“Biz değil yaşayan acılardır.
Gitsem de her yerde biraz vardır.”[1]
“Türküler acıların aynasıdır”;[2] isyanın da; bundan hiç şüphem olmadı!
Türküleri, ezen-ezilen ilişkisinden doğan ve bunu başkaldırıyla ifade eden halkın adalet arama serüveni gibi de görebiliriz. Neşet Ertaş’a ait olan “Nerede bir türkü söyleyen varsa, korkma yanına otur. Çünkü kötü insanların türküleri yoktur,” ifadesi de bunu destekler niteliktedir.[3]
Gerçekten de türkülerin hikâyesini bozkırın sınırsız, içten sesi Neşet Ertaş’ın, “Türküleri, bozlakları, halay havalarını asırlar boyunca biz üretiyoruz. Türkiye’nin her yerinde varık biz, her yerinde üreten insanlarız… Atadan, dededen gelen bir kanalın getirileriyiz biz. Ta Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Arzu ile Kamber, Pir Sultan Abdal, tarihler boyundan beri gelen bir kanalın getirileriyiz biz…”[4] sözlerindenn daha iyi kim anlatabilir mi?
Elbette Mart 1971 tarihli satırlarıyla Yaşar Kemal: “İnsanlık kendi kendini yaratırken iptida ses vardı. Sözden önce. İnsanlık acı çekmeye, gülmeye, ağlamaya başladığında, çalışmaya giriştiğinde iptida ses vardı. Ses söz oldu, türkü oldu. Türkü, insanlığın bütün duygularını kapsadı.
Sözden önce İnsanlığın duygularını anlatan yalnız ve yalnız sesti. Ses ağıttı, acıydı, sevinçti. İnsanlık yüz binlerce milyonlarca milyonlarca ölüm olayı, hastalık, ayrılık, yoksulluk olayı, sevinç, zafer, güzellik olayı karşısında milyonlarca ezgi oluşturdu. Bir ezgiyi insanlar insanlara, kuşaklar kuşaklara, çağlar çağlara taşıdı. Ezgi insandan insana, çağdan çağa geçtikçe, bir suyun altında yüz binlerce yıl yıkanmış çakıltaşları gibi düzeldi, güzelleşti, zenginleşti.
Çağlar geçtikçe, örneğin bir ölüm olayını ele alayım, ölüm olayı üstüne her boyun, her kuşağın, her insanın, ölüm ezgilerine bir katkısı oldu. Bütün dünyada, her boyda, her halkta, her millette, her çağda ayrı ayrı ezgiler yapıldı ölüm üstüne. Ölüm ezgilerini halklar zenginleştirdi. Bu zenginleşen ölüm, İnsanlığın ta yüreğinin kokuydu. Temelde olan bir duygusuydu, yok olmanın acısı… Her insan, ölüm acısını çeker. Homeros, ‘İlyada’ da der ki, dünyada tek ölüm acısı çeken yaratık insandır, çünkü yalnız o öleceğini bilir, ölümün bilincine varır. Ve İnsanlık bu köklü acısını çağlar boyunca, milyonlarla milyonlarla insanın acısıyla ezgileştirir, türkü yapar…
Her türkü bir toplumsal ya da kişisel olay üstünedir. Durup dururken türkü çıktığı görülmüş değildir. İşte gücü de buradadır türkünün. Söz gücü de ses gücü de. Sesler de, sözler de ilk çıktıkları gibi kalmazlar, insandan insana, çağdan çağa değişirler, güzelleşirler.”
Evet Nâzım Hikmet’in dizelerindeki üzere: “İnsanların türküleri kendilerinden güzel,/ kendilerinden umutlu,/ kendilerinden kederli,/ daha uzun ömürlü kendilerinden./ Sevdim insanlardan çok türkülerini./ İnsansız yaşayabildim/ türküsüz hiçbir zaman./ Kadınlarımı aldattım, türkülerini asla/ Hiçbir zaman beni aldatmadı türküler de./ Türküleri anladım hangi dilde söylenirse söylensin./ Bu dünyada yiyip içtiklerimin,/ Gezip tozduklarımın,/ Görüp işittiklerimin,/ Dokunduklarımın, anladıklarımın/ Hiçbiri, hiçbiri,/ Beni bahtiyar etmedi türküler kadar…”
* * * * *
Türkülerin, halk müziğinin öneminden, işlevinden bilgi sahibiyiz de; bu gerçeğin mütemmim cüzü Gomidas Vartabed’li halk müzik(imiz)den haberdar mıyız?
O; XIX. yüzyılda, Kütahya’lı bir müzikologdu.
Müzikoloji tarihi Avrupa ve Amerika merkezli başlamışken, Gomidas Vartabed’in çalışmalarının da aynı döneme denk geldiğini söyleyen Burcu Yıldız ekler: “Gomidas Vartabed tam da bu dönemde müzikolojinin bilimsel bir disiplin hâline dönüşmesi üzerine tartışmaların yürütüldüğü bir ortamda bulunuyor. Berlin’e gidip Uluslararası Müzik Cemiyeti’nin toplantılarına katılıp Ermeni müziği üzerine sunumlar yapıyor. Hem bu araştırmayı yapıp hem de bir yandan aslında bu toprakları temsil eden bir kimlik.
Ben çalışmalarının bu kapsamını anlamaya başladığımda gerçekten şok olmuştum, çünkü genelde bizde halk müziği araştırmaları özellikle Cumhuriyet sonrası dönem olarak tartışılır ve konuşulur. Türkiye’deki halk müziği genelde 20’li yıllar itibarıyla başlatılmıştır, ama baktığınızda Gomidas Vartabed’in çalışmaları çok daha erken dönemde başlamış. Sadece Ermenice derlemeleri açısından değil, Türkçe ve Kürtçe derlemelerinin olduğunu da biliyoruz.
Aslında sadece Gomidas’ın değil, Pahtikos isimli bir Rum araştırmacının da erken dönem derlemeler yaptığı bilinir, bu çalışmalara Türkiye’deki araştırmacılık tarihine tarihsel perspektif kazandırmak açısından da çok ihtiyacımız var.”[5]
Gomidas Vartabed çoğunlukla bugünkü Ermenistan Cumhuriyeti içerisinde yer alan Doğu Ermenistan köylerini gezip Ermenice ve Kürtçe şarkılar derliyor, Kütahya, İstanbul ve Eçmiadzin’de dinlediği Türkçe şarkıları notaya alıyor, Sarkis Hayguni’nin Ermeni-Kürt destanları derlemesinden parçaların transkripsiyonlarını yazıyor ve bu transkripsiyonlar, birçok Kürt müziği araştırmacısı tarafından notaya aktarılan ilk Kürtçe derlemeler olarak tanımlanıyordu. [6]
* * * * *
Rahip Vartabed Gomidas (Soğomon Soğomonyan) 26 Eylül 1869’da Kütahya’da doğdu. Annesi 1870’te, babası ise 1880 yılında öldü, ikisi de müzisyendi. Anasını babasını kaybettikten sonra dini bir eğitim veren okula gönderildi. Yıllar sonra Kütahya’yı ziyarete gittiğinde, anne ve babasının bestelediği Türkçe şarkıların hâlâ söylenmekte olduğunu görmüş, onları kayıt altına almıştı.
12 yaşındayken eğitim görmek üzere Ermenistan’a giden Gomidas, Erivan’a yakın Echmiadzin’da kurulan Ruban okulunda okudu. Ermeni nota sisteminde de ustalaşıp müzik hocası oldu. Daha sonra rahip olmaya karar verdi. 1893 yılında da “Apeğa”lıya yükselmesiyle VII. yüzyılda yaşamış Ermeni halk ozanı Katolikos Gomidas’a atfen Gomidas ismini aldı. 1895’te de papaz anlamına gelen Vartabet unvanına layık görüldü.
Gomidas, 1896-1899 kesitinde dönemin Katolikos’un izniyle Almanya’ya giderek, Berlin’de müzik tarihi ve teorisi, enstrüman bilgisi üzerine dersler aldı. Aynı zamanda piyano, kompozisyon, orkestrasyon üzerine kendini geliştiren Gomidas, Tiflis ve Berlin’de konservatuvar öğrenimi gördü. Doğu müziğine ilgili birikimine çok sesli Batı müziği uzmanlığını da ekledi. Artık dünya çapında bir kompozitördü.
Klasik Batı müziği, kilise müziği ve halk müzikleri üzerinde çalışan Gomidas, XIX. yüzyıl sonlarından itibaren Anadolu’yu karış karış gezerek Ermeni halk müziğinin yanı sıra Türk, Kürt ve İran halk müziklerinden derlemeler yaptı. Bu çalışmalar sayesinde, çok kısa bir süre sonra savaşlar, kırımlar ve göçlerle büyük kayıplar verecek olan Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki halk şarkıları kayıt altına alınmış ve notaya geçirilmiş oldu.[7]
Ermeni halk şarkıları, kilise müziği, çok sesli Batı geleneği üzerinde çalışarak geçti yıllar. Sonra hayat nehrinde izlediği yol onu Berlin’e çıkardı. Batı’yı, çok sesli müziği bu Alman kentinde daha iyi tanıdı. Birbirinden güzel besteler yaparken bir yandan da Anadolu ve Kafkasya köylerinde derlediği Ermenice, Kürtçe, Türkçe halk şarkıları üzerinde çalışıyor ve onları çok seslilikle yoğuruyordu. Halk ezgilerini Hampartsum (Limonciyan Hampartsum) notalarına, daha sonra da Avrupa’nın kullandığı notalara geçirecekti. Ayrıca kendi gayretiyle pagan zamanların Ermeni müzik geleneğini bu günlere aktaran ‘Haz’ nota tekniğini öğrenip geliştirerek, eski kilise kantiklerini gün yüzüne çıkarıp unutulmamalarını sağladı.
Avrupa müzik geleneğinin Bach’ın klasizminden Lizst ve Chopin’in romantizmine nasıl evrildiğine dair çalışmalar içine girdi. Doksandan fazla koro kurup çok sesli müziğin temellerini attı. Düğün ve aşk, ninni ve dans müziklerinden oluşan Ağın Ezgilerini yayınladı. Önce Tiflis’e giderek Rimsky- Korsakoff’dan eğitim almış, Avrupai çok sesli müziği özümsemiş Magar Yegmalyan’dan ders alarak kendini daha da geliştirme fırsatı bulmuştu. Daha sonra da Berlin’de Avrupa müzik konservatuvarına kabul edildi.
Gomidas, Ermeni müziğine özellikle çok seslilik açısından yenilikler getirdi, şu an Ermeni kiliselerinde okunan ve “Badarak” tabir edilen çok sesli ayin müziklerinden birini besteledi. Eğer koşullar elverseydi şair Hovhannes Tumanyan’ın uzun şiiri Anuş’u opera olarak yeniden yaratacaktı; olmadı. Ermeni müziği hakkında bilgisi olanlar, “Bu operayı Armen Tigranyan bestelemişti. Librettosunu da Tumanyan’ın uzun şiirinden yola çıkarak yine Tigranyan yazmıştı,” diyebilirler.
Evet, Ermeni müziğinin renklerini taşıyan ilk opera olan Anuş’u Tiflisli besteci Tigranyan besteledi. Ancak 1903’te, Tigranyan’dan çok önce Tumanyan’ın şiiri üzerinde çalışmaya başlayan Gomidas, eğer yolu soykırımla kesilmeseydi bu operanın yaratıcısı olarak anılacaktı. Derler ki, Rahip Gomidas, şair Tumanyan’dan Anuş’un metninde bazı değişiklikler yapmasını istemiş ama o sırada çok meşgul olan şair bir türlü bestecinin istediği düzeltmeleri yapacak vakit bulamamış. Gerçi Gomidas yine de bu uzun şiir üzerinde çalışmış. Ancak zaman, acılar ve Gomidas’ın 1915’te aklını yitirmesi yüzünden bu çalışmaların büyük bir kısmı kaybolacaktı. Rahibin bu opera üzerindeki çalışmalarından birkaç şarkı kaldı geriye.
Claude Debussy’nin, “Sizin müziğinizin önünde diz çöküyorum” dediği Gomidas, İstanbul’a geldiğinde 1910 yılını gösteriyordu takvimler. Kentte herkes o güleç yüzlü, mütevazı rahibi tanıyor, onun müziğini hayranlıkla dinliyordu. Sadece Ermeniler değil, Türkler de onun dehasının önünde saygıyla eğiliyordu. İstanbul’da büyük bir koro ‘Kusan’ kurdu Gomidas, yetiştirdiği koristlerle birlikte müziği farklı kentlere, ülkelere götürdü…
O, büyük bir müzisyendir. O bu toprakları çok sevdi. Bu toprakların sesini… Bu toprakların hüzünlü müziğini… İnsanını çok sevdi… Bu yüzden yollara düştü. Şehir şehir, köy köy dolaştı. Halkın söylediği türküleri topladı. Onları notaya geçirdi. Ermeni, Türk, Kürt ayrımı yapmadı, kim ne söylüyorsa kayıt altına aldı. Yaptığı 4 bin derlemeden sadece bin 200 kadarı günümüze kaldı. Ermeni malları gibi, Gomidas’ın müzikleri de talan edildi.
Anadolu’da köy köy gezerek 4 binden fazla Kürtçe, Ermenice, Farsça, Türkçe ve Arapça şarkı ve türküleri derleyip notaya geçirmesinin yanı sıra bu şarkılar üzerine makaleler yazarak dünyanın birçok yerinde konferanslar verir. Gelen teklifler üzerine 1910 yılında çalışmalarına İstanbul’da devam eden Gomidas’a Pera’da bir ev tahsis edilir. İstanbul’da içlerinde Halide Edip Adıvar, Mehmet Emin Yurdakul, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi önemli sanatçıların ve bürokratların bulunduğu ciddi bir hayran kitlesi olur.
* * * * *
“Sonrası mı?”
Bir gece kapısı çalındığında, Gomidas Vartabed telaşlanmadı. Zaman zaman gelen arkadaşlarından alışkındı bu duruma. Her zamanki gibi çalışmakta olduğu piyanonun başında, sakince gelenleri bekledi… Zor bir dönemden geçiyoruz, diye düşündü. Nasıl da yorgunum oysa yapabileceklerimin çoğuna daha başlamadım bile… Çankırı’ya sürgün edilme kararı yüzüne okuduğunda, şaşırmıştı. Tamam, İttihatçı yönetim bir takım Türkçülük üzerine çalışmalar yapmaya başlamış; Osmanlı’nın o çoğulcu, çeşitli halklardan oluşan yapısını etkilemeye başlamıştı. Oysa üç hafta önce düzenledikleri geceye katılıp, sesi ve müziğiyle katkı yapmış, övgüler almıştı.
“1915’den sadece üç hafta önceydi, diye sesli düşündü.” Genç Türkler hükümetinin Türk milliyetçiliği ve kimliğini tanıtmak üzere, bir grup Türk aydını, müzik, şiir ve konuşmalardan oluşan bir gece düzenlenmişti. Türkiye’nin görüntüsünü yükseltmek, kötü propagandayı önlemek, dosta düşmana zorba olmadıklarını anlatmak için yapılan programa istemese de gitmek zorunda hissetmişti kendini… Bu kültür kutlamasına başka hiçbir Ermeni çağrılmadığını ancak gittiğinde anlayacaktı…
Teşrifatçı Hamdullah Suphi o gece şöyle konuşmuştu: “Bu Anadolu çocuğu, din adamı adanmışlığı ve çalışkanlığıyla Ermeni müziğini kanatlandırdı… Zamanının çoğunu dağda, tepede ve en ücra köylerde halk şarkılarını toplayarak geçirdi. Gerçek şu ki Ermeni milleti, kültürel hayatımızın sınırıdır. Nereye giderseniz gidin, Anadolu’nun her köşesinde yaratıcı Ermeni zekâsı ve sanatı sizi selamlayıp ben buradayım diyecektir. Sultanların sarayına gidin mimarları mutlak Ermeni’dir… Kuyumculuktan, Tıp okuluna, bilimsel kitaplara kadar hepsi Ermenilerin eserleridir… Bunlar yüzyıllardır birlikte yaşadığımız insanlardır.”
O yüzden o gece kendini gelip alanlara direnmemiş, nasıl olsa hatalarının farkına varacaklardır, diye düşünmüştü…
Bu toplantıdan sadece üç hafta sonra 24 Nisan 1915’te Talat Paşa’nın emriyle milliyetçi olduklarından şüphe duyulan 200’den fazla lider özellikli Ermeni tutuklandı. Birkaç hafta sonra da büyük bölümü imha edilen 2345 lider daha… Hepsi de memleketini seven, çalışkan, dürüst insanlardı.
Gomidas sessiz bir tevekkülle kendini almaya gelenlere teslim oldu. Kötü bir olayı aklına bile getirmeyen Gomidas bunu bir şaka olarak nitelendiriyordu. “Birileri mutlaka bana şaka yapıyor. Gideceğim sonra da kahkahayla gülecek ve omzuma vuracaklardır…” Lakin bu şaka o kadar uzun ve acılı olacaktı ki…
Sonra 7 Mayıs 1915’te Talat Paşa şifreli bir telgrafla içlerinde Gomidas’ın da olduğu sekiz kişinin İstanbul’a dönebileceklerini yazacaktı. Ne yazık ki yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan birçok Ermeni bir daha gökyüzünü göremeyecekti…
Gomidas’ın bir daha dünyada hiçbir yerde kendini evinde hissetmemesine yol açan tehcir sırasında yaşadığı ve tanık olduğu olaylar olacaktır. Bilindiği gibi İstanbul’dan tehcire gönderilen aydınlardan çok az bir bölümü geriye dönebilmişti.
Gomidas’ın tehcirden dönüşüyle ilgili olarak farklı görüşler öne sürülmektedir. Bunlardan biri, rahip Gomidas’ın Halide Edip, Mehmet Emin (Yurdakul) gibi Osmanlı yönetimi üzerinde etkisi olabilecek aydınlar ve Türk Ocağı yöneticilerinin telkinleri sonucu serbest bırakıldığı yönündedir. Gomidas’ın bu aydınlarla ilişkisinin olduğu bilinmektedir. Ancak onun tehcirden dönebilmesinin, bu aydınların telkinlerinden ziyade Amerika’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki büyükelçisi (1913-1916) Henry Morgenthau’nun girişimleriyle mümkün olabildiği iddiası daha kuvvetli görünmektedir.
Morgenthau da anılarında, isimlerini vermediği yedi Ermeni’yi tehcirden kurtardığını anlatmaktadır. Bir başka iddia da Şehzade Abdülmecid’in devreye girip Gomidas için özel bir af çıkarttığı yönündedir. Şehzade Abdülmecid’den devreye girmesini isteyen Dr. Vahram Torkomyan’ın eşiydi, zira Dr. Torkomyan Şehzade Abdülmecid’in özel doktoruydu ve Gomidas da şehzadenin eşinin müzik öğretmeniydi. Çankırı’da affedilerek dönmelerine izin verilenler arasında Gomidas’ın yanı sıra yedi kişi daha vardı: Bunlar Peder Garabet Kerovpyan, Dr. Vahram Torkomyan, Yervant Tolayan, Agop Nargileciyan, Zare Bardizbanyan, Püzant Keçyan ve Rafael Karagözyan’dı.[8]
Halide Edip’in ve Türk Ocağı yöneticilerinin rahibin tehcirden dönüşündeki rolleri tartışmalıdır, ancak Gomidas’ın onlarla ilişkileri olduğu da kesindir. Halide Edip’in rahip Gomidas’dan sevgiyle söz ettiği satırlar bunun bir göstergesidir: “İnsan ve sanatçı olarak çok nadir karşılaşabileceğiniz bir değerdi. … Gomidas benim evime de gelir, saatlerce çalar, söylerdi.”
“Bu ziyaretler Ermenilerle Türklerin birbirlerini boğazladıkları zaman dahi devam etti. İkimizin de içinde, bu vaziyet, birbirimize ifade edemediğimiz bir acı uyandırmıştı.”[9]
Halide Edip’in sözünü ettiği Kadırga’daki evidir ve rahip Gomidas da o evin müdavimleri arasındadır. Türk Ocağı’nda başka milletlerin eserlerini tanımanın Türk kültürünü geliştirmeye yarayacağı görüşü hâkim olunca Gomidas çalışmalarından örnekler sunmak üzere buraya davet edilmişti. Halide Edip, Gomidas’ı dinlemeye gelenler arasında, insancıl milliyetçilikten yana olan iki büyük şair, Mehmet Emin ve Yahya Kemal’in, bulunduğunu da yazmaktadır. Rahibi dinlemekten zevk alan Yusuf Akçura ise “Gomidas’ın şarkı ve müzik biçimindeki popüler kültürle Türklere büyük zarar verdiğine inanırdı.”[10]
Ancak bu toplantıdan sadece bir ay sonra hükümetin girişeceği tehcir politikası Hamdullah Suphi’nin söz ettiği Ermeni tasavvurunun yerini başka bir Ermeni tasavvuruna bıraktığını gösterecektir. Dönemin etkili aydınları arasındaki Türk Ocağı’nın yöneticilerinin Gomidas’ı tehcirden döndürebilmek için giriştikleri çabaların bir rivayetten ibaret olduğunu öne süren Diran Lokmagözyan, bu aydınların Gomidas İstanbul’a döndükten sonra da onunla hiç ilgilenmediklerini ileri sürer.[11]
* * * * *
Gomidas, 15 Mayıs’ta İstanbul’a döner. 15 günlük sürgün Gomidas’ın hayatını derinden etkilemiştir. Bazı kaynaklar yolculuğun başında güçlü durup herkese moral verdiğini söyler. Ancak onunla birlikte sürgün edilen Ermeni Gazeteci Aram Andonyan daha sürgünün başında beri içine kapandığını, kimse ile konuşmadığını yazıyordu.[12] Çankırı’ya yaklaştıklarında ise durumu daha da kötüleşir. Sürekli sinir krizleri geçirir, korku nöbetlerine tutulur. Polisin ve askerin onlara karşı davranışı, onun zarif ruhunda onulmayacak tahribat yaratır.
Gomidas kendi deyişiyle “Kimsecik” ruhuna hücum eden acılardan kaçmanın yolunu deliliğe sığınmakta buldu. 1915’ten sonra beste yapmadı, şarkı söylemedi, koro yönetmedi. Suskunluğunu ölene dek sürdürdü ve onun gibi üstün yetenekli birçok Ermeni’nin kaybı sadece Ermeni Halkının kaybı değil, aynı zamanda Türkiye’nin geleceğinin de kaybı olacaktı.1935’te, Paris’teki bir akıl hastanesinde Dünyaya son kez baktığında, gözleri özlemle yanarken “İnçu/ Neden” diye hıçkıracaktı…
* * * * *
Toparlarsak…
“Gomidas, Ermeni halk müziğini çok iyi anladı” diyen Piyanist Şahan Arzruni’nin ifadesiyle, “Dinden çok müziğe kanalize olmuş bir din adamı olan Gomidas olmasaydı bugün Ermeni müziği tamamen bambaşka olacaktı. XIX. yüzyılda Dikran Çuhacıyan gibi besteciler vardı, onlar İtalyan müziği etkisinde besteler yaptılar. Gomidas Ermeni halk müziğini gayet iyi anladı. Ve o halk müziğini şehirde yaşayan Ermenilere öğretmek istedi. Fakat İstanbul’da yaşayan Ermeniler Avrupalı gibidir. Yani 1852’de Lizst buraya gelmişti onu dinlemişlerdi. Donizetti buradaydı. Gomidas ise halk şarkılarının yapısını bozmadan piyano partisyonları yazdı. Şuşik Babayan bu parçaları piyano eşliğinde seslendirdi. Bu parçaları Paris’te dinleyen Debussy’nin ‘Gomidas bir tek Anduni’yi yazmış olsa bile tarihe geçerdi’ dediği hep anlatılır…”[13]
Evet bugün Gomidas olmasaydı; Ermeni ve halk müziği elbette olacaktı, ama bambaşka bir profili olacaktı. Çünkü tam zamanında, yani 1915’ten önce Anadolu’daki köyleri tek tek gezerek, kulağıyla topluyor bu halk şarkılarını kentlerde yaşayan Ermenilere ve hatta Avrupa’ya dinletmeyi başarıyor. Avrupa müziğine benzeyen ama Avrupa müziği olmayan bir denge kuruyor. Yazdığı piyano partileriyle bu halk şarkılarının kendi özelliklerini kaybetmemesini sağlıyordu.[14]
Ve nihayet “XIX. yüzyılın ‘gönenç’ zamanları ile XX. yüzyılın büyük kırım ve savaşları arasında ruh yapısı çöken/ çökertilen aydınlardan biriydi Gomidas. Onun yaşadığı iç gerilim, bana, Avusturyalı yazar Stephan Zweig’in yaşadığı dramatik finali hatırlattı. Soykırım günlerinin akıl sağlığını elinden aldığı bir etnomüzikoloğun hikâyesi ile faşizmin insanlığı düşürdüğü hâle kızıp intiharı seçen bir yazarın hikâyesi arasındaki benzerlikti bu.”[15]
N O T L A R
[*] Sosyalist Mezopotamya, No:8, Eylül 2020…
[1] Edip Cansever.
[2] Doğan Hızlan, “Türküler Acıların Aynasıdır”, Hürriyet, 30 Eylül 2012, s.25.
[3] Haldun Karabudak, “Müzisyen Hüseyin Turan: Halkın Adalet Arama Serüvenidir Türküler”, Birgün, 20 Kasım 2018, s.15.
[4] Hatice Tuncer, “Neşet Ertaş: Aşk Olmazsa Dünya Karanlık Olur”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2009, s.10.
[5] Burcu Yıldız-Melissa Bilal, Kalbim O Viran Evlere Benzer – Gomidas Vartabed’in Müzik Mirası, Bir Zamanlar Yay., 2019.
[6] Ayça Han, “Türkiye Müzik Tarihine Gomidas Vartbed’in Mirası”, 28 Kasım 2019… https://hyetert.org/2019/11/28/turkiye-muzik-tarihine-gomidas-vartbedin-mirasi/
[7] Doğan Hızlan, “Doğumunun 150. Yıldönümünde Gomidas Konseri”, Hürriyet, 6 Ekim 2018, s.16.
[8] Diran Lokmagözyan, “Gomidas’ın Hayatı ve Müziği”, Gomidas, Bu Toprağın Sesi, içinde, çev: Tamar Nalcı, Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yay., 2011, s.39.
[9] aktaran İpek Çalışlar, Halide Edip, Biyografisine Sığmayan Kadın, Everest Yay., 2010, s.130.
[10] aktaran İpek Çalışlar, Halide Edip, Biyografisine Sığmayan Kadın, Everest Yay., 2010, s.106.
[11] Bedros Dağlıyan, “Gomidas-Kimsecik”, Evrensel Pazar, 2 Ekim 2016, s.18-19.
[12] Aram Andonyan, Gomidas Vartabed ile Çankırı Yollarında, çev: Ali Çakıroğlu-Armand Baron, Belge Yay., 2012, s.135.
[13] Müge Akgün, “Gomidas Olmasaydı Ermeni Müziği Babbaşka Olurdu”, Radikal, 9 Ocak 2012, s.35.
[14] Özlem Altunok, “Geçmişe Şarkılarla Yolculuk”, Cumhuriyet, 27 Aralık 2011, s.15.
[15] Ercüment Akdeniz, “Notalara Kodlanmış Ebediyet: Gomidas”, Evrensel, 9 Ekim 2019, s.10.