Küçük bir kasaba burası, büyük dertleri olan, derin yalnızlıklara gömülü. Her göçmen, kendi coğrafyasının kederini boynuna geçirilmiş bir ip gibi taşıyor.
Yapay oluşturulmuş bir göl var burada. Çocuklarla ekmek kırıntıları atıyoruz göle. Metin Altıok’un kuşları gelmese de, ördek sürüleri kanat çırparak koşup kapıyor ekmekleri. Çocuklar seviniyor, ördekler de…
Kirli bu göl, kokuyor da. Asırlık ağaçların altına sıra sıra dizilmiş kahverengi banklar var… havanın rengine göre bazen doluyor…
Beni bu göl kıyısına getiren iki şey var; birincisi, çocuklarımın ördek yemlerken attıkları sevinç çığlıkları, ikincisi, bir bankta oturup kitaplar okuyan, esmer gizemli bir kadın…
Felsefe okuyor, August Bebel, Dostoyevski, Yaşar Kemal, Mehmet Uzun, Sartre ve kapitalizmi iliklerine kadar işlemiş Steinbeck’ın Gazap Üzümleri’ni… Elindeki her yeni kitap, hayranlığımı arttırıyor.
Kadın, etrafındaki canlılardan bihaber, ara sıra okumaya ara verip, sigarasını tüttürmese heykel sanacağım…
Bir kaç kez, selam verdim de başı ile aldı… Çocuklarla poğaça yolladım yine sessizce başını öne doğru eğerek teşekkür etti…
İnsanlardan kaçıyor, belli ki yaralı…
-At kendini göle ne duruyorsun!! diyorum içimden… Kadın dönüp bakmıyor bile. Bir kapı aralasa, kitaplardan köprü de kuracağım ya, yok işte…
Mademki kitapla geldi, ben de kitapla giderim diyorum. Çantama elinde okurken görmediğim, Panait İstrat’nin Minka Abla’sını koyuyorum.
Merhaba diyorum; en güzel hitaptır, benden sana zarar gelmez ya, böyle uzatıyorum Minka Abla’yı .
Balkanların Gorki’sine küçük bir hediye…
Gülümsüyor, ben de… Yalnızlık yavaş yavaş kayboluyor… Aynı dünyanın, aynı gökkuşağı altında başımızda kitap kanatları altında koşuyoruz… Bu gurbet diyarında, bu karşılaşma, bu küçücük kasabada ne bulunmaz nimet…
Adı Elif; 50’li yaşlarda, güzel, iri ve kederli gözleri var. Feleğin çemberinden geçmişlerden yüzündeki keder, her şeyin aynası. Pek konuşmuyor özelinden. İlk zamanlar, tek konumuz kitaplar, ara sıra da filmler. “Cenaze İçin Birkaç Kilo Hurma, İran filmi izle’’ diyor.
İzliyorum. Dermansız bir aşk ve yoksulluk filmi… Çok ağır, derin…
İki çocuğu var Elif’in, Münih’te evliler… Elif o şehirden taa buralara gelip yerleşmiş bi nevi kaçmış aslında, celladından kaçmış…
Elif güzel becerikli, yaratıcı, tertemiz çıkarsız, art niyetsiz bir kadın. Malulen emekli…
Ara sıra bir okyanusa dalmış da çıkmış gibi soluk soluğa nefes alıyor…
İyi niyetinin kurbanı, “sırtımdaki bıçaklara elim yetişemiyor’’ diyor. “Yalnızlık benim için iyi” diyor..
Kocan, diyorum.
Acı bir gülümseme dudağında donuyor…
“O bir gizli Narsist ‘ti’’ diyor. “Ben anlatsam unutursun, kendin araştır’’ diyor… “Anlarsan kim bilir ? Belki dost da oluruz..’’
Narsisti araştırdıkça, boğuluyorum. ‘Cenaze İçin Birkaç Kilo Hurma’ filmindeki çaresiz aşkın karında erimek, ölü bir bedendeki dayanılmaz kokunun etrafa yayılması gibi…
Tüm zamanların tek değişmezi…
Adını Yunan Mitolojisinden alan, bir kişilik bozukluğu.
Avına usulca yaklaşan sırtlan misali, önce avını iyice aşık ettirir, bağlar kendine ve ağına düşürdüklerinin canını, parça parça koparır. Aile kuramaz böyleleri. Dışarıya karşı mülâyim, canayakın, mükemmel ve masumdur ama kendi partnerine karşı da bencil, cimri, kıskanç, acımasız ve duygusuzdur.
Narsit’in avına düşenlerden geriye sadece bir posa kalır. Kendilerinden başka kimseyi sevemez. Ayrılmak mı istedin hemen baştaki ilk aşk serüvenine geri döner, oyalar seni. Dengenle oynar, ruhunu hiçleştirir ve bir vampir gibi senin çektiğin acıdan beslenir.
Etrafı da öylesine manipüle eder ki, içerdeki savaşı hiç kimse fark bile edemez. Kimse de inanmaz sana… Av ağı ne kadar kolaysa, çıkması da bir o kadar zor olur…
Bütün her şey onun hakkıdır, yanında can versen de umursamaz… Uzmanlar kaçın diyor da başka bir şey demiyor… Bu hastalık günümüzde ne kadar yaygın. Kadınlarda da rastlanır bu hastalığa ama çoğunluğu erkekler oluşturuyor…
Elif meğerse neleri yenmiş de gelmiş…sığındığı kitaplar onun evi, tek dostu olmuş…
Araştırdıkça daha çok seviyorum Elif’i…
Elif, bazen bende yatıya kalıyor. Ailemizden biri gibi, çocuklarım teyze diye çağırıyor…
Bazen de telefon ediyor:
“Çay koy geliyorum…’’