Kara doymayan kapitalizm, Anadolu tarihinin en büyük, en acılı işçi göçünü, ucuz kadın emeğiyle zirveye çıkardı…Hangi kitap yazıyor? Yoksulluğun gölgesinde kadın çalışmaz diye…Sirkeci Garı’ndaki ucuz işçi meydanında bu sefer de kadınlar tepeden tırnağa kontrol ediliyor ve vagonlara yükleniyordu…
Baş eğmez dağlardan koca kayalar gibi yuvarlanıyor, çakıl taşlarına dönüşünceye kadar akıyorlardı Sirkeci’ye.Yıl 1972, aylardan Temmuz; Almanya’ya gitmek isteyen işçi sayısı 1 milyon 51 bin 138 idi ve sadece Hakkari’den kadın işçi başvurusu yapılmamıştı.
Kadınlar erkeklerle aynı işi yapmalarına rağmen daha az ücret alacaklardı. Çoğu okur yazar değildi…gözleri açılmamış, uysal, çekingen, ürkek ve de kolay sindirilen ucuz hammadde kaynağı kadınlar da kitleler halinde Almanya’ya gidiyorlardı….
Şartlar mı ? Onlar için de ağırdı. Hamile olmayacak,sağlıklı olacak, genç olacak….ha bir de modern giyinecek, mini etekli, başı da açık olacak…Avrupa’ya uyum şart!!!!
Kadınlar gidiyordu; yeni evlenmiş genç gelinler, memelerindeki yavrularına sağlam raporu alamamış, bebelerini kocalarının koyunlarına bırakıp iki gözü iki çeşme ağlayan kadınlar…Memelerindeki sütü soğuk suyla küstüren, yaşını büyütüp, ailesinden gizli yazılıp yoksulluğun yüzüne tükürmek isteyen kadınlar….
Çocuklarını yakınlarının insafına terk eden, yoksullukları nedeniyle annelikleri öldürülen, kent yüzü görmemiş kadınlar Almanya’nın sanayi kentlerine taze ve yeşil derilmiş başaklar gibi saçılacaklardı…
Gittiler…Bir kelime Almanca bilmeden, çoğu okur yazarsız, ilk defa köyünden çıkmış kadınlar gözleri bağlı kuşlar gibi dağıldılar Almanya’nın sanayi kentlerine…Eldivensiz tuzlu balıklar dizdiler kasalara, parmakları delininceye kadar…Tekstilde, gıda ve sanayi üretiminde binbir türlü temizlik işlerinde, tarımda ve bakım işlerinde sağlam getirdikleri canlarını ve ruhlarını yitirdiler…
Erkeklerden ayrı kadın yurtlarında kaldılar. İki kişilik odalarda az kira ödemek için on kişi ot yataklarda yatıp, işten fabrikaya bir yol öğrendiler. Onlardan önce gelen erkek işçilerin babacan ,koruyucu vaatlerine kanıp güya bekar sahipliğinde haraç mezat otellerde satılanlar bile oldular. Geride bıraktıkları yuvaları dağıldı, çocukları ile bile bir daha eskisi gibi olamadılar…İstek yapıp eşlerini çocuklarını getirenler de oldu. Uyuşturucu mafyalarına sevgisiz büyümüş evlatlarını armağan edenler de oldu…
Onlar; kötü yöneticilerin mutsuz proleterleri…Onlar ki; Marx ‘ı doğuran bu topraklarda geldikleri tarihte kaldılar…Zaman sanki onlar için akmamıştı. İş dışında bir yere bir adım bile atamadan; bir tiyatroya, bir sinemaya, bir kitaba bile dokunmadan iki kültür arasında ezim ezim ezildiler…
Terden ve parçalanmış ellerinden döviz ve yatırım akıyordu Türkiye ‘ye; nasılsa döneceklerdi…
Fakat dönmediler, dönemediler.. .Almanya’da işçilerin mücadeleleriyle kazanılmış haklar vardı. Sağlık,eğitim vd.haklar önemli avantajlardı. Ülkelerindeki yoksulluk, kan ve şiddetten burası daha yaşanılırdı…
Dönenler de oldu elbette fakat milyonlar burada kaldı…Birikimleri ve geldikleri zaman dilimiyle gelişmemişlikleri iştah kabartıcıydı Türk mafyaları için..
” Bu gavur memleketlerde” onların sofuluklarını korumak da devletin acil göreviydi!!!
29 Mayıs 1993 tarihinde Almanya’nın Solingen kentinde Türk kökenli Genç ailesinin evi Neonaziler tarafından ateşe verildi. Bu faciada ailenin beş ferdi yaşamını yitirdi….Tarih bu ya; aynı yıl 2 Temmuz 1993’de yine Sivas’ta faşistler aynı katliamı gerçekleştirdi. Sivas’ta da halkların yüz akı 37 canın ölümüne sebep oldular..
Fakat Almanya ‘daki Solingen katliamı bizzat camilerde vurgun ve propaganda aracına dönüştü. “Bu gavur memlekette Müslümanın can güvenliği yoktur. Bir gün hepsi Genç ailesi gibi gavurlar tarafından yakılacaktır; o yüzden paralarını faiz günahına girmeden açılacak şirketlere hisse senetleriyle ortak olarak vermeleri gerekir’’ fetvaları çıkarıldı. Camiler ve dernekler bunun için kullanıldı.
Sözde hem ülkeleri hem de kendileri kazanacaktı…İşin garip ve acı yanı bütün bu topluluk vaazlarında kimsenin Sivas’ı sorgulamamasıydı…
Almanya’da emekçilerin birikimine göz dikenler onlara eşi benzeri görülmemiş Yimpaş skandalını yaşattı. Avrupa’da çok zor koşullar altında para biriktiren Türkiyeli emekçilerin paraları camilerin, hocaların, kimi dernek yöneticisi rantçıları el birliğiyle çalındı. Alın terleri, emekleri, umutları, hayalleri, gelecek özlemleri acımasızca, hile, yalan dolanla ellerinden alındı. Camilerin burada en büyük rolü oynadığı ve bu firmalardan komisyon aldıkları Alman istihbaratı tarafından da doğrulandı…
Yoğun İlgi üzerine mantar gibi biten ” yeşil sermaye holdingleri’’ video filmleriyle buradaki emekçilerin korkularını kışkırtarak, Solingen saldırısında Genç ailesinin yanan evini ve cenazelerini göstererek burada geleceğiniz yok mesaji vererek ve ‘’geleceğine yatırım yap” öğüdü verilerek tam 170 bin emekçiyi dolandırdılar. Bunun maliyeti sadece Yimpaş dolandırıcılığında 300 milyar euroydu.
Kapı kapı dolaşır iyi giyimli, ‘Nur yüzlü’ dolandırıcılar..
Bunlar gittikleri her eve önce, “Selamünaleyküm hele biz önce bir ikindi namazı kılalım” diyerek girerler. Ev sahibi garibanlara dini bütün dürüst insan tipi profili çizerler…Kurdukları firmalar adına Almanya’da işletmeleri de vardır.. (Yimpaş, Jet-Pa, Kombassan, Albaraka Türk, Bera Holding) bunlardan sadece bazılarıdır…
İşin içinde camiler de olunca buradaki emekçilere bire otuz alacakları yatırımlar daha güvenilir, daha cazip gelecektir..
Belki de yaşadıkları tüm zorluklar sona erecek, faizsiz ahiret kapısından gönül rahatlığıyla geçecekler..Allah ‘ın evinde Kuran’a el basarak devlet adına yemin edenler de varsa…Gariban dişinden tırnağına arttırdığını bu firmalara yatıracaktır…
Ve sonunda skandal patlak verdi Mağdurların yüzde doksan beşi Almanya ve çevresindeki ülkelerindendir..Kefen giyerek davalar acarlar mağdurlar; boşanmalar patlak verir, akıl hastanesine düşenler, intihar edenler olur. Ama davaların Türkiye ağı hiç zorlamaz. Aksine firma sahipleri Türk televizyonlarında mağdur olduklarını yeni yatırım planları ile kurtulacaklarını savunurlar..Zaten yıl dediğin nedir ki? Çok değil dokuz on yıl sonra zaman aşımından davalar da düşecek, mağdurlara tahta tabutlar görünecektir…..
Çok uzun ve ayrı bir yazı dizisi olacak 12 Eylül faşizminin mağdurları; solcular Avrupa’daki bu zulmün gerçekleştiği sıralarda ne yapıyorlardı?
Onlar mı? Bölüne bölüne çoğalacaklarını sanıyorlardı. En doğru, en sarsılmaz ideoloji sadece kendilerinindi. Kendi kitlelerine seminerler verip ve sadece kendi kitlelerine geceler düzenleniyorlardı…Aynı yüzler, aynı sözler…Ve hep birbiriyle yarış halindeki ayrı ayrı eylemler…
Öyle ki yöre ve köy derneklerine kadar ezberlenmiş bir iki cümleyle binlerce parçaya bölünüp dağıldılar.. .Arkalarında milyonlarca küskün bıraktılar..Hepsinin günahını almasak da durum içler acısı tam da böyleydi…
***
50 yıla aşkın zamandır Anadolu’dan binbir umudunu yüklediği tahta bavullarla Almanya’ya gelen emekçilerin yaşadıkları bir yazı dizisiyle anlatılacak gibi değil. Bu konuda yazılmış kitaplar, yapılmış filmler, çekilmiş belgeseller var ama hiçbiri yaşananları tam olarak anlatmaya yetmiyor, yetmeyecek..
Tahta bavulla gelip, tahta tabutla dönenlerin öyküleri nesiller boyu devam edecek.