Atatürk, Sıdıka Avar ‘a öğütler verirken demiş ki; ”Doğu halkı neden yoksul ve cahil, biliyor musun?..Tek neden Türkçe bilmediklerindendir. Türkçe ögrenirlerse sorun da ortadan kalkmış olur…”
Atatürk; koca Türk, büyük Türk, asil Türk , tek Türk… Türk de Türk!!!
Türkiye’de bu soyadı ondan başka hiç kimseye verilmez. Yyasaklıdır ve Atatürk soyadı sadece ona aittir. Bu soyadını ona kim verdi ? İşte başka bir trajedi de bu. Mustafa Kemal’e Atatürk soyadını veren bir Ermeni’dir. Bir ‘kılıç artığı’dır.
Agop Martayan Dilaçar’dır ve kendileri bir dilbilimcidir. Dilaçar soyadını da bizzat Atatürk ona vermiştir . Ermeni Agop Türk dilini gelişmesine önemli katkılar yapmıştır…Zamanla ön adını doğraya doğraya sadece A.Dilaçar eyler zira adından korkar ,adını saklar. Türkçe’nin gelişmesi ona borçludur ama kendi adı Agop Martayan yavaş yavaş söner, silinir, silikleşir ve o heybetli isimden geriye bir tek A. Dilaçar kalır..
O kadar emek verdiği Türk Dil Kurumu başkanı iken 1979 ‘da öldüğünde devlet kanalı TRT ‘’A.Dilaçar öldü’’ der..Kendinden kaçmanın sonu yok , yalakacılığın ihanetin de…Şişli Ermeni mezarlığına gömülür…
Ama bizim oralarda Atatürk’ün nefret ve ah ile söylendiği bir adı daha var. Kuşaklar boyu asla affetmeyecekleri, asla unutamayacakları bir ad verirler ona; Kor Musto… Bunu derler onun adının geçtiği her defasında. Ocak söndüren, zalim, eli kanlı, Kürd’ü ve Kızılbaşı kırdırandır o….Osmanlı’nın Cumhuriyet’teki devamı …
Her şey, herkes kan içinde…
İşte bu Atatürk’den el almış Sıdıka Avar, doğuya gidecek ve orada Kürdü Türklüğün şanına (!) boğacak…Kocasından yeni ayrılmıştır ve küçük bir de kızı vardı… Olsun …Türklük her şeyden öncedir!! Kızını bir yatılıya verir, sonra düşer yollara…İstikamet Elazığ; Dersim’in ağzının içi ..
Dersim halkının öğütüldüğü değirmendir Elazığ..Sıdıka Avar, kara bir trendedir birazdan Palu’dan geçecektir. Palu; Şeyh Said’in doğduğu yer..Hele bir Dersim’i acil olarak öğütsün, sıra oralara da gelecek, Türklüğün izniyle..!! Avar, taa Bingöl ‘e kadar uzanacaktır…
Bir gece karanlığında varır Elazığ’a Sıdıka…Kentin kenar bir mahallesinde, önceleri bir doğumhane olan, şimdi gündüz ve yatılı kız okuluna dönüştürülen eski bir binada kalır… Yıkık dökük, pis kokan bina aslında bir ‘’İslahevi’’, bir asimilasyon merkezidir..
‘Bacılar’ dediği Elazığlı hademeler karşılar kapıda…Yeni öğretmen gelmiştir, herkes meraklıdır. Bir kapı aralığı var, beş, on kız çocuğu ikide bir usturaya verilmiş kara başlarını aralıktan uzatıp bakıyorlar. Ürkek, üstleri partal, per perişan..
” Ayıvo ayıvo( Ayıptır ayıp) ya da ” töö” ( bir şaşırma ünlemi) kullanırlar yaşları 10,12, 15 olan çocuklar. ‘Cendermeler’ Dersim’den zorla getirmiş..
Sıdıka sorar bacılara:
-Kim bunlar?
Cevap : Yatılılar, dağ ayıları, Kürtler..isyan edenlerin dölleri..
Sıdıka Avar ‘in ilk sözü ; “Aman allahım, ne garip şiveleri var…” olur.
Yalnız şiveleri mi ? Ona göre isimleri de gariptir: Fincan, Saray, Hatun, Geyik, Xazel, Kadife, Anik , Elif, Beser….Fintos, Sisin..
Oysa kendi adı Sıdıka Arapça kökenlidir,nedense bu hiç ama hiç mi garip değildir.
Elazığ, “Kara erik çağala ye ki yaran sağala’’
Bacılar kötü davranıyor “dağ ayıları”na. Okul müdürü, öğretmenler de… Gündüzleri ayrı sınıftan eğitim gören Elazığ’lı kızlar da var fakat onlar ayrıcalıklı..
Okulun bütün işleri Dersimli yetim kızların küçücük ellerine yaptırılıyor; çamaşır, bulaşık, yemek görevlilerin özel hizmetçiliği de dahil…Onlara kötü davranmak, onları hakir görüp kullanmak sanki bir farz. Ne zamanki Anadolu kapıları barbar Osmanlı’ya açıldı o gün bu gündür, kadim halkların da “Katli vaciptir” fermanı kesildi. ’’Kendinden olmayanı öldür, bir zürriyetini koma yollarda’’ baş ilkesi burada da geçerlidir. Yalnız bir farkla kılıçların yerini top tüfek almıştır…Yüzyıllar boyu çıkarılan iktidar fetvaları dün doğmuş çocuk gibi halla hayattadır. Bir zamanlar ki bu topraklarda kadim halkların birlik inancı vardı, toprağı işleyip ona şekil veren ve birlikte yiyen, paylaşan, dayanışan insanlardı. Şimdi öyle mi? ” Birlik ve Dirlik” artık iktidarların karabasanı. “De ki; sana iman etmeyeni öldür, onun malı, canı ,namusu hatta ve hatta dili bile helaldir. Onlar ki ; ana bacı bilmez, kadınları üç gün serbesttir, işte onlar da sana helaldir. Onların pişirdiği yenmez, kestiği murdardır. Mum söndü eylerler, katiyen gusül de almazlar…’’
İktidar halkın içine bu fitne fesatlığı bir kere koymaya görsün, halk buna inandı mı tamamdır bu iş; iktidarın yerini halk almıştır artık. Yüzyıllardır böyle yol almamış mıdır?
‘’Ee, böyle olmaz’ dedi Sıdıka…’’Böyle devam edersek bu çocuklar bize düşman olur..Kale içten fethedilmeli; ” ayılar” tez elden ‘’kuzu’’ edimeli..
Herkes paşadan korkuyor Elazığ’da. Aslında Sıdıka’da korkuyor. Onun hakkında kötü şeyler işitmiş..Soruna el atmak için paşaya varır. Dersimli kızların eğitim ve Türkleştirilmesi görevinin yalnızca kendisine verilmesini arz eder paşadan. Epeyce de dil döker. Arada Atatürk’ün vasiyeti de vardır ve sonunda isteğine ulaşır..
.Aslında anlatıldığı gibi biri değildir paşa , hatta “sevimli” biri gibi gelir Sıdıka’ya.
Paşa kim ola ? Hüseyin Abdullah Alpdoğan.!!!
Tek adam, tek yetkili, öyle ki ipe adam gönderir, ipten adam alır..
Kolları sıvar Avar. Kızlar artık ona emanet, okulun işlerini ve diğerlerinin hizmetçiliğini yapmayacaklar. En önemli şey Türkçe öğrenip, okuyup yazmalarıdır. Kürtçe konuşmak yasak, kendi aralarında bile, çocukların başlarını artık usturaya vurdurmaz, bitlerini kendi ayıklar, özel bir gaz getirtip çocukların başlarına sürer. Onları elleriyle hamama götürüp yıkar, paklar, en iyi elbiseler, iyi kunduralar alır. Yemek porsiyonlarını büyütür. Onlara o kadar iyi davranır ki anlatılmaz. Dersimli sabilere okulda hiç kimsenin artık ” dağ ayıları, Kürt dölleri” demesine de izin vermez…Yasak koydurur. Öyle olursa bunlar Kürtlüklerini unutmazlar. Arkasında Paşa var..Atatürk’ün vasiyeti de böyledir zaten.
Başlarını okşar, geceleri üşümesinler diye üstlerini örter….Çocuklar artık Sıdıka’ya ‘Anne’ derler. ‘’Daye” orada ölmüştür artık…
Hal, böyle böyle…Çocuklar Türkçe öğrenir, yavaş yavaş okuyup yazarlar..
Bir H.Ağa var Mazgirtli zengin, kırk köyü var, doru atları ve konağı devletin emrinde. Marabaları, hizmetçileri , yağlı ballı yemekleri, eli silahlı devlet görevlilerinin sık sık uğradıkları, içinde rahat yattıkları ipek çarşafları var da var… Halk yoksul, perişan, evleri başlarına yıkılmış, ocakları sönmüş, gilgil ekmeği yiyiyor .
H.Ağa’nın kızı Elif, boylu boslu iyi beslenmiş, özgüvenli, bir çırpıda doru atlara binip saçlarını rüzgarlarda savuruyor. Birde yanında Fincan var… H.Ağa eliyle getirip bu kızları Sıdıka’ya teslim ediyor. Okusun Türkçe öğrensinler diye… Elif okulda çok ayrıcalıklı. Fincan Elif’in bütün özel emir ve isteklerine boyun eğiyor, her isteğini usulca yapıyor.
Fincan , Elif’in özel bakıcısı yanlarında çalışan bir yanaşmanın kızı.. Fincan buraya okumaya değil de hizmet için Elif’l e gönderilmiş… Al işte ateşin orta yerinde bir sınıf çelişkisi.
Elif, Sıdıka’nın şefkatli elleriyle tatillerde bizzat H.Ağa’ya teslim edilir. İpek çarşaflarda uyur. Elif sonraları bir okul açacak 25 öğrencisiyle Türk’ün yüce gücünü kanıtlayacaktır. Fincan ise, kendi sınıfının neferi olacaktır…
Sonra yeni kızlar için köy köy gezer .Enstitü üç yıldır.. Bu sürede çocuklar Türkçe öğrenip Malatya Akçadağ ‘a gönderilip öğretmen olurlar. Başka da bir şey olmazlar.. Hukuk ,tıp, felsefe, mühendislik gibi dallar yoktur. Onlar; kumaşı iyi biçip diken, iyi yemek pişiren, çok iyi temizlik yapan ve en iyi Türk çocukları yetiştiren ” anneler ve ev hanımları” olacaktır..
Okutulan kitaplar da belli kalıplar içindedir. Reşat Nuri’nin Çalıkuşu…Hani şu, züppe Kamuran, teyzesinin kızı Feride’ye umut verip, başka güzel kadınlarla eğlenen.. Feride bir öğretmen olarak dağ taş Anadolu’da dünyanın acısını yaşar da sonra kız oğlan kız olarak tekrar Kamuran’a varır.
Kamuran, evlenmiş karısı ölmüş boyunca da çocuğu olmuştur. Ne var ki bunda…Sonunda Feride “temiz” kalmıştır.. Bir de Yaban var, sonu berbat…Vatan aşkıyla yanıp tutuşan subay, sevdiği kadını mezarlıkta kanlar içinde bırakıp kaçar ya.. ama sevmiştir!! Ateşten Gömlek…
Bilinen burjuva eğitimdir verilen.
Fakat ilk zamanlar halk tepkilidir, Sıdıka’yı içeri almazlar. Bir parça ekmeğe kurban ederler. Uzun bir süre jandarmaların zorla getirdiği kızlarla idare eder.. Ancak Sıdıka kararlıdır, bu köylerdeki kızları alacak Türkçe öğretecektir. Öğretir de..
İlk zamanlar bu bölgede hemen hemen hiç kimse Türkçe bilmez. Sonraları el attığı Bingöl’de işlerini hep tercüman aracılığıyla halleder, fakat bu uzun sürmez. Yetiştirip öğretmen ettiği ” Kızları” arkasından, köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dağılırlar. Kürt kızları kendi ana dillerinin, inanç ve kültürlerinin katilleri olurlar. En büyük Türk, en iyi Müslüman onlardır artık…
“Kürtçe konuşmak , hatta Kürtçe düşünmek bile yasaktır”
Kızlar Türkçe öğrenmiş,Sıdıka analarıyla mutludurlar.Paşa teftişe gelecek okula..İyi karşılamak lazım bu insan kasabını!!
Okulun en çalışkanı Hüsniye. Hüsniye bir asker gibi kalkar “Güzel Türkçesiyle ” bir şiir okur, Abdullah paşaya.
” Türk çocukları, Türk çocukları
Gözler ileri başlar yukarı
Yarınki hayat yurt ufukları
Her şey sizindir Türk çocukları.”
Yaa der paşa ; ‘’her şey sizindir çocuklar iyi çalışın dersinize..’’Sıdıka da çocuklar da çok gururludur!! Abdullah Alpdoğan Dersim ve Elazığ’da tek yetkili . Alişer ve Zarife ‘nin kesik başlarının elinde olduğu Paşa!!
1944, aylardan Temmuz. İsmet İnönü Elazığ Kız Enstitüsü’nü ziyarete gelir. Yanında mebuslar ve yetkililer dizi dizi. Okulda bir tek Elmas diye Dersimli bir kız var.
Hozat ‘tan erken okula gelmiş. İnönü, görmek konuşmak teftiş etmek ister. Elmas Türkçeyi iyi öğrenmiştir. Elmas çağrılır, gelir odanın ortasında saygılı bir şekilde selam verir. İnönü onu masasına kadar çağırır ve sorar.
-Türkçe biliyor musun?
– Evet efendim
– Nereden öğrendin?
– Burada efendim.
Bir gazete parçası uzatır Elmas’a;
– Oku bakayım.
Elmas çatır çatır okur.
İnönü esaslı bir Afferin çeker.
– Başka ne öğrendin?
– Biçki dikiş, bir de ev idaresi…. İnönü çok gururlanır, Sıdıka da…
Sonra İnönü elini uzatır Elmas yere diz çökerek İnönü ‘nün elini öper.
İnönü işte: ” KÜRT ” der
Evet yanında eşek kadar bi dolu insan. Başkalarının adına utanmak bu olsa gerek. Bizim oralarda bu İsmet İnönü, ” Sağır İsmet ” diye anılır..
Sıdıka Avar Elazığ Kız Enstitüsü asimilasyonun kalesidir artık…Kimler gelmez ki ziyarete. Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, daha kimler, kimler..
Bir gün jandarmalar okula iki kız çocuğu getirir. Bunlar 8 ay dağda saklanmışlardır. Elazığ Buğday Meydanı’nda asılan Dersimlilerin akraba çocuklarıdır…
Geyik ve Hayriye..
Ağustos ayı okullar tatil..
” Müfettişlikten emir gelmiş bu kızlar, şerefsiz asilerin çocuklarıdır okutulmayacaktır, okulun işlerinde kullanılacaktır “diye bildirim yapılır.
Geyik iri yarı, ” ne hain bakışlı! Saçları karma karışık, 7 ay dağda tarağı nereden bulacaklar ki. Sırtında etekleri dizlerine kollarına pazularına kadar parçalamış, deseni belirsiz bir basma elbisenin sırtı çürüyüp parçalanmış, sağ küreği yapışık, göğüs kısmına yırtmaçları göbeklerine kadar yırtılmış. Bellerinde birer urgan bağlı.
Küçük de aynı, yalnız elbisenin sırtı sağlam. Yüzlerindeki deri insan derisine benziyor, beden derisi sanki kahverengileşmiş, ağaç kabuğu gibi. Tırnaklar kırık ağız kenarları yara. Hayriye o kadar zayıf ki iskeletine yapışık kabuk gibi bir deri. Yüzü ihtiyarlar gibi buruşuk. 14 yaşında var mıdır?
İçeri almak istiyorlar, girmiyorlar. Birer dilim peynirli ekmek uzatırlar Sıdıka ve müdire. Geyik arkasını döner almaz. Hayriye Sıdıka’nın elinden aldığı gibi koynuna sokar. Geri geri kaçıp onlara bakar, ekmekten bir parça koparıp yer, gerisini koynuna saklar. Sıdıka, Geyik’e de ekmek vermek ister, ekmeği uzatır. Geyik elinin tersiyle Sıdıka’nın eline vurur, ekmek yere düşer ve Hayriye koşarak ekmeği yerden alıp koynuna saklar.
Bu sonsuz açlık karşısında Sıdıka ve müdüre etkilenir, peynir ve ekmek getirirler. Önce Hayriye’ye verirler o bir duvar dibine çömelip hem ekmeği yer hem de onları gözetler.
Geyik’e de içi peynir dolu ekmekle” kızamıne” diye yanaşıp sırtını okşar, Geyik yine iter bu sefer ilki gibi şiddetli değildir. Elindeki ekmeği yine uzatır ,Geyik bir kere Sıdıka’ya bakar, Sıdıka gülümser ve alması için ” kızamıne” diyerek teşvik eder. Ters ve sertçe elinden ekmeği alır Geyik. Arkasını döner, çömelip yemeye başlar.
İkisi de müthiş kokuyorlardı. Hademeler su kaynatır önce Hayriye’yi yıkarlar,derisi bir türlü kiri akıtmaz, mutfak fırçasıyla ovalarlar vücudunu yine de vücut çil çil kalır.
Geyik bir türlü içeriye alınıp yıkandırılamaz müdüre, başa çıkamayınca iki erkek hademe yardıma gelir. Koskoca iki erkek Geyik’le başa çıkamaz “aman yarabbi ne kuvvet ne direnme” bu kargaşada sırada sırtı kanamaya başlar. Onlar tutarken Sıdıka kanayan yere bakar, sağ kürek kemiği üstünde büyük bir yara sırtındaki elbiselerle yapışıp kalıplaşmış bir kabuk oluşmuş…Aralarında da küçük beyaz kurtlar….
Müdüre’nin o yıl tayini çıkar, giderken “Hayriye’yi yanıma alayım da hiç değilse işlerimi görür “der. Paşadan izin alır, paşa da verir.
Niye vermesin ki, onların Kuzova’ya dağılmış sahipsiz davarlardan farkı ne? Bir eşyayı alır gibi alıp götürür müdüre Hayriye ‘yi..Evine hizmetçi olarak.” Kafirin emeği de helal”
İşte bu çocukların saklandığı yerleri jandarmaya bildirenler de yine iç milislerdir. Abdullah Paşa’nın üç kuruşa satın aldığı milisler” Riya Şaeye” (Yüzü karalar)..
Geyik ve Hayriye olayı Dersim Tertelesi’nin aynadaki yüzüdür aslında. Geyik’in sırtındaki yara, yaranın içinde oynaşan beyaz kurtlardır.
Yaşatılan…Asla unutma, Asla affetme…
Haftaya : Ağaç dedi ki baltaya ‘sen beni kesemezdin ama ey vah ki sapın bendendir…’ Bak sen şu ağacın bilgeliğine…