Uğur Güney Subaşı: Anestezi

Yazarlar

Verilen kuvvetli anestezinin garip bir şekilde işe yaramaması sonucunda açık olan bilincinin yardımıyla başına gelecekleri bilen, duyan ve hatta görebilen; ancak buna karşın bedeni tümüyle uyuşturulduğu için maruz kaldığı acıya ya da kalacağı muhtemel acılara hiçbir şekilde tepki veremeyen “bedensiz” bir hasta gibi boylu boyunca yatıyoruz ameliyat masasında. Sanki bize şifa verebilecek tek kişinin yalnızca kendisi olabileceğini kulağımıza fısıldayarak başta “yüreğimiz ve aklımız” olmak üzere tüm insani organlarımızı ve hasletlerimizi kendine özgü “yerli ve dini” yöntemlerle kafasına göre hunharca kesip doğrayan malum doktorun(!) sadece hastası değil; aynı zamanda tıp fakültesi son sınıf öğrencilerinin üzerinde tıbbi pratikler yaptıkları dirençsiz, hissiz ve sessiz kadavralar gibiyiz!

Terimiz zannedilerek pervasızca silinen gözyaşlarımızın dışında korkuları, hayalleri, sevdaları, isyanları olan insanlar olduğumuza ve bir ruhla vicdan istihdam ettiğimize dair hiçbir yaşam belirtisi göstermiyor o kahrolası “insansıl” bedenlerimiz.

Toplumun geniş bir kesimine yere dökülen bir mürekkep lekesi gibi usul usul yayılan bu kolektif hissizliğimiz, vurdumduymazlığımız, kabullenmişliğimiz, en fenası da alışmış, alıştırılmış ruh ve beden halimizle, yıllardır başlarına yakıp yıkılan çileli hayatlarının tozlu molozlarından adeta etten bir dağ haline dönüşerek devletin ve zalim iktidarın sonu gelmeyen kindar yüzüne ve hukuksuzluklarına karşı “bedeli ne olursa olsun” sokak sokak, cadde cadde, meydan meydan direnen ve rehin tutulan karizmatik liderleri başta olmak üzere diğer tüm siyasi temsilcilerine karşı taammüden işlenen hukuk cinayetlerini de ellerinden geldiğince yurt ve dünya çapında duyurmaya çalışan memleket Kürtlerine karşı onların haklı olarak biz Türklerden bekledikleri ve itiraf etmek gerekiyor ki sonuna kadar da hak ettikleri o toplumsal desteğin verilmesinin artık pek de bir imkanının kalmadığını üzülerek ve hatta kahrolarak da olsa görüyorum, bu imkansızlığın yakından tanığı oluyorum.

Zira bu ülke insanının, özellikle Kürtler, Aleviler, Gayri-müslimler ve haklarını sonuna kadar arayan sosyalistler söz konusu olduğu vakit, hakla, hukukla, demokrasi ve özgürlüklerle arasının hiç de iyi olmadığını çoktan keşfeden cari iktidar, dindar ya da Kemalist fark etmeksizin Müslüman Türklerin DNA’sına sinsice sızmış ırkçı ve mezhepçi kadim nefretler üzerinden politikalar üreterek kendi siyasi ve ekonomik hedeflerini maksimize etmek konusunda son derece mahir olduğunu defalarca ama defalarca ispat etti bizlere.

Buradan hareketle Kürtler açısından tablonun oldukça vahim gibi durmasına rağmen aslına bakılırsa cumhuriyet tarihi boyunca inatla “dize getirilmeye”, “diz çöktürülmeye” ve ”hizaya sokulmaya” çalışılan ancak malum sebepler yüzünden bir türlü başarılamayan tepeden tırnağa dirayetten ve inattan imal edilmiş bu halkın öyle zannedildiği gibi, öyle umulduğu gibi, öyle planlandığı gibi de kolayca zulmedilecek, itilip kakılacak kadar kimsesiz ve çaresiz olmadıklarını düşünüyorum bir yandan.

Zira, yıllar boyunca burunlarından “fitil fitil”, “dirhem dirhem” getirilmiş onurlu bir yaşamdan ilmek ilmek süzülen öfke dolu, kahır dolu, sitem dolu bakışlarının; o kararlı duruşlarının hammaddesi, çimentosu olacağını kolaylıkla görüyor; onların bu imrenilesi hasletlerinin ırkçılığın ve mezhepçiliğin korkunç bataklığında umarsızca çırpınan, çırpındıkça da diplere doğru çökmekten asla kurtulamayan bu umutsuz ülkenin kanlı döngüsünden kurtulmak için de bizlere bir nebze olsa umut, bir insani nefes olabileceğini hissediyorum.

Demirtaş, Kavala, Baransu ve Kuytul… Tüm siyasi rehinlere özgürlük.

İlginizi Çekebilir

Çetin Çeko: Olası Ankara-Şam yakınlaşmasında Rojava Kürtleri kazanımlarını nasıl koruyabilir?
Ali Engin Yurtsever:  Güller Savaşı

Öne Çıkanlar