Suna Arev: Yunanistan izlenimleri…

Yazarlar

Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesişmesinde yer alan küçük bir Balkan ülkesi: Yunanistan. Eski Yunanlar Hindistan’ın kuzeyinde yola çıkıp, Mezopotamya’ya vardıklarında, Fırat ve Dicle kıyılarına kurulmuş şehir devletleriyle karşılaştılar. Bu uygarlık onlardan çok daha ilerideydi…Bu halk tarihte Sümerler olarak biliniyordu…Sulama kanallarıyla tarımı geliştirmiş, yazıyı kullanmış çok tanrılı dinleri için anıtlar yapmış, matematik, astronomi, bilim ve sosyal yaşam alanlarıyla örnek teşkil ediyordu.

Antik Yunanlar bu uygarlığı geliştirip insanlığın her alanına yaymayı başardı.

Demokrasinin ilk temel taşları Sokrates’le buradan atıldı. Sanat kültür, tiyatro, olimpiyat oyunları, hipokrat yemini, ölüye saygı, felsefe, Batı edebiyatının gelişmesi ve daha nice ideallerin doğduğu bu topraklar dünyanın her yerinden gelen milyonlarca turistin, meraklı bakışlarına eşsiz bir güzellik ve bilgi sunmaya, devam ediyor…

Yunanistan’da yaklaşık 6 bin ada bulunmakta,  fakat bunlardan sadece 227’si yaşanabilir konumdadır…

Tarih boyunca savaşlara, yıkım ve istilalara maruz kalmış bu küçük ülke, milattan önceki 12 Tanrı inancıyla hala hükmediyor izlenimi yaratıyor. Atina sokaklarında Zeus’u, Hera’yı , Hedes’i,  Hermes’i, Demeter’i, Ares’i, Hephaistos’u, Poseidon’u görmeniz ve her adımda neredeyse tanrılarla karşılaşmanız mümkün…

Bu karşın ama Ortodoks Hristiyanlığın baskın olduğu da hissedilmiyor değil. Yeni din eskinin 12 Tanrı inancını resmi olarak yok etmişe benziyor. Herkesin boynunda asılı bir haç görmek ve her köşede bir kilise çanı duymak mümkün..12 Tanrı inancı sadece turizme endeksli ticaretin sembolü olarak ayakta…Ayrıca kökü tarihin derinliklerine uzanan Yunan sanatının günümüzde de öncüsü…

Atina, eski antik bölümüyle dünyanın en görkemli kentlerinden biri…

Homeros, 10 yıl süren Truva savaşlarında, iktidar ve güç gösterilerinde taraf tutmamış, iki tarafın da sıcak gözyaşı penceresinden olaylara bakmak suretiyle dünyanın en büyük ozanı ünvanını buradan almıştır ve şöyle demiştir…

“Askerler hiç görmedikleri kralları için savaşır ve ölürler…”

Antik çağda iktidarın altın çağını yaşayan bu uygarlık, yıllarca imparatorlukların, emperyalist devletlerin saldırıları, işgal ve yıkımlarından geçmiştir… Yunanistan uzun süren Osmanlı döneminin ardından bağımsızlık savaşı vermiş ve bu sayede Osmanlı boyunduruğundan kurtulan ilk ülke olmuştur.(1828-1829).

Tarihte ‘Rum katliamları’ olarak bildiğimiz akan kan deryalarının öyküleri de çok uzak geçmişe dayanmıyor. Bunlardan,Sakız katliamı 1821, İstanbul Rumlarının katliamı,  Ipsara’nın imha edilmesi, Çoban adası katliamı, Ağustos katliamı, Tripoliçe ve benzeri katliamlarla Osmanlı bu ada ülkesini bağımsızlık savaşında bir baştan diğerine kan gölüne çevirmiştir…

Atina sokaklarında Osmanlı izlerini görmek hala mümkün…Antik kent merkezinde yükselen bir cami, burada yaşanan “kafir” katliamlarına vaaz eden bir çağrı gibi duruyor.

Deniz ve Yunanistan bir bütün gibidir. Bu yüzden bura halkının bir diğer adı da ‘deniz halkı’dır. Böyle  anılmaktadır. Halkın çoğunluğu “poseidon” un hakimiyetinde ekmeğini kazanmaktadır…

Akdeniz ikliminin bitki örtüsüyle kaplı bu topraklar zeytin, fıstık ve incir ağaçlarıyla doğal bir güzellik sunmaktadır..Evlerinin çoğu çatısız ve beyaz boyanmıştır. Mavi, Yunan halkının vazgeçilmezi gibi, nazar boncuklarıyla süslenmiştir…Hiç bir yapı yüksek tepelere inşa edilmiş Akropolis’lerden yüksek değildir…

Adalarda  kıyıya yanaşan toplu taşıma vapurları hergün binlerce turist taşımaktadır. Bu kıyılara yanaşan özel yatlarıyla ayrıcalıklı burjuva sınıfının burnu havada zenginleri de özenle döşenmiş mermerlerden yürürler…Onlar ayrı ve ayrıcalıklıdır …! E n lüks otellerde kalır , en lüks restoranlarda ambarlarını doyurur , en güzel adalarda eğlenirler…Heybelerindeki para kasaları insan emeğinin alın teriyle tıka basa doludur…Yatlarında özel uşakları, tarih öncesi zamanlardakilerden pek bir fark sunmaz aslında…İşte tam da burada Homeros ‘un şu sözü aklımızda asılı kalır:

“Zafer insanlar arasında nöbet değiştirebilir…”

Adalar, insanın içine sevgiyle koşuyor…Toplu taşıma vapurundan Atina tüm görkemiyle dört bir kıyıdan da yükseliyor…Uzaktan bakıldığında muhteşem görünüyor. Bak bak doymuyor, insan gözlerini Atina’dan almakta zorlanıyor.

AKROPOLİS

Antik Yunan’dan günümüze kalan en ünlü ve görkemli kültürel bir mirastır.  Yunan mimarisinin ‘şaheseri’ olarak kabul edilir. Dünyanın en büyük kültürel abidelerinden biri olarak Parteon, antik Yunan’ın ve Atina demokrasisinin sembolüdür. Tapınak Dor üslubuyla inşa edilmiştir.
Parteon isminin Athena Partehenos’un kült heykelinin geldiği sanılmaktadır. Bu heykel Fidas tarafından altın ve fildişi kullanılarak inşa edilmiştir. Athena’nın sıfatı Partenos bakire tanrıçanın bekaretini simgelemektedir. Altın oranının insan oğlu tarafından kullanıldığı ilk uygulamalardan biridir…Geceleri bu tepedeki görkemli yapı ışıklarıyla bir altın topuna dönüşmüş olarak kente bakar.

Anıtın alt kısmındaki Herodes Atticus Tiyatrosu ve bugün yıkılmış olan Dionysos Tiyatrosu günümüz dünyasını yeni büyük, “Tregedya” lara davet eder gibi duruyor.

Tapınağın hemen yanı başında Atina’nın kuzeyine bakan yamacında 6 kadın figürü başlarıyla tapınağı ayakta taşıyorlar. Bu altı ve aynı orantıdaki güzel kadın heykellerinin Karaidlı kadınlar olduğu anlaşılıyor.  Pers -Yunan savaşında bu kadınların Perslerin yanında yer aldıkları için başlarına kondurulmuş yapıyı taşıma cezası ile sonsuza dek cezalandırılmış bulunuyorlar.

Bütün Atina kentinin görüldüğü bu yapı, “Bütün yoksullar göremedikleri yöneticiler için çalışır” sözünü doğrular zira, bu muhteşem yapıların ne mimarları ne de çalışan kölelerinin isimleri bir yerde geçmez… Antik kente bir kemerle girilir, muhteşem ve gösterişlidir.
Akropolis’in eteğinde elinde savaş kalkanıyla koşan Maraton’un siyah tunçtan heykeli aynı zamanda içimize bir acı olarak dokunur…

MARATON

Maratonun tarihçesi, M.Ö.490 yılındaki Perslerle Atinalılar arasındaki savaş sonrası efsaneye kadar uzanır. Savaş Maraton adlı bir bölgede yapılır.  Efsaneye göre savaş sonrası Philippides adlındaki bir asker Attika’daki Maraton’dan Atina’ya kadar koşmuş ve “Kazandık” dedikten sonra da Atina’nın pazar yerinde can vermiştir.

Günümüzde Maraton Olompiyat koşuları Philippides adına ithaf edilerek onun koştuğu 42 bin 195 metre olarak hesaplanmıştır. Atina’nın antik şehir bölümü renkli ışıklandırılmış caddeleri, lezzetli restorantları, antik Yunan mitolojik figürleri satan dükkanları, cıvıl cıvıl, renkli turistleri ve sokak çalgıcılarıyla insanları tarihin o altın çağına doğru sürüklüyor…Kentin bu bölümü açık hava müzesi konumunda her yeri tarihle işlenmiş, tarihlee dolup taşıyor.

Dünyanın en önemli arkeolojik müzesi de devasa heykel ve yaşam stiliyle görülmeye değerdir. Millattan önce inşa edilmiş şu deposu o dönemler tüm kentin ihtiyacını karşılar düzeyde inşa edilmiştir. Bir zamanlar krallar için düzenlenmiş bahçeler binlerce turistin geçtiği açık hava müzesi konumundadır.

“Dünyanın en kültürlü halkı ” söylemi halkının ince  ,,saygılı  ve samimi davranışlarında hayat buluyor.

Antik Yunan kenti çift şeritli kara asfalt bir yol ile ikiye ayrılıyor . Bu yol cennet ve cehennem olarak da adlandırılabilinir. İşte burada yıkık dökük binalara ,bakımsız ve kirli caddelere sürüklenir,  halkın yerlerde dilendiğine şahit olursunuz…

2008-2012 arasında tüm dünyayı etkisinde bırakan kapitalist, küresel ekonomik krizden en çok etkilenen ülkelerin başında Yunanistan geliyor. Daha çok küçük esnaf sınıfına mensup işletmeler kapanarak kentin sokaklarına tam 12 bin evsiz bırakmış…IMF’nin yardım adı altındaki milyarlarca euro kredi borçları bu halkı daha çok IMF’ye bağımlı hale getirmiş…

Kentin sokakları, karton toplayan, çöpleri karıştıran ve yerlerde sürünen yoksul halk kitleleri ile dolu…Yine bu kentin bulvarlarına çömelmiş, kara kuru Afgan, Pakistan, Kürdistan, Somali ve daha nice yoksul halklardan aile ve gençlerin, turistlere bakan gözlerindeki hayalin esiri olursunuz…Bu binlerce gözde bir an önce Almanya, Fransa, İngiltere gibi kapitalist ülkelere gitme yolculuğunun telaşına kapılırsınız. Ellerindeki bir şişe suyu on kişiyle yudumlama susuzluğuna boğulursunuz…

Buralara öyle çok göçmen silinmiştir ki kendinizi ortadoğunun tam da ortasında hissedersiniz. Kentin cehenneminde ara ve karanlık sokaklarında, yüzlerce bir deri bir kemik kalmış uyuşturucu bağımlıları toplulukları ürkütücü ve yaşayan ölü mezarlığını andırır. Onlar sessiz sedasız çığlıksız ölürler…Yine bu sokaklarda bütün kapitalist ülkelerde olduğu gibi, eril açlığa sunulan legal caddeler, kadın bedeni ticaretinin bir parça ekmeğe satıldığına tanıklık eder.

Bir ülkenin yaşamı en çok da arka bahçelerde gizlidir…

Yunanistan, bizim burjuva eğitimde gördüğümüz düşman komşumuz değil, yoksul ve samimi halkıyla kardeşimizdir…

Yolculuğumuz 10 günün sonunda cennet ve cehennem çıkmazında son buluyor…

Yerler beyaz taş mermerlerle kaplı ve hayat  bir gün  yerden, yerdekilerle başlayacaktır… Promethus, bir demirci ocağından ateşi çaldı ve insanlığa armağan etti…Açılan Pandora kutusunda ise bir tek umut kaldı…Yerdekilere armağan…Yerdekiler onları yöneten kralların bugünkü adını biliyor…

Birgün dizlerine tutunup doğrulacak ve Pandora’nın kutusunu açacaklar ve “umut”u insanlığa sunacaklar…

İlginizi Çekebilir

Hakan Tahmaz: Afganistan Dersi, Terörle Mücadele Masalı
Halil Dalkılıç: Afganîstan, Kurdistan û mesaja Egîdan…

Öne Çıkanlar