Süleyman Demirtaş: Usta Yok mu?

Yazarlar

Günün beklenmedik saatinde gelmişti uykum. Yorulacak kadar zaman geçmiş miydi! . Evim yakın, eve geçtim ve salondaki koltuğa uzandım, uyudum…

Bütün kaybettiklerim büyük bir evde toplanmış. Her odada biri. Bir arada değiller ama aynı evde, farklı odalardalar. Yukarı kata çıkıyorum, her odaya baktığımda biriyle göz göze geliyorum. Aşağı kata inip oda kapılarını tek tek açıyorum ve her odada kaybettiğim, özlediğim insanları görüyorum.  Evcilik oyunu gibi. Biliyorum bu oyunu. Sonu, kazananı, kaybedeni olmayan yeryüzünün tek oyunu. Oyuncular oyunu bırakırlarsa veya ancak artık yaşamıyorlarsa öyle biter bu oyun. Belirlenmiş kuralları yoktur ama  oyuna dahil olan herkes bilir ki mutluluğa yürümek gerek. Hem senin hem de diğer oyuncuların mutluluğu için çaba sarf edilir. İnsan doğasındaki adanmışlık hissini doyuran bir oyun.

Bütün acları, özlemleri bir eve toplamışım. İlk defa görüyorum böylesi bir yeri. Hiç biriyle konuşmuyorum. Orda olduklarını görüyorum ve tekrar yukarı odalara koşuyorum. Hiç kimse birbirini görmüyor ama ben hepsini ayrı ayrı görüyorum. Bir anda fark ediyorum ki benimle konuşmuyorlar. Seslenmeyi geçiriyorum aklımdan. Kapının eşiğinde durup avazım çıktığınca bağırasım geliyor.

İçimi, “ya sesimi de duymazlarsa!” korkusu sarıyor. Beni gördüklerinden de emin olamıyorum.  Odalardan içeriye giremiyorum. Sadece kapıdan bakıyor ve diğer kapıya koşuyorum. Hangisine daha çok, daha uzun bakasım var karar veremediğim için koşup duruyorum odalar arasında. Bir kapının eşiğine kapanmış buluyorum kendimi. Ne içeri girebiliyorum, ne sesimi duyurabiliyorum ne de beni görebiliyorlar. Bütün hasretini çektiğim, doyamadan kaybettiğim, vedalaşamadığım insanları sadece görebiliyorum. Her biriyle bir sürü anılarım var, her biriyle yarım kalmış hikayelerim. Beni çok kıran sevdiklerim, ömrüme çelme atan dostlarım, yoldaşlarım, aşklarım…

Eşiğine kapaklandığım kapıdan bir el omuzuma dokunuyor.

“Böyle yapma, bu nedir! , ayıptır” diyor kızan bir edayla. Ses tonunu seçemiyorum ama bu üslubu tanıyorum. Babaaa diye avazım çıktığınca bağırıyorum. Kırık bir boruyu küçük ellerimle zorla tutmaya çalışırken ustasını çağıran çırak gibi hissettim. Tesisatçıyız ya biz oğlum, ya ne olaydı hissim. En edebi dili bu oluyor. Usta değilim, çırağım. Bir ustam kanat germiş dağlardan halkına, bir diğeri zindandan kafa tutmuş, yamultmuş faşizmi.

Ben mi? Acemi bir çırak gibiyim bu düzenin kantarında. Kapı eşiğine diz çökmüşüm,  yüz çökmüşüm, başımı kaldıramıyorum. Beni böyle çökmüş görsün istemiyorum. Yüzüne bakamıyorum. Yüzümü yerden kaldıramıyorum. Nasıl anlatabilirim ki ona, hep dik durduk, merak etme, senin eşiğinde yıkıldım sadece diye. Ben bunları düşünürken,

“Biliyorum” dedi.

O sevineceğimi düşündü, yaşadıklarımı biliyor olmasına. Benim acılarım bir daha çivi gibi battı göğsüme. Bilme isterdik baba.

Sana evlat acısı göstermeden yolculadık seni. Bununla teselli oluyorduk. Meğer sen bizim bütün yaşadıklarımızı , çektiğimiz acıları biliyormuşsun.  Ne zaman bizi sorsan, iyiyiz, her şey yolunda dedik o yüzden.

Sen çok iyi biliyordun ki bütün yurtsever Kürt evlatları gibi, senin evlatların da genç ömrünü faşizme, zulme vura vura yürüyorlar. O damardan yakaladın beni, “Ayıptır” demen ondandır. Toplumun ahlaki ölçülerinden bahsetmiyorsun tabi ki orda. Siz direnmeyi seçenlersiniz, çökemezsiniz. Onun ayıbıdır bu…

Yere diz kırmış, omuzlarım aşağıda benim.

Başka bir ses duyuyorum, hafiften başıma dokunarak, “kalk!” diyor.

Bir koku hafızamı berraklaştırıyor, sımsıcak, dört kolla sarıyor beni. İlkokulun renkli silgilerindeki koku. Yanlış yapınca mis gibi yanlışımızı siliyordu. Tanıyorum hemen. Başımı kaldırıyorum. Gitmiş.

Ben üstüne toprak attıkça o filizlenmiş. Yanlışlarımız artık silinmiyor, ama yüzlerimiz maskeli, hiç bir kusurumuz bilinmiyor. Koku alıp başını, belasına gidiyor. Silahını unuttuğu helasına gidiyor. Yumruğumu sıkıyorum, bilmediğim kahırlara bilmediğim küfürler üretiyorum. Hani Kürt olup da bunca acıya düşmesek, belki bir aşka düşer, orda çökerdik. Eşiğimiz bunu çoktan aştı.

Ayıptır ki bir aşk için çökelim! Değil mi?

Bizi biz eden, kalbimize o ateşi düşüren aşk. Milyonların kavgası, sevdası, umudu olmuş kavgamız. Bizi aşktan edenlere karşı verilen bu savaşı kazanmadan olmaz aşk.

Aşka düşmek de olmaz.

Kapı eşiğinden kalktım. Her odada bir özlemim, her odada kaybettiklerim var. Hangi kapıyı açsam orda yarım kalmış hikayelerimin kahramanı duruyor.

Kalbimin içinde geziyorum. Göz göz olmuş, her gözde bir insan saklıyorum. Bir çift gözde bütün ömrümü aklıyorum.

Günün beklenmedik saatinde gelmişti uykum.

Evimin uzak oluşunu yorulunca hissettim.

Sen benim evimdin, uzaktın

Sen benim değildin, tuzaktın.

Sen benim gözlerimden,

Sen benim alnımdaki yazıdan,

Sen damarlarımdan aktın.

Hiç uyumamış gözlerimin nurunda,

Kavuşulmuş özlemlerin sonunda,

Yüreğe düşmüş ateşlerin kor’unda

Kelepçe gibi vurulmuşum kolunda

Kaybettim ben usta,

Yokum artık bu oyunda…

İlginizi Çekebilir

Mem Ararat: Keştiya Bayê
Mazlum Kobani: Türkiye ve destekli grupların saldırı tehditleri halen çok yüksek

Öne Çıkanlar