“Yerçekimi nasıl cisimlerin özü ise, özgürlük de insanların özüdür.”[1]
Jean Jacques Rousseau’nun, “İnsanlar özgür doğar, ama her yerde zincire vurulmuş olarak yaşarlar,” biçiminde tarif ettiği hâlin küresel bir despotlukta ifadesini bulduğu zorbalıkla yüz yüzeyiz…
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin, “Sağımdan solumdan geçip duran, telaşla koşturan, her zaman aceleci, asık suratlı, endişeli insanlara katlanamıyordum… Neden hep üzgün, hep endişeli, telaşlıydılar? Nedendir, mutsuzluklarının suçu kimindir?”[2] sorusuyla müsemma ve “Şimdi korku mevsimi”[3] diye tarif edilen terörün kollarında sarsılıyoruz!
Bu tabloyu en iyi Ursula Kroeber Le Guin’in şu satırları betimliyor: “Burada devletlerden ve silahlarından, zenginlerden ve yalanlarından, yoksullardan ve sefaletlerinden başka bir şey yok. Burada doğru hareket etmenin, temiz bir yürekle hareket etmenin yolu yok. İçine kâr, zarar korkusu ve güç isteği girmeden yapabileceğiniz bir şey de yok. (…)
Özgürlük yok…”[4]
Evet tam da böyle galiba! XXI. yüzyılda “özgür olmak”, “olağan”a (denilene) boyun eğip; terliğini, pijamanı giyip, sıcak evinde oturarak sıradanlaştırılmış kötülüğe teslim olmak iken; yerküredeki tüm kötülükler; onlardan kurtulup, güzellikleri yaratma zorunluluğumuzun gerekçeleridir ya da olmalıdır.
Malum Jean-Paul Sartre’a göre, “Mahkûm olduğumuz şey”dir özgürlük.
Bunun elbette zorunlulukla devasa bir ilişkisi söz konusuyken; “Özgürlük ve zorunluluk ilişkisini doğru olarak ilk ortaya koyan Hegel oldu. Ona göre, özgürlük, zorunluluğun kavranmasıdır. ‘Zorunluluk ancak kavranılmadığı ölçüde kördür’. Özgürlük doğa yasaları karşısında düşlenmiş bir bağımsızlıkta değil, tam tersine bu yasaların bilinmesinde ve bu bilme sayesinde bu yasaların belirli amaçlar doğrultusunda planlı bir biçimde kullanılma olanağında yatar. Bu, hem dış doğa yasaları için, hem de insanın kendisinin maddi ve manevi varlığını yöneten yasalar için -gerçeklikte değil, olsa olsa tasarımımızda ayırabileceğimiz iki yasa sınıfı için de- geçerlidir. Bundan dolayı, irade özgürlüğü, ne yaptığına bilerek karar verme yetisinden başka bir şey değildir. Demek ki, belirli bir sorun üzerinde bir insanın yargısı ne kadar özgür ise, bu yargının içeriğinin belirliliğinin zorunluluğu da o kadar büyük olacaktır… Demek ki özgürlük, kendimiz ve dış doğa üzerinde, doğa zorunluluklarının bilgisi üzerine kurulu egemenlikten oluşur.”[5]
* * * * *
Akıl, adalet, emek, eşitlik ve başkaldırı özgürlüğün vazgeçmesi mümkün olmayan yoldaşlarıyken; ne kadar çok tabu, baskı, yasak varsa; özgürlük de o kadar acil ve gündemdedir.
Yani özgürlük ihtiyaçtır; ihtiyaçtan doğar; Henri Lefebvre’in de işaret ettiği gibi: “Özgürlük, ihtiyacın içinde ve ihtiyaç dolayısıyla doğar. Uygulanma fırsatı bulduğunda, bu sert gerçeğe nüfuz etmesini ve onu dönüştürmesini sağlayan çatlağı keşfeder. Nihayet, insan, eksik olan ihtiyaçtan yola çıkarak olasılıklar dünyasını keşfeder, bu olasılıkları yaratır, aralarından seçer ve gerçekleştirir. İnsan, tarihsellik olur. Bilinci kapanamaz. Bireysel bilinçler toplumsal bilinçlere, toplumsal bilinçler de bireysel bilinçlere açılır; insan bilinçlerinin çokluğu dünyaya açılır.”[6]
Yani eşitlikten arî ele alınması mümkün olmayan özgürlük; bir insan için tüm insanlar kadar vardır.
Düşüncesini açıklayamadıktan, farklılığını ortaya koyamadıktan sonra hiçbir özgürlükten söz edilemezken; birlikte yaşamanın, kardeşleşip, ortaklaşmanın temeli özgürlükleri genişletip, derinleştirmektir.
* * * * *
“Bir köle olarak yaşamaktansa, özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyidir,” diyen Yılmaz Güney’in uyarısını “es” geçmeden unutulmamalı; insan(lık) için eğer temel bir etik ilkesi varsa, o da eşitlikçi-özgürlüktür.
Özgürlük, fedakârca sorumluluklar gerektirirken; onun için yaşamak akıntıya, ölüme inat yaşamaktır; Che Guevara’nın, “İki şeye hakkım var: özgürlük ve ölüm. Birine sahip olamazsam ötekini isterim, çünkü kimse beni canlı tutsak edemez,” vurgusundaki üzere…
Özgürlüğün en büyük düşmanı egemenler kadar, düzenin manipüle ettiği hâlinden memnun kölelerdir!
Kapitalist yabancılaşmanın köleleştirip, sürüleştirdiği yığınlar açısından “Özgürlük ancak her şey anlamını yitirdiği zaman ortaya çıkabilir; çünkü anlam, ne tür olursa olsun, yalnızca ideolojik bir kabuktur,” Jean-Paul Sartre’ın da altını çizdiği üzere!
* * * * *
Yalanın, kandırma ile yanılgının etkisi altındaki insan(cık)ların özgürlüklerinden vazgeçtikleri suskunluğun orta yerinde en büyük tehlike özgürlükler konusunda “mış” gibi yapan tulûattır.
Korkunun egemenliğine gönüllü köleliğin “özgürlük diye” pazarlanması, sunulmasıdır. Oysa ki özgürlük, egemen yalan(lar)dan bağımsız yaşamak, kopmaktır!
Şöyle bir anımsayın: Hep korkutulduk; hâlâ da korkutuluyorken özgürlük(ler) öcü, umacı ya da yasak meyvedir!
Ancak tüm yasaklara, yasakçılara rağmen son insan ölene dek, özgürlük de mücadelesi de asla yok edilemeyecektir. Çünkü bu mücadeleyi engellemeye çalışanlar, özgürlüğün galebe çalacağı kaygısıyla kavrulanlardır.
Ve insanlar uğruna ölümü göze aldıkları sürece, özgürlük yok olmayacaktır. Bu yolda sadece insan zekâsına, iradesine ihtiyacımız varken; özgürlük olmadan hayatın anlamı yoktur.
* * * * *
Hepimizin, herkesin hakkıdır özgürlük; onu savunanların ödedikleri bedelin ağırlığı göz ardı edilmemelidir.
Ve de özgürlük gelecek umudu olmaktan öte şu “an”ken; eğer korkmayı reddedersen ve köle olmamaya karar verirsen; o zaman zincir(ler)in kırılır.
Komutan Yardımcısı Marcos’un ifadesiyle, “Özgürlük şafak vakti gibidir. Kimileri gelmesini beklerken uyur, ama kimileri de uyanık kalır ve ona ulaşmak için gecenin içinden yürür”ken; ölüm korkusunu aş(a)mayanlar için özgürlük yoktur ve “Özgürlük içinde yoksa, hiçbir yerde yok demektir,” Fernando Pessoa’nu ifadesiyle…
Evet, evet “Önce özgürlüğünüzün peşine düşün. Olumsuz düşüncelerinizden, korkularınızdan, bağımlılıklarınızdan, ilerlemenizi engelleyen her şeyden özgürleşin,” notunu düşen Stefano D’Anna’nın altını çizdiği üzere özgürlük onun kazanmak için mücadele eden kimsenin hakkıdır.
Gerçek özgürlük, başkaları gibi, ya da herkes gibi düşünmeye mecbur olmama hali, ve her zaman farklı düşünenlerin özgürlüğüdür.
* * * * *
Nihayetinde daha güzel bir yerkürenin özgürlüksüz gerçekleşemeyeceği açıkken; insanlar iktidardan korktuğu zaman, zorbalık; iktidar insanlardan korktuğu zaman özgürlük öne çıkar.
Bu nedenle de özgürlük cesur olmayı elzem kılarken; “Paranın egemen olduğu bir toplumda, emekçilerin yoksulluk içinde kıvrandığı, bir avuç zenginin de onların sırtından asalaklık ettiği bir toplumda gerçek özgürlük olamaz… Devlet varsa özgürlük yoktur. Özgürlük olduğunda devlet olmayacaktır,” der V. İ. Lenin…
Sonra da ekler Karl Marx: “Özgürlüklerin şu ya da bu biçimine karşı olanlar, bütün özgürlüklere karşıdırlar… Özgürlük; köleler için değil, köle olduğunu bilenler içindir… Emek kara tende ezildiği sürece, Beyaz tende asla özgür olamaz…”
Yani özgürlük ancak topyekûn kurtuluş uğruna mücadeleyle mümkündür.
* * * * *
İnsan(lık)ın kendi seçimlerinden, eylemlerinden, kendi yaşam durumundan sorumlu olduğu özgürlük yapabildiklerimizden ziyade, yapamadıklarımızla ilgiliyken; efendisiz olmaktır.
Düşüncenin, isteğin ve iradenin olmadığı yerde özgürlük ol(a)mazken; kurtuluş özgürlükten doğar ve onu üretmek yetmez, paylaşmak, toplumsallaştırmak gerekir. Çünkü kolektif özgürlük, hayatın ta kendisi ve insanlık onurudur.
Bu bağlamda özgürlük; otoriteye/ iktidara “Hayır” diyebilme gücüdür; bunun sırrı da cesarettedir.
Ignazio Silone’nin altını çizdiği gibi, “Özgürlük; kuşku duyma olanağı, hata yapma imkânı ve nereden gelirse gelsin, otoriteye hayır diyebilme gücüdür… Kendi kafasıyla düşünen insan özgürdür; doğru olduğuna inandığı şeyler için mücadele eden insan, özgürdür.”
Özgürlük mücadelesi, sadece özgürlüğe ulaşmak değildir; bu mücadele, insan karakterinin en güçlü, en kararlı ve en mükemmelini geliştiren bir kurtuluş mücadelesiyken; kapitalist toplumda özgürlük hakkında konuşmak saçmadır. Böylesi bir düzlemde özgürlük mücadelesi acı verse de; en radikal biçimiyle, insan(lık)ın gidişatını değiştirme iradesiyken; “Özgürlük daima isyana açılan bir kapıdır,” Georges Bataille’ın işaret ettiği gibi…
* * * * *
Kurtuluş mücadeleleriyle müsemma dünya tarihini yazan özgürlük bilinçliğinin gelişmesiyken; özgürlük hiçbir zaman oy pusulasında olmayıp; elimizde pankart taşıyarak, dilekçe yazarak gelmeyecek, gelemeyecektir.
José Martí, “Özgürlük düşmanları yüksek sesle yargılarlar,” derken; köleliğin olduğu yerde özgürlük ol(a)maz ve de özgürlüğün olduğu yerde de kölelikten söz edilmeyip; özgürlük için bilincinizi, vicdanınızı, satmamanız ve sınıfsal öfkenizden vazgeçmemeniz yeterlidir.
Kolay mı? Rıfat Ilgaz’ın, “Açların boyun büktüğü memlekette/ Kişi özgürlükten laf etmemeli,” biçiminde tarif ettiği tabloda özgürlük, emeğin haklarına müdahale edilmemesi ile ölçülür.
Çünkü “Özgürlük; hayatı bütünüyle yaşamak demektir, yeterli beslenme, giyinme ve barınma konusunda, bedenin gereklerini karşılamak için ekonomik olanak, ayrıca aklın faaliyet alanını genişletmek, kişiliği geliştirmek ve kişiliğimizi ortaya koymak için etkin fırsat ve olanaklara sahip olmak demektir,” Leo Huberman’ın saptamasıyla ve o, devamla şunları da ekler:
“Yalnızca bir avuç insan için değil, tüm insanlar için özgürlük”…
“Zaruret içinde olan insanlar, özgür değildir”…
“İhtiyaçların pençesinde kıvranan insan, özgür insan değildir”…
“Kitaplardaki özgürlükler gerçek yaşamımızda her zaman bizim olmamıştır”…
* * * * *
Stefano D’Anna, “Size öğretilen ve anlatılan dünyanın, anlatıldığı gibi olduğunu söyleyenler sadece anlatanlardır. Korkmanız, çekinmeniz, endişe etmeniz gerektiği söylenen her şey, bu betimlemenin pençesindeki insanların fikirleridir. Oysa bunlar olumsuz duygulardır ve hiçbiri dünyaya geldiği hâliyle insanın mayasında olan hisler değillerdir. İnsan korkusuz doğar. Korku, zorla öğretilir,” diye haykırırken; özgürlüğün gerçek temeli itaatsizliktir; ezen hiçbir zaman özgürlüğü gönüllüce vermez; ezilenler onu istemeli ve uğruna mücadele etmelidirler.
Özgürlük nihai kertede, insanın kendi seçimlerinden, eylemlerinden, kendi yaşam durumundan sorumlu olduğu anlamına gelirken; Ursula Kroeber Le Guin’in, “Hiçbir şeyiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizin malınız değil. Özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir,” vurgusu kulaklara küpe edilmelidir.
Tıpkı “İnsan, istediği an özgür olur,” diyen François Marie Arouet Voltaire’in uyarısındaki üzere.
Malum: “Özgürlük yalnızca onu savunacak cesareti olanlara aittir,” dermiş Pericles…
* * * * *
Bunları gerçekleştirebilirsek; Leo Huberman’ın, “Dünyayı kurtarıp, güzelleştirme umudumuz var,” sözlerine layık olabiliriz, her özgür insan gibi…
N O T L A R
[*] İnsancıl, Yıl:31, No:367, Şubat 2021…
[1] Louis Althusser.
[2] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Budala, çev: Nihal Yalaza Taluy, Can Yay., 2019.
[3] Eduardo Galeano, Tersine Dünya Okulu, çev: Bülent Kale, Sel Yay., 2017.
[4] Ursula K. Le Guin, Mülksüzler, çev: Levent Mollamustafaoğlu, Metis Yay., 2017.
[5] Friedrich Engels, Anti-Dühring, çev: İsmail Yarkın, İnter Yay., 2000, s.167-168.
[6] Henri Lefebvre, Gündelik Hayatın Eleştirisi 1, çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2012.