İki yılan birbirine sarılmış çiftleşiyorsa sakın ola ki öldürmeyesin!
Her evin bir yılanı, bir melikesi vardır. Yılan ki Şahmaran’ın soyundandır. O Şahmaran ki mazlumdur, sahipsizdir…sırtından vurulmuştur…Yaralıdır…
Böyle buyurdu dervişler ve Dersim ellerinden yaralı insanlar Nuh tufanından kalma son yolcular misali çil yavrusu gibi Kuzovaya dağıldılar…
Eski bir kervan yoludur Xarapet…Kurdu kuşu doyurur bereketli toprakları. Ayrıca Firdevsi bahçeleri vardır. Ve sen bu topraklarda su içen yılana dokunmaz isen sana da ekmeği hak ve helal kılar…
Vardılar; Hozat elinden Kuzova’nın küçük bir köyüne yerleştiler. Abasan aşiretindendiler. Onlar geldiklerinde bu küçük ve şirin Ermeni köyü onlara kucak açtı. Yer sofraları kurdular , bereketli toprakların sunduğu şaraplardan içtiler ve birlikte cem oldular…
Kardeş kardeş yaşadılar fakat bu uzun sürmedi. Ferman kılıçla yola dizildi. Ermeniler Deyrizor yollarına döküldü… Mallarına ve namuslarına el konuldu…Xarepet Xarepet olalı böyle bir zulüm görmedi. Ölüm yatağı Kuzova insan eti kokusundan delirdi…
Korktu Abasanlı, çok korktu. “Bu kılıçlar gün olur benim de başımı boynumdan alır” diye korktu ve din değiştirdi. Abasanlı oldu mu sana, “Dönme Abbas…”
O artık en iyi Müslüman, en iyi Türk oldu…
Kraldan çok kralcı , devletten çok devletçi oldu. Oğlunu din alimlerine gönderip eğitti ve köyün imamı yaptırdı…Tarla tapan sahibiydi artık, farklı bir kimlik, farklı bir statü elde etmişyi …
Pirler ise ‘söğüt gölgesi, yiğit gölgesi’nde toplantılar ve orada Abbas’ı ‘düşkün’ ilan ettiler. Abbas ki durmadan kin , sürekli nefret , her zaman ırkçı tohumlar ekiyordu; Ermenilerden kalan kanlı bu topraklara…
Gel zaman , git zaman…Sene dediğin nedir ki ? Ayrıca bir gün mutlaka ‘her canlı ölümü tadacaktır…’
Abbas da tattı ve Türk / İslam kurallarına göre gömüldü…Mezartaşına bir de Osmanlı kavuğu giydirildi.
Kaç mevsim yaşandı, kaç bahar yağmuru yağdı Kuzova’nın verimli tarlalarına; gökten kaç cemre düştü de Deyrizor yollarında dökülen kanlar hiç silinmedi.
Zaman acıların ve dökülen masum kanların izini silemedi.
Abbas’in bir torunu var ki ; güzelliği Harput’a kadar duyulmuş. ‘ Ay demiş ki güneşe, sen doğma ben doğayım’ gibisinden… Ceylan desen, keklik küser cinsinden…
Mehmet bey, Harput’tan Alpavut eteklerine kadar uzanan , en verimli toprakların sahibi…Üzüm bağları ,Firdevsi bahçeleri, kemerli çeşmeleri, taş oymalı havuzları onundur artık. Hiç çalışmaz, elleri arkadan kenetli gezer ha gezer …Harput eğlence gecelerinin olmaz ise olmazı…
Elleri pamuklar kadar yumuşak , hiç iş tutmamış, uçsuz bucaksız tarlaları bir bir satarak geçinir. Liberaldir; başka inanç ve gelenekler onu hiç ilgilendirmez. Bahçelerine dadanan Dersim sürgünlerine “karışmayın’ der… ‘Bırakın da yesinler’ der…
Babası Osmanlı’nın son dönem kadılarından. Şer-i mahkemelerin sicil sorumlusu ve sonradan ‘hakim’ ünvanını alır…Ermeni soykırımında bütün o mallara çöken kişilerden sadece biri.. Haksız, hukuksuz bir şekilde soykırımdan sonra bir anda zengin olan tiplerden..
Şimdi bu Mehmet beyin bir oğlu var; yakışıklı , zengin , adı sanı var!!!
Bunun da parmakla gösterilecek bir güzelle evlenme hakkı var !!!
El alem de ” bak bak” desin…!
Abbas’ın torunu ne güne durur, namazında niyazında. On parmağında on hüner… bir bakışı Harput’a değer…
Kuzova’ya can gelir…Böylece o rüya gerçekleşir…
Abbas’ın torunu ile hakimin torunu evlenir. Beş parmak kızları olur…
Sonrası ; ağır bir fetva ile yürürmek durumunda kalır ahırın tavanına… “Alevi ile evlenilmez”…Hepsi bu kadar…
Kuzova baharla şenlenir; ilk bademler çiçeklenir, köy nazlı, narin bir gelin gibi süslenir…Köy baharda naz eder durur toprağa…
İki kan kırmızı yılan birbirine sarılır, çiftleşir. Yıkılmış evlerin temelleri üzerinde yeniden inşa edilmiş evlerin duvarları üzerinde dolanırlar…
Katledilenlerin toprağına melikelik ederler…Kırmızıyı dökülen kanlardan almışlardır…Bu toprakların sahipleri , attıkları kav ile iz bırakırlar…
Şahmaran en zirvelerde Kuzova’ya, Harput’a bakar sevinir ki unutulmamak iyi bir şeydir…
Şahmaran masumdur , mazlumdur, sırtından vurulmuştur ve hala yaralıdır…