Türkiye’nin Rusya ile Yakınlaşmasını Anlamak

Rusya ve Türkiye arasındaki ikili ilişkiler son on yılda önemli ölçüde gelişti. İki ülkenin güçlü liderleri olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sadece ilişkilerin hızını birlikte belirlemekle kalmayıp aynı zamanda olası aksaklıklardan da koruyorlar.

Bu karşılıklı üst düzey sahiplenme, Ankara ve Moskova’nın nihayetinde kendilerini farklı hedefler peşinde buldukları Libya ve Suriye’de olduğu gibi zarar verici politika uyumsuzluklarına karşı bir yastık görevi gördü.

Ayrıca iki ülkenin Rus-Türk ilişkilerinde köklü bir dinamik olan sürekli rekabet ve güvensizliğin etkilerini bertaraf etmelerini sağladı.
 Alper CoşkunAlexander GabuevMarc PieriniFrancesco Siccardi, and Temur Umarov

Giriş

Soğuk Savaş sırasında Türkiye kendisini Sovyet tehdidine karşı Avrupa’nın güney kanadının kararlı koruyucusu olarak sundu. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ndeki (NATO) Batılı müttefikleriyle aynı safta yer aldı ve Ankara’nın dış politika yörüngesini veya NATO’ya bağlılığını sorgulayan çok az kişi oldu. 

Ancak bir zamanlar sağlam olan bu inanç son on yılda zayıfladı. Türkiye’nin Rusya ile derinleşen yakınlaşması ve ABD ve bazı Avrupalı müttefikleriyle ilişkilerinde yaşanan gerilemeler, ülkenin Batı güvenlik mimarisinin sadık bir üyesi olduğu imajını zedeledi.

Ankara’nın Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından sonra bile Moskova ile (Kiev’in yanı sıra) yapıcı bir diyalog sürdürmesi bazı durumlarda faydalı olmuştur; Türkiye’nin 2022 tahıl anlaşması ve aralarında Wall Street Journal muhabiri Evan Gershkovich’in de bulunduğu çok sayıda Batılı rehinenin serbest bırakılmasını sağlayan karmaşık tutsak takası sürecindeki rolünün de gösterdiği gibi.1 Bu bağlar gelecekte Ukrayna’daki barış çabaları ve çatışma sonrası senaryolar için de faydalı olabilir.

Bununla birlikte, uzun süredir NATO üyesi olan Türkiye’nin son dönemdeki çekinceleri, Rus saldırganlığına karşı Batı cephesinde bir görüş ayrılığı olduğu izlenimi yarattı. Transatlantik müttefikler Avrupa’nın yeni jeopolitik gerçeklerine adapte olurken, Rusya’ya karşı birliği korumak kritik önem taşıyacaktır. Türkiye bu uzun vadeli çabada önemli bir rol oynayacaktır.

Bu makale, Rus-Türk yakınlaşmasının ardındaki itici güçleri ve karmaşıklıkları açıklamayı ve bunların Avrupa-Atlantik güvenliği üzerindeki etkilerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. İki ülkenin güvenlik ve enerji alanlarında derinleşen angajmanlarını incelemekte, güçlü ve zayıf yönlerini analiz etmekte ve hem Türkiye’nin hem de NATO müttefiklerinin uzun vadeli çıkarlarını koruyarak Avrupa-Atlantik güvenliğine katkıda bulunacak bir yol hakkında fikirler sunmaktadır. 

Beş Yüz Yıllık Jeopolitik Jokeylik

Rusya ve Türkiye arasındaki ikili ilişkiler son on yılda önemli ölçüde gelişti. İki ülkenin güçlü liderleri olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sadece ilişkilerin hızını birlikte belirlemekle kalmayıp aynı zamanda olası aksaklıklardan da koruyorlar. 2 Bu karşılıklı üst düzey sahiplenme, Ankara ve Moskova’nın nihayetinde kendilerini farklı hedefler peşinde buldukları Libya ve Suriye‘de olduğu gibi zarar verici politika uyumsuzluklarına karşı bir yastık görevi gördü.3 Ayrıca iki ülkenin Rus-Türk ilişkilerinde köklü bir dinamik olan sürekli rekabet ve güvensizliğin etkilerini bertaraf etmelerini sağladı.

Ruslar ve Türkler diplomatik ilişkilerinin başlangıcını on beşinci yüzyılın sonlarına kadar götürmektedir. Çarlık Rusya’sı ve Osmanlı Türkiye’si imparatorluk düşmanlarıydı. Aralarındaki ilişki barış ve savaş arasında gidip geliyor, sürekli bir rekabet halinde yaşanıyordu. 

Rusya’nın on sekizinci yüzyılda güneye doğru ilerlemesi, neredeyse sadece o zamanlar çürümekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun zararına olmuş ve Türk zihniyetinde silinmez bir iz bırakmıştır. Türk liderler arasındaki düşünceye göre Rusya, hassas bir şekilde ele alınması gereken hırslı ve yıkıcı bir bölgesel rakiptir.

Rusya’ya karşı denge kurmak, Türk politika yapıcılarının zaman zaman dışarıdan (Batılı) destek araması anlamına geliyordu. Örneğin 1853-1856 Kırım Savaşı’nda Osmanlılar önde gelen Batılı güçlerle ittifak kurdu. Ancak koşullara bağlı olarak, bunun tam tersi olan Türk-Rus ittifakı da akla yatkındı. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği’nin ilk günlerinde, ikisi de Batı emperyalizminin ortak tehdidine karşı siyasi ve maddi destek yoluyla birbirlerini güçlendirdiler. Bu yakınlaşma 1940’ların ortalarında Sovyetler Birliği’nin maksimalist toprak taleplerinde bulunması ve Türk Boğazları ‘nın yönetiminde söz sahibi olma arzusunu dile getirmesi ile tersine döndü -ki bu tarihi bölüm Rus yetkililer tarafından bugüne kadar pişmanlıkla hatırlanmaktadır- ve nihayetinde Türkiye’yi 1952’de NATO üyeliğine doğru itti.4 

Yine de, rakip bloklara olan bağlılıkları bile Türkiye ve Sovyetler Birliği’nin ekonomik işbirliği yapmasını engellemedi, bu da 1960’larda Türkiye’nin ağır sanayisinin (yeni demir-çelik fabrikaları ve bir petrol rafinerisi inşası yoluyla) geliştirilmesi için Sovyet desteği ile sonuçlandı.5

Bazı açılardan tarih bugün tekerrür ediyor. Rusya, Türkiye ve Batı arasındaki üçgen etkileşim bir kez daha harekete geçmiş durumda. Rusya ve Türkiye arasındaki mevcut çekim gücü, her iki ülkenin de -kendilerinden kaynaklanan nedenlerle- Batı ile ilişkilerinde gerilemeler yaşaması ve birlikte çalışmanın siyasi, ekonomik ve güvenlik açısından faydalarını görmesiyle ortaya çıktı. Bu da onları ikili iş birliği yapmak için yeni fırsatlar aramaya ve bulmaya ya da bu mümkün olmadığında en azından birbirlerinin pozisyonlarını tolere etmeye yöneltti. Daha acil sorunlarla karşılaşıldığında safları sıklaştırma ve iş birliğini yoğunlaştırma pratiği tamamen yeni olmasa da bugün üç ayırt edici özellik var.

Jeopolitik

Rusya, Avrupa kıtasına savaşı geri getirerek kendisini bir parya haline getirdi. Bu da böyle bir ülkeyle iş birliğinin derinleştirilmesine ek bir maliyet getirmektedir. Rusya ile yoğunlaştırılmış angajman yoluyla ekonomik, enerji ve güvenlik çıkarlarını takip etmek Türk politika yapıcıları için mantıklı olabilir, ancak Rusya Ukrayna’yı tahrip ederken bunu yapmak Türkiye’nin eylemleri açısından bir ilke noktasını gündeme getiriyor: Moskova ile her zamanki gibi iş yapmak için doğru zaman değil.

İttifak Taahhütleri ile Çelişkiler

Türkiye yetmiş yılı aşkın bir süredir NATO müttefikidir. Türk yetkililer sık sık bu mirasla ve ülkenin ittifaka devam eden katkılarıyla övünmektedir. Bu arada, Türkiye tarafından imzalanan NATO belgelerinde Rusya “Müttefiklerin güvenliğine yönelik en önemli ve doğrudan tehdit” olarak tanımlanmaktadır.6 Bu çerçevede, Türkiye’nin Rus S-400 hava ve füze savunma sistemini satın alması ve Rusya ile zaten kapsamlı olan enerji işbirliğini nükleer alana genişletme kararı uyumsuzdur. Aynı şey Türkiye’nin yakın zamanda kamuoyuna duyurduğu, Rusya ve Çin’in başını çektiği sözde BRICS grubuna katılma arzusu için de söylenebilir. Özellikle Rusya’nın yıkıcı bir güç olduğu imajı kemikleştikçe bu tür tutarsızlıkları açıklamak zor.7 Bu eylemler Türkiye’nin Batı güvenlik mimarisine bağlılığı ve genel gidişatı konusunda şüphe uyandırıyor.

Daha Büyük Bir Şeyin Belirtisi

Türkiye’nin Batılı aktörlerle gerilimli ilişkileri ve Rusya ile uyumlu angajmanı, Erdoğan’ın ülkenin dünyadaki yerini yeniden konumlandırmaya kararlı olduğu bir döneme denk geliyor.8 Türkiye de diğer pek çok orta güç gibi riskten korunma modunda. Uluslararası sahnede esnek bir angajmanın mali, ekonomik ve bir dereceye kadar siyasi faydalarını görüyor ve ulusal çıkarları böyle bir hareket tarzını gerektirdiğinde Batılı müttefikleriyle uyumsuz olmaktan rahatsız olmuyor. Türkiye’nin Rusya ile derinleşen angajmanı, Ankara’nın Çin ile daha derin angajman arzularını da içeren bu daha geniş modelin bir parçasıdır. Dolayısıyla, kapsamı bakımından benzersiz olsa da Türk-Rus yakınlaşması, esasen daha az Batı merkezli hale gelen mevcut hükümet yönetimindeki Türk dış politikasındaki daha büyük bir yeniliğin belirtisidir.

Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasını anlamak ve evrimini öngörmek, bu ilişkideki dinamiklerin daha derin bir analizini gerektiriyor. Örneğin, tarihin gösterdiği ve günümüzün jeopolitik gerçeklerinin işaret ettiği gibi, Türkiye ve Rusya arasındaki bu fırsatçı iş birliğinin bazı doğal sınırları olduğunu varsaymak doğru mudur? Yoksa bu ilişki, sürekli ve yakın bir ortaklığın niteliksel olarak yeni bir dönemine mi girmiştir? Daha da önemlisi, Türkiye’nin NATO müttefikleriyle Ankara’nın çıkarlarını da karşılayacak şekilde daha yakın bir ilişki kurmasını teşvik etmenin bir yolu var mıdır ve varsa bunu kolaylaştıracak araçlar nelerdir?

Yakınlaşan Çıkarların Ortasında Yönetilen Rekabet

Günümüz Rusya-Türkiye ilişkilerinde belirleyici unsurlardan biri, her iki ülkenin de farklılıklarını aşma ve sinerji oluşturma yönündeki bilinçli tercihleri olmuştur. Bu durum, Türkiye’nin Batı’daki geleneksel müttefikleri ve ortaklarıyla olan ve politika başarısızlıklarıyla dolu ilişkilerindeki çıkmazla tezat oluşturmaktadır. Rusya ve Türkiye arasındaki bu dinamik hiçbir yerde güvenlik ve enerji alanlarındaki iş birliğinden daha belirgin olmamıştır. 

Güvenlik Boyutu

Güvenlik, Rus-Türk ilişkilerinin temel taşlarından biridir. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından iki ülke kendilerini artık iki karşıt askeri blok arasındaki çatışmanın kısıtlamadığı yeni bir ortamda buldu. Bu durum Ankara ve Moskova’nın güvenlik ilişkilerini yeniden gözden geçirmelerine, süregelen farklılıklarını yönetmeyi öğrenmelerine ve yakınlaşmalar inşa etmelerine yol açtı. Her iki ülke de önemli birer dış güç oldukları Balkanlar’dan Karadeniz, Güney Kafkasya, Orta Doğu ve Orta Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyayı paylaşmaktadır. Kaçınılmaz olarak, bu alanda çıkarlarının çatıştığı pek çok örnek var, ancak iş birliği için de önemli fırsatlar var. Soğuk Savaş’ın sona ermesi, her ne kadar rekabetin yeni bir aşamasına yol açmış olsa da ikinci öneriyi daha da olası hale getirdi.

Geçtiğimiz on yılda Ankara ve Moskova arasında daha fazla yakınlaşmaya zemin hazırlayan üç faktör daha ortaya çıktı. 

Birincisi, Recep Tayyip Erdoğan ve Vladimir Putin kendi ülkelerinde otoriter eğilimleri artan ve tek başlarına karar almalarını sağlayan büyük figürler olarak rollerini pekiştirdiler. 

İkinci olarak, Arap Bahar’ından sonra Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki güvenlik ortamı büyük ölçüde değişti ve ABD’nin bölgedeki gelişmeleri şekillendirme kabiliyeti azaldı. 

Son olarak, Rusya Batı ile derin bir çatışmaya girdi ve NATO da dahil olmak üzere ABD liderliğindeki ittifakları zayıflatma ve zayıflatma çabalarını yeniden canlandırdı.

Bu üç eğilim, Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı tam anlamıyla işgal etmesinden önce Moskova ile Ankara arasındaki güvenlik ilişkisini şekillendirdi. Kremlin’in bakış açısına göre Türkiye, Rusya’nın ABD ve genel olarak Batı aleyhine bölgesel ve küresel çıkarlarını koruma arayışında vazgeçilmez bir ortaktı. Ankara ile Batılı ortakları arasında Suriye, insan hakları, Türk muhaliflere destek ve Avrupa Birliği’ne (AB) katılım sürecinin duraksaması gibi birçok konuda büyüyen uçurumla birlikte Türkiye, müttefikleri ve geleneksel ortaklarıyla rahatlıkla anlaşmazlığa düşen önemli bir transatlantik aktör olarak ortaya çıktı. Aynı zamanda ülke, uluslararası ilişkilerinde daha egemen ve ABD’ye daha az bağımlı hale gelmeye çalışıyordu. Rusya bu çatlaklardan faydalanma fırsatını yakaladı ve bunu yaparken de Kremlin için önemli bir jeopolitik kaldıraç olan Avrupa’nın Rus gazına (Türkiye üzerinden geçen) bağımlılığını derinleştirmek için Türkiye ile artan bağlarını ve gelişmiş enerji iş birliğini kullanmayı amaçladı.

Bu dinamikler, Rusya ile Türkiye arasındaki zımni ortaklığı daha da derinleştiren olaylar zinciriyle daha da şiddetlendi. Türkiye, Rusya’nın Kırım’ı ilhakına kesin bir dille karşı çıkarken, Doğu Ukrayna’da Rusya’nın kışkırttığı savaşı eleştirirken ve hatta Batılı ortakları isteksiz davranırken Ukrayna’ya silah tedarik ederken, Türkiye’deki başarısız 2016 darbe girişimi Ankara ile Moskova arasında merkezcil bir etki yarattı. Her ne kadar AB 16 Temmuz 2016 darbe girişimini şiddetle kınamış ve “demokratik yollarla seçilmiş hükümete, ülkenin kurumlarına” destek verdiğini ifade etmiş olsa da, ve hukukun üstünlüğü” ilkeleri çerçevesinde, Ankara‘daki algı, Moskova‘nın 17 Temmuz’da Putin’den gelen kişisel telefon da dahil olmak üzere Erdoğan ve hükümetine daha inandırıcı bir siyasi destek sunduğu yönündeydi.9 Batı’nın itidal çağrıları Türk başkentinin koridorlarında boşa çıkarken, Avrupa’nın “düşmanlığını” kınayan bir karşı anlatı ortaya çıktı.10

İşte bu zihniyetle Erdoğan darbe girişiminden sadece üç hafta sonra Saint Petersburg’u ziyaret etti. Bu ziyaret, Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinde yeni bir dönemin habercisi oldu ve nihayetinde Temmuz 2019’da Rus S-400 hava ve füze savunma sisteminin teslim edilmesiyle sonuçlandı- her iki tarafça da genişletilmiş askeri- endüstriyel ikili işbirliğinin başlangıcı olarak gösterildi. Washington’un Aralık 2020’de Türkiye’ye yaptırım uygulama ve F-35 hayalet savaş uçağı üretim programından çıkarma ve satışlarını reddetme kararı Rusya için bir bonus oldu. Bu durum Ankara’nın zaten yaşlanmış olan hava kuvvetlerini modernize etmeye yönelik uzun süredir devam eden planlarını fiilen altüst etti ve Rusya’ya Karadeniz bölgesindeki askeri denge ve NATO ile olan güney sınırı açısından fayda sağladı.

Türkiye ve Rusya, Türkiye’nin başta ABD olmak üzere NATO müttefikleriyle şiddetli anlaşmazlık içinde olduğu (ve olmaya devam ettiği) Suriye’nin kuzeyindeki eylemlerini de koordine etmeye başladı.

Gerçekte Moskova’nın Suriye’deki çatışmaya Beşar Esad rejimi ve İranlı müttefiklerinin yanında güçlü bir şekilde müdahil olması Ankara için hoş bir haber değildi. Bu durum Türkiye’nin rejim değişikliği planlarını sekteye uğratan, mevcut Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetinin alışılmadık ve başarısız bir dış politika denemesi olarak kaldı. 

2015’in sonunda Türkiye Türk hava sahasını defalarca ihlal ettikten sonra Suriye sınırı yakınlarında bir Rus Su-24 savaş uçağını düşürdüğünde gerilim yükseldi ve bu olay Putin tarafından “sırttan bıçaklanma” olarak nitelendirildi.”11 Bunun ardından ikili güvenlik ilişkilerinde yaşanan kriz, karşılıklı hırçınlık ve Rusya’nın Türk tarım ürünleri ve turizm akışına karşı misillemesiyle birlikte yaklaşık bir yıl sürdü. Ancak sonuçta, bir dizi ölümcül karşılaşmaya rağmen (2017’de bir Rus hava saldırısında üç Türk askeri öldürüldü ve Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisine göre 2020’de Suriye jetleriyle “aynı formasyonda” uçan Rus uçaklarının karıştığı bir saldırı sonucu otuz üç kişi daha öldü), Suriye yavaş yavaş iki ülke için sınırlı bir işbirliği alanına dönüştü.12 Moskova ve Ankara farklılıklarını zımnen kabul ederek ortak çıkarlarına öncelik vermeyi tercih etti. Bu ortak amaçlar arasında İslamcı radikallerle mücadele, ABD ve Kürt müttefiklerinin Suriye’de artan rolünü dengelemek ve daha uzak güçlerin bölgesel güvenlik rolünü kısıtlama ihtimali yer alıyordu. Bu mantık evliliği, Rusya, Türkiye ve İran’ı bir araya getiren Astana süreci şeklinde diplomatik cephede olduğu kadar sahada da somut sonuçlar doğurdu.13

Rusya ve Türkiye arasında Suriye’de gelişen güvenlik ortaklığı, Moskova ve Ankara’nın çıkarlarının çatıştığı diğer yerlerde de benzer bir modelin uygulanmasına kapı açtı. Libya’da Rusya ve Türkiye, Muammer Kaddafi rejiminin devrilmesini takip eden iç savaşta kendilerini karşıt güçleri desteklerken buldu. Bu çatışma Türkiye destekli güçler ile Rusya’nın bölgesel ortakları ve Wagner Grubu paralı askerleri gibi vekilleri arasında doğrudan çatışmalara yol açtı. Ancak bu durumlar, Libya savaşının Moskova ve Ankara arasındaki daha geniş kapsamlı ilişkiyi zehirlemesini önlemek için kontrol altına alındı ve bölümlere ayrıldı. Yeni yakınlıklarını pekiştirmeye yardımcı olan elverişli bir yakınlaşma, Türkiye destekli Azerbaycan’ın tartışmalı bölgedeki Ermenistan destekli güçlerden geniş toprak parçalarını geri aldığı Dağlık Karabağ’daki 2020 savaşı sırasında ortaya çıktı. Ankara, Rusya’nın Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’ndeki (CSTO) müttefiki Ermenistan pahasına Bakü’nün hızlı askeri zaferini destekledi. Kremlin, Azerbaycan’ın kazanımlarını pekiştiren ve Rusya’nın barış güçlerini devreye sokarak Dağlık Karabağ’da askeri bir ayak izi oluşturmasını ve aynı zamanda ateşkesi gözlemlemek için Türkiye ile ortak bir izleme merkezi kurmasını sağlayan şartlarda çatışmaların sona ermesini sağlamak için devreye girdi.

Güvenlik ayağı, 2021 yılında 34 milyar doları aşan genişleyen ticaret bağlarıyla birlikte derinleşen Rus-Türk ilişkileri için sağlam bir temel oluşturdu. Rusya’nın Türkiye’ye ihracatı 9 milyar dolar (çoğunlukla gaz, metaller ve tahıl) ve ithalatı 5,7 milyar dolar (ağırlıklı olarak makine aletleri, tarım ürünleri ve giysiler) ve Rusya’nın inşa ettiği ve sahip olduğu Akkuyu nükleer santrali gibi stratejik yatırım projeleri.

Ancak bu angajman, Putin’in 2022’de Ukrayna’yı işgal etme kararıyla kesintiye uğradı.14

Ukrayna’daki savaş Ankara için tatsız bir sürpriz oldu, ancak Erdoğan Putin’in duygusal yapısını ve öngörülemezliğini ilk elden biliyordu ve Ukrayna takıntısının farkındaydı. 2022 işgali, çeşitli ortaklarının rekabet halindeki çıkarlarını dengelemeye ve kendi çıkarlarını ön plana çıkaracak pragmatik bir dış politika rotası çizmeye çalışan Türkiye’ye birkaç zorlu seçenek sundu. 

Bir yandan Rusya -daha önce açıklanan nedenlerle- Türkiye’nin güvenliği ve ekonomik refahı için vazgeçilmez bir ortak olmaya devam ediyordu ve Ankara Moskova’yı kızdırmak istemiyordu.

Öte yandan Ukrayna ile ilişkiler stratejik bir nitelik kazanmıştı. Türkiye’nin Ukrayna ile tahıl ticareti odaklı gelişen bir ekonomik ilişkisi zaten vardı. Savaştan hemen önce iki ülke iddialı bir serbest ticaret anlaşması imzalayarak ortaklıklarını derinleştirme yönündeki ortak iştahı pekiştirdi.15 Bu arada Ukrayna, Türkiye’nin gelişmekte olan yerli askeri-sanayi kompleksinin geliştirilmesinde kritik bir ortak olarak ortaya çıkmıştı ve Ankara, özellikle motor teknolojileri olmak üzere Sovyet döneminden kalma endüstriyel uzmanlığa özel bir ilgi duyuyordu.16 Ankara’nın Ukrayna silahlı kuvvetlerine Bayraktar insansız hava araçlarını (yakında Ukrayna’da üretilecek) tedarik etmesi ve Ukrayna donanması için yerli Ada sınıfı korvetlerinden dördünü inşa etmeye başlamasıyla ikili savunma sanayi işbirliği hızla gelişiyordu – bunlardan ilki tamamlandı ve deniz denemeleri yapılıyor.17

Savaşın başlamasıyla birlikte Türkiye hızla Batı’nın artan baskısına maruz kaldı. Bir NATO üyesi olarak, 2014’ten bu yana Rusya’nın saldırganlığına yanıt olarak kolektif savunma planlarının geliştirilmesine zaten dahil olmuştu, ancak NATO’nun doğu kanadındaki caydırıcılık ve savunma önlemleri içindeki önemsiz konuşlandırmaları ülkenin önemli konvansiyonel yetenekleriyle tezat oluşturuyordu.18 Bu arada Washington ve ortakları Ankara’yı Moskova ile ekonomik bağlarını azaltmaya zorlamaya başladı çünkü Türkiye, Batı’nın yaptırımlarının genişlediği bir ortamda hızla Rus ticareti için bir kanal haline geldi.

Erdoğan’ın ilk tepkisi, Kiev ya da Moskova ile köprüleri yakmadan, kendine has jeopolitik konumu sayesinde Türkiye’nin kısa vadede elde edeceği faydaları maksimize etmeye çalışmak oldu. Türkiye, Rusya’nın Donbas’ı ilhak etmesini ve Ukrayna’ya yönelik hukuksuz saldırganlığını kınarken, Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmayı reddetti. Bu durum esasen hem Ankara hem de Moskova’nın işine yaradı.

Türkiye örneğinde, Rusya kaynaklı nakit akışı, özellikle ekonomik gerileme ve dış finansmanın azaldığı zor bir dönemde mali krizin önlenmesine yardımcı oldu. Savaşın ilk yılında Türkiye, yer değiştirmeyi tercih eden Ruslar için tercih edilen yer haline geldi ve Rus vatandaşlarına 150.000’den fazla oturma izni verildi.19 Yeni gelenler paralarını İstanbul’da ve Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında emlak satın almaya da yönlendirdi, ancak artan talep zaten yükselen enflasyon rakamları arasında emlak fiyatlarını yükselttiği için bu karmaşık bir nimet oldu.20

Moskova ile işleyen ilişkileri sürdürmek aynı zamanda iç siyasi bir amaca da hizmet ediyordu. Erdoğan için bu, daha özerk ve iddialı bir dış politika izleyebileceğinin bir göstergesiydi. Bunun bir sonucu da Türkiye’nin dış politika önceliklerini yeniden dengelediği ve bazı Batılı müttefikleri ve ortaklarıyla hayal kırıklığına uğradığı bir dönemde küresel etki düzeyini koruduğu imajıydı. Bu tasvirin hedef kitlesi hem uluslararası hem de yereldi. Türkiye’nin Rusya ile iş birliği, Ankara’nın Batı’ya karşı durma kabiliyetine ilişkin anlatıyı güçlendirdi; bu, yıllar içinde Erdoğan’ın alamet-i farikalarından biri haline gelen, Türk iç siyaset sahnesinde kendini yüceltmek için sık sık dile getirilen bir iddiadır.

Rusya da Türkiye ile sürdürdüğü ilişkilerden fayda sağladı. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2022’de neredeyse iki katına çıkarak 60 milyar doları aştı ve Türkiye’yi Rusya’nın Çin’den sonra en büyük ikinci ticaret ortağı ve Ruslar için Batı yaptırım koalisyonu dışında daha geniş bir dünyaya açılan bir kapı haline getirdi.21 Moskova, ham petrol ihracatı ve rafine ürünlerin satışı bağlamında fayda elde etti. Bu arada, Rusya ve Türkiye’yi birbirine bağlayan Türk Akımı doğalgaz boru hattının bir uzantısı olan Dikey Gaz Koridoru, Rusya’nın Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Sırbistan’a hizmet vererek Güneydoğu Avrupa’ya gaz tedarikinde talep odaklı bir rol üstlenmesini sağladı.22

İlk tereddüttün ardından Türkiye, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığını bir savaş eylemi olarak nitelendirdi, Montrö Sözleşmesi hükümleri uyarınca, askeri gemilerin Türk Boğazlarından geçişini askıya alma yoluna gitti. Kıyıdaş olmayan NATO müttefikleri o zamandan beri Karadeniz’de deniz unsurları konuşlandırmazken, Rusya da Baltık ve Pasifik filolarından deniz unsurlarını yeniden konuşlandırarak varlığını güçlendiremedi.23 Bu karar bugüne kadar Karadeniz’in stratejik manzarasını şekillendirdi.24

Son olarak Türkiye, Rusya, Ukrayna ve Batı arasında savaşla ilgili müzakereler için iyi niyet misyonunu başarıyla sundu. Mart ve Nisan 2022’de Ankara, Rus ve Ukraynalı heyetler arasında yüz yüze görüşme turlarına ev sahipliği yaptı.25 Bu görüşmeler, Moskova ve Kiev’in savaşı sona erdirmeyi amaçlayan anlamlı bir diplomasiye en çok yaklaştıkları görüşmeler oldu. Türkiye arka kapı diplomasisi yoluyla bu çabayı kolaylaştırdı ve bazı durumlarda, örneğin Rusya ve Ukrayna dışişleri bakanlarının toplantısı sırasında aracılık yapmaya çalıştı.26 Ardından Kasım 2022’de Ankara, ABD ve Rusya dış istihbarat teşkilatlarının ilgili başkanları William Burns ve Sergei Naryshkin’i ağırladı. ABD ve Rus dış istihbarat teşkilatları, nükleer tırmanma riskleri hakkında gizli bir tartışma için bir araya geldi.27 Suudi Arabistan, BAE ve Katar’ın yanı sıra Türkiye de Rusya ve Ukrayna’nın savaş esirlerini ve asker cesetlerini takas etmesine yardımcı olmak için bağlarını kullandı.

Türkiye ve Birleşmiş Milletler ‘in aracılık ettiği ve büyük beğeni toplayan tahıl anlaşması Temmuz 2022’den itibaren bir yıl süreyle Ukrayna ve Rusya tahıllarının küresel pazarlara serbest geçişine izin verdi.28 Anlaşma hem Erdoğan’ın ülke içindeki imajı hem de küresel liderlik hedefleri için hayati önem taşıyordu. Hükümet kontrolündeki yayın organları tarafından kapsamlı bir şekilde tanıtıldı ve sadece kendisinin gerçekleştirebileceği bir başarı olarak gösterildi.29 Anlaşmanın çökmesinin ardından Türkiye, bu kez Karadeniz’in batı kıyısı boyunca uzanan alternatif bir yolun canlandırılmasına yardımcı oldu ve Ukrayna’nın tarımsal ihracatını neredeyse savaş öncesi seviyelere geri getirmesini sağladı. 

Enerji Boyutu 

Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasının çarpıcı bir tezahürü, Ukrayna’daki savaşın Ankara ve Moskova için önemli fırsatlarla birlikte önemli zorlukları da beraberinde getirdiği enerji alanında da görülebilir.

Türkiye enerji ihtiyacını karşılamak için yeterli doğal kaynağa sahip değildir ve bu nedenle geleneksel olarak ithalata bağımlıdır. Sonuç olarak Ankara kömür, doğal gaz ve petrol ihtiyaçlarını karşılamak ve ekonomisini ayakta tutmak için geniş bir tedarikçi ağı kurmuştur. Rusya bu düzenlemede merkezi bir rol oynamaktadır. Ancak enerji geleneksel olarak Ankara ve Moskova arasındaki iş birliğinin ana eksenlerinden biri olmuşsa da, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bu yana önemi katlanarak artmıştır. Son iki yılda Türkiye, Rus fosil yakıtlarının dünyadaki üçüncü en büyük tüketicisi haline geldi.30

Doğal gaz bu noktada bir örnek teşkil etmektedir. Rusya ile Türkiye arasındaki ilk doğal gaz boru hattı 1988 yılında kurulmuştur (şu anda feshedilmiş olan Batı Hattı). Daha sonra iki boru hattı daha inşa edildi: 2003’te Mavi Akım ve 2020’de Türk Akım. Türk Akım, biri Türkiye toprakları üzerinden Avrupa’ya gaz taşıyan eşit kapasiteli iki hattan oluşuyor. Bu boru hatları Rusya’yı Türkiye’nin en büyük doğal gaz tedarikçisi konumuna getirdi. Moskova, 2022 yılında Ankara’nın doğal gaz ihtiyacının neredeyse yüzde 40’ını karşıladı.31

Rusya’nın Türkiye’ye petrol ve kömür satışları da güçlüdür: 2021 ve 2022 yılları arasında Türkiye, Rusya’dan ithalatını her iki kategoride de iki katına çıkararak petrol ürünlerinde 10,7’den 19,3 milyon tona ve kömürde 5,3 milyon tona yükseltmiştir.2’den 11,3 milyon tona yükseldi.32 İki ülke arasındaki petrol ticareti Kasım 2023’te tüm zamanların rekorunu kırdı ve Rus petrol üreticisi Lukoil ile Türkiye’nin STAR rafinerisi arasında yapılan 1,5 milyar dolarlık anlaşmanın ardından daha da artacak.33 Elbette Türkiye’nin Rusya ile petrol ticaretine yönelik “çok hafif düzenleyici yaklaşımı” münferit değil.34 Çin ve Hindistan da Avrupa’nın Kremlin’e art arda getirdiği yasakların ardından piyasadaki düşük fiyatlardan ve büyük miktarlardan yararlanarak Moskova’nın petrol ürünlerinin en büyük alıcıları haline geldi.35 Ancak aradaki fark, Türkiye’nin Batı güvenlik mimarisinin uzun süredir devam eden bir üyesi olmasında yatıyor. 

Türkiye’nin artan enerji talebi ve Rusya’nın Batı’nın yaptırımlarına ve risk azaltma politikalarına rağmen bol miktarda hidrokarbon satma ihtiyacı, Moskova ve Ankara arasında esasen daha derin bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi şekillendirdi. Türkiye’nin enerji pazarına erişiminin devam etmesi Rusya için daha önemli hale gelirken, bu kaynaktan uzaklaşmak Türkiye için pratik ve maliyetle ilgili zorlukları beraberinde getiriyor. Birbirini tamamlayan bu iki dinamiğin kesişimi, Rusya ve Türkiye arasındaki gelişmiş enerji iş birliğinin mantığının temelini oluşturmaktadır. 

Bu ilişkinin üç yönüne daha dikkat çekmek gerekir. 

Birincisi, Rusya ve Türkiye arasındaki var olan karşılıklı bağımlılık nükleer alana doğru genişlemektedir. Rusya Devlet Atom Enerjisi Kurumu (Rosatom), Türkiye’nin Akdeniz kıyısındaki Akkuyu’da ülkenin ilk nükleer enerji santralini inşa ediyor. Bu proje kapsamında çok sayıda Türk nükleer mühendisi ve teknisyeni Rusya’da eğitim görüyor. Proje tamamlandığında Rusya, NATO topraklarındaki stratejik bir altyapı parçasının kontrolünü ele geçirmiş olacak ve bu da güvenlik de dahil olmak üzere sayısız endişeyi beraberinde getirecektir.36 Ayrıca, Türkiye’nin Karadeniz kıyısında ikinci bir nükleer enerji santralinin inşası için görüşmeler devam etmekte olup Ankara bu konuyu Güney Kore ile de görüşmektedir. Türkiye ayrıca Çin ile ülkenin kuzeybatısındaki Trakya’da kurulması öngörülen üçüncü bir nükleer santral için görüşmeler yürütüyor.37

İkincisi, her iki hükümet de enerji iş birliğinin siyasi faydasının farkında. Enerji politikaları uzun zamandır Putin için bir can simidi olmuştur. Türkiye’de bu oldukça yeni düşünce, 2023 baharında Erdoğan’ın yeniden seçim kampanyası sırasında, yükselen enerji fiyatları ve artan enflasyonun ortasında, “enerji bağımsızlığı“nı bir kampanya sloganı olarak benimsediğinde sergilendi.38 Bu, özellikle o dönemde açılışı yapılan hükümet destekli iki mega projenin başlığıydı -Türkiye’nin Karadeniz kıyısındaki ilk kara doğalgaz limanı ve Rusya tarafından inşa edilen ve sahip olunan Akkuyu nükleer enerji santrali. Aynı dönemde Rusya, Akkuyu projesini finanse etmek için Türkiye’ye avans transferleri yaptı ve gaz ve petrol teslimatları için indirimli ve ruble bazlı ödemeleri kabul etti.39 Ayrıca Ankara’ya 600 milyon dolarlık ödenmemiş doğal gaz ödemesi için bir yıl erteleme verdi. Bu adımlar, Kremlin’in enerji kartını, seçimle ilgili artan kamu harcamaları nedeniyle tükenen hazineyle mücadele eden Türk hükümetinin direncini desteklemek için kullanmasının bir yoluydu.

Son olarak, Ankara’nın Moskova ile istikrarlı bir enerji ortaklığı sürdürme hesapları daha geniş bir jeopolitik bileşen içeriyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Avrupa’yı Rus olmayan gaz kaynakları arayışına soktu ve Kremlin’i yeni alıcılar aramaya zorladı. Gazprom’un Ukrayna ile transit anlaşmasının 2024 yılında sona ermesiyle birlikte, Türkiye’den geçen boru hatları Rusya’nın AB’ye işleyen son ihracat rotası olacak. Bu durum Ankara’ya Rusya karşısında önemli bir koz veriyor ve Türkiye’nin enerji zengini komşularından petrol ve doğal gaz satın almak, işlemek ve satmak için bölgesel bir enerji merkezi olma hedefinde önemli bir faktör olabilir. Mevcut gerçekler Rusya’nın bu tasarımdaki potansiyel rolünü azaltsa da Türkiye muhtemelen bu olasılığı uzun vadeli projeksiyonlarında hesaba katacak ve Rusya ile mevcut enerji işbirliğine bir prim ekleyecektir.

Asimetrik Kaldıraç

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşının ortasında pragmatik ve çıkarcı bir duruş benimseyen Ankara, Washington ve Moskova da dahil olmak üzere tüm taraflar karşısında önemli bir koz elde etmeyi başardı. Öngörülemeyen bir savaşın yan ürünleri olarak Türkiye’nin elde ettiği faydalar devam ediyor. Örneğin Finlandiya ve İsveç’in Rusya’nın saldırganlığına NATO’ya katılarak tepki vereceklerini -ki bu Avrupa’da değişen güvenlik paradigmasının en güçlü tezahürüdür- çok az kişi tahmin ediyordu. Türkiye bu süreçteki veto yetkisini kullanarak, özellikle de İsveç’le ilgili olarak, sadece Helsinki ve Stockholm’den değil Washington’dan da tavizler koparmayı başardı

Savaş, Türkiye’nin Rusya ile ikili ilişkilerindeki güç dengesini de önemli ölçüde değiştirdi. Savaştan önce Moskova’nın eli daha güçlüydü. Ancak 24 Şubat 2022’den bu yana Ankara bir şekilde üstünlüğü ele geçirmiş durumda. Rusya’nın Türkiye ile iş birliğine daha çok ihtiyacı olduğu söylenebilir; Moskova’nın şu anda iyi bir alternatifi yok ve bu nedenle Türkiye’nin talepleri karşısında daha uysal.

Bu durum, 2023’teki kritik seçim döneminde Putin’in Erdoğan’ın daha önce açıklanan önemli mali kolaylık taleplerini neden derhal karşıladığını açıklıyor. Bu dinamik, Azerbaycan’ın Ermenistan destekli Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin kalan güçlerine karşı yürüttüğü askeri operasyon sırasında da kendini gösterdi. Elbette Moskova’nın Ermenistan başbakanı Nikol Paşinyan’ı Batı açılımları nedeniyle cezalandırma arzusu, geleneksel olarak savunduğu statükodan vazgeçme ve Azerbaycan güçlerinin Dağlık Karabağ üzerinde tam kontrol sağlamasına izin verme kararında belirleyici bir faktör oldu.40 Bununla birlikte, bu aynı zamanda Kremlin’in Azerbaycan’ın uzun süredir devam eden beklentilerini karşılarken en yakın müttefiki Türkiye’yi memnun etme ve böylece daha önce avantajını kaybettiği kritik bir ilişkiye yatırım yapma yoluydu.

Bu mantığın sadece Putin’in en acil askeri hedefleri ve varoluşsal çıkarlarıyla çatışmadığı sürece işe yaradığını söylemeye gerek yok. Örneğin Erdoğan, Kırım’ı Rusya’ya bağlayan Kerç köprüsüne yönelik Ukrayna saldırılarına rağmen Putin’i iki kez tahıl anlaşmasına dönmeye ikna etti. Ancak 2023 baharında Kremlin, Kiev’in ihracat gelirini boğmanın anlaşmada kalmaktan daha önemli olduğuna karar verdiğinde, Rusya anlaşmadan temelli çekildi. Ankara’nın bir kez daha anlaşmaya dönmek için tekrarladığı ricaları geri çevirdi. Bu durumda Türkiye’nin elindeki kozlar yetersiz kaldı.

Bir de Putin’in bazı ikili meselelerdeki duygusallığı ve bunun olumsuz sonuçlar doğurma potansiyeli meselesi var. Erdoğan’ın savaşın sonuna kadar Türkiye’de kalmaları gereken Ukrayna’nın Azov Tugayı komutanlarını serbest bırakma kararı Putin’in tepkisini çekmiş,41 Türkiye ziyaretlerini sessizce askıya almış ve Erdoğan ile kişisel ilişkilerini soğutmuştu. Bununla birlikte, Moskova’nın Ankara’ya olan güveni, Ankara’nın ilişkideki üstünlüğü gibi geçerliliğini koruyor. 

İleriye Dönük

Putin’in Ukrayna’daki kader savaşı, Moskova’nın hem küresel hem de yakın çevresinde güçlü bir oyuncu olma yeteneği üzerinde kalıcı bir etkiye sahip olacaktır. Bu dinamik, Türkiye’ye Batı ile bağlarını güçlendirmek ve Ukrayna’ya yardım etmek için önemli açılımlar ve fırsatlar sunuyor.

Şüphesiz Rusya’nın Avrasya haritasından güçlü ya da en azından önemli bir oyuncu olarak silinmesi pek olası değil. Ukrayna’daki savaş Kiev için giderek daha karmaşık ve maliyetli hale gelirken, Rusya’nın askeri olarak yenildiği bir senaryo uzak görünüyor. Bu da Batı ve Türkiye’yi orta ve uzun vadede yıkıcı ve öngörülemez bir Rusya’yla, askeri yeteneklerini yeniden yapılandırmaya, Ukrayna’nın altını oymaya ve ABD müttefiklerini cezalandırmaya niyetli, sorun yaratmak için geniş bir araç setine sahip bir nükleer güçle uğraşmak zorunda bırakıyor.

Bu nedenlerle, Ankara’daki herhangi bir liderlik Rusya ile çatışmasız bir ilişkiyi dikkatle yürütme eğiliminde olacaktır. Aynı şekilde Rusya da Türkiye için her zaman Rusya olacaktır. Başka bir deyişle, Türkiye’nin tarihsel deneyimleri ve NATO referansları, Rusya’ya karşı her zaman ihtiyatlı yaklaşacağı anlamına gelmektedir. Rus donanmasının nükleer saldırılar için önceden belirlenmiş hedeflerine ilişkin yakın zamanda ortaya çıkan belgeler, – daha önce inanılandan daha düşük bir eşik değerini içeriyor ve Türkiye’de bir avuç yeri de kapsıyor- Ankara’nın derin içgüdülerini doğrulayacaktır.42 Bu, Türk politika yapıcılarının dengeleyici hareketlerini sürdürürken ve Rusya ile angajmanı içeren daha bağımsız ve kendi kendine güdümlü bir dış politika izlerken bile tetikte olacakları anlamına geliyor. Bu da Türkiye’nin Rusya ile olan yakınlaşmasını dengelemek ve transatlantik ortaklarıyla daha iyi bir politika uyumunu teşvik etmek için fırsatlar olduğunu göstermektedir.

Üç güncel gösterge bu iddiayı destekliyor. 

Ankara ve Washington (ve genel olarak Batı) arasında nazik bir yeniden hizalanma zaten biçimleniyor. İsveç’in (ve daha önce Finlandiya’nın) NATO üyeliğiyle ilgili fiyaskonun aşılması ve Washington ile F-16 anlaşmasının yavaş da olsa ilerlemesiyle birlikte belli bir ivme söz konusu. Gazze’deki savaş nedeniyle ABD ve bazı Avrupa ülkeleriyle yaşanan yeni ayrılıklara ve Suriye gibi diğer konularda devam eden görüş ayrılıklarına rağmen, Türkiye’nin liderliği ülkenin Batılı ortaklarıyla siyasi, ekonomik ve güvenlik bağlarını yeniden tesis etme yolunda ilerliyor. Bu, büyük ölçüde, Türkiye’nin Batı’dan kendi kendine yarattığı izolasyonu kırma ve içinde bulunduğu vahim ekonomik koşulları ele alma ihtiyacının farkına varmasının bir sonucudur.

Bir başka gösterge de Türkiye ve Rusya’nın birbirleriyle karşılaştıkları her operasyonel alanda farklı ve çoğunlukla birbirini dışlayan hedefler peşinde koşmuş olmalarıdır. Bu durum Suriye’den Libya’ya ve Güney Kafkasya’ya kadar geçerlidir. Aynı dinamik, her iki ülkenin de daha fazla nüfuz için çabaladığı Afrika kıtasında da sessizce yayılıyor. Ankara ve Moskova’nın (Suriye’deki olumsuz ABD/Batı politikaları gibi) diğer ortak zorlukları dengelemeye öncelik verirken farklılıklarını maskeleme ve yönetme becerisi her ikisi için de bir övgüdür. Ancak bu pratik yaklaşım, her ikisinin de tutarlı bir şekilde farklı tanımladıkları bir amaç için sadece bir araçtır. Dolayısıyla güvenlik alanındaki iş birlikleri taktiksel açıdan akıllıca ve yerinde ancak stratejik dayanıklılıktan yoksun görünüyor.

Son olarak, Türkiye Rusya’dan gelen fosil yakıt kaynaklarına aşırı bağımlılığını sürdürürken, bunu hesaplı bir şekilde yapmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin tedarik kaynaklarını çeşitlendirerek ve gaz depolama kapasitesini artırarak esneklik kazanmaya yönelik devam eden çabaları ve küçük modüler reaktörler (SMRs) konusunda Batılı aktörlerle özel iş ortaklıkları geliştirmeye yönelik ilgisi bu durumu desteklemektedir.43 Ankara’nın hesabı üç varsayıma dayanıyor: (1) Rusya ile enerji akışının keyfi olarak kesintiye uğramasını engelleyecek kadar iyi ilişkiler içinde kalabileceği; (2) Rusya’nın savaş ve Batı yaptırımlarının dikte ettiği mevcut koşullar altında Türkiye pazarını kaybetmeyi göze alamayacağı ve (3) Rusya’nın Akkuyu nükleer santralini inşa ediyor ve işletiyor olması ve uzun vadede sadece masraf ve gelirlerini tahsil edecek olması nedeniyle Türkiye’nin aslında riskin daha küçük bir kısmını taşıdığı.

Türkiye’nin Rusya ile olan sorunlu ilişkisinin bu karmaşık arka planına karşın, transatlantik politika yapıcılar için Ankara’nın politika uyumunu teşvik etmek ve böylece Batı güvenlik mimarisinin dayanıklılığını artırmak için tasarlanmış üç öneri sunuyoruz: Gelişmiş siyasi angajman, savunma sanayi iş birliği ve iklim ve enerji diyaloğu.

Geliştirilmiş Siyasi Katılım

Türkiye ile ABD ve Batılı ortakları arasındaki ilişkinin siyasi temellerinin güçlendirilmiş diyalog yoluyla yeniden canlandırılması gerekmektedir. Bu zor olsa da, hem zamanında hem de çabaya değer olacaktır.

Rusya yakın geçmişte Türkiye ile Batılı ortakları arasında anlamlı bir diyalog olmamasından başarılı bir şekilde yararlandı, ancak Ukrayna’daki savaşın başlamasından bu yana Rus-Türk angajmanında belirli bir durgunluk var. Bu noktada dikkatlice ifade edilmiş bir Batı angajman stratejisi etkili olabilir ve çok ihtiyaç duyulan iş birliği kültürünün yeniden inşa edilmesine yardımcı olabilir. Bu aynı zamanda Batı’nın, Türkiye’nin yatırım ortamı için gerekli olan hukukun üstünlüğü ve yönetişim standartlarını iyileştirmesi yönündeki taleplerini daha kabul edilebilir hale getirecektir.

Doğal olarak, bu fikrin işe yaraması için Ankara’nın da aynı derecede istekli olması gerekir. Şu anda durum böyle görünüyor. Türkiye, AB’nin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı beş yıl aradan sonra ilk kez gayrı resmi bir bakanlar toplantısı olan Gymnich toplantısına davet etmesini memnuniyetle karşıladı. Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü AB ile bu angajmanın Gymnich formatının ötesine geçmesi ve “sürdürülebilir, öngörülebilir ve sistematik bir şekilde tüm alanlarda işbirliği ve diyaloğu” içermesi gerektiğini ifade etti.44 Bu iyi bir işaret. Bu aynı zamanda AB’nin Türkiye’ye meydan okumasına ve kararlılığını test etmesine olanak tanıyor ki bu yaklaşım Kıbrıslı politika yapıcılar gibi geleneksel olarak şüpheci çevrelerde bile ilgi görüyor.45 ABD tarafında ise ikili ABD-Türkiye Stratejik Mekanizması Türkiye Stratejik Mekanizması Washington için benzer bir fırsat sunuyor, özellikle de yakın zamanda diyalog için üzerinde anlaşılan kapsamlı gündem göz önüne alındığında.46 Bu angajmanlarda öncelikli hedef, ne kadar küçük olursa olsun somut sonuçlar üreten koordineli eylemlere odaklanmak ve Türkiye’yi tekrar sürece dahil etmek olmalıdır.

İdeal olarak, (AB ve ABD’yi içeren) bu ayrı çaba hatları, tüm tarafların ortak çıkarlara sahip olduğu Avrupa-Atlantik güvenliğinin benzer yönlerini ele alarak karşılıklı olarak güçlendirici bir şekilde yürütülebilir. Brüksel ve Washington böyle bir stratejiyi koordine edebilir. Akla gelen konular arasında Ukrayna’daki savaş ve çatışma sonrası acil durum planlaması (yeniden inşa çabaları dahil), günümüzün jeopolitik ortamında bütünleşmiş caydırıcılık ihtiyaçları ve daha geniş Karadeniz bölgesinde güvenlik, bağlantı ve dayanıklılığın nasıl artırılacağı yer alıyor. 

Tamamlayıcı bir fikir olarak AB, ABD, Türkiye ve Birleşik Krallık’tan oluşan gayrı resmi bir Avrupa-Atlantik güvenlik diyalog dörtlüsü oluşturularak kritik güvenlik ve savunma konularındaki tartışmalar pekiştirilebilir. Rusya’ya yönelik yaptırımlar gibi zor bir konu da en azından koordinasyon amacıyla burada tartışılabilir. Daha iddialı bir şekilde ve Türkiye’nin Rus enerji kaynaklarını mümkün olan en düşük maliyetle satın almaya olan ilgisi göz önüne alındığında, Gazprom’a bir gaz fiyatı sınırı getirme fikri de böyle bir formatta ilginç bir tartışma yaratabilir.

Savunma Sanayi İşbirliğinin Artırılması 

Transatlantik topluluğu arasında Batı güvenlik mimarisinin Avrupa ayağının güçlendirilmesi gerektiği konusunda bir fikir birliği oluşmaya başlamıştır.47 Bu fikrin merkezinde, Ukrayna’daki savaşla birlikte önemi daha da belirgin hale gelen güvenilir ve ölçeklenebilir tedarik zincirleri de dahil olmak üzere daha güçlü Avrupa savunma kabiliyetleri inşa etme düşüncesi yer almaktadır.48 Türkiye, gelişen bir savunma sanayiine ve güçlü üretim kapasitesine sahip askeri açıdan yetenekli bir NATO müttefiki olarak bu çabaya katkıda bulunabilir.49 Ancak, Türkiye ile bazı müttefikleri ve AB üye ülkeleri arasındaki mevcut politika uyumsuzlukları, sorunsuz sinerjiler oluşturulmasında engel teşkil etmektedir. Türkiye, Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) kapsamında ABD yaptırımlarına tabidir ve bazı durumlarda savunma ihtiyaçlarını Avrupalı müttefiklerinden karşılayamamaktadır.50 Ayrıca Ukrayna’nın savunma ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik AB çabalarının desteklenmesinde de bir rolü bulunmamaktadır.51

Günümüzün jeopolitik gerçekleri, bu çıkmazdan kurtulmak için gerçekçi ve karşılıklı fayda sağlayan bir yol izlenmesini gerektirmektedir. Öncelik, Türkiye ile Batılı müttefik ve ortaklarının birbirlerinin güvenliğini etkin bir şekilde takviye edebilmelerini sağlamak olmalıdır.

Bu tüm tarafların çalışmasını gerektirecektir. Türkiye örnek teşkil etmeli ve transatlantik ailesinin kolektif güvenliğine olan sarsılmaz bağlılığını söz ve eylemleriyle ortaya koymalıdır. Mevcut siyasi liderlik, Şanghay İş birliği Örgütü’ne katılmak gibi bir NATO müttefiki için tartışmalı fikirlerle flört etmeyi bırakmalı ve ülkenin ittifak taahhütlerini, doğu kanadındaki caydırıcılık ve savunma önlemlerine güçlü katkılar yaparak teyit etmelidir. Ankara’nın ayrıca en önemli sorunu olan Rus yapımı S-400’lerden elini çekmeye hazır olduğu sinyalini vermesi gerekiyor. İster üçüncü bir tarafa satış yoluyla, ister Ankara ve Washington için perde arkasında üzerinde çalışılabilecek başka bir model yoluyla olsun, bu faslı kapatmanın zamanı gelmiştir.52

ABD, CAATSA yaptırımlarını sona erdirmeye ve Ankara ile teknik görüşmelere (ve bununla bağlantılı olarak S-400 sorununun çözümüne) ciddi bir şekilde başlamaya hazır olduğunu resmen açıklayarak aynı yolu izleyebilir. Eş zamanlı olarak Türkiye’ye F-16 savaş uçaklarının satışı ve teslimatı konusunda ilerleme kaydederken, Ankara’nın savaş uçağı anlaşmasını başarısı kanıtlanmış bir model olan yerel üretim unsuruyla dengeleme isteğini olumlu bir şekilde değerlendirmelidir.53 Bu ivme, Türkiye’ye F-35 hayalet savaş uçağı satışına ilişkin görüşmelere giden yolu açmalı ve Türkiye’nin önemli ilerlemeler kaydettiği niş yeteneklerde tamamlayıcılık sağlamayı amaçlayan yeni ve daha ileri düzeyde bir ikili savunma işbirliğinin geliştirilmesine vesile olmalıdır, otomatik silah sistemleri ve farklı türde gelişmekte olan ve yıkıcı teknolojiler gibi.54

Avrupa da, Almanya tarafından bekletilen Eurofighter’lar gibi Türkiye’nin ilgilendiği askeri satışların serbest bırakılması konusunda ilerleme kaydedilmesi uzun bir yol kat edilmesini sağlayacaktır. Kıtanın füze savunma kabiliyetlerini arttırmayı amaçlayan Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi gibi Türkiye’nin de dahil olduğu işbirliği çabalarında da ilerleme kaydedilebilir.55 Türkiye’nin bazı AB üyeleriyle ikili ilişkilerindeki mevcut zorlukların yanı sıra AB’ye aday ülkelerden beklenen temel kriterlerde gerilemesiyle ilgili sorunlara rağmen, bu alanlardaki gelişmeler ve ortak güvenlik sorunlarına ilişkin güçlendirilmiş diyalog, Ankara ile Brüksel arasında bir dereceye kadar güvenin yeniden inşa edilmesine yardımcı olabilir.

Avrupa güvenliği için aciliyeti ve önemi göz önünde bulundurulduğunda, Brüksel ve Ankara arasında Ukrayna’yı destekleme konusunda daha yakın bir iş birliği sağlamak için gerçekçi bir yol tasarlamak çok değerli olacaktır. Türk savunma sanayi ürünlerinin satın alınması için AB fonlarının kullanılması ya da Ukrayna’da Türkiye’nin öncülük ettiği projeler şu anda mümkün olmayabilir, ancak AB markalı ve Türkiye’nin öncülük ettiği ya da dahil olduğu projeler için ABD ya da diğer üçüncü taraf fonları gibi yaratıcı çözümler düşünülebilir. AB ve Türkiye’nin Ukrayna’da birlikte çalıştığı imajı, sadece Moskova’ya karşı değil, aynı zamanda hem Türkiye hem de AB’deki şüpheciler için de güçlü bir imaj olacaktır.

İklim ve Enerji Diyaloğu

Türkiye öngörülebilir gelecekte de en azından bir dereceye kadar Rus enerjisine bağımlı kalacaktır. Ankara’nın Rusya ile enerji bağımlılığını azaltmanın ve böylece transatlantik güvenliğin direncini arttırmanın gerçekçi bir yolu, Ankara’yı yenilenebilir enerjilere daha fazla yatırım yapmaya teşvik etmek olabilir. Böyle bir politika değişikliğinin etkisi uzun bir zaman çizelgesi gerektirecek olsa da Türkiye’nin yerli kapasitesi ve enerji karışımında yenilenebilir enerji oranını artırmaya yönelik ilgisi bu yolu takip edilmesi gereken bir yol haline getirmektedir.

Bu politika değişikliğinin AB’ye sağlayacağı faydalar açıktır. Eğer birlik fosil yakıtlara olan bağımlılığını azaltmak istiyorsa, yeşil enerji arzını arttırmak için komşularına güvenmesi gerekecektir. Türkiye bu senaryoda önemli bir rol oynamak için iyi bir konumdadır. Bu tutum değişikliğinin Washington’daki politika yapıcılar için de bazı dolaylı faydaları olacaktır; örneğin Doğu Akdeniz’de doğal gazın taşınmasıyla ilgili bölgesel gerilimleri azaltabilir. Ne de olsa Doğu Akdeniz doğalgaz boru hattı projesini “hem doğalgaz hem de yenilenebilir enerji kaynaklarını destekleyebilecek elektrik enterkonnektörlerine” geçiş lehine sonlandıran, İsrail ile Yunanistan’ı birbirine bağlayan ve Türkiye’yi dışarıda bırakan büyük bir altyapı olan Doğu Akdeniz doğalgaz boru hattı projesini 2022 yılında desteklemeyi bırakan ABD’ydi.56

Ancak, iklim ve enerji ilişkileri Türkiye’nin Batılı ortaklarıyla ilişkilerinde giderek daha önemli hale gelirse, bu konuları Avrupalı ve ABD’li muhataplarıyla tartışmak için daha sağlam platformlara ihtiyaç duyulacaktır. İlk ABD-Türkiye Enerji ve İklim Diyaloğu Mayıs 2024’te toplanmıştır. Ancak AB, 2016’da başlayan ancak Ankara ile Brüksel arasındaki gerginlikler nedeniyle 2019’da askıya alınan AB-Türkiye Üst Düzey Enerji Diyaloğu‘nu henüz yeniden başlatmadı.57 Bu diyalog kanalının yeniden açılması, ilişkilerin ilerletilmesi için öncelikler listesinde üst sıralarda yer alıyor.

Bu platformlar, özel işletmelerin desteğiyle iş birliğine dayalı çabaları katalize edebilir ve Türkiye ile Avrupalı ve ABD’li ortakları arasında faydalı bir katılım modeli olabilir. Bu platformlar, karbonsuzlaştırmanın hızlandırılması gibi uzun vadeli bir hedef doğrultusunda çalışmak için kullanılabilir. Amerika Birleşik Devletleri için bu, SMR’ler konusunda yukarıda bahsedilen iş birliğini içerebilir. AB için bu, yeni enerji ara bağlantılarının oluşturulmasından düzenleyici yakınlaşmaya ve Türkiye’nin yeşil hidrojen üreticisi olarak potansiyelini keşfetmeye yönelik bir çalışmaya kadar enerji ticaretini kolaylaştırmak için yeni altyapının geliştirilmesini içerebilir.

Kısa vadede, Türkiye ile Batılı müttefikleri arasında bu konularda derinleşen bir diyalog, Ankara’nın bölgesel gaz merkezi olma hedefini tartışmak için de faydalı bir forum olacaktır- ki bu Avrupalı muhataplarıyla enerji ile ilgili görüşmelerde öne çıkacak bir konu.58 Bu dosya, bölücü bir mesele olarak kalmak yerine, Türkiye’yi bir araya getirmek için potansiyel olarak kullanılabilir. Türkiye’nin şeffaf olması ve Avrupa pazarına ithal edilen doğal gazın kaynağı konusundaki endişeleri gidermesi gerekirken, Avrupa’nın da Türkiye ile anlamlı bir şekilde ilişki kurarak karşılıklı fayda sağlayan bir enerji iş birliği gündemi oluşturması daha iyi olacaktır.

Son olarak, bir başka fikir de Ankara’yı Rus menşeli hidrokarbonlar için petrol fiyatı üst sınırını ve olası bir doğalgaz fiyatı üst sınırını uygulamaya teşvik etmek olabilir. Bu, Ankara’nın Rus petrol ve doğalgazını ithal etmesine ve hatta yüksek bir kârla yeniden satmasına olanak tanıyacak, ancak aynı zamanda fiyatı aşağı çekecek ve Putin’in savaş makinesinin gelir akışını azaltmaya yardımcı olacaktır. Bu düzenleme, daha önce önerilen Türkiye-ABD-AB-İngiltere dörtlüsü formatında tartışılacak konulardan biri olabilir.

Sonuç

Rusya öngörülebilir gelecekte de Türkiye’nin önemli bir komşusu olmaya devam edecektir ve Türk politika yapıcıların istisnasız olarak Moskova ile karmaşık bir ilişkiyi yönetmek için pragmatik bir yaklaşım benimsemeleri beklenebilir.59 Bu bazen riskten korunma anlamına gelecektir. Bununla birlikte, Ukrayna’daki savaş Türkiye ile Batı arasında bazı önemli yakınlaşmaları da beraberinde getirmiştir. Bu makalede yer alan politika önerileri, bu yakınlaşmalardan faydalanmak ve Türkiye’nin Rusya’ya karşı güvenlik sağlayıcı rolünü güçlendirmek için bir ivme yaratabilir.

Gerçek şu ki, Ukrayna’daki savaş sona erdikten çok sonra bile kırgın bir Rusya ile başa çıkmak transatlantik güvenlik için ciddi bir zorluk teşkil edecektir. Ankara’nın Kremlin’deki sert adamla konuşuyor olması, Batı güvenlik mimarisinin bir parçası olmaya devam ederken, önümüzdeki yıllarda bu sorunu yönetmek için bir avantaj olacaktır…

*

Bu oldukça uzun makale, Carnegie Enstitüsü olarak bildiğimiz ‘think thank’ tarafından yürütülen bir proje kapsamında dört yayından oluşan bir serinin parçası.

Türkiye ve Dünya Girişimi, Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’yı geniş çaplı işgalinden bu yana Avrupa-Atlantik bölgesinde rol oynayan güçleri analiz ediyor. 

Proje, Avrupa Birliği’nin jeopolitik evrimini, Türkiye’nin Rusya ve Çin ile ilişkilerini ve Avrupa ile Türkiye’nin stratejik özerklik arzularını incelemekte ve ABD ile transatlantik ortaklık için sonuçlar çıkarıyor. Her ne kadar, kuruluşun doğasına uygun olarak küresel sermayenin penceresinden bakarak yazılmış olsa da muhalif analiz ve yorumlar için de dikkate değer bir içeriğe sahip. (çn)

/Çeviri: A. Haluk Ünal/

Dipnotlar

 

İlginizi Çekebilir

Avrupa’dan Türkiye’ye ‘seçimlerde yüzde 30 kadın kotası’ çağrısı
Adam Smith Enstitüsü: Türkiye, milyoner artışında Avrupa’nın lideri olacak

Öne Çıkanlar