Gündelik hayatı yaşayıp bir günü daha bitiriyorum. Askerlik yapan veya mahpusluk çeken birinin gün sayması gibi takvimlere çentik atıyorum. Bir de güzel bir şafak hayal ediyorum. O gün hayallerim gerçekleşmiş ve artık günleri dolu dolu yaşayarak geçiriyorum.
Takvim yaprağı kopmasın, gün değişmesin, geçmesin istiyorum o şafaklarda. Bir çok insan gibi bir odam, yatağım, dolabım, ayakkabılarım var. Yatmadan önce gözümü dikip uzun uzun takıldığım bir de tavanım var.
Milyonlarca insan hayatında eksik olanın derdi ile eziliyor. Diğer milyonlar da fazla olanın ağırlığı altında. Hayat dengeli olsa peşinde değilim. Dengesiz olsun, problemim o değil. Bir ömürlük zaman içinde bunu anlayana kadar iş işten geçmiş olmasın sadece.
Doğduğumuz aile, sosyal çevre dünyaya bakma penceremiz oluyor. Övgü olsun diye demiyorum, doğası öyle, kartalın yuvası yüksek kayalıklardadır. O yuvadan dünyaya bakan yavru ile çiftlikteki tavuğun civcivinin penceresi kadar farklı insanlarız. Aynı biyolojik türüz ama iklimimiz, coğrafyamız, büyüdüğümüz yuva farklıdır. Temel haklarda eşitliği hakederiz elbette, ama farklıyız. Parmak izimiz gibi her birimiz diğerimizden farklıyız.
Bazen mutlu bazen mutsuz, bazen güçlü bazen güçsüz. Kimseyi aşağılamadan ve kimseyi üstün görmeden ama birbirine temel haklarda eşitiz diye aynılaştırmadan bakıyorum. Bütün idari yapılar ısrarla bizi aynılaştırmak isterler. Daha kolay yönetilir, problem yaratmayız idareye.
Ailede kardeşine benzetilirsin, mahallede komşu çocuğuna, işyerinde ayın elemanına. Ne kadar birbirine senkronize olmuş, aynı halaya durmuş kol kola insanlar olursak o kadar kolay yönetiliriz. Halayın başındaki bir “hoppaa” çekti mi bütün ekip aynı figüre geçeriz.
Bu yüzyıla kendi devleti otoritesi altında gelmeme şansını bulmuş nadir halklardandır Kürtler.
Bir daha okudum da yazdığımı; evet aynen öyledir. Yaşadığı coğrafyanın idaresi tarafından hep aynılaştırmak istenen ve bunu red ede ede, direne direne bu yüzyıla gelmiş yegane halklardandır Kürtler.
Kaç milyon Kürt varsa o kadar nevi şahsına münhasır profili vardır Kürtlerin. Çünkü her Kürt gerilla doğar gibi bir sloganla da yürümediler, bir Kürt dünyaya bedel gibi hastalıklı bir söylemle de büyümediler. Özgür bir coğrafyada kendi kaderini tayin edemediler ama Viyana’dan Mısır’a kadar uzanan bir coğrafyaya 600 yüzyıl hükmedip Anadolu ve Kürdistan kadar bir coğrafyaya sıkışıp, ordaki kadim halkın hakkına çökecek kadar da asla öyle büyük kaybetmediler.
Yeryüzünün en fazla kaybeden halkı da olabiliriz biz Kürtler, yeryüzünün en az kaybedeni de. Kürde idarecilik yapanların işi bu yüzden kolay değil. Bu yüzden Kürt idareciler çok tecrübeliler. Her birey kendi ayaklarıyla sert basıyor yere ki dimdik durabilsin. İspiyoncusu, ihanetçisi, düşkünü bile kendine inanarak, büyük bir hışımla, şevkle yapıyor işini!
Gel de böylesi her bireyin kendine general olduğu bir halkı teslim al, zulümle abad etmeye çalış.
Diğer yönüyle de gel de böylesi bir halkı sevk ve idare et, liderlik, yöneticilik yap.
Yani, “ kî divê Kurd nizan in, way li min.”
Birçok insan gibi bir odam, yatağım, dolabım, ayakkabılarım var. Yatmadan önce gözümü dikip uzun uzun takıldığım bir de tavanım var. Bizi yılgınlığa iten hayatın rutini ve ağırlığı sadece bende yok, herkeste var diye düşün derim kendime. Yalnız hissetme kendini ve ayağı kalkmak için güç topla derim.
Kimse hayalleri hapsedemedi. Hiçbir güç umudu diri tutan, onurlu insan karşısında duramadı. Karanlığa çok alışırsanız şafak doğduğunda gözleriniz kamaşır, göremezsiniz. Gözünüzden ışığı eksik etmeyin. Hayata çakmak taşı gibi, her an kıvılcım saçabilecek gibi bakın. Bize iyi olanın yanında dağ gibi durmalıyız. Ama bizi vurmaya kalkışana da her vurduğunda, tam vurduğu yerden çakmak taşı gibi ateş saçmalıyız.
O zaman buyursun gelsin ne gelirse, aşksa aşk, savaşsa savaş…