmedikleri için mi? Asıl keşke burada başlıyor. Keşke bu silahlı direnişler daha yaygın olsaydı, keşke Ermeniler devlete güvenmeyip silahlarını teslim atmasaler daha geniş çaplı çatışmalara girselerdi.Belki karşılıklı ölümler de daha geniş çaplı olacaktı ama bu durum “soykırım” gerçeğini ortadan kaldıracağı için aslında Türklerin de yararına olacak, kendi vatandaşı olan bir halka soykırım uygulayan ilk ülke gibi bir yaftayı alnında taşımıyor olacaktı.Kim bilir belki bu karşılıklı çatışma hali barışı da daha kolaylaştıracak ve çabuklaştıracaktı, kim bilir.

Soykırımla yüzleşme gerçekleşinceye değin yapılması gereken neler var? Türkiye’de yaşayan Ermenilerinin aktüel sorunları nelerdir?

Ermeni taleplerini soruyorsunuz. Bunlar gayet açık bir şekilde yıllardır dillendiriliyor. Ben bu konuda Ermeni Devleti’nin çizgisindeyim, farklı birşey düşünmüyorum. Suç cezasız kalmamalı, maddi telafi şart. Toprak talebi ise Doğu sınırında hala geçerliliğini koruyan muğlaklık noktasında haklılık barındırıyor gerisi romantizm….

İlginizi Çekebilir

Ünlü Kürt Soprano Pervin Çakar: Kürt müziğine yeni bir soluk getirdiğimi düşünüyorum
Hatice Çevik: Suruç bana azmimi geri verdi

Öne Çıkanlar