Süleyman Demirtaş: Seni başkan yaptırmayak demiştik…

Yazarlar

İstanbul taksideyiz. Yanımda yılların arkadaşlığını ve ortaklığını paylaştığım mühendis arkadaşım var. Biletimiz Londra’ya, havaalanına doğru makas atarak ilerliyor taksi. Taksici neden acele ediyor, zamanımız var oysa. Hatta çok yavaş gitse ne iyi olur. Geri dönüşü belli olmayan bir yolculuğa insan bu kadar hızlı götürülür mü arkadaş?

Ama şoför bunu nereden bilsin?. Bir an önce bizi bırakıp başka müşteri bakınacak. Geçindirmesi gereken bir evi, evinde bekleyenleri vardır.

İçinde iki kat kıyafetlerim olan küçük bir valizim var yanımda. Hikayem çok uzun, zor ama o da benimle. Valizim, hikayem, arkadaşım ve taksici  hızla ilerliyoruz. Arkadaşıma aklımdan geçeni söyledim:

 -Sanki ben çıkamayacağım, öyle olursa eğer sen uçağa bin git...

”Nereden çıkarıyorsun, olmayacak öyle bir şey. Beraber uçağa binip gitmiş olacağız’‘ karşılığını verdi.

Pasaport çıkış kontrolünde benim önümdeydi. Pasaport polisi, ”pasaportunuz iptal edilmiş” deyip arkadaşımın pasaportunu delgeçle delmez mi aniden! Sonradan öğrendik ki öğretmen eşi KHK ile görevden alınınca yeşil pasaportu da iptal olmuş.

Uçağa binemedik beraber, o kaldı. Şimdi valizim, hikayem ve ben kaldık. O günden sonra hep eksilerek geçti günler. Zaman geçtikçe, mekan değiştikçe bir parçamı daha bırakarak ilerledim.

 Türkiye’de olup bitenleri izlemekle yedi ayım geçmişti. Yedi ay hep mobil olmaktan valizim dahi yorulmuştu artık. Yüzeyindeki çizikler, benimle beraber bu yolculuk sırasında oluştu. Hep iki kat kıyafetim var. Ağır olmamam lazım. Mobil olmanın bir gerekliliği bu. Bir de içine oturan, boğazını düğümleyen olayların insanda bıraktığı etki, o da iki kat. Otellerde, Airbnb evlerinde, bazen bir arkadaşta kalarak geçiyordu zaman. Evinizden uzak kaldığınızda bir iki hafta kadar, hani dönmek istersiniz ya, hani eşyalarınız, kıyafetleriniz, ne bileyim çay kupanız falan vardı, o rahatlık gereklidir ve özlenir.

2-3 hafta, en iyi tatilde bile artık döneyim eve isteğiniz oluşur. İstanbul uçağına bir sürgün olarak binmedim. Londra’ya da öyle inmedim. Öyle inceden inceye sızdı içime bu sürgün. Yedi ay olmuştu evsizlik, yersizlik, yurtsuzluk. Türkiye’de kaba güç, hukuksuzluk ve yandaş olmayana her türlü yönelim her gün artarak ilerliyor. Gücü elinde tutanlar zulmün artık fantazisini yapıyor.

 -Hapsedelim.

Ettik efendim.

 -Ne oldu bittiler mi? Vazgeçtiler mi?

-Hayır efendim. 

 -Aç, yoksul, umutsuz bırakalım.

 -Bıraktık efendim.

 -Direnmeye devam mı ediyorlar?

 -Evet efendim. Bana mısın demiyorlar. İzzet-i nefis meselesi, onur mücadelesi deyip devam ediyorlar.

 -Katledelim!!!

-Ettik efendim. Suruç’ta, Ankara garında, Sur’da, Silvan’da, Kobani’de; sonra sokakta, evde, hücrede, her nerede iseler orada öldürdük, katlettik efendim.

 -Peki kim o zaman bu direnenler? Kimi bıraktık?

 -Kalanlar efendim, esir aldığımız, katlettiğimiz arkadaşları için daha büyük direniyorlar. Kadını, çoluğu, çocuğu, doğayı, havayı, toprağı katlettik efendim. Hepsi birleşmiş büyük direniyorlar artık efendim. Bu o direnişin sesleri.

 -Ne yapmalıyız peki şimdi? Ne önerirsin? Nasıl koruyacağız kendimizi, düzenimizi ve çarkımızı bunlardan?

 -Sulh ilan edelim efendim derim. Durduk yere, bir sebep yokken. Artık zulmetmeyi bırakacağımızı, adaletten yana olacağımızı düşünürler.

 -Neden bunu düşünsünler? Bak ölüleri mezarda, sağları zindanda hala.

 -Düşünürler efendim düşünürler. Neye ihtiyacı varsa toplum, ona inanmıştır bütün tarih boyunca. Bizim iyi, erdemli yöneticiler olduğumuza inanmaya ihtiyaçları var şimdi. O yüzden bizi öyle düşünürler, öyle inanırlar. Biz de varlığımızı koruruz böylece.

Muhalif olanı, bizden olmayanı artık ne yapalım diye hayal gücü kullanıyorlar. Onuruyla, şerefiyle, alınteriyle toprağı ekip biçeniyle, ustası, kalfası çırağıyla çalışkan, üretken bir toplumu din ile, şovenizm ile, baskıyla, korkuyla, kapılarına muhtaç ederek, köpekleştirerek yönetmeye çalıştılar.

İktidar asla yolundan vazgeçmeyecek. Şimdi artık kulvar değiştirmeleri gerekiyor. Tükettikleri her alanı terk edip diğer alanda varolmaya çalışıyorlar. Kullanmadıkları hiç bir alan bırakmıyorlar. Dincisi, Atatürkçüsü, laiği, şeriatçısı, Kürtçüsü, özgürlükçüsü kim gerekiyorsa ona, o alana geçip orda top koşturuyorlar.

 Bizlerin bu karanlık çağdan çıkış yolu ise Gılgamış’ın destansı yürüyüşüne benzer bir inançla ışığa, aydınlığa doğru kararlıca yürümektir.

Valizim görevini layıkıyla yerine getirmişti. Her yolu benimle katetti ve taşıdı beni, kıyafetlerimi, hikayemi.

Çok yoruldum bazen. İki lokma soluklanmak için popomun kapladığı alan kadar bir yer dahi yeterdi aslında. Biri deseydi ki, gel otur hele şuraya biraz, hiç naz yapacak mecalim kalmamıştı aslında. Düşmeden buraya kadar gelmenin ağırlığı ile gidip dost görünümlü, ruhu kirlilerin sandalyesine oturup sonra da altımızdan, düşmemiz için çekilmesine maruz kalmamak gerekirdi. Çok büyük ayıp olurdu kavgama, kendime ve geçmişime. Tek ayak üstünde dahi kalsam, kendi ayaklarımın üzerinde durmalıyım.

Bazen mücadeleden, kavgadan çok daha ağır gelen, yarası geç kapanan dost ateşine denk gelirsin. Bu yarayı kavga bitene kadar gizlemelisin. En zayıf yerindir çünkü o yara. En yumuşak karnındır. Eğer ölmeden bir ışığa çıkarsa bu karanlık, o güne saklanmış en büyük özlemim barış içinde, onurluca, yerinde yurdunda yaşayan bir toplumdur. Ama /fakat/ lakin ve hatta lütfen geçmişe dönülüp kalanlarımızla “dost ateşi” divanı kurulsun. Madem adalet arayışıdır bu, o zaman adaleti herkes hissetsin.

Şimdi sekiz yıl bitti. Zorunlu gittiğin ve mutlu olmadığın bir misafirlikte yatıya kalma hali gibi geçti, geçiyor. Ne yaşadığımız ev, ne içtiğimiz su, ne örttüğümüz yorgan bizim değil. İlla ki adalet yerini bulacak. Hiç birşey olmasa bile ilahi adalet yerini bulacak. Biz karanlığın en derininde, umutla ve inançla yürüyoruz. Güneşi, ışığı biliyoruz ve unutmuyoruz bunu.

-Bu halk tarih boyunca hiç yenilmedi efendim, vazgeçmedi. Elazığ meydanında Seyit Rızalarını , Dağkapı meydanında Şex Saitlerini astık. Şimdi bir ada’da 40 yılda tutsak, Amed’den kaçırıp Edirne’de hapsetsek de, baş eğmiyorlar efendim. Çünkü haklı olan onlardır, biz değiliz. Biz hak’kımızı kaybettik. Hak’sızın, Allahsızın, vicdansızın temsiliyiz artık biz, iflah olmayız.

 -Kırk yıldır devlet yönetiyorum. Tek bir sorgulayanım, tek bir soruşturanım yok. Savcılar emrimde. Tamamına ben iş, mevki verdim. Hepinizin karnını ben doyurdum. Bir yolunu bulacak ve beni koruyacaksınız. Korkuyorum ve siz de korkun! Ben gidersem hepiniz gidersiniz. Benim kaderim artık kendi kaderinizdir. Size bir devletin imkanlarını veriyorum ve siz baş eğdiremediniz bu asilere.

-Kim beni başkan yaptı bre zındıklar. Kim verdi bu gazı bana.!

 -Çok geç efendim artık. “Seni başkan yaptırmayak bak, heves ediyorsun ama yapamazsın, senlik değil bu işler” demişlerdi size efendim, hatırlatırım . Edirne’ye bir gitsek mi?

 -Helikopteri hazırlayın….

İlginizi Çekebilir

Barcelona Üniversitesi, X platformunu kullanmayı bıraktı
Suriye devlet ajansı SANA: İsrail Palmira’ya saldırdı; 36 kişi öldü, 50 yaralı

Öne Çıkanlar