“Ne üstün zekâ, ne hayal gücü
ne de her ikisi beraber,
bir dâhi yapmaya yeter.
Sevgi, sevgi, sevgi…
İşte bu dehanın ta kendisidir.”[1]
Hakkında Sacha Guitry’e, “Mozart dinlediğiniz zaman, arkasından gelen sessizlik hâlâ Mozart’tır,” dedirten -klasik müziğin piri- Wolfgang Amadeus Mozart ile Alman besteci Richard Strauss için “olması gereken” ile “olan” konusuna değinmek istiyorum…
“Neden” mi? Bunu yazının sonunda yanıtlayacağım…
* * * * *
Öncelikle Albert Schweitzer’in, “Bütün dâhiler göklere uzanmış, Mozart ise gökten düşmüştür”…
Hanns Eisler’in, “Mozart, Aydınlanma Çağı’nın büyük Fransız düşünürlerinin etkisinde yaşadı”…
Ernst Hermann Meyer’in, “Mozart, eylemleri, eserleri ve aydınlanmacı kişiliğiyle mücadeleci klasik hümanizmin anıtsal bir temsilcisidir”…
Georg Knepler’in, “Mektuplarında yazdıklarından anlaşılacağı gibi, Mozart’ın aristokrasiyi küçümseyişi, prensler ve hatta imparator karşısında bile sınır tanımaz. Annesi öldüğünde, bir arkadaşına yazdığı mektupta, yaptığı yardımlardan dolayı ona teşekkür edip dostluk duygularını şöyle açıklamıştır: ‘Bildiğiniz gibi, en iyi ve gerçek dostlar yoksullardır. Zenginler, dostluk nedir bilmez’…”
Romain Roland’ın, “Batıl inançlardan arınmış, akılcı, güçlü ve sarsılmaz kişiydi. Kilisenin etkisi, ona yanaşamamıştır bile”…
Curt Sachs’ın, “Mozart’ın müziğinde anlam, doğallık ve nitelik uğruna biçim güzelliği bir yana itilmediği gibi, doğallık ve nitelik de boş bir göz boyamacılık durumuna indirgenmemiştir,”[2] diyerek özellikleriyle tasvir ettikleri “Rondo Alla Turca”sıyla müsemma Mozart ile başlayalım…
* * * * *
Fransız Devrimi’nden 33 yıl önce doğan ve devrimden iki yıl sonra ölen Mozart, XVIII. yüzyıl Aydınlanması’nın Avrupa’yı saran toplumsal/ siyasal havasını solumuştu hep. Fransız Aydınlanması’nın ürettiği eserleri okumuş olsun olmasın, Devrim’e giden yolun rüzgârını sevinerek karşılamış, ayrıca “Alman Aydınlanması”nın düşünürü Kant’ın “Aydınlanma Nedir?” başlıklı makalesinin etkisinde kalmıştır. Bütün bunlar, Mozart’ın müziğine Aydınlanma’nın nasıl yansıdığını dolaylı biçimde anlatır. Dolaysız açıklama içinse Mozart’ın düşünceleri yolunda göze aldığı eylemlere bakmak gerekir.
1781 yılında Mozart, yıllardır hizmetinde müzikçi olarak çalıştığı Salzburg Başpiskoposu Colloredo ile çatışmış, ona “Pis papaz!” diyerek saraydan ayrılmıştır. Böylece Mozart, Avrupa kültür tarihinde ilk olarak soyluların egemenliğini hiçe sayarak bağımsızlığını ilân eden müzikçi olmuştur. Olayın bu yönü önemlidir. Çünkü XVIII. yüzyılda feodal efendilerin gözünde müzikçi, bir “saray hizmetlisi”ydi. Finkelstein’ın nitelemesine göre, “Mozart’ın Salzburg Başpiskoposu’nun hizmetinden çekilmesi, tarihsel bir ‘sanatta bağımsızlık bildirisi’dir.” Bu olay, iki kültür dünyasının çatışmasında, bir sanatçının feodal aristokrasiye ilk kez kıçını dönmesini örnekler.
Mozart’ın yaratıcılık alanındaki üstün nitelikleri, aslında bu tutumdan kaynaklanır ve tarihte ender görülen cinstendir: En başta, müzik sanatında onun “klasik” kavramını bütün yönleriyle temsil etmesi yeter de artar bile! Nedir “klasik?” Bu derinlikli kavram, sanat eserlerinde örnek olabilecek evrensel mükemmelliği, tarihteki akımların bireşimini, üslûp ve biçim özdeşliğini, orantıyı, dengeyi, saltlığı, aydınlık bir anlatımı içerir.
Mozart’ın müziğinde Alman ulusal stili ağırlıkta değildir. O, dönemin Alman, İtalyan ve Fransız stillerinden yararlanarak “uluslararası bireşim”e ulaşmıştır.
Müzikbilimci Curt Sachs, Mozart’ın yaratıcılığını şöyle tanımlar: “Güzellikle niteliği, hüzün ile gülmeceyi, sahneyle müziği, çalgılarla insan seslerini, ezgiyle çokseslilik tekniklerini birleştirmiş olan Mozart, müzik tarihinin mutlu çağında deyiş terazisinin kefelerini dengede tutmak için yaratılmıştır sanki…”[3]
* * * * *
Özetle Avrupa kültür tarihinde ilk kez soyluların egemenliğini kırarak bağımsızlığı kazanmış klasik müzik üstadıdır O…
Söz konusu kesitte klasik müzikle uğraşanlar, sarayın çalışanları olarak gösteriliyordu. Mozart’ın klasik sayılmasında, sadece kısacık hayatına yüzlerce eser sığdırması, engin müzik dehasının yanı sıra, bir sanatçının aristokrasiye ilk baş kaldırışını da gerçekleştirmiş olmasının etkisi vardır.
“İnsanlar sanatımın bana çok kolay bir biçimde geldiğini düşünerek büyük hata ediyorlar. Hiç kimse besteciliğe benim kadar zamanını ve düşüncelerini adamamıştır. Geçmişten şimdiye kadar yaşamış hiç bir büyük besteci olmasın ki, onun eserlerini defalarca kere çalmamış olmayayım,” diyen Mozart, masondu ve aydınlanma için emek verenlerdendi…
Kendinden ödün vermeden, kalıcı olanı yaratabilen sanatçılar klasikken; Mozart da klasiklerin en büyüklerindendir; böyle nitelenmeyi hak edenlerdendir…
* * * * *
Nazileri açıkça lanetleyen orkestra şefi Arturo Toscanini’nin hakkında, “Besteci Strauss’a şapkamı çıkarırım ama insan Strauss’un önünde onu yeniden başıma koyarım,” dediği Richard Strauss’a gelince…
1930’ların başında Almanya’da Adolf Hitler önderliğindeki Nazi iktidarı sırasında devlet müzik dairesi başkanlığı görevini kabul eden, 1935’ten sonra Stefan Zweig’la çalışması yüzünden Almanya’da ve Salzburg’da orkestra yönetmesi yasaklanan, gelini Yahudi olduğu için görevden çekilmeye zorlanan Alman bestecidir O.
Dört yaşında piyano çalmaya, altı yaşında beste yapmaya başlayan Richard Strauss post-romantizmi modernizme, dolayısıyla XIX. yüzyılı XX. yüzyıla bağlayan en önemli bestecilerdendir. Post romantiklerin büyük orkestrasıyla öyküler anlatmış, orkestra yazısında romantik geleneğin sınırlarını aşmış, modernizme kapıları açmıştır… Senfonik şiirlerinde orkestradaki ses boyutlarını genişletmiş, Wagner’in sürekli müzik ilkesini benimsemiş, dışavurumcular gibi tonalitenin sınırlarını zorlasa da bir melodi kuyumcusu olarak tarihe geçmiştir.[4]
* * * * *
Richard Strauss 1864’de Almanya’nın Münih kentinde doğdu. Saray orkestrasında kornocu Franz Strauss’un oğludur. İlk müzik derslerini babasından ve onun dostları B. Walter, Franz W. Meyer’den almış, Hans von Bulow tarafından takdir ve teşvik edilmiştir. Besteci olarak eserleri ilk defa kendisi on altı yaşındayken çalınmıştır. Bu Sofokles’in “Elektra”sından mülhem bir orkestra eseridir.
Richard Strauss 1889-1894 kesitinde Bulow’dan sonra, Meiningen Saray orkestrasına şef olmuştur. Burada karakteristik çalgısal, dramatik tarzını yavaş yavaş bulmaya başlamış eserler vermiştir. Buradan sonra Münih saray operası orkestrasına üçüncü şef olmuştur. 1889’dan sonra Weimar’a birinci orkestra şefi olarak gitmiş, burada beş yıl boyunca daha çok programlı orkestra eserleri vermiştir
İlk operası 1894’de Weimar’da temsil edilen Wagner etkisinde yazılmış “güntram”dır.
Erotik operalarıyla tutucu çevrelerin büyük tepkisini toplamış, yerleşik geleneklere aykırı senfonileriyle müzik çevrelerinde büyük tartışmalara neden olmuş bestecidir. Eserlerinde romantizmin bittiği modernizmin başladığı görülür.
Güntram (1894), Feuersnot (1901), Salome (1905), Elektra (1909), Der Roşenkavalier (1911), Ariadne Auf Naxos (1912/16), Die Frau Ohne Schatten (1918), İntermezzo (1924), Die Aegyptische Helena (1927), Arabella (1932), Die Schweigsame Frau (1934), Friedenstag (1938), Daphne (1938), Die Liebe Der Danae (1940), Capriccio (1942) gibi 15 operası vardı.
1936 Berlin Olimpiyatları’nın marşını (Güfte Robert Lübahn’a aitti) bestelemiştir.
Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı ardından yaşadığı yıkıma (ve hatta savaşın kaybedilmesine) bir ağıt olarak yazıldığı iddia edilen (Strauss bunu reddetmiştir) geç döneminin eseri metamorphosen da az bilinmekle beraber önemli yapıtlarından biridir.
* * * * *
Nazi iktidarının kimi zaman aktif kimi zaman da pasif destekçisi olmuş ve Nazilerin kendisine verdikleri görevleri yerine getirmekte bir beis görmemişti.
Örneğin pasif desteklerinden biri şöyle: Nazi iktidarının ilk yıl olan 1933’de Bayreuth Festivali’ine Nazilerin Yahudi politikası nedeniyle katılmayan Arturo Toscanini’nin yerine Strauss çıkıp Richard Wagner’in ünlü operası Parsifal’ı yönetir. Aldığı tepkiler üzerine “Nazilerle ne alâkâsı var ya, ben Wagner seviyorum; hem ben de gelmesem festival aksar, onca insan ekmeğinden olur,” der!
Tabi bu hizmeti halkı aydınlatma ve propaganda bakanı Joseph Goebbels’in gözünden kaçmaz ve aynı yıl Strauss’u Nazilerin Arî müzik propagandası için oluşturulan Reichsmusikkammer’ın başına getirir ve Strauss 14 Şubat 1934 tarihli toplantıda şöyle bir açılış konuşması yapar:
“Reich müzik odası, Alman müzisyenlerin yıllardır süregelen düşü ve hedefi, 15 Kasım 1933’de oluşturuldu. Bu, Alman müziği için büyük bir atılımdır. Bu noktada şansölye Hitler ve bakan Goebbels’e tüm Alman müzik adamları adına şükranlarımı sunuyorum. Adolf Hitler’in iktidara gelmesi Almanya’nın yalnızca politik konumunda değişiklikler gerçekleştirmesiyle sınırlı kalmadı. Yeni yapılanma kültür alanında da kendini gösterdi. Nasyonal sosyalist hükümetin Reich Müzik Odası’nı yaşama geçirmesinden bu yana yeni Almanya sanat yaşamını yalıtmayı bıraktı ve müzik kültürünü yeniden canlandırmaya başladı.”[5]
Sahip olduğu prestije güvenerek Stefan Zweig ile çalışmaya başlamış ve çalıştıkları operanın duyurularında Zweig isminin de geçmesini şart koşunca başkanlık görevinden alınmış.
Nazi propagandasına karşı çıkmadığı biliniyor. Bunu da Yahudi gelini ve torununu korumak adına yaptığı söyleniyor. Savaş sırasında, nüfuzunu kullanarak kamplardan bazı akrabalarını kurtarmış.
Savaş yıllarında villasına çekilmiş ve 1945’te evine gelen Amerikan askerlerini “Ben, Rosenkavalier ve Salome’nin bestecisiyim” diye karşılamış. Birkaç yıl sonra da Nazi sicili temizlenmişti.
İkinci dünya savaşı sonrası yargılanır ve 1948’de suçsuz bulunur. 1949’da da ölür.
Ölüm döşeğindeyken kızına, “Ölüm, tam da bestelediğim gibiymiş” demiştir.
* * * * *
Yazının başında sorduğum “Neden”in yanıtına gelince: Hakkında, “Küçük Mozart beş yaşına geldiğinde piyano başında harikalar yaratıyordu. Müzik onun için yürümek, konuşmak, soluk almak kadar doğaldı,”[6] notunu düşülen Wolfgang Amadeus Mozart, “olması gereken”dir; Richard Strauss ise, döneme uygun olarak “olan”…
Her ikisinden de çıkartılacak dersler vardır.
N O T L A R
[*] İnsancıl Dergisi, Yıl:29, No:349, Ağustos 2019…
[1] Wolfgang Amadeus.
[2] Ahmet Say, “Ünlülerin Tanımıyla Mozart”, Evrensel Hayat, 4 Aralık 2016, s.3.
[3] Ahmet Say, “Tarihsel Bir Bağımsızlık Bildirisi”, Evrensel, 28 Nisan 2015, s.16.
[4] Evin İlyasoğlu, “Richard Strauss Yılı…”, Cumhuriyet, 5 Mart 2014, s.14.
[5] Michael Meyer, aktaran: Fırat Kutluk, Müzik ve Politika, h2o Kitap, 2018, s.23.
[6] Adnan Binyazar, “Sihirli Mozart”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2019, s.13.