Bir gün gideceksin buralardan, gözlerine doldurduğun yüz yıllık esir hasretinle.Yıkılmış viran olmuş bir mezar taşının başında Alik ve Fatik’in masalı karşılayacak seni…Karşılayacak ve ” kim öldürdü ? diye soracak…Hey vah hey zamanlardan kalma altı delik bir torbanın sahibisin sen…Ne koysan dökülecek, ne koysan akıp gidecek, kaybolacak başındaki kar gibi eriyecek. Nasıl geç kaldın bir bilsen nasıl; buz gibi bir çeşmeden sevgilinin avuçlarında su içmeye…Masal devrini tamamladı sen Fatik’i öldürdün ve bunu bir pepuk gördü, bir de kaya başlarındaki yabani incir kümeleri…
Feryadın boşunaymış incir seni görmüş, hep oradadır; incir yatağını terk etmez, köküne ihanet etmez… habire göveriverir…hep oradadır, mahşere kadar orada öylece bekler…ta ki sen gidinceye kadar…
Bir gün gideceksin buralardan, altı delik torbayla nereden geçmişsen, nerede neyi düşürmüşsen, aramak, bulmak ve toplamak için… İşte sen de sonunda geldin. Acı, bir yerçekimi kuvvetiyle seni oraya sürükledi. Pepuk incir kümesinin üstünde şimdi. ” Kim öldürdü ? diye soruyor; ‘ben’ ya ‘ben’, diyebilecek misin?
Şimdi bir toprak tepesine dönüşmüş, yabani otlarla çevrili bu ev senindi…bu ev senin çocukluğundu. Evin önünde kesik bir başı andıran bir dut kütüğü var hatırladın mı? Bir kış günü, donmamak için nasıl da başı vurulmuştu…Ah onu masallardaki gibi kemirip yeşertecek bir kunduz da yok artık.
Bir sen varsın o kapının önünde bir de sırtında altı delik torban. Torban bomboş, torban tam takır.
Pepuk geldiğini gördü, incir kümesinin üzerinden bir hışımla uçtu, gelip ölü dut kütüğüne kondu. ‘’Kim öldürdü’’ kim ?diye öttü …Onun başka bir adı da ” Dik Sılemam” dır bilirsin. O cevabını almadan sevgilisi incire bile uçmaz ha! Bilesin!
Konuşmayanın, içini akıtmayanın Allah belasını versin mi?
Versin!
Bu cihanda ,o cihanda yüzünü yere eğsin mi?
Eğsin!
Pepuk tam da karşıya, yıkılmış viran olmuş Fatik’ in evine baktı. İşte o esnada güneş bir gürültüyle dağdan koptu, bir halka nişan yüzüğü oldu, yuvarlandı, yuvarlandı tozu dumana kattı…kırıldı, döküldü, parçalandı bir de kanadı…bir de ahh…nasıl kanadı.
Ahh bir avuç tuz da yok artık .Gelip kesik, dut kütüğüne Pepuk’un yanı başında üç defa döndü sonra oracıkta durdu.
Fatik, o eski Fatik değildi artık. Ahh; Gılgameş de ölümsüzlük otunu suya kaptırdı.
Sonra bir sessizlik oldu .Sen, Nuh’un gemisinde güvendeydin , ayrıcalıklıydın, Fatik ise ayağı çamurlu bir karga, yine de uçup haber saldı yedi dağ, yedi iklime.
‘’Ali’m gelecek’’ dedi ; ‘’benim o büyük sevgim onu bana getirecek, benim şu kanlı göz yaşlarımın vebaline, benim kız kurusu adıma, benim ak saçlarımın her bir teli günahına Ali’m gelecek…’’
Fakat sen, ama sen, lakin sen; gelmedin, gelmedin, gelmedin.
Pepuk dedi ki ; ‘’konuşmayanın ,içindeki kara irini akıtmayanın, bu cihanda, o cihanda Allah bin türlü belasını versin. İçine saklananın, sinsi olanın, Allah bin türlü belasını versin…’’
Sessizlik…
Aldı Fatik gözlerini düştü delik torbanın peşine…Bir değil, iki değil, üç değil, tam kırk yıl yalın ayak dolaştı bu dağlarda…otuz iki dişini otuz iki taşa verdi. Fatik eski Fatik değildi artık, hiç değildi…
Tam da kenger zamanıydı…Toprak ana gürlüyordu, bahar ki yoksulun umudu, bahar ki yerin göğün sahibi, bahar ki aşk kadar kutsal.
Benim belime dökülen kara saçlarımı, anam yoksulluktan kille ve kara meşe külüyle yıkardı.
Yedi kardeşin başağıydım, ben diyeyim 15, sen de 16 yaşındaydım, altı kardeşin hem ablası hem ana yarısıydım. Anan, o rahmetsiz anan derdi ki; ‘’Fatik gibi bir gelinim olsun da varsın bir gözüm olmasın.’’
Keman kaşlarımın altında bir çift ahu gözlerim , gözlerim ahh; gözlerim, o yoluna baka baka kör olan gözlerim…
İşte tam da bu dutun altında, hiç kimsenin olmadığı bir anda sarılıp dudağımdan öpmüştün. Niye ki? Karar verilmişti sana nişanlanacaktım. Sen öpersin de biz sevmez miyiz? Ferhat’ın elindeki gürz olmaz mıyız? Aşkın hançerini kalbimizin en ortasına ‘ya aşk’ diye saplamaz mıyız?
Anan iki saç arasında nar gibi kızarmış bir gömme yapmıştı . Erenler ‘hüü’ dedi ve parmağıma bir yüzük takıldı. Kıyamete kadar senindim artık. Hükmün kalbime çakılmıştı. Öyle de oldu be Alik, kıyamet kadar çok sevdim, kıyamete kadar bekleyecektim.
Hem başka da şansım mı vardı. Seviyorum dedin; ben daha çok sevdim.
Askere gittin, iki yıl bekledim. ” Er mektubu görülmüştür” yazıyordu. Beni sevdiğini herkes görüyordu ,ben daha çok seviyordum.
Anan, evinizin kızıymışım gibi her işini bana yaptırırdı. Baban, ‘’şimdiden zora alışsın’’ derdi . Ona göre , kedinin bacağı önceden ayrılmalıydı. Anam boynunu büker, ‘’madem ki çağırmışlar git’’ derdi .’’ Saygıda kusur etme, sen artık o eve aitsin’’ derdi.
Babam dersen ,varsın sofrada bir kaşık da eksik olsun. Vur başına tezeği, al elinden ekmeği. Zaten baban arkanda dağ değilse, işin de zor işte…
Askerden geldin…Nişanlım değil miydin ? Köşe bucak öpüşürdük, içime kan yürüdü ben daha çok severdim , bir gün ölürsem bir tek aşktan ölürdüm…varsın bir tek aşktan olsundu ölümüm.
Sonra, “iki çıplak bir hamama yakışmaz” dediler… Haydi İstanbul’a, Ali’mi çalışmaya yolcu ettiler. Zaman durmadan akıp geçiyordu ama fakir aynı fakirdi. Zemheride ak karınlı kuzuların boynu, boş kütüğe uzanırdı, nasılsa bahara Allah kerimdi.
İki bacımın ellerine kına yaktım, gözlerine sürme çektim, uzak köylere gelin oldular .
Gel dedim Alik, aşktan başka büyük mü var, yerden büyük ev mi var? Gel dedim ,gel…!
Zaman bir su gibi takmış bedenimizi önüne, taşlara vura vura sürüklüyor.
Dört koca yıl geçti , dört koca asır. Ne yaşadım, ne duydum, nasıl yaralandım, merhemin hani..?
Bir gün dönecektin buralara . Döndün de… İncir darıldı sana, yüreğini dar etti .
Torban, o altı delik torban, uzak şehirlerin duvarlarında asılıydı, içine parlayan yıldızlar dolduracaktın. Daha uzak yıldızlara koşacaktın, daha uzak …Avrupa dedin sonra …
Elin eski el değildi , dudakların Aslı’nın durmadan kapanan elbisesinin düğmeleriydi.
Güzel kokular sürüyordun, ayakkabıların rugandı, yol almaktı niyetin.
Sonra dedin ki içinden , ‘’Çirkin sen burada bekle , ben gidip şu dağların ardına bir bakayım , daha güzel varsa alayım , güzel yoksa , sen zaten beni beklersin…’’
Gittin zaten torban delikti…Gözlerim, ahh; gözlerim, benim ahu gözlerim…
/ Devam edecek…./