Tıp dilinde alzheimer, beyin hücrelerinin zamanla ölümüne bağlı olarak yaşanan ağır hafıza kayıpları olarak tanımlanır. Yani bir anlamda alzheimer için insanın hatıralarıyla, yaşanmışlıklarıyla arasında kurduğu köprünün bir daha onarılamayacak şekilde yıkılmasıdır da diyebiliriz.
İlk bakışta insana korkunç gelebilecek bu unutma ya da bunama halinin, insanın hayatı boyunca yaptığı hatalarının “süreklilik” arz ederek zamanla işlenen şeytani günahlara dönüştüğü yaşanmışlıklarını, üstelik bir daha hiç hatırlamamak üzere, unutması aslına bakarsanız benim de içerisinde yer aldığım kimi olağan şüpheliler nazarında bu hastalığın hiç de öyle göründüğü gibi korkunç sonuçları olmadığını ve hatta zamanla ihtiyaç haline bile gelerek bir çarmıh gibi sırtta taşınan o tahammül edilemez geçmişin yapışkanlığından kurtulmak için ferahlatıcı bir çıkış aralığı işlevi dahi görebileceğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Böylece her sabah bambaşka birisi olarak yepyeni bir güne tertemiz bir şekilde uyanırken insan, sadece geçmişinde yaptığı hatalarını, yanlışlarını ve işlediği ölümcül günahlarını değil; aynı zamanda bu yalnız ve güzel ülkenin çilekeş insanlarına dair hissettiği üzüntülerini ve kahrolmalarını dindirmek üzere çaresizce sığınmak zorunda kaldığı ve artık kifayetsiz hale geldiğini üzülerek de olsa gördüğü o “amatör” kelimelerini de unutur.
Zira ne yazdığını unutursa insan, neden yazdığını da unutur. Dolayısıyla ben unutmak istiyorum. Kendimi alzheimer hastalığının dingin kıyılarına sessizce atarak hem bu çekilmez ruhta hem de bu lanet ülkede yaşadığım her şeyi ama her şeyi bir daha hatırlamamak üzere sonsuza kadar unutmak istiyorum.
Annelerinden göz göre göre çalınan “lider” evlatların varlığını, evlatlarından ulu orta çalınan “hasta” annelerin varlığını, onların devletçe el konulan ve bir daha asla geri alamayacakları o kıymetli zamanlarını, daha hayatın ısınma turlarında olmalarına rağmen hayatları birkaç aşağılık zibidi eliyle vahşice çalınan o güzelim kızcağızların varlığını tekmil-i birden unutmak istiyorum misal.
Hukukla bağlarını tümüyle koparmış nobran bir güç karşısında sebilhane sürahisi gibi yüreksizce dizilerek sonu hırsızlıkla, haksızlıkla noktalanan her türden hokkabazlığı haklı ve hakkaniyetli gören yurdum insanının varlığını hiç hatırlamamacasına unutmak istiyorum. Ölümle birlikte üzerlerinden her nevi dünyevi hükümlerin kalkmış olduğu insanların cansız bedenleri üzerinden yakınlarının sınanmasını, acıları üzerinde hoyratça ve utanmazca tepinerek onların evlatlarıyla cezalandırılmasını unutmak istiyorum.
Suçu, günahı ve hatta siyasi görüşü ne olursa olsun, devletin gözetiminde olması gereken bir naaşın resmi bir otomobilin arkasına bağlanarak sokak sokak, cadde cadde arsızca sürüklendiğini ve gün sonunda bu utanmazlığa yol verenlerin asıl sürüklediklerinin o delikanlının naaşı değil, kendi insanlıkları olduğunu akıllarına bir türlü getirememiş olmalarını; getirmekten aciz olduklarını ve belki de sırf bu sebepten ötürü o bölgede halkın arasına usul usul salındıklarını topyekun unutmak istiyorum.
Kendim için olmasa bile, zaman zaman bu ülkeye dair istihdam ettiğim bütün o naif umutlarımla hayallerimin usta bir hırsız çevikliğinde benden çekip alınmış olmasını unutmak istiyorum. Fakirliğin ve çaresizliğin mengenesinde sıkışıp kalmış milyonlarca garibanın her yeni günü “bugün de ölmedik ya şükür!” kaderciliğinde tamamlayarak kıyısından köşesinde de olsa bu lanet hayata tutunmaya çalışmalarını unutmak istiyorum.
Hasıl-ı kelam, bu topraklarda tanık olduğum, ya da bir şekilde olmak zorunda bırakıldığım her resmi haksızlığın ya da her zulmün acısının ve öfkesinin etkisinin sadece 24 saatle sınırlı olmasının biricik ve tek yolunun, peşimi zinhar bırakmayan hafızamla var olan tüm bağlarımı “demans” yoluyla kopararak her sabah bambaşka birisi olarak yeni bir güne uyanmaktan geçtiğinin; yani hem bu memlekete hem de benim hayatıma dair kalıcı bir iyileşmenin yolunun kalıcı bir “hastalığa” yakalanmaktan geçtiğinin ne yazık ki farkındayım artık!
/Kasım, 2021, Adana/