Temel Demirer: Alevilik’in Tarih Bilgisi

Yazarlar

“Kadılar müftüler fetva yazarsa

İşte kement işte boynum asarsa

İşte hançer işte başım keserse

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.”[1]

Erdal Yıldırım “Yolundan dönmeyenler”dendir, yoldaşımdır.

İnsanın bir yoldaşının yapıtına “önsöz” yazması hem büyük bir onur; hem de endazeyi kaçırmayacak kadar objektif olmasını gerektiren müthiş bir sorumluluktur.

Ancak hiçbir öznelliğin vehmine kapılmadan, sonunda demem gerekeni ilk başta deyivereyim: Elinizdeki yapıt yoğun bir birikimin ürünü olan tarih bilgisidir.

Walter Benjamin’in, “Cahiller soru sormaz”; Bertolt Brecht’in, “Yenilenlerin tarihini, yenenler yapmıştır”; George Santayana’nın, “Tarihi öğrenmeyenler, onu tekrar yaşamak zorunda kalırlar,” saptamalarıyla müsemma tabloda yazar Alevîlik meselesinde “neyin ne/ nasıl olduğu”nu net biçimde, ikircimsizce ortaya koyuyor.

Avni Özgürel’lerin, “Alevîliğin Kaynakları”[2] üzerine asılsız/ anlamsız ahkâm kestiği koordinatlarda elinizdeki yapıt çok önemli bir misyona sahip çıkarken; “Eline, beline, diline sahip çık”an Alevîlik’in tarihi ile komünal özelliklerini (b)ilgimize sunuyor.

* * * * *

Max Horkheimer’ın “İtiraz edilemeyecek bir şeyin başına hiçbir şey gelmez,” ifadesindeki Alevîlik meselesinde olguyu ismiyle çağırmak; tarihi içindeki olaylarla korkmadan yüzleşmek “olmazsa olmaz”ken; soru sormaktan çekinmek, eski ezberi tekrarlamaya yaramaktadır.

Ve ne yazık ki birçok Alevîlik araştırmacısı bunu yapmaktadır.

Oysa gerçekleri gizleyerek yaratılan bir tarih, resmi tarih olur; ama bilimsel bir tarih olmaz. Ayrıca bu resmi tarih uzun vadede Alevîlerin kendilerini yaralar, yıpratır.

Kim ne derse desin; eski(yen) ezberlerin yol açmak bir yana, yolu tıkadığı düzlemde Alevîler, Alevî olarak kaldığı ya da devletin Alevîsi olmadıkları sürece iktidarın ötekisi olmaktan kurtulamazlar.

“Neden” mi? Alevî olmak bugünkü sistemin kabullenmesi mümkün ol(a)mayandır…

Sünnî İslâmın nefretle andığı Alevîlik, ya da özgün adıyla Kızılbaşlık deyince yakın tarihte akıllara ilk gelen Maraş (16-29 Aralık 1978), Çorum (29 Mayıs 1980), Erzincan (25 Şubat 1975 ve 27-28 Nisan 1977), Sivas (1978, 2 Temmuz 1993, Ocak-Şubat 1996) vb’leri değil midir?

Ayrıca hem Selçuklu Devleti’nde, hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda Alevîler iç tehdit olarak görülüp; Osmanlı’da Alevîler için “Katli vaciptir” fetvaları yayınlanmamış mıydı?

Ve tüm bunlar “Türk devlet geleneğinin Sünnîliğe yaslanması” yanında Alevîlik’in doğasıyla ilintili değil miydi?

* * * * *

“Alevîlik, İslâm’ın tasavvufi bir yorumudur. Yöntemini doğrudan Kur’an’a dayandırır,”[3] türünden söylencelere aldırmadan eklenmeli: Alevîlik diğerlerine eşit mesafede duran, insan ve doğa temelli ortakçılık inancıdır. Anadolu Alevîliğine ta Selçuklu’dan bu yana eşitlikçi ve paylaşımcı bir köylü-göçer komünalizminin özlemleri sinmiştir.

İnancı gereği ezilenin, haklının ve mazlumların yanında yer alma gayretiyle milliyetçi, ırkçı, şovenist anlayışlardan da uzak durmaya gayret eden Alevîlik din öğretisi olmaktan çok, bir duruştur.

Öğretilerini doğanın diyalektik yasalarını izleyerek oluşturan özgün bir kültür ve yaşayış biçimidir.

“Alevîlik felsefi bir bakış açısıdır; mazlumların ideolojisidir; ezilenlerin eşitlikçi kültürüdür; yoldur; toplumcu laikliktir; hümanizmdir; hoşgörüdür; bir ahlâk anlayışıdır; devrimcidir; çağdaştır; moderndir; muhaliftir…”[4]

İnanç ve dinlerin rahmi olan Anadolu ve Mezopotamya’da ortaya çıkmış, eski bir inanç sistemidir Alevîlik. Farklı inanç ve dinlerin doğum yeri olan Anadolu ve Mezopotamya’daki Şamanizm, Mazdeizm, Manizm, İslâm, Hıristiyanlık, Zerdüşlük gibi inanç ve kültürlerle etkileşim içinde oldu. En çok da, otokrata boyun eğmeyen köylü (ve göçer) geleneğinden beslendi.

Alevîlik bu etkileşime, ayrıca tarih boyunca sistematik şiddet ve baskıya, İslâm ve Sünnî inancı tarafından sürekli bir şekilde asimilasyona tabi tutularak, absorbe edilmeye çalışılmasına karşın, kendi tarihselliği, özgünlüğü ve teolojisi olan, bağımsız bir inanç sistemidir. Alevîlik (deyişlerde de vurgulandığı gibi) “zaman kadar eski” bir inanç sistemidir. Bu durum temel bir yön ve temel bir eksendir.

Alevîliği İslâm, Hıristiyanlık, Şiîlik, Şamanlık, Zerdüşlük ve benzeri inanç ve dinlerin gölgesinde ya da bu inançların biriyle ya da bir kaçıyla özdeş görmek ya da türevi olarak tanımlamak son derece yanlış ve deforme edici bir tutumdur. Elbette her din, her inanç sistemi gibi Alevîlik de “senkretik”tir; ama senkretizmi kendi özgünlüğünü iç tutarlılığını kurmuş olmasına engel değildir. Şu halde pagan inançlarının yanısıra, yukarıda sözü edilen dinlerin unsurlarını harmanlamış bir “sentez”den söz etmek daha doğru olacaktır.

Önemli olan bu dünyanın manasını kavramaktır. Önemli olan manadır. Önemli olan hakikâti aramaktır.

* * * * *

Alevîlik bir ortaklık toplumudur; ölüm ve yaşam diyalektik bir döngü olarak ele alınır.

Alevîlik, doğanın diyalektiğidir. Alevîlik insan(lık)ın, doğanın ve toplumların işleyişine ve ihtiyaçlarına uygundur.

İslâm ile Alevî inancının ritüellerini karşılaştırdığımızda; İslâm ile hiçbir alâkâsı olmadığını ve İslâm’dan binlerce yıl önce var olan bir doğa inancı olduğunu görürüz.

Örneğin “Alevîlikte ne ‘cihat’ diye bir kavram var ne de ibadet…”[5] Çünkü Kur’anda belirtilen yaşam tarzı ile Alevîlerin yaşam tarzı birbirine zıttır. Yani Alevîlik, Kur’ana göre dizayn edilecek bir inanç değildir.

Müslümanlık, Kur’an’a inanmaktır. Kur’an’da var olan ayetlere harfiyen uymakken; Alevî ritüelleri İslâm’a zıttır. İslâm’ın şartları ise Alevî inancına zıttır.

Alevî inancının heteredoks niteliğini, felsefi köklerindeki paganizm ve animizm işaretlemektedir.

Alevîlik İslâm’dır demek Alevîliği yok saymaktır.

* * * * *

Alevî tarihi bir yanıyla asimilasyon ve katliamlar, diğer yanıyla isyan ve direnişin, boyun eğmemenin tarihidir.

Alevîler sistemli bir biçimde, bir yandan asimilasyona, bir yandan da diskriminasyona (ayrımcılık) tabi tutuldu. Anadolu topraklarında bunun biçimlenişi önce İslâmlaştırma, Sünnîleştirme, Sünnî değerlerine içerilme şeklinde gelişti. 20. yüzyılın başından itibaren önce devlet denetimli bir Sünnî-Türk kimliği, 1980’lerden itibaren ise Türk- İslâm sentezi asimilasyonun temel eksenini belirledi.

Alevîlik tarihi, devletin/ iktidarın “Alevî”si olmayan Kızılbaş isyanının, direnişinin tarihidir.

Bize bu hakikât(ler)i anımsatan yazara bir kez daha teşekkür etmeliyiz.

N O T L A R

[*] Erdal Yıldırım’ın, ‘Geçmişten Bugüne Alevilik Tarihi-İsyan, Direniş, Katliamlar’ (Babek Yayınları) başlıklı yapıtına önsöz…

[1] Pir Sultan Abdal.

[2] Avni Özgürel, “Alevîliğin Kaynakları”, Radikal, 25 Mayıs 2008, s.13.

[3] A. Galip, “Esas Sünnîlik İslâm Dışıdır…”, Radikal İki, 19 Haziran 2005, s.8.

[4] Temel Demirer, “… ‘Büyük Dönüşüm” Karşısında Alevîler”, Kaldıraç, No:150, Aralık 2013.

[5] Ali Balkız, “Alevîlikte ‘Cihat’ Yoktur”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2017, s.13.

İlginizi Çekebilir

Suna Arev: Pippa Baca’nın Bitmeyen Yolculuğu
Muhittin Beyaz: Cumhuriyet Halk Partisi Barışacak mı, Barıştıracak mı?

Öne Çıkanlar