“Kendiniz gibi olduğunuz zaman iyisinizdir.”[1]
Friedrich Hegel’in, “Dünyadaki büyük işlerin hiçbiri tutku olmadan gerçekleşmemiştir,” sözlerini doğrularcasına; Bertolt Brecht’in, “İnsan, ancak onu düşünen hiç kimse kalmadığı zaman gerçekten ölür,” vurgusundaki sönmeyen/ ölümsüz yıldız(lardan)dı Yıldız Kenter…
Onun hakkında yazmış olsam da,[2] Onu bir (ya da binlerce!) kez daha anımsamamak mümkün mü?
Evet; “Tut elimden yaşam, tut, bırakma bırakma,” diyen “Yıldız”da hep aşk vardı.[3]
Hem annesini, hem kendini, hem de kızınızı oynadığı (belki de oynamayıp, olduğu) ‘Hep Aşk Vardı’yı hem yazmış hem de tek kişilik oynamış ve “Oyuncu olarak, konum hep ‘insan’ oldu. Doğal. Bu yüzden ‘anı’ türü yazına farklı bir ilgi duydum. Aslında her tür yazıda yazarın kimliği, kişiliği, bütünün orasında burasında çıkıverir ortaya… Geçmişi durmadan anımsarız, yeniden yaşarız. Geçmişi anlatırız, bu defa oynayarak yaşarız. Şu an durduğumuz noktada, şimdi, geçmiş, gelecek hep var,”[4] demişti.
Galiba O, buydu ve bunun için de ölümsüz bir yıldızdı.
Malum Eric Hoffer, “Dünya üzerindeki gücümüz hayal ettiğimizden daha fazladır. Dokunduğumuz her şeyi kendi suretimize büründürürüz,” derken; yine “Ölümsüz olan düşüncedir, fikirdir,” vurgusuyla eklemez miydi Cengiz Aytmatov da, “Yalnız yıldızlar ölümsüzdür,” diye…
* * * * *
11 Ekim 1928 tarihinde İstanbul’da doğmuştu. Asıl adı Ayşe Yıldız olan Kenter, Olga Cynthia (Nadide) ile Ahmet Naci Bey’in çocuğu olarak dünyaya geldi. Ablası Güner, ağabeyleri Nedim ve Mahmut ile küçük kardeşi Müşfik’ten[5] oluşan 7 kişilik bir ailede büyüyen Kenter, yokluklarla dolu ama mutlu bir çocukluk geçirir.
Yıldız Kenter, İltekin İlkokulu’nda okurken Ankara çocuk kulübünde tiyatroya başladı. Ankara Halkevi’ndeki çalışmaları görmesiyle tiyatrocu olmaya karar verdi. Konservatuvara gitmeyi kafasına koyan Kenter, annesi ve abilerinin tüm itirazlarına rağmen babasıyla gidip gizlice konservatuvara kayıt oldu. Parasız yatılı olarak… O kadar başarılıydı ki konservatuvarda sınıf atlatılan ilk öğrenci olacaktır.
Ankara Devlet Konservatuvarını bitirdikten sonra, Ankara Devlet Tiyatrosunda çalıştı. “Rockefeller” bursu kazanarak, American Theatre Wing, Neighbourhood Play House ve Actor’s Studio’da oyunculuk ve oyunculuk öğretiminde yeni teknikler üzerine çalışmalar yaptı. Ankara Devlet Konservatuvarı’na hoca olarak atandı.
Usta sanatçı, 1956-1959’da çalıştığı Devlet Tiyatrosu’ndan ayrıldıktan sonra bir yıl Muhsin Ertuğrul ile çalıştı, daha sonra kardeşi Müşfik Kenter ve eşi Şükran Güngör ile Kent Oyuncuları topluluğunu kurdu.
Daha sonraki yıllarda sürekli olarak Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık’ta “Değişen Eğitim Metotları” ve “Oyunculuk Metotları” üzerine çalışmalar yaptı.
1962’de tiyatroya hizmetlerinden ötürü “Yılın Kadını” seçildi. 1968’de İstanbul’da Kenter Tiyatrosu’nun binasının inşaatını tamamladı. Sinema oyuncusu olarak üç kez “Altın Portakal” ödülüne layık görüldü. Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, Almanya, Hollanda, Danimarka, Kanada, Yugoslavya ve Kıbrıs’ta İngilizce ve Türkçe oyunlar sahneledi.
1984’te Roma’daki İtalyan Kültür Birliği’nce “Adalaide Ristori” ödülüne layık görüldü. Profesör Yıldız Kenter, 37 yıl sahne hocalığı yaptı.
1989’da, Korsika-Bastia Film Festivali’nde “Hanım” filmindeki rolüyle “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü aldı.
1991’de tiyatro sanatına hizmetlerinden ötürü Uluslararası Lions Kulübü’nün “The Melvin Jones” ile ödüllendirildi. İki kez Ulvi Uraz “En İyi Kadın Oyuncu”, üç kez de aynı dalda Avni Dilligil ödülüne layık görüldü. 1994’te “Konken Partisi” oyunundaki ‘Fonsla’ rolü ile “Olağanüstü Yorum” ödülünü aldı. Finlandiya Dünya Kadın Kuruluşu tarafından yüzyılın en başarılı yüz kadınından biri olarak onurlandırıldı.
1995’te Kültür Bakanlığı’nca, tiyatro sanatına katkılarından dolayı “Onur” ödülüne değer görüldü. 1998’de Ankara Sanat Kurumu “Yılın Kadın Sanatçısı” ödülü, 1998 Muhsin Ertuğrul yaşam boyu tiyatro sanatına katkılarından dolayı onur ödülü, 1998 Cumhurbaşkanlığı Büyük Kültür ve Sanat Ödülü, “Martı” adlı oyunda Madam Arcadina rolüyle 1999 Afife Tiyatro Ödülleri – En İyi Kadın Oyuncu ödülü aldı.
Sanatçı ayrıca, Sovyetler Birliği, ABD, İngiltere, Almanya, Hollanda, Danimarka, Kanada, Yugoslavya ve Kıbrıs’ta İngilizce ve Türkçe oyunlar sergiledi.
Shakespeare, Çehov, Brecht, Arthur Miller, Sergey Kokovkin gibi uluslararası yazarların yanı sıra Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı, Adalet Ağaoğlu, Muzaffer İzgü’nün oyunlarını da sahneye koydu.
Tiyatro tarihinin en önemli kadın oyuncularından biriydi Yıldız Kenter. Tiyatroya olan sevdası çok büyükken; 100’ün üstünde oyunda rol aldı, ayrıca 100’e yakın oyunda yönetmenlik yaptı. Shakespeare, Çehov, Brecht, Inoesco, Pinter, Albee, Tennessee Williams, Alan Ayckbourn, Arthur Miller, Brian Freil, Neil Simón, Athol Fugard, Sergey Kokovkin gibi pek çok yazarların yanı sıra Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı, Güner Sümer, Adalet Ağaoğlu, Zeki Özturanlı, Güngör Dilmen, Muzaffer İzgü gibi pek çok Türk yazarının oyunlarını da sahneye koydu ve oynadı.
* * * * *
“Bir özgürlük tutkunu”;[6] “Ömrünü büyük bir tutkuyla tiyatro sanatına adamış bir sanatçı”;[7] “Tiyatronun temel taşlarından biri”;[8] “Tiyatro savaşçısı”;[9] “Sürekli parlayan bir yıldız”;[10] “Güçlü bir tiyatro maratoncusu”;[11] “Çorak sanat iklimimizde bir yediveren gülü”;[12] “Ülkenin onur kaynaklarından biri,”[13] olarak betimlenen Yıldız Kenter hakkında; “O kadar yetenekliydi ki bu iş için doğmuş gibi,”[14] türünden nitelemeler söz konusudur ve haksız da değildir…
Kolay mı? O; “Oyuncu, yönetmen, oyun yazarı, idareci, patron, sanatçı, hoca, diva… Carl Ebert’in raporunda; ‘Fevkâlâde. Devlet Konservatuarının bugüne kadar yetiştirdiği en kuvvetli elemandır,’ dediği bir oyuncu”dur![15]
“Bir tiyatro sanatçısı düşünün ki 1950’lerin başından 2010’ların ortalarına kadar Türkiye’nin sanat gündeminde kalmış, birbiri ardından gelen çeşitli kuşakları etkilemiş, tüm bu kuşaklara tiyatro tadını, beğenisini, tiyatro bilgi ve görgüsünü aşılamış, böylece tüm kuşakların derin sevgi ve hayranlığını kazanmıştı. Yalnızca tek kişilik “Ben Anadolu” oyunu onlarca yıl sahnelerden inmemiş, hatta gittiği yerlerde çoğu kez kapalı gişe oynamıştı.
Onun inanılmaz tiyatro yeteneği, bir sahne yaratığı olarak doğmuş olması ve bunu olağanüstü bir biçimde sergilemesi yanında, çok büyük tiyatro aşkını, tükenmek bilmeyen enerjisini, kendine uyguladığı disiplin, sadelik, sevecenlik ve sevimlilik, bu nedenlerle insanlarla iletişim kurmadaki kolaylık, ayrıca dünyada olup bitenleri sürekli olarak merakla ve hevesle izleme güdüsünü, tiyatro konusunda her şeyi okuma, görme ve izleme arzusunun hiçbir zaman tükenmemiş olması Onu niteleyen özelliklerden bir kaçıdır sadece.
Yıldız Kenter’in şahane bir tiyatro sanatçısı olduğu tartışılamaz. Ama o, aynı zamanda, şahane bir insandı.”[16] “Yalnızca bir tiyatro, sinema, kültür insanı olarak değil, mütevazı, çağının bilincinde ilerici, demokrat, iyi bir insan olarak yaşadı.”[17]
“Güçlü olduğu kadar kırılgan, sert olduğu kadar yumuşacık, inatçı, cesur, meraklı, özgür, kışkırtıcı, ezber bozan bir eğitimciydi. Ve hep aşkla tiyatro için yana yana yaşadı. Onun için yaşamak sahnede olmaktı. Oynamak soluk almak, var olmaktı.”[18]
Tüm bunlardan ötürü “İzleyicileri ona aşkla bağlandı, çünkü onları hep derinden etkiledi.”[19]
* * * * *
Oynadığını yaşayan, yaşatan müthiş oyunculuğuyla müsemma bir yıldızdı; tarihsel birikimdi…
Ankara Devlet Konservatuvarı, Nazi zulmünün önüne kattığı sanatçıların eşsiz katkılarıyla, akademik tiyatro eğitiminin çıtasını mümkün olan en yüksek düzeyine yerleştirdi.
O zamanlar oyunculuk, alışılan biçimiyle alaylı mesleklerdendi. Okulunu okumanın çok da meraklısı yoktu işin başında. Bu nedenle seçiciler oldukça hoşgörülü, anlayışıydı. Cüneyt Gökçer sınava girdiğinde sesi kısıktır. Carl Ebert ondaki yüksek istidadı görür ve ikinci bir şans verir kendisine. Cüneyt Gökçer iyileşince sınava girer, kazanır ve kariyerinin ilk adımlarını atmaya başlar.
Devlet Tiyatrosu henüz kurulmadığı günlerde Tatbikat Sahnesinde, 1945-1946 sezonunda oynadığı ‘Faust’, ilk oyunu olur Yıldız Kenter’in.
‘Yazılan Bozulmaz’, ‘Kadınlar Arasında’, ‘Anton Usta’, ‘Köroğlu’ oyunlarının ardından sıra ‘On İkinci Gece’dedir. Hocası Muhsin Ertuğrul, başrolü oynadığı oyun için bir kutlama mektubu yazar:
“Yıldız, iki gözüm kızım” diye başlayan mektup, Shakespeare gibi bir dâhinin oyununda başrol oynamanın ayrıcalıklı oluşuna dair övücü cümlelerle devam eder ve şöyle biter:
“Fakat sakın bu başlangıç seni gurura sürüklemesin, bilakis daha çok çalışmaya ve daimî bir tevazua bağlasın. Esasen ben senin dürüst ve kuvvetli seciyenden bunu bekliyorum. Bugünün hayatında çok uğurlu olmasını bütün kalbimle diler, sana Tanrı’dan muvaffakıyet, sıhhat ve saadet temenni ederim, evlâdım.”
Yıldız Kenter, meslek hayatı boyunca Carl Ebert ve Muhsin Ertuğrul’un yolundan ayrılmadı. Muhsin Ertuğrul da “iki gözü”nde tespit ettiği kişilik özelliklerinde yanılmadı. Öğrencisi mesleğine tutkuyla bağlanacak, çalışkanlıkta sınır tanımayacaktı.
Muhsin Ertuğrul’un 1958’de görevden alınmasıyla Devlet Tiyatrosu’ndan ayrıldı. Daha sonra ayrılık kervanına kardeşi Müşfik Kenter de katıldı. İki kardeşin İstanbul’a gelişi, tiyatro dünyası için yepyeni hamlelerin başlangıcı oldu. İlk yılın ardından sıfırdan bir tiyatro kurma hayalini gerçekleştirmek için kolları sıvadılar. “Meşhuriyet” dönemi henüz başlamamıştı. Tiyatroya yalnızca dramanın hazzını yaşamak için gidiliyordu. Toplumsal dayanışma duygusu, yeni bir tiyatroyu taşıma motivasyonuna ve gücüne sahipti.
Tuğla tuğla, ilmek ilmek, koltuk koltuk örüldü yeni tiyatro. 1960 yılında seyircisiyle buluştu Kenter Tiyatrosu. Dönemin politik tiyatro modasına çok da bulaşmadan yürüdü yolunu. Yıldız Kenter, “Tiyatro benim açımdan bir düşünceyi tek yanıyla yansıtmamalı, çok yönlü bakış açıları sunarak seyirciyi düşünmeye yönlendirmeli,” derken, politik söylem için sertlik gerekmediğini ekleyerek devam etti: “Bizim Kent oyuncuları olarak belli bir duruşumuz vardı. Türkiye’nin en karanlık günlerinde adalet mekanizmasının sorgulandığı oyunlar oynadık. Repertuvarımızda daima sözü olan oyunlar yer aldı. İfade özgürlüğüne gelince; baskı ve sansür, dolaylı ya da dolaysız, bu ülkenin sanatçılarının yıllardır yüzleşmekte olduğu bir gerçektir.”
‘Miras’tan ‘Çöl Faresi’ne, ‘Üç Kuruşluk Opera’dan ‘Martı’ya… ‘Salıncakta İki Kişi’, ‘Savunma’, ‘Seneye Bugün’, ‘Gece Mevsimi’, ‘Harold ve Mode’, ‘Nükte’den… ‘Konken Partisi’nden ‘Ben Anadolu’ya… Ya da Ionesco’dan Shakespeare’e, Necati Cumalı’dan Melih Cevdet Anday’a, Çehov’dan Brecht’e uzanan cesur bir repertuvar politikasıydı O…[20]
Özetin Özeti: 60’ı aşkın yıl boyunca beş ayrı kuşaktan insanın coşkuyla izlemiş olduğu bir “diva”ydı…
Hatırlayın: 1948’de Ankara Devlet Tiyatrosu’nda, Shakespeare’in ‘On İkinci Gece’ oyununun Olivia’sı olarak yıldızlaştı. Ondan sonra da hiç sönmedi. 1959’da İstanbul’a yerleştikten sonraki ilk oyunu Müşfik’le oynadığı ‘Salıncakta İki Kişi’ydi. Oyunu başyapıt sayılmasa da Kenterler İstanbul’u büyülemeyi başardılar. Sonra ‘Çöl Faresi’ ile popülerlik kazandılar. Tiyatronun çetin ceviz oyunlarından olan John Osborne’un ‘Öfke’si ise onları doruğa taşıdı.
1962-1963 döneminde Ionesco’nun tek perdelik ‘Sandalyeler’ ve ‘Ders’ oyunlarının ilkinde 100 yaşında bir kadını, ikincisinde de bir öğrenciyi oynuyordu Yıldız. Her yaştan kadın oyun kişilerini rahatça yorumluyordu. 1963’te Çehov’un ‘Martı’sında canlandırdığı gencecik Nina’dan yaşça büyük, bir yıl sonra sunulan Edward Albee’nin ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ oyununun Martha’sıyla ise yaşıttı.
Kent Oyuncuları 1964-1965 döneminde Brecht’in ‘Üç Kuruşluk Operası’nın ülkemizdeki ilk yapımını sunarken, Yıldız’ın fahişe Jenny’yi epik değil de dramatik biçemde oynaması Brecht uzmanlarını kızdırmıştı. Usta bir şarkıcı ve dansçı olarak ulaştığı başarı yine de gölgelenmedi.
Kent Oyuncuları’nın ‘dünya prömiyeri’ni yaptıkları ‘Nalınlar’, ‘Fadik Kız’, ‘Derya Gülü’, ‘Pembe Kadın’ gibi Türk oyunlarının arasında -1967’de Kenter kardeşlerin ustalığı bağlamında ‘tarih yazan’- M.C. Anday’ın ‘Mikado’nun Çöpleri’ de yer alıyordu.
1968-69 döneminde, Yıldız’ın yoğun çabalarıyla Harbiye’de yapılan Kenter Tiyatrosu’nun açılış oyunu ‘Hamlet’ti. Yıldız, Kraliçe Gertrude’u canlandırıyordu.
1970’te Çehov’un ‘Üç Kız Kardeş’inde Olga, 1978’de ‘Vanya Dayı’da yaşlı anne yorumlarından geçerek 1984’te Güngör Dilmen’in -birçok kadın oyun kişisini tek kadın oyuncunun canlandırdığı- ‘Ben Anadolu’sunun ‘dünya prömiyeri’ ile gündeme oturan Yıldız Kenter 1997-98 döneminde ‘Maria Callas’ oyununda ünlü sopranoyu büyük ustalıkla yorumluyordu. 2000’lerin başında ise kendi yaşamöyküsünü anlattığı ‘Hep Aşk Vardı’ ile seyirciyi kucaklıyordu. Kısa bir süre sonra ne yazık ki Şükran Güngör’ü yitirecekti.
Kendisini emekliliğe hazırlayışı 2009-2010 döneminde ‘Kraliçe Lear’ oyunuyla başladı belki de. Ezberde zorlandığı için bir genç kızı yardımcı olarak tutan kıdemli oyuncuyu canlandırdığı bu oyunu Yıldız’ın yaşamıyla özdeşleştirmek olanaksızdı. Çünkü Yıldız, çevresindeki herkesten daha enerjikti.
Bir süre sonra ise bütünüyle emekli etti kendini…[21]
* * * * *
Ve nihayet, “Delilik korkusunun bizi hayal gücünün bayrağını dürülmüş şekilde tutmak zorunda bırakmasına izin vermeyeceğiz,” diyen André Breton’un aşkınlığını anımsatırcasına yaşayan Onun için, “Bazı insanların ölümsüz olduğunu düşünürüz, onlara ölümü yakıştırmayız çünkü… O artık bir efsane olarak kalacak,”[22] diyen Filiz Kutlar sonuna kadar haklıydı.
Çünkü O, sönmeyen bir yıldızdı…
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:235, Şubat 2021…
[1] Halil Cibran.
[2] Bkz: Temel Demirer, “O Ses Peşinden Sürüklenen Yıldız Kenter”, Patika Dergisi, No:100, Ocak-Şubat-Mart 2018.
[3] Zeynep Oral, “O ‘Yıldız’da Hep Aşk Vardı”, Cumhuriyet, 19 Kasım 2019, s.13.
[4] Hikmet Altınkaynak, “Bir Çılgının Son Yolculuğu”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2019, s.14.
[5] “Hocaların hocası”, “Ustaların ustası” diye anılan Müşfik Kenter Hoca’nın klişe sözleri vardır. Sahnede duran öğrencisine, “Köpekbalığı gibi bakma, insan gibi bak” ya da hiçbir öğrencisinin aklından çıkmayan en önemli sözü; “Önce iyi insan ol, sonra iyi bir oyuncu olursun”… Bir gün tiyatroda Müşfik Hoca’ya “Hocam neden bütün öğrencilerinize önce iyi insan olun diyorsunuz” diye sorduğumda, “İyi insan olmazsan hiçbir şey olamazsın” demiş ve eklemişti: “İlk günkü heyecan çok önemli, onu asla yitirmemelisin.”
Bakın ayrıca neler söylemişti usta: “Nasıl çalışılması gerektiğini ablamdan öğrendim. Kardeşim, ablam, çok iyi bir sanatçı, yönetmen; onunla sahnede olmaktan her zaman onur duydum. İki oyuncu olarak birbirimizi iyi anlamamız, karşılıklı alışverişimizin çok iyi olması, birbirimizle oynamaktan zevk almamızı sağlıyor, bu duygular seyirciye de yansıyor.” (Öznur Oğraş Çolak, “Müşfik Kenter 8 Yıl Önce Bugün Aramızdan Ayrılmıştı”, Cumhuriyet, 13 Ağustos 2020, s.13.)
[6] Mustafa Balbay, “Yıldız Kenter: Bir Özgürlük Tutkunu!”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2019, s.11.
[7] Öznur Oğraş Çolak, “Zeliha Berksoy: Yıldız Kenter Yaşamını Yitirdi”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2019, s.13.
[8] “Nevra Serezli: Yıldız Kenter Son Yolculuğuna Uğurlandı”, https://www.evrensel.net/haber/391273/usta-tiyatrocu-yildiz-kenter-son-yolculuguna-ugurlandi
[9] Nedim Saban, “Kenter Tiyatrosuna Sahip Çıkılmalı”, Evrensel, 20 Kasım 2019, s.10.
[10] Orhun Atmış, “Dikmen Gürün: Tiyatronun Yıldızına Veda”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2019, s.17.
[11] Ayşegül Yüksel, “Yıldız Kenter: Güçlü Bir Tiyatro Maratoncusu”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2019, s.14.
[12] Dikmen Gürün, “O Bir Yediveren Gülü idi”, Evrensel, 20 Kasım 2019, s.10.
[13] Dikmen Gürün, “Kenter Tiyatrosu Bu Kentin Zenginliğidir”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2020, s.14.
[14] Özlem Özdemir, “Türkiye’nin ‘Yıldız’ı”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2020, s.2.
[15] Mehmet Birkiye, “Kenter Tiyatrosu’nu Var Etmek”, Birgün, 21 Kasım 2019, s.14.
[16] Varol Özkoçak, “Cumhuriyetten ‘Yıldız’ Kaydı”, Cumhuriyet, 19 Kasım 2019, s.2.
[17] Güray Öz, “Yıldız Hanım”, Birgün, 20 Kasım 2019, s.8.
[18] “Tilbe Saran: Tiyatronun Güneşi Söndü”, Birgün, 19 Kasım 2019, s.14.
[19] Genco Erkal, “Unutulmazsın!”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2019, s.17.
[20] Tuncer Yığcı, “Yıldız Olmak Kolay mı?”, Birgün, 21 Kasım 2019, s.14.
[21] Ayşegül Yüksel, “Yıldız Kenter’i Anarken…”, Cumhuriyet, 10 Kasım 2020, s.17.
[22] Filiz Kutlar, “Tiyatronun Güneşi Söndü”, Birgün, 19 Kasım 2019, s.14.