“Sen mi geldin baba?” Evet kızım ben geldim. Ama hiçbir zaman bir yere gitmemiştim ki zaten. Ben hep sizinleydim, sizin yanınızdaydım biliyorsun, hep sevginizdeydim, özleminizdeydim, direncinizdeydim, geceleri birbirinize hissettirmeden döktüğünüz o buram buram hasret kokan gözyaşlarınızın tam merkezindeydim.
Ama sen yine de açma o güzel gözlerini olur mu kızım? Çünkü açarsan eğer, uyanırsın. Sen uyanırsan da ben senin kokuna daha doyamadan yanından ayrılmak zorunda kalırım. Bu yüzden de açma o kurban olduğum güzel gözlerini kızım, ne olur açma. Belli ki bir süre daha birbirimizi görerek değil, birbirimize sokularak, dokunarak, birbirimizi içimize doyasıya çekerek hasret giderebileceğiz bu rüyalarda. “Ama ben seni çok özledim baba?” Ben de seni, ben de sizi çok özledim kuzum.
Ancak ne yazık ki bir süre daha karanlıklarda asacağız birbirimize olan dinmeyen hasretimizi. Bir süre daha karanlıklarda bileyleyeceğiz o yok etmeyi bir türlü başaramadıkları ve asla da başaramayacakları tarihi direncimizi. Ancak umutsuzluğa da hiçbir şekilde esir düşmek yok biliyorsun değil mi? Çünkü her ne kadar bize birbirimizi göstermeseler de, birbirimize sarılmamızı, dokunmamızı istemeseler de, biz yine de, Türk’üyle, Kürdüyle, Alevisiyle Sünnisiyle acımızı acıları, hasretimizi hasretleri, hayallerimizi hayalleri sayarak bize yıllardır destek olan milyonlarca korkusuz “yürek” eliyle birbirimize sarılmayı, birbirimize cesaretimizi ve kararlılığımızı bulaştırmayı bir şekilde başaracağız kuzum. Başaracağız, çünkü başka çıkış yolumuz yok.
Anlıyorsun değil mi kuzum, başka çıkış yolumuz yok. Ya bu utanmaz, ırkçı zalimlere karşı canımız pahasına kıyasıya direneceğiz, ya da hiç yaşamamışçasına bu kadim topraklardan hep birlikte yok olup gideceğiz. Üçüncü bir seçeneğimiz, yolumuz yoktur belli ki. “Bu yüzden mi sadece rüyalarımda birbirimize sarılabiliyoruz baba? Ayrıca neden babalarını uyurken görmek, onlarla rüyalarında ‘uyanmadan’ konuşmak hep bizlere nasip oluyor baba?
Biz onlara ne yaptık ki, sen onlara ne yaptın ki, seni ancak gördüğümüz o naif rüyalarımızda bize geri veriyorlar, geri almak için de bu kadar kolayca insanlıktan çıkabiliyorlar?” Aslında çok şey yaptım kızım. Laf aramızda yapmaya da devam ediyorum! Misal, sen uyurken senin gibi dünya tatlısı bir meleğin yanında bu kadar kararlı ve içten bir şekilde nasıl duruyorsam, sen uyandığında da “doğrunun”, “hak ve hakkaniyetin” yanında o kadar kararlı bir şekilde durmaya devam ediyorum.
Galiba bana dair, galiba bizim gibi “olağan şüphelilere” dair tahammül edemedikleri şey de; doğru yerde olmak yerine doğrunun yanı başında mevzilenmek konusundaki direncimizin, çelikten inadımızın ve irademizin onlar tarafından bir türlü kırılamamasıdır, kontrol altına alınamamasıdır. Bir adamı eşinden, bir babayı yavrularından, bir lideri takipçilerinden ayırmanın temel motivasyonu da işte bu resmi çaresizliktir, acizliktir.
“Olsun baba, üzülme. Biz seni milyonların umudu ile paylaşmaya, seni onlarla birlikte sevmeye ve özlemeye alıştık artık. Belli ki sıradan bir babadan, ulusal bir halk kahramanına dönüşmek üzeresin. Belki de çoktan dönüştün bilmiyorum. Ama bildiğim ve hissettiğim tek bir şey var ki; o da seninle sonsuz gurur duyduğumuzdur baba. İyi ki varsın, iyi ki bizim babamızsın ve iyi de bizim dinmeyen hasretimizsin.” “Baba?” “Baba?”
/Ağustos, 2021, Adana/