“Üzerinde yaşadığımız dünyanın
durumunu görmeyenin
o dünya üzerine yazacak
hemen hiçbir şeyi yoktur.” [1]
Saint Just’ün, “Ahlâk, zorbalardan daha güçlüdür,” ifadesindeki eylemdir yazmak; iki Kemal’in öğrettiği üzere…
Çünkü hakkını vererek yazmak, başkaldırmaktır; Doris Lessing, “Edebiyat, sahip olduğumuz en iyi öteki gözü elde etme; kendimizi kendimizden koparak görme yollarından biri,” diye…
Bu nedenledir ki yazarın aslî işlevi göz boyacılığa, kandırmacalara prim vermeyip kendini büyük görmemek, kendini toplumun bir parçası saymak, toplumsal soru(n)lara taraf olmak, karanlığa ışık tutmak, gerçeği arayıp, dillendirmek/ yazmaktır. Çünkü o; muhalif olmayı (ve kalmayı) başarabilen, toplumsal olayları veya aksaklıkları belirtmenin bir görev olduğunun bilincindedir.
Jean Paul Sartre’ın, “Neyi yazacağını değil, nasıl yazacağını bilen insandır” diye tarif ettiği yazar, inandıklarını, bağlandıklarını, tahayyüllerini kaleme alır.
Hangi amaçla yazdığının bilincindeki yazar için Aziz Nesin, “Her yazar, yalnız kendisi için yazar ve yalnız kendini yazar. Yazarlar her ne yazarlarsa kendilerini yazdıkları gibi, okurlar da her ne okurlarsa kendilerini okurlar,” der, doğrudur; yazmak geriye bir iz bırakmaktır. Hiç yaşlanmaz yazarlar, gözleri çocuk kalır hep. Yani “Yazar, yetişkin olmayı asla başaramayan bir insandır,” Martin Amis’in ifadesindeki üzere…
Yazmak kaygı ve kurgu işi olmaktan öte, hayata dokunmak, tutunmak ve boylu boyunca içinde yer almak hâli; olanı dillendirip, olmayanı kurgulayarak okuru düşünmeye iteklemektir.
Gözlemci olması yanında; yazarın belleği de çok güçlüdür. O hiç unutmaz. Toplumu açıkça eleştiren yeni, sıra dışı fikirlere sahiptirler.
Antole France’a bir çocuk gelip sorar: “Sizce yazar olayım mı?”, O da, “Eğer olmamak elindeyse olma!” diye yanıtlar; gerçekten de zorlu bir iş olan yazarlık bir başkasına ulaşabilmek içindir. Karanlık şafağını içinde taşır. (Geçerken: Coğrafyamızda yazarlara reva görülenlere bakın: Sabahattin Ali’yi öldürdüler, Aziz Nesin’i yakmak istediler, Ömer Seyfettin’i kadavra yaptılar. Mehmet Uzun sürgünde öldü(rül)dü. Orhan Kemal amelelik yapardı. Nâzım Hikmet’i vatan haini ilan ettiler.)
Kalemi, kâğıtları ile insan(lık)ı, olduğu (“olağan” denilen!) ruh hâlinden/ konumundan, ortamdan kopartma gücüne sahip kişidir.
Bir yanıyla da sadece yazmakla değil, görmekle, kavramakla, çözümlemekle uğraşan yazar; herhangi bir andaki, herhangi bir durumu, görebildiği tüm bileşenleri ile kâğıda aktarır. Böylece insanların bakıp da gör(e)mediklerini de görmesini sağlar.
Scott Fitzgerald’ın, “Yazarlar, tam olarak diğer insanlardan değildir. Eğer bir şeyseler, tek bir insan olmaya çabalayan birçok insandırlar,” diye nitelediği o; aynı anda aynı yerde bulunamayacak çok insan ile konuşamayacağı için yazandır. Dışardan bakan eleştirel bir göze sahiptir.
Yazarın yazdıklarının, yazacakları yanında pek fazla bir kıymet-i harbiyesi olamaz. Çünkü iyi yazar, daima kendiyle kavga hâlinde olan insanlardan çıkar. Yazmak için yazmaz yazar. Yazarak bulmak, keşfetmek, görmek, idrak etmek, göstermek için yazar. Bu sonu gelemez bir serüvendir.
Yazar üreten insandır. Bu nedenle yazarlar ağaçlar gibi yüzyıllarca yaşayabilir ve insanlar o ağacın meyvelerinden faydalanmayı sürdürürler.
Düşünce anlatıcısı yazar(lık) başkalarının hayatlarına girip, o hayatlarda yaşayabiliyor olabilmektir.
Yazmak geniş zamanlı bir hâlidir. Kalem ve kelam ikilisini cem eden yazar gerçeği toplumsallaştırır.
Bir şey daha: William Faulkner’in, “İyi yazarın başarıya ya da zengin olmaya aldıracak zamanı da yoktur,” notunu düştüğü o; yazdığı için sevinmeli, sattığı (para) için değil…
Dahası: “İnsan, bazı şeyler söylemeyi seçtiği için değil, onları belli bir biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır…”
“Yazar, konuşan kimsedir: O gösterir, ortaya koyar, buyurur, yadsır, çağırır, yalvarır, hakaret eder, inandırır, araya sokuşturur. Bunu boş yere yaptığı zaman ozanlaşmaz. Hiçbir şey söylemeden yazan konuşan bir düzyazı yazarı olur.”
“Evrenin vazgeçilmez, önemli bir öğesi olmak isteyen yazar, bu evrendeki haksızlıklardan nasıl sıyrılabilir acaba? Oysa onun da payı bulunmalıdır bu haksızlıklarda; ama yazarın haksızlık yaratmayı kabul edişi, ancak bu haksızlıkları ortadan kaldırmak üzere girişilmiş bir aşma hareketi içindedir.”
“Yazarın okuyucular üzerinde etkin olduğu doğru değildir, o yalnızca okuyucuların özgürlüklerine çağrıda bulunur; yapıtlarının etkili olabilmesi için, okuyucunun koşulsuz bir kararla, bunları üstlenmesi gerekir.”
“Aslında yazara para verilmez: çağına göre az çok beslenir o. Başka türlü de olamaz, çünkü onun etkinliği gereksiz’dir: Bir toplumun kendi bilincine varması hiç mi hiç yararlı değildir, hatta kimi zaman zararlı’dır.”
“Yazar, kalemiyle toplumun çıkarlarına hizmet etmeyi seçmiş olsa bile, üretmez, tüketir…”[2]
Özetle Henri Barbusse’ün, “İnsanın kendini ifade etmesinin en kusursuz yoludur edebiyat,” notunu düştüğü yazmak bir eylem iken; “Kalem (de) aklın dilidir,” Miguel de Cervantes’in ifadesiyle…
* * * * *
Biz(ler)e yazmanın bir eylem olduğunu öğreten iki Kemal’den birisi “Yerler, gökler, yani bu dünya, yardımla, iyilikle durur oğlum!” diyen Türkiye Komünist Parti’li (TKP) Orhan Kemal’dir.[3]
Her ne kadar oğlu Işık Öğütçü Onun için “Hümanist, devrimci ve mücadeleci bir insandı,”[4] dese de; “Hümanist” sıfatı yerine “Komünist”in eklenmesi gereken Orhan Kemal şöyle derdi:
“Sen bana ekmek veriyorsun ha? Sen kimsin de bana ekmek vereceksin? Çalışıyorum ben, alnımın teriyle kazanıyorum onu… Bana ekmek veriyormuş… Ben çalışmayım da sen bana ekmek ver… Ulan siz değil ekmek, günahınızı bile vermezsiniz bedavadan…”[5]
“En iyisi, ne açlar, ne de suçlular olmalı. Kimse kimseye muhtaç olmamalı!”
“Şimdi mal, mülk, para kimdeyse itibar onda. Bu dünya, bu haksız dünya niye bozuluyor günden güne? Belli bir şey, eski hatıralar, eski saygılar unutuldu- ondan…”
“Bozuldu ağa bozuldu, dünya kökünden bozuldu. Üstüne bastığım toprak ayaklarımın altından kayıyor sanki. Bugün dünü arıyoruz, yarın da bugünü arayacağımızdan şüphen olmasın…”
“Eski günleri getir, bugünlere gaz döküp yakalım…”
“Bilirim gençlik nedir. Deli gençlik insanı çılgına çevirir, attığı adımı bildirmez eder…”
“Olma kula kul, öpme el ayak, kirlenmesin ağzın…”
“Böyle gelmiş ama böyle gider mi bilmem?..”
“İsterseniz dağları dümdüz edersiniz. İstemezseniz de düz yolda yolunu şaşırtırsınız adama…”
“Tekrar bahar geldi, arkasından yaz. Kimsesizlerin sahibi güneş tam zamanında yetişti…”
“Neden, niçin bırakılmıyordu insanlar dilediklerince yaşamaya!”
“İnsan doğru oturup doğru konuşmalı…”
“Güçlü bir hafıza en ağır cezadır. İşin kötüsü; iyi anları nadiren, kötü anları sıklıkla hatırlatır…”
“Ölmek kolay, yaşamak zor. İnsanoğlu zora sarılmalı. Yılmamalı kolay kolay…”
“Kederli, mahzun, acılı olmak için sebepler mevcuttur, fakat ümitsiz olmak için tek bir sebep mevcut değildir. Daha acı, daha mahzun ol, fakat sevincin ve ümidin pırıl pırıl parlasın…”
* * * * *
“Orhan Kemal bizim Maksim Gorki’miz, İgnozio Silone’miz, Emile Zola’mızdır.”[6]
O; “Yapıtlarındaki insan ve yaşam gerçekliği, toplumsal yapımıza tutulan ışık oldu. Yoksul ve yoksun insanları edebiyata taşıyan, aydınlık tohumları saçan, sevgi ve öfke rüzgârı estiren ustası oldu edebiyatımızın.”[7]
* * * * *
Orhan Kemal’e gönderdiği mektupların birinde, “Ben bildiğin gibiyim, hemen hemen hiç değişmedim gibi bir şey, yahut, bu bana öyle geliyor, belki de beni görürsen ihtiyarlamış bulursun, belki de tersine gençleşmiş. (…) Sen kim bilir ne güzel şeyler yazıyorsundur, geçenlerde bir hikâyeni okudum, iftihar ettim. Romanının neşredildiğini bir bayram müjdesi gibi bekliyorum,”[8] diyen Nâzım Hikmet, onun hapishane arkadaşıdır.
Aynı zamanda biraz da hocası sayılır: Onu şiirde başarısız bulup düzyazıya yönlendiren Nâzım Hikmet olmuştur. Böylece Türkiye proletaryası kendisine hep sadık kalan bir büyük romancı kazanmıştır…
Orhan Kemal için bu nitelemeyi ilk kim çıkarttı, bilmiyoruz. Ama her şeyden önce, “küçük insan” ne demek? Belki başka dillerde bunun yerleşik karşılıkları daha anlamlıdır, ama Türkçe’de biz Orhan Kemal hakkında konuşanlar dışında bu deyimin kullanıldığına tanık olmuyoruz. Kimdir “küçük insan”?
Zaten Orhan Kemal’in “küçük insanlar”ı yazdığını ileri sürenlerin meramı da bizim tanımladığımız “küçük insanlar” değildir. Onlar büyük romancının anlattığı insanların düpedüz proleter olduğunu söylememek için bu terimi geliştirmiş gibi görünüyorlar. Yoksul, sıradan, zavallı insanları anlatıyor demek, proletaryanın hayatını anlatıyor demekten daha iyi gelir bu insanlara. Buna yalın biçimde ilerici küçük burjuvanın proletarya ya da işçi sınıfı kavramını halk kategorisi içinde eritmeye yatkın tutumu olarak nitelemeliyiz. Aynen, Orhan Kemal ve benzeri yazarlar için kullanılan “toplumcu” teriminin söylediğinden fazlasını sakladığı gibi. “Toplumcu” değil. Orhan Kemal komünisttir.
Orhan Kemal, Türk dilindeki edebiyatta, herkesten daha fazla proletaryanın romancısıdır. Herkesten daha fazla fabrika ve kapitalist çiftlik ortamında geçer romanları. Herkesten daha fazla sınıf mücadelesi anlatır. En karmaşık, en ham, en az örgütlü biçimlerini de, en arı hâlinde işçi sınıfının sömürüye karşı ayaklandığı anları da anlatır. Proletaryanın gerçek hayatını anlatır. Sadece fabrikada ve kapitalist çiftlikte değil. Mahallede, kahvede, evde de. İşçi mahalleleri ve evleri Orhan Kemal’de romanın karakterlerinden biriymiş gibi uzun uzun tasvir edilir.[9]
Ustalarımızdandır O; tıpkı “Dünyada çok şey kolay da, insan olmak zor,”[10] diyen Yaşar Kemal gibi…[11]
* * * * *
Osmaniye’nin Hemite ilçesinde 1923’de dünyaya gelen Yaşar Kemal, yaşamının sonuna kadar Anadolu topaklarında yaşadığı, tanık olduğu tüm halkların acılarını, hüzünlerini, destanlarını okurlarına sundu. 28 Şubat 2015’te ise “o güzel atlara” binerek aramızdan ayrıldı.
1940’ların başında Adana’da TKP üyesi devrimcilerle tanışıp, sosyalizmi benimsedi. 1950’de komünizm propagandası yapmak “suç”undan tutuklandı ve Kozan hapishanesinde bir yıl hapis yattı. 1962’de Türkiye İşçi Partisi üyesi oldu. 1960’ların bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde yer aldı.
17 yaşından ölümüne değin sosyalist politikanın içinde yer aldı. “Kürt Sorunu” hakkında görüşlerini fütursuzca kaleme alan Yaşar Kemal, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin azınlıklara, özellikle de Kürtlere karşı ırkçı tavırlar içerisinde bulunduğunu ifade etti.
Yazıları nedeniyle çeşitli cezalar aldı. “Ayrılıkçı propaganda” suçlaması ile yargılandı.
Sait Faik’in, “Türklerin en Kürdü; Kürtlerin en Türkü”[12] diye tanımladığı O hayatı boyunca, “İnsan, evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar,” ifadesindeki üzere düşünüp, davranmıştı. Ve eklemişti:
“O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık…”
“Evrende iki sonsuz doğurgan yaratıcı güç vardır. Biri insan, öbürü doğa. İnsan, yaratıcılığını yitirdiği gün, doğa yaratıcılığını bitirdiği gün her şey bitecektir…”
“Bizi düşünmeye alıştırmamışlar. Üstelik de düşünmeyelim diye ellerinden geleni yapmışlar. Düşünmeye çalışanları da hep öldürmüşler…”
“Bir toplum, hoşgörüsü kadar güçlü, sağlam, haklıdır. Zulmü kadar zalim, zayıftır…”
“Doğru yenilmeli. Yenilmeyen doğru yenmiş sayılmaz. Doğru yenile yenile öyle keskin bir hâle gelmeli ki… Yüz bin yıl su altında, yıkanmış, düzelmiş çakıltaşı gibi…”
“Umutsuzluk tutsaklığın gıdasıdır. Umutsuzluk köleliğin anasıdır. Umutsuzluk yüreğin yıkımıdır…”
* * * * *
“Dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir,” diyen Yaşar Kemal, ardında İnce Memed’i bıraktı. 1947’de “İnce Memed”i yazdı; sonra kitabına ara verdi; 1953-1954 de ise tamamladı.
Romanı yazma nedeninin eşkıya amcasının oğlunun dağda vurulması olduğunu 1987’deki bir söyleşisinde belirtip, çocukluğunun eşkıyalığın içinde geçtiğini, dayısının “en büyük” eşkıyalardan biri olduğunu söylemişti.
“Yaşar Kemal’in bir anlatıcı olarak bize sunduğu bellek; yarının insanının hatırlayacağı, öğrenmek, keşfetmek, anlamak, taşıyıp gösterdiklerinin her biri üzerine inşa edebilecekleri için gereksindiği bellektir.”[13]
“Yaşar Kemal’in anlatılarında kurduğu dünyanın dili, sesi, rengi, tınısı Anadolu coğrafyasının gerçekliğini taşır.
Yaşar Kemal o coğrafyada yaşayıp özümsediklerini, karşılaşıp buluştuklarını, tanıklıklarını bir bir anlatı dünyasında dile getirir. Anadolu ki, melez bir coğrafyadır. İnsanı, kültürü, doğası, börtü böceğiyle bu içselleşip kaynaşmanın rengidir, soluğudur, biçimidir.”[14]
O sadece bir isyancı değildir. Doğanın kendisidir.
Evet, “Yaşar Kemal’de doğa bir dildir, bir destandır.
Yaşar Kemal’de doğa, bireyle bütünlenir, toplumla bütünlenir, yaşamla bütünlenir… Bunu başka türlü de söyleyebiliriz: Doğa yaşamın bir parçasıdır. İnsanın bir parçası, toplumun bir parçasıdır… Ama aynı zamanda doğa yaşamın bütünüdür.
Yaşar Kemal’de doğa, olaylara bir fon oluşturmaz, olayın kendisidir. Doğa sıfat değil öznedir.
Yaşar Kemal’de doğa, karakterlere eşlik etmez, bir ‘atmosfer’ yaratmaz. Başlı başına bir karakterdir. Bir roman kişisidir. Başroldedir.
Yaşar Kemal’de doğa insandır. Ama aynı zamanda bir devinimdir, bir ses, bir koku, bir ışık, bir susuştur, bir derinliktir… Bütün duyularımıza seslenir.”[15]
* * * * *
Doris Lessing’in, “Bir yazar dünyanın vicdanıdır,” vurgusuyla diyeceklerimi toparlarsam: “Davası, meselesi olmayan kitap, kitap değildir… Davası olan kitap kavgası olan kitap demektir. Kavgasız kitap hareketsiz kitaptır, hareketsiz kitap ise ölüdür,” uyarısındaki üzere Nâzım Hikmet’in; yazarlık iki Kemal’in yazdıklarından öğrenilmelidir…
N O T L A R
[*] Güney Dergisi, No:99, Ocak-Şubat-Mart 2022…
[1] Elias Canetti.
[2] Jean-Paul Sartre, Edebiyat Nedir?, çev: Bertan Onaran, De Yayınevi, 1967.
[3] Bkz: Temel Demirer, “Tarihe ‘İnsanî Boyut’ Katan Yazar: Orhan Kemal”, Esmer, No:64/1, Eylül 2010… Temel Demirer, “Eğilip Bükülmeyen Bir Yaşam: Orhan Kemal”, Newroz, Yıl:8, No:260, 30 Kasım 2014… Temel Demirer, “Orhan Kemal: Ustadır, Yeri Ayrıdır, Mühimdir”, Ümüş Eylül, Yıl:6, No:22, Ocak Şubat Mart 2017…
[4] Kadir İncesu, “Orhan Kemal Halk İçin Halkla Birlikte Yaşadı”, 2 Haziran 2021… https://www.evrensel.net/haber/434301/orhan-kemal-aniliyor-halk-icin-halkla-birlikte-yasadi
[5] Orhan Kemal, Grev, Everest Yay., 2007.
[6] Özdemir İnce, “Orhan Kemal”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2021, s.3.
[7] Öner Yağcı, “Haziran’da Ölmek Zor”, Cumhuriyet, 5 Haziran 2021, s.17.
[8] Adnan Binyazar, “Orhan Kemal’e Mektuplar”, Cumhuriyet Kitap, No:1641, 29 Temmuz 2021, s.6.
[9] Sungur Savran, “… ‘Küçük İnsanların Yazarı’ Değil Proletaryanın Romancısı, ‘Romantik Komünist’ Değil Bolşevik Şair!”, 3 Haziran 2021… https://gercekgazetesi.net/teori-tarih/kucuk-insanlarin-yazari-degil-proletaryanin-romancisi-romantik-komunist-degil-bolsevik
[10] Yaşar Kemal, İnce Memed I, Yapı Kredi Yay., 2007.
[11] Bkz: Temel Demirer, “İki Kemal: Orhan ile Yaşar…”, Esmer Dergisi, No:47, Ocak 2009… Temel Demirer, “Çukurovalı, Kürt, TİP’li ve Yazar: Yaşar Kemal”, Esmer, No:65/1, Ekim 2010… Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Daima Yaşayacaktır, İsmiyle Müsemma Yaşar Kemal”, Newroz, Yıl:8, No:268, 16 Haziran 2015… Temel Demirer, “Halkın -Başkaldıran- Arzuhâlcisi: Yaşar Kemal”, Güney Dergisi, No:88, Nisan Mayıs Haziran 2019…
[12] Zeynep Oral, “Türklerin En Kürdü, Kürtlerin En Türkü Yaşar Kemal’i Özlemek!”, Cumhuriyet, 28 Şubat 2021, s.15.
[13] Feridun Andaç, “Yaşar Kemal’le Başladığımız Yerde”, Cumhuriyet, 15 Mart 2021, s.2.
[14] Feridun Andaç, “Özdemir İnce’den ‘Yaşar Kemal Türkiye’dir’…”, Cumhuriyet Kitap, No:1571, 26 Mart 2020, s.6.
[15] Zeynep Oral, “Yaşar Kemal Çevre Bilincinde Öncüdür”, Cumhuriyet, 7 Haziran 2020, s.19.