“Biz de bir güneş sığdıralım ömrümüze.
Ve aldırmayalım hiç, gelen geceye.”[2]
‘Acılara Tutunmak, ‘An Gelir’, ‘İyimser Bir Gül’, ‘Sevgi Duvarı’, ‘Dokunma Yanarsın’, ‘Kendine İyi Bak’, ‘Mahur Beste’, ‘Suskun’, ‘Bahtiyar’, ‘Hoşçakalın Gözüm’ ve ‘Bir Veda Havası’ydı O; dillerden hiç düşmeyen…
“Benim başım hep beladaydı zaten. Son zamanlarda bunun nedenleri üzerine çok düşündüm; ben Türkiye’nin alışageldiği bir ‘sanatçı’ tipi çizmiyorum. Hayatın farkındayım, akıllıyım, beni içine almaya çalıştıkları normlara uymuyorum. Medya benden başka türlü malzeme çıkaramıyor; çünkü ‘kim nerede-kiminle’ programlarının aktörü olmuyorum. Düşünebiliyorum, ailemle ve inandığım geleneksel değerler üzerine inşa edilmiş bir yaşam sürdürüyorum, vergimi ödüyorum, namussuzluk yapmıyorum…
Bütün bunların ötesinde bir de bütün haksızlıkların farkında olan ve buna karşı çıkan bir yanım var. Eh, bir de sistemi eleştiren ve her daim muhalif bir adamım. Benim başım nasıl belada olmasın?”[3] diyen O, isyanın adıydı…
“Barış diyorum savaş anlıyorlar, demokrasi diyorum faşizm gibi algılıyorlar, ülkemi sevdiğimi söylüyorum vatan haini diyorlar,” sözlerinin sahibi, iktidarı eleştiren Ahmet Kaya’ydı.
O, “bir rüya bütün çektiğimiz,/ rüya kahrım, rüyam zindan…/ nasıl da yılları buldu,/ bir mısra boyu maceram,” dizelerindeki üzere hüzündü, isyandı…
Böylelikle de, 12 Eylül’ün paralize ettiği ezilenlerin sesiydi, çığlığıydı.
* * * * *
Duymasını, dinlemesini, anlamasını bilenler içindir Onun sesi; tonlaması şırıngayla beyninize enjekte edilmiş hissi uyandırır.
O bağlamayı sert ve içten çalardı; “Bağlama böyle çalınır” dedirtircesine…
Söylediği bütün parçaları öyle bir yorumlamıştır ki, ondan başka yorumlamaya cesaret eden pek çık(a)mamıştı; çıkanlar da o tadı ver(e)memişti…
Öte yandan “çok uzakta öyle bir yer var,/ o yerlerde mutluluk var,/ paylaşılmaya hazır bir hayat var” sözleriyle (duruşuyla) egemenleri (işbirlikçileriyle) silkelemiş, sarsmış, rahatsız etmişti.
Cem Boyner’in 1994’de kurduğu ‘Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucu üyelerindendi. Takımın hırçın oyuncusu olduğu için uzaklaştırılması uzun sürmemişti ve Erdoğan’ı da cezaevine bizzat uğurlayan kişilerdendi. Din, dil, ırk farkını önemsemeden insanların acılarını dillendirdi; ezilenlerin safındaydı yani.
Ancak “O kocaman bir dünyadır. Erdoğan onu sadece kendisini Pınarhisar’a uğurlayan Ahmet Kaya’ya indirgemek istiyor. Egemenlerin geleneksel tavrıdır bu da. “Dünyaya sataşan” çocukları ehlileştirmek isterler. Ahmet Kaya önce bir devrimci, sonra bir halk devrimcisiydi. Ahmet Kaya’yı ehlileştirmeye ne Tayyip Erdoğan’ın ne de Kemal Kılıçdaroğlu’nun gücü yeter”ken;[4] coğrafyamızın isyancı değerlerindendi.
* * * * *
Celalettin Can’ın, “Bizim (78) kuşağın(ın) ‘80 sonrası duygu dünyasını yansıtan sesti. Kuşağımızın 5000 kaybı ve idamlarıyla, on binlerle yaralısı, milyon işkence görmüşü ve fişlenmişiyle büyük lincinin sesiydi. 80 öncesi solla, 80 sonrası sol arasında ilişkiyi yeniden kurmanın, yaşanmışlıkları gelecek kuşaklara anlatmanın dili olacaktı O,”[5] diye betimlediği Ahmet Kaya; eşi Gülten Kaya’nın, “Gezi’nin, itiraz ruhudur. Ahmet Kaya itiraz ruhunun içinde de olurdu, Diyarbakır’da da olurdu,”[6] tarifine uygun 43 yıllık sanat hayatına, büyük bir itirazın, başkaldırının hikâyesini sığdırandı…
Yaşar Kurt’un, “80’lerdeki ilk göz ağrımız, ilk aykırı sesimiz. Cezaevlerine dikkat çeken, oralarda neler olduğundan bahseden müthiş bir sanatçı,”[7] betimlemesindeki Ahmet Kaya, “…‘İyi çocuk’ olmamış gerçek bir insan”dı.[8]
“Müziğiyle, duruşuyla insan unsuru üzerinde kurulan ve kurulması tasarlanan iktidar biçimlerine karşıydı; bilincini özgürleştirmesi, onu bu ülkede ayrıksı kıldı, giderek yalnızlaştırdı ve dışladı.
Bir sanatçı, yaşarken, düşünürken ve üretirken sistemin ideolojik kodlarını sarsmalı, bilincin belirlenmiş sınırlarını aşmalıydı ki, Ahmet Kaya’nın yaptığı biraz da buydu… Ahmet Kaya da, ne müzik otoriteleri ne devlet eli ile hiç pazarlanmadı; ne sesini ne cebini ne de vicdanını devlete hiç teslim etmedi.
Bir sınıfa aitti ve bu yüzden o ‘biz’di, ‘bizim’di…”[9]
* * * * *
Sert, güçlü devrimci protest müzikti onunki…
“Protest müzik”, “sol arabesk” tarifleri ve tartışmaları arasında Hasan Hüseyin’den Yusuf Hayaloğlu’na, Osman İşmen’den Ahmet Koç’a sayısız isimle yaptığı çalışmalar, iyi ya da kötü (beğenin ya da beğenmeyin) sound’u, sözleri, düzenlemeleri ve yorumları açısından o yıllarda ülkenin popüler müziği ortamında gerçek bir reformdu. Zira bu ses sokak arasında yaşayan, mahalle kıraathanesindeki delikanlıyla, mahpustan yeni çıkmışların ta kendisiydi.[10]
O ana değin yapılan müzikal işlere göre, hem daha kuralsız hem de serbest bir yapıya sahipti. Hem Batı, hem de (halk müziği, folklor babından) Doğu seslerini içerirken şiir ve edebiyatla da iç içeydi.
Bir yandan bağlama, öte taraftan senfoni dinleyen kulakların dikkatini çekebilme özelliğine sahipti.
Kaya’nın çok özel bir ses rengi vardı: İyi şarkıcı, yorumcu ve besteciydi. Eski fotoğraflarının içine Ruhi Su, Rahmi Saltuk ve Zülfü Livaneli saklanmıştı. Solcuydu, devrimciydi. Şarkılarını dinleyecek yüreği olan tüm vicdan sahibi insanlar için söyledi.[11]
Murat Utkucu’nun ifadesiyle, “Herkesin başını dayayıp ağlayacağı bir Ahmet Kaya şarkısı vardı… Onun şarkıları hakkını alamayan kısa çöpün trajedisiydi. Ama kısa çöp olmayı onur bilenlerin trajedisi”![12]
“Ahmet Kaya dinlemek” deyince, 80’lerin hüznünde, 90’ların en acı yerlerinde ve daha binlerce ruh hâlinde sesi kulağımızda/ zihnimizdedir. Çünkü Onun şarkıları çoğunlukla halkın sıkıntılarını, dertlerini, sorunlarını seslendirirdi. Coğrafyanın siyasal koşulları Onun bestelediği şarkılara da yansıdı. Çoğu şarkısı “yasaklı” listesine girdi.[13]
Onu ses perdesi bas-bariton aralığında olması yanında; içten, duygulu bir havada okuması insanları derinden etkiledi. Her kasetinde farklı enstrümanlar, farklı sesler ve tınılar kullanmış ve kendini tekrar etmeyip, müziğini sürekli geliştirmişti. Müzikteki arayışları hep sürdü.
“Solcuların yüksek sesle, muhafazakârların kısık sesle, ülkücülerin de gizlice dinlediği”nden[14] söz edilen yapıtlarında, insancıl öfkesi, güzel günlere olan inancı, haksızlığa karşı duruşu ve başkaldırısıyla vardı.
* * * * *
Konserleri yasaklanıyor, gözaltına alınıyordu. Ama o, her fırsatta dinleyicilerinin karşısına geçiyordu elinde şazıyla.
Dobraydı, pervasızdı biraz, düşündüklerini ne pahasına olursa olsun ifade etmekten geri durmazdı. Bu nedenle Savaş Ay, onu kendi programlarından birine konuk ederken, daha program başlamadan pazarlığını yapma ihtiyacı duyuyordu. Söz konusu programda, Savaş Ay’ın konukları birbirini yiyip bitirirken, Ahmet Kaya onlardan biraz uzakta, yalnız başına oturuyordu. Bir ara, biraz da sinirli, “Yahu beni konuşturmayacaksan niye çağırdın,” diye çıkıştı Savaş Ay’a!
Ay, “Sen konuşursan kanal kapatılır” diye yanıtlamıştı Onu…
“Henüz 16 yaşındayken afiş astığı için daha sonraları hep kavgalı olduğu faşizm tarafından hapse atılır. Bu, ilham aldığı müzik ustasına dahi karşı çıkacak kadar asi olan Ahmet için daha fazla mücadele ve tabi ki daha sert bir sanatsal duruş anlamına gelmekteydi.
O artık müziği ile durumdan ve durumundan memnun olmayan herkesin duygularına hitap edip, üzerindeki ölü toprağını silkelemeye başlamıştı. Çok geniş kitlelere ulaşması zaman zaman müziğinin ideolojik içeriği konusunda eleştirilmiş olsa da ortada olan bir gerçek vardı ki, Ahmet Kaya müziği ile kitlelere dayatılmış olan sindirilmişlik, çaresizlik, yozluk ve kimliksizleştirmeyi kader belleyip boyun eğme seçeneğini değil; başkaldırıyı ve mücadeleyi ulaştırmaya çalışmıştır. Bu mesajlarının geniş kitlelere ulaşması; çoğu zaman baskı, tehdit, gözaltı, tutuklama, yasaklama ve benzeri zorba yöntemlerle engellenmeye çalışılsa da, yolundan dönmeyen bir Ahmet Kaya gerçekliğine dönüşmüştü.”[15]
* * * * *
Egemenler bu gerçeği içine sindiremedi, hazmedemedi; aksi de mümkün değildi zaten…
Evet, egemen ötekileştirmenin çarpıcı bir örneğiydi…
Nefret edeni çoktu; seveni daha çok… Sevmeyenlerin nedeni malum! Hayat akıp gitmekteyken, dillerdeydi eşitlik, özgürlük, kardeşlik, başkaldırı şarkıları…
Bir “Cadı Avı”nda aforoz edilmeye kalkışıldı!
“Ahmet Kaya isminde bir şerefsiz…”, “Arabanı soksaydın da bir yerine çıkarsaydın yurtdışına…”, “Kürt olduğunu iddia eden bir haymatlos…”[16]
“Ahmet Kaya malum o densizliği yapmış…”, “O gece tek çirkin adam vardı. O da ne yazık ki Ahmet Kaya idi…”[17]
“Yarın parasını verin, oğlunuzun sünnetinde söylesin, oğlunuzun erkekliğini över…”, “Yalancı haysiyetsizin biridir…”, “Siz paradan haber verin Ahmet’e…”[18]
“Bu yaratığın insan sevgisinden kardeşlikten dem vurmaya hakkı kalır mı?”, “Türkü söylemeseydi kötü bir bar fedaisi olurdu…”[19]
“Ahmet Kaya tam bir şerefsizdir…”, “Sanat diye yaptığı iş, homoseksüel aşk ilanı…”, “Ayağınıza dolaşan yaratığa ‘hoşt’ dersiniz ya, benim yaptığım da bu…”[20] yaygaraları eşliğinde Ona 1999’un Şubat’ında yapılanlar 28 Şubat sürecinin uzantısıydı; egemenlerin malum kudurgan haliydi!
12 Şubat 1999’da ‘Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödül gecesinde bütün salon birden ayaklanmıştı. Çatallar ve bıçaklarla beraber küfürler de aynı yere yönelmişti. Bir tarafta garsonların kurduğu barikatı aşmak isteyen ve hep bir ağızdan 10. Yıl marşını okuyan onlarca kişi, bir tarafta ise olanlara oturduğu masadan bakan Ahmet Kaya, “Önümüzdeki kasette Kürt asıllı olduğum için Kürtçe bir şarkı yapıyorum,” demişti. Sadece Kürtçe şarkı söylemekten bahsetmişti…
Bu sözlerinden ötürü linç edilmek istenmişti. Daha sonrasında hakkında çıkan, doğrulanmayan iddialar yüzünden ülkesini terk etmek zorunda kalmıştı.
Perihan Maden’in, “Kötülüklerin dağından ansızın inenler tarafından, bağından tekme tokat kovulan adamın ifadesi. Yüreği, toprakları için sevgiden çatlayan adamın daha o saniye başlayan acısının, sıla hasretinin ifadesi aynen Hrant’ınki gibi. Amma çok bu toprakları sevdi bu iki adam. Birini öldürdük acısından, birini öldürttük,”[21] itirafındaki Ahmet Kaya’ya o gece küfür edenler unuttular; ama biz Reha Muhtar,[22] Şenay Düdek, Ertuğrul Özkök, Serdar Ortaç[23] vd’lerini unutmadık!
Bir de o kıyamete rağmen şu dediklerini: “Ben güzellikler ve dostluklar adına söyledim. Ama benim kimliğimi kimse elimden alamaz. Yıllarca bunu söyledim. Kürt ve Türk halkları kardeştir. Yıllarca bu ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunduğumu söyledim. Binlerce yıl daha bölünmeyeceğini savunuyorum ama Kürt realitesini sahiplenmek ve kabul etmek zorundadır bu ülke. Bunu da söylüyorum…”
“Dünyanın bütün kültürlerine eşit mesafede duran, kendini hiçbir yere ait göremeyecek kadar dünya vatandaşı hisseden ama bir kimlik aidiyeti ifade etmek gerekirse Kürt asıllı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Ben kendisine sadakat göstermemi isteyen tüm sistemleri reddedecek kadar özgür bir ruha sahibim. Benim mücadelem, yok sayılan bütün halkların varlığı kabul edilinceye kadar bitmeyecektir… Başta Kürt halkı olmak üzere bütün halkların yüzlerini dağlara dönüp ağlamasını istemiyorum…”[24]
“Kimlik sorunu yalnızca insanın milliyeti ya da milleti ile ilgili değildir, yani kişilik sorunu ilk önce insanın ben var mıyım yok muyum diye başlar. Yani hayatın içinde varsanız hayat için bir şey yapıyorsanız bunun çok ağır bedelleri vardır, bu benim için de geçerli işte bu ülkenin yöneticileri için de geçerlidir, bakkalı için de geçerlidir yani eczacısı için de geçerlidir. Ama sanatçı halkın sesi halkın gözüdür yani çağın tanığıdır ve çağın bire bir tanığıdır, yani bütün cinayetlerin tanığıdır. Görür ve anlatır, halk görür anlatamaz, halk susar. Sanatçının işi gördüğünü anlatmaktır, korkmadan anlatmaktır, yiğitçe anlatmaktır.
Ben o zaman aslında önemli bir şeyler açıklamak adına değil yani bir Kürt asıllı bir insan olarak bir kaset yaptığımı ve bir tek Kürtçe kaset yaptığımı değil, bir kaset yaptığımı ve Kürtçe bir şarkı söylediğimi, çok iyi bir niyetle söyledim…
Ve, Kürtler ve Türkler 1500 senedir binlerce yıldan beri birlikte yaşayan bu halkın gerçekten kardeş olduğuna inanıyorum, yani bunu böyle istediğim için, Kürt asıllı olduğum için, böyle bir şarkıyı söylemek istediğim için yaptım. Yani işte madem sen işte Kürtçe bilmiyorsun bu Kürtçe’yi nasıl söyleyeceksin diye sordular? Yani bunun cevabı çok kolay, Türkiye’de bugün Portekizce, İspanyolca, İngilizce şarkıcılar nasıl söylüyorsa bende böyle söyleyeceğim yani…
Hiç bir zaman, sanat, şöhret, para, pul, ar, namus, her şey ama her şey insanın kültürel anlamdaki siyasal anlamdaki ulusal anlamdaki kişiliğinden çok daha önemli değildir.”
* * * * *
28 Ekim 1957’de Malatya’ da doğup; 16 Kasım 2000’de Paris sürgününde öldü(rüldü)ğünde henüz 43 yaşındaki Ona dair, buncasının ardından, “Tu di nava dilê gelan de yî hevalê hêja/ Sen halkların yüreğindesin değerli yoldaş” demekten başka elden ne gelir?
Eşi Gülten Kaya’nın, “Onsuz, acı ve şaşkınlıkla bakıyorum geçen zamana. Acı, içime çivilenmiş zaten ama şaşkınlık! Bir inkârın, bir yok saymanın/ ya da yok etmenin içinde yerimizde saymışız bugünden bakıldığında. Bu da bu ülke için ağır bir yük ve hepimiz bu yükün de altındayız. İki satır söyleyeyim dedim ama hiçbir şeyi sığdıramıyoruz işte iki satıra. “Hayat bizi deniyor” demişti eşim bana sürgündeyken. Üzerine söyleyecek bir sözüm yok… Yaşarken öldürdüler,”[25] diye haykırdığı Onun Paris’te Cimetière du Père-Lachaise’deki mezar taşındaki yazıda: “Tarifi imkânsız acılar içindeyim./ Gurbette akşam oldu/ yine rüzgâr peşindeyim./ Yurdumdan uzak yağmurlar içindeyim,/ akşam oldu, sürgün susuyor,” notuyla Ahmet Kaya hep vardı. Vardır. Var olacaktır da…
Paris’e yerleşti. İstanbul’u, ailesini, halkını özledi Paris’te. Dünyanın en güzel, en hareketli, en kozmopolit kentlerinden biri olan Paris, bir sıkıntı olup kalbini yoruyordu bu nedenle. Sonra o güzel atlara binip gidenlerden oldu.
“Diyorum ki,/ bir şeylerin varsa yarınlara,/ okunmamış bir kitap,/ söylenmemiş bir söz,/ yapılmamış bir resim gibi./ Sevgi üstüne, barış üstüne, kardeşlik üstüne/ Durma kardeşim./ Sakın durma,” diyen Johann Wolfgang von Goethe’nin, “İnandığı şeyi yapan insanların enerjileri asla tükenmez,” vurgusunu anımsatarak; 2000 yılında Paris’te biz(ler)i, “Hoşçakal iki gözüm” dercesine bırakıp gitse de sanatın kalıcılığı, güzelliğin evrenselliği ve devrimciliğiyle hepimizledir O…
Bir Anka Kuşu gibi, kendini külünden durmadan yaratan Ahmet Kaya’nın kimseye hiçbir borcu yoktur. Hepimizin ise ona yitmiş bir hayat borcu vardır.
Ve nihayet Cahit Irgat’ın, “Sevgiden sırılsıklam/ Yangınlanacak aşklar/ Çok yakında bir gün/ Çok yakında bir gün/ İnsanlar insan gibi yaşayacaklar,” dizelerindeki üzere seni unutmayacağız gözüm…
Son bir şey daha: İktidarla ilişkili hiç kimse biz(ler)e, “Ahmet Kaya ve Etik”[26] söylevleri çekmesin; Ahmet Kaya’nın başına getirilenler bazen Nâzım Hikmet, bazen Yılmaz Güney ya da benzerleridir!
N O T L A R
[1] Kaldıraç, No:219, Ekim 2019…
[2] Fernando Pessoa.
[3] Aktaran: Eyüp Can, “Ahmet Kaya Yaşasa Nerede Olurdu? İşte Cevabı”, Radikal, 20 Kasım 2013, s.10.
[4] Hüseyin Kalkan, “Ahmet Kaya Roboskî’de Dururdu”, 25 Kasım 2013… http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=89829&haberBaslik=ahmet%20Kaya%20roboskide%20dururdu
[5] Celalettin Can, “… ‘Ağladıkça…’ Özgürleşmek ya da Ahmet Kaya”, Özgürlükçü Demokrasi, 26 Kasım 2017, s.11.
[6] “Gülten Kaya: Ahmet Kaya Hem Gezicilerin Hem Barzani’nin Yanında Olurdu”, Hürriyet, 21Kasım 2013… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25167607.asp
[7] Esra Ülkar, “Babamı Kaybettiğim Gün Çocukluğum Bitti”, Radikal, 1 Mart 2014, s.6.
[8] Hasan Cömert, “Sesinden Bile Güzel İnsan”, Evrensel Pazar, 17 Kasım 2013, s.5.
[9] Yılmaz Odabaşı, “Ahmet Kaya 57 Yaşında”, Birgün, 1 Kasım 2014, s.2.
[10] Özgün müziğin önemli isimlerinden Ahmet Kaya’nın 59. doğum gününde 218 şarkısını inceleyerek, Kaya’nın şarkılarında en çok kullandığı sözleri belirleyen Zeynep Tütüncü’nün araştırmasına göre, Onun şarkılarında en fazla kullandığı kelime ‘gelmek’ ve ‘gitmek’ ile ilgili kelimelerdi… ‘Göz’, ‘Dağ ve Ölmek’ ile ilgili kelimeleri de sıkça kullanmıştı… ‘Gece’, El’, ‘Kal’, ‘Kardeş’, ‘Çocuk’, ‘Türkü’, ‘Kan’, ‘Ağla’, ‘Vur’, ‘Yürek’, ‘Anne’, ‘Dost’, ‘Yol’, ‘Düş’, ‘Aşk’, ‘Dön’, ‘Baş’, ‘Acı’, ‘Yar’, ‘Ateş’, ‘Yalnız’ ve ‘Sevda’ da kullandığı kelimeler arasında dikkat çekenlerdendi. (Zeynep Tütüncü, “Ahmet Kaya’nın 218 Şarkısı İncelendi; En Çok Hangi Kelimeleri Kullandı, Ne Mesajlar Verdi?”… http://zeyneptutuncu.com/ahmet-kaya-ne-diyor/)
[11] Murat Beşer, “Kırk Üç Yıla Sığan Büyük Hikâye…”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2016, s.15.
[12] Murat Utkucu, “Herkesin Başını Dayayıp Ağlayacağı Bir Ahmet Kaya Şarkısı Vardır!”, Taraf, 15 Aralık 2013, s.12.
[13] Youtube verilerine göre, Türkiye’de 2017’nin ilk sekiz ayında en çok dinlenen sanatçılar listesinde birincidir. İlk üç: 1) Ahmet Kaya: 480 milyon 240 bin 305… 2) Sezen Aksu: 422 milyon 644 bin 496… 3) Çağatay Akman: 365 milyon 733 bin 79’di…
[14] Muhammed Berdibek, “Kum Gibi”, Yeni Şafak, 14 Ağustos 2017… http://www.gunlukkoseyazilari.com/yeni-safak-muhammed-berdibek-14-agustos-2017-kum-gibi/348634
[15] Mehmet Şahin, “Bugün ‘İki Gözüm’üz Ağlıyor”, Yeni Yaşam, 16 Kasım 2018, s.11.
[16] Cenk Koray, Akşam, 22 Temmuz 1999.
[17] Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 14 Şubat 1999.
[18] Fatih Altaylı, Hürriyet, 20 Temmuz 1999.
[19] Oktay Ekşi, Hürriyet, 14 Şubat 1999.
[20] Emin Pazarcı, Akşam, 21 Temmuz 1999.
[21] Perihan Maden, “Nerden Baksan Tutarsızlık/Nerden Baksan Ahmakça?”, 27 Ocak 2009… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/perihan-magden/nerden-baksan-tutarsizliknerden-baksan-ahmakca-918772/
[22] ‘Vatan’da köşe yazıları kaleme alan -ve gazeteyle yolları ayrılan- Reha Muhtar’ın yayımlanmayan ‘Bugün Olsa Ahmet Kaya da, Gazeteciler, Yazarlar ve HDP’liler Gibi İçeri mi Alınacaktı?’ yazısında “Ahmet Kaya’ya, Magazin Gazetecileri Derneği’nin Oscar Ödül Töreni gecesinde; söylediği sözlerden dolayı ‘çatal bıçak’ fırlatarak, onu itibarsızlaştırmaya, ‘Apo’nun Türkiye’ye iade edileceği günlere ‘zemin hazırlamaya’ yönelmişlerdi” diyen Reha Muhtar, o gece sanatçıları sahneye davet ederek ‘Bir Başkadır Benim Memleketim’ şarkısını söylemelerini istemişti. Daha sonra şarkıyı “ortamı yumuşatmak için söylediklerini” belirten Muhtar, “Üç çocuğum üzerine yemin ediyorum Ahmet Kaya’ya tek kelime hakaret etmedim. Sakinleştirmek dışında tek bir harekette bulunmadım” demişti. (“… ‘Ahmet Kaya da İçeri mi Alınacaktı?’ Yazısı Basılmayınca Reha Muhtar Vatan’dan Ayrıldı”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2016, s.5.)
[23] Serdar Ortaç, “Biz o günlerde 24 yaşında bir genç olarak o galeyanla ne yapacağımı şaşırdım, şu an kendimi seyrettikçe tiksiniyorum, nefret ediyorum. “O günlerin o şekilde gelişmesinden son derece pişmanım,” diyor. (“Gülten Kaya: Ahmet Kaya Hem Gezicilerin Hem Barzani’nin Yanında Olurdu”, Hürriyet, 21Kasım 2013… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25167607.asp)
[24] aktaran: Oral Çalışlar, “Doğan Tarkan ve Ahmet Kaya”, Radikal, 27 Aralık 2013, s.7.
[25] “Ahmet Kaya’sız 17 Yıl”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2017, s.16.
[26] Özlem Bayrak, “Ahmet Kaya ve Etik”, Yeni Şafak, 23 Kasım 2013, s.17.