“İnsan ışığı görmez, ışıkla görür.”[1]
“Recorder, anımsamak; Latincesi ‘re-cordis’, yani kalbi delip geçmek,”[2] demekmiş. Doğrudur!
Dört yüzyıl önce Giordano Bruno’nun, Roma’da diri diri yakılmasını; Nazilerin “Kristal Gecesi”ni daha nicelerini anımsatan Madımak’dan (#unutMADIMAKlımdan) her söz ettiğimizde anımsamanın “kalbi delip geçmek” olduğundan şüphesi olan var mı hâlâ? Varsa ne yazık!
Zaman anıları puslandırıp, belleği küflendirse de “Madımak Katliamı unutulur mu?”,[3] unutturulabilir mi? Mümkün müdür?
Hayır, asla! O, alev alev yakıldığımız bir acının utancıdır yüreklerimizde; daha nice acılar, kıyımlar, hüzünler ile…
* * * * *
Eduardo Galeano’nun, “Akıl dinin, din de zulmün hizmetindeydi”;[4] Victor Hugo’nun, “Zalimlerin çarkı cahillerin çalışmayan kafalarıyla döner,” saptamalarıyla betimlenmesi mümkün vahşet ile Madımak Oteli’nde 33 aydın ile 2 otel görevlisi yakıldı; Sivas katliamında yıllarca “adalet arandı”! Ama nafile! 15 bini aşın kişinin katıldığı katliamda sadece 123 kişi hakkında hüküm veril(ebil)di…
Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nin 4’üncüsüne katılmak üzere, 1993 Temmuz’un da sanatçı ve aydınlar Sivas’a gitti. Aziz Nesin’in Salman Rüşdi’nin ‘Şeytan Ayetleri’ kitabını Türkçeye kazandırmasına tepki gösteren şeriatçılar, aydınlar henüz kente ulaşmadan Aziz Nesin aleyhine bildiriler dağıtmaya başladı.
‘Can Şenliği’ oyuncuları da davul eşliğinde bir gösteri yapmak için çağrı yaptı. Bunun üzerine cuma namazı için toplananlar “Ezanı bastırmak istiyorlar,” denilerek provoke edildi.
2 Temmuz cuma namazı çıkışında, şenliklerin yapılacağı Kültür Merkezi’ne taş ve sopalarla saldırı düzenlendi. Kısa sürede kalabalığın sayısı on binleri aştı. Hükümet Konağı’nı da taşlayan saldırganlar, buradan aydın, yazar ve çocukların bulunduğu Madımak Oteli önüne geldi. Kalabalık, oteli sloganlar eşliğinde taş yağmuruna tutarken, otelinde önüne gönderilen bir grup asker, bir süre otel çevresinde bekletildikten sonra ayrıldı.
Devlet olaylara seyirci kaldı. Otelde mahsur kalan aydın ve sanatçılar dönemin Sivas valisi, Emniyet müdürü ve diğer yetkililerden önlem alınmasını istedi. Dönemin başbakanı, İçişleri Bakanı, Başbakan yardımcısı ve parti liderleri de arandı. Yetkililerin “Korkmayın her türlü önlem alındı” sözlerinin aksine saldırı giderek daha vahşi bir hâl aldı. Saldırganlar otelin önündeki araçları ters çevirip aldıkları benzinle Madımak Oteli’nin perdelerini tutuşturdu.
Ozan Muhlis Akarsu, yazar Asım Bezirci, halk ozanı Nesimi Çimen, ozan Hasret Gültekin, şair Metin Altıok, karikatürist Asaf Koçak, şair Behçet Aysan, gazeteci Mehmet Kaynak, şair Uğur Kaynar, sanatçı Edibe Sulari’nin de aralarında bulunduğu 33 aydın ve sanatçı ile 2 otel görevlisi katledildi.
Katledilenler arasında 12 yaşındaki Koray Kaya ile 14 yaşındaki ablası Menekşe Kaya, 16 yaşındaki Asuman ve 17 yaşındaki ablası Yasemin Sivri ile misafirleri Hollandalı üniversitesi öğrencisi Carina Cuanna da vardı. İtfaiye merdiveniyle kurtarılmaya çalışılan Aziz Nesin, merdivende darp edildi.
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, katliamdan sonra “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş… Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır…” derken Başbakan Tansu Çiller de, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir,” ifadesini kullandı.[5]
Oysa şeriatçı kitle devletin gözü önünde, şenlikleri engellemek için ayaklanmış ve “Şeriat gelecek, zulüm bitecek,” sloganları ile “Yak, yak, yak” haykırışları eşliğinde oteli ateşe vermişti.
Devletin gözü önünde gerçekleşen katliam ile Sivas ana davasında AKP’den milletvekili, yönetici ve bakan olan birçok kişi sanıkların avukatlığını yaptı. Örneğin bu avukatlar arasında AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, Gümrük Bakanı Bülent Tüfekçi, Tokat Milletvekili Zeyit Aslan, Anayasa Mahkemesi üyesi Celal Mümtaz Akıncı isimleri en bilinenleriydi…
“Üzerinden yıllar geçmesine karşın katliamla ilgili hiçbir devlet görevlisi hesap vermedi. Katliamın arkasındaki örgütlü güç çözülemedi,”[6] Alican Uludağ’ın ifadesiyle!
* * * * *
Muhlis Akarsu, Muhibe Akarsu, Gülender Akça, Metin Altıok, Mehmet Atay, Sehergül Ateş, Behçet Aysan, Erdal Ayrancı, Asım Bezirci, Belkıs Çakır, Serpil Canik, Muammer Çiçek, Nesimi Çimen, Carina Cuanna Thuijs, Serkan Doğan, Hasret Gültekin, Murat Gündüz, Gülsüm Karababa, Uğur Kaynar, Asaf Koçak, Koray Kaya, Menekşe Kaya, Handan Metin, Sait Metin, Huriye Özkan, Yeşim Özkan, Ahmet Özyurt, Nurcan Şahin, Özlem Şahin, Asuman Sivri, Yasemin Sivri, Edibe Sulari, İnci Türk yanında otel çalışanı Ahmet Öztürk ve Kenan Yılmaz’ın[7] yakıldığı Sivas Davası 13 Mart 2012’de zamanaşımından düşürüldü. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, davanın zaman aşımından düşmesiyle ilgili “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun,” dedi. Ayrıca katliamın sanıklarından ağırlaştırılmış ömür boyu (müebbet) hapis hükümlüsü Ahmet Turan Kılıç (86) Erdoğan’ın özel affı ile tahliye edildi.
Aslında bunda şaşırtıcı bir şey yoktu! Çünkü yakın tarihte Koçgiri (1921); Dersim (1938); Hamido’nun ölmesiyle devreye sokulan Malatya Saldırısı (17 Nisan 1978); Sivas Katliamı (3-4 Eylül 1978); Maraş Kırımı (1978); Çorum Saldırısı (Mayıs-Temmuz 1980) ile 12 Eylül 1980 darbesi/ zulmü; veya 2 Temmuz 1993 Sivas ya da Gazi Katliamı (1995) vd’leri neyi ne olduğunu net biçimde anlatır! Yani uygulanan ötekileştirici politikalar Osmanlı’dan günümüze uzanan egemen tarihin tekrarından başka bir şey değildir…
“Nasıl” mı?
Örneğin Madımak yakılırken Sivas Emniyet Müdürü Doğukan Öner’in polislere “Müdahale etmeyin,” emri verdiğinden söz edilir…
Ayrıca dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ise olaylar sırasında telefonla Aziz Nesin ile görüşüp, “En kısa zamanda takviye güç göndereceğiz,” demesine rağmen; katliamdan sonra “Ne yapayım, yetkim yoktu” açıklaması yaptığı hâlâ belleklerdedir![8]
Meselenin esasını avukat Kazım Genç, “Asıl failler ve planlayıcılar her daim korunup kollandı,”[9] diye özetlerken; sormadan geçmeyelim: Madımak Oteli’nde insanlar neden diri diri yanmaya bırakılmıştı? Askeri birliklerin bulunduğu Kabakyazı kente bu denli yakınken saldırganlar nasıl dizginlenememişti? Kentin sorumluları neredeydi? Böyle korkunç bir katliama nasıl herkes seyirci kalabilirdi? Toplu kıyım insanlığa karşı işlenmiş bir suç değil miydi?
Sorular uzayıp gidiyor. Kimi yetkililere göre tahrik vardı. Aziz Nesin’in varlığı bile tahrik sayılıyordu. Şu “tahrik” sözcüğünü özenle yerleştirin belleğinize. Günümüzde de toplumsal olaylarda polisin, tipini beğenmediği yurttaşları, özelde de gençleri; şoven milliyetçilerin ise Kürt, Ermeni, Rum, Alevî, Hıristiyan yurttaşları nefret söylemlerine katık etmelerinde ve kadın cinayetlerinde hep “tahrik unsuru” geçerliliğini korur!
“Madımak ülkenin utancıdır. Tıpkı Maraş’ta, Çorum’da daha önce yaşananlar gibi. Ders almamıştır devlet ve iktidarlar. Toplumun belleğinin zayıflığına güvenilmiştir besbelli. Uzunca bir süredir de yaşanan zulümleri, acıları unutturmaya çalışıyor kimileri. Ana akım medya da üstünü örtmeye, örttürmeye gayret ediyor. Sanıkların bir bölümü elini kolunu sallayarak kaçtı,”[10] Turgay Olcayto’nun hatırlattığı gibi…
* * * * *
Acı(lar) hâlâ gündemdeyken; “Yok başka bir cehennem,/ yaşıyorsunuz işte” dizelerinin sahibi -Sivas Katliamı’nda öldürülen- Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan, “Bazı yaralar kapanmaz”![11] vurgusuyla ekliyor: “Düşmanım otel yakanlar değil, onları bu duyguya sürükleyen anlayış ve cehaletti… Boşuna geliyordu bana yaşadıklarımız. Babam ölmezdi ki!”[12]
Yine Madımak’ta katledilen şair Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok da, “Sönmemiş bir volkanla yaşıyor gibiyim,”[13] diyor!
Ölüm(süzlük)leriyle Onlar hepimize, José Martí’nin “Aynı yalınlıkla ölmek isterim…/ Kırda bir çiçek gibi,/ sakin ve gösterişsiz…” dizelerini anımsatırken; bir kez daha doğruladılar “Ben yanmasam,/ sen yanmasan,/ biz yanmasak,/ nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” dizelerini Nâzım Hikmet’in…
Kolay mı?
“gördüm yaşarken vadesiz ölümümü./ ördüm de ilmek ilmek sırtıma giyemedim ömrümü”
“ömrümce kendimi hep sözde buldum;/ söz cehennemdi yanıp kavruldum./ yeniden doğdum kendi külümden,/ ben anka’ydım konuşuldum.”
Bazen oturduğum yerde/ Kendi kendime dalıp giderim,/ Bulanık geçmişimle./ Genişleyen halkalar çizerim,/ Bir düşün uyanık imgesine/ Gölünüze taş düşerim
Sizse hep konuşursunuz/ Sığınıp kof sözlere,/ Kaçarak kendinizden/ Uğuldayan hüznünüzle,/ Telaşla geceyi bulursunuz./ Gözünüze taş düşerim.”
“yaşamak görevdir yangın yerinde/ yaşamak insan kalarak,” dizelerini kaleme almıştı Metin Altıok…
Ya da, “Hoşça kal ayak izim/ serseri sokaklarda/ hoşça kal/ kendine bir başka/ gökyüzü büyüten/ kardeşim/ gece feneri/ hoşça kal çaldığım/ ıslık/ söylediğim türkü/ doludizgin karlarda/ hoşça kal,” mısralarıyla Behçet Aysan…
* * * * *
“İyi de neydi, nasıl anlamlandırılabilirdi Madımak?” sorusunun yanıtına gelince…
Katliamın da asıl sorumluların kimler olduğu açıklığa kavuşmuş değil! Toplumu ilgilendiren birçok katliam gibi aydınlatılamadı, karanlıkta bırakıldı…
Ancak Sivas Davası sanıklarının avukatlarının TBMM’ine kimler tarafından taşındığı ve zamanaşımı kararını dönemin Başbakanı Erdoğan’ın, “Milletimize hayırlı olsun” diye selamladığı da bir “sır” değil; değil mi?
O depderin devletin soykırımdan, mübadeleden, Koçgiri’den, Dersim’den Madımak’a uzanan kinini, yok etmeye ahdetmiş güç gösterisini unutmadan; yaşa(tıl)dığımız cehennemi, neden buralara geldiğimiz kavramak için Sivas’ı çok iyi anlamak/ çözümlemek gerek. Çünkü Madımak bitmedi, hâlâ sürüyor!
Unutmamakta yarar var: Koçgiri’nin, Dersim’in, Malatya’nın, Maraş’ın, Çorum’un hesabı sorulmadığı için Madımak oldu.
Madımak’ın hesabının da sorulamadığı için Roboskî, Suruç, 10 Ekim Ankara Garı Katliamları gerçekleşti. Gencecik insanlarımızı, yazarlarımızı, şairlerimizi kaybettiğimiz için suçluyuz…
Bundan dolayı, kötülüğün linççi örgütlenmesi büyüdü, büyüyor. Zor günlerden geçtik ve bizi çok zor günler bekliyor; yaşadıklarımızı da aratacak türden…
Evet bir şey yapmadan izledik, seyrettik; bu utanç hepimizi ve orada hepimiz yakıldık!
* * * * *
Toparlarsak…
“Sivas Katliamı, Siyasal İslâmın en aşırı ve özgür, yasanın kısıtlamasından kurtulmuş hâlidir. Sivas Katliamı, Siyasal İslâmın gerçeğidir,”[14] vurgusu eşliğinde Madımak deyince; Asım Bezirci’yi, Behçet Aysan’ı, Nesimi Çimen’i, Metin Altıok’u, Hasret Gültekin’i, onlarca insanımızın, aydınımızın, sanatçımızın, gencimizin nasıl yakıldığını anımsayın!
Adaletin yerini bulmadığı, acı(lar)ın ise hep taze kaldığı tabloda Onların acısını yüreğimizde taşıyoruz yıllardır; Musa Anter, Hrant Dink, Gezi/ Haziran günlerinde bizden kopartılan gençlerimiz ve Ankara Gar Katliamı, Reyhanlı, Suruç, vd’leri gibi…
Özetin özeti Behçet Aysan’ın “zambak sana da bulaştı kan” dizelerini anımsatırcasına Sivas’ta öl(dürül)en hepimizdik…
N O T L A R
[*] Görüş, Temmuz 2021…
[1] Immanuel Kant.
[2] Eduardo Galeano, Kucaklaşmanın Kitabı, çev: Nihal Yeğinobalı, Can Yay., 1994.
[3] Ahmet Say, “Madımak Oteli Katliamı Unutulur mu?”, Evrensel, 3 Temmuz 2018, s.16.
[4] Eduardo Galeano, Aynalar Neredeyse Evrensel Bir Tarih, çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2020, s.51.
[5] Mehmet Menekşe, “Dinmeyen Acı”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2019, s.9.
[6] Alican Uludağ, “Sivas’ın Yangını 24 Yıldır Sönmedi”, Cumhuriyet, 3 Temmuz 2017, s.6.
[7] Hikmet Altınkaynak, “Bugün 2 Temmuz!”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2020, s.13.
[8] Mehmet Menekşe, “Sivas Hâlâ Yanıyor”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2018, s.9.
[9] Kazım Genç, “Madımak İnsanlığa Karşı Suçtur”, Cumhuriyet, 3 Temmuz 2017, s.6.
[10] Turgay Olcayto, “Sivas Üzerine”, Evrensel, 3 Temmuz 2018, s.13.
[11] Selda Güneysu, “#unutMADIMAKlımda”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2019, s.11.
[12] Eren Aysan, “Bir Damla Gözyaşı”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2019, s.9.
[13] Zeynep Altıok Akatlı, “25 Yıllık Avaz”, Birgün, 2 Temmuz 2018, s.7.
[14] Ergin Yıldızoğlu, “Sivas Katliamı Neyin Gerçeğidir?”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2020, s.11.