“Unutmak kelimesi undan çıkmış. Bildiğimiz un yani, hamur işi, öyleymiş. Unutmak için un ufak etmek gerekiyormuş. Birini bütün olarak unutamazmışsın zaten, öyle pat diye unutamazmışsın. Öyle yavaş yavaş gidermiş, yavaş yavaş unuturmuşsun. Gözleri, kaşı, burnu ile kulağı, sesini yavaş yavaş…
Unuttuğun zaman da o kişi olmazmış. Hatırlamazmışsın yani. Sonra unuttuğunu unuturmuş insan. Ben unutmak istiyorum. Her gün ne zaman unutacağım diye soruyorum kendime, her sorduğum zaman da her şeyi yeniden hatırlıyorum ben. Hem de çok daha net!” Behzat Ç. Amirimin ağzından değil, o kocaman yüreğinden ilmek ilmek dökülen bu efsane haykırış ile sona ermişti Türkiye televizyon tarihinin tartışmasız en nadide işlerinden birisi olan efsane dizi Behzat.Ç.
Çünkü mutlu olma yolunda ipi göğüslemeye ne vakit yaklaşsa, kahpe felek eliyle “bitiş çizgisi”nin daima ileriye taşındığı zor bir hayatı yaşamaya ve sonunda da o yaşadıklarını unutmaya mecbur bırakılmıştı huzur fukarası Behzat amirimiz. Ki, hayatını limitsiz bira içmeye ve telsiz dinlemeye vakfetmiş marjinal mesai yoldaşı Akbaba’dan gelen “Cinayet var aga!” haberlerini her defasında bu kadar içten sarılıp sarmalamasının belki de yegane sebebi, hayatı boyunca başına gelen bütün o felaketleri çalışıyorken; zihni meşgulken bir şekilde unutabiliyor olmasıydı belli ki.
Her ne kadar hayatım boyunca bana “çözülmesi gereken” bir “cinayet var aga!” anonsu geçilmeyecek olsa da, ben de tıpkı amirim gibi yurttaşlıktan zamanla birer kurbanı haline dönüştüğümüz bu memlekette yaşadıklarımızı, okuduklarımızı, duyduklarımızı ve tanık olmak zorunda olduklarımızı tekmil-i birden unutmak ve mümkünse eğer unuttuğumu da sonsuza dek unutmak istiyorum artık.
Sırf bu ülke insanı daha özgür, daha demokratik ve daha zengin bir ülkede barış ve huzur içerisinde yaşayabilsinler diye, Selahattin Demirtaş’ların, Osman Kavala’ların, Figen Yüksekdağ’ların, Aysel Tuğluk’ların ve tabii KHK gibi utanç verici bir ucube ile haksız, hukuksuz bir biçimde görevlerinden, yetmedi hayatlarından sinsice atılan nice onurlu akademisyenlerin, yazarların, gazetecilerin, öğrencilerin ve elbette rehin tutulan diğer tüm muhalif siyasetçilerin adeta “özgürlüklerinden bozdurarak” ödedikleri o sonsuz diyetin, bu uğurda gösterdikleri “destansı” direncin geniş kitleler tarafından insanı çileden çıkartan, memleketinden soğutan bir umarsızlıkla yıllardır görmezden gelinmesini, bu ağır hukuksuzluk deryası karşısında hala kimsenin kılını bile kıpırdatmamasını, sanki hiçbir şey olmamış, yaşanmamış, bu kadar insan bu kadar büyük haksızlıklarla sınanmamış gibi davranılmasını unutmak istiyorum misal.
Bununla da yetinmeyerek, tüm faşizan, tüm ırkçı engellemelere rağmen anasının ak sütü gibi helal olan ana dilinde türküler, şarkılar söyleyerek içerisine doğduğu o zor coğrafyada kendisine mütevazı de olsa bir nefes borusu açarak hala var olabildiğini hem kendisine; hem de kendisinin ana dilini yok sayanlara karşı inatla hatırlatmak isteyen pırıl pırıl bir genç kızın, bir Kürt kızı olan Nûdem Durak’ın, hani hukukçu değilim ama okuduğum kadarıyla normal şartlar altında kovuşturmaya bile gerek duyulmayacak, saçma sapan, manasız bir sebeple yıllardır demir parmaklıkların ardında gençliğinin “devlet eliyle” göz göre çalınıyor olmasını unutmak istiyorum. Üstelik öyle parça parça da değil, tümünü birden sonsuza dek unutmak istiyorum.
Ve mümkünse eğer, unuttuğumu da unutmak istiyorum. Unutmak kelimesi undan çıkmış. Bildiğimiz un yani, unutmak için un ufak etmek gerekiyormuş. Birini bütün olarak unutamazmışsın zaten, öyle pat diye unutamazmışsın.
Unuttuğun zaman da o kişi olmazmış. Hatırlamazmışsın yani. Sonra unuttuğunu unuturmuş insan. Ben unutmak istiyorum erenler. Her türden ahlaksızlığa, her türden ırkçılığa ve mezhepçiliğe lehimlenmiş bu betonarme sakilliğin ve utanmazlığın bir zırh gibi kuşanılarak bu kadim ülkenin “ideal vatandaş” eşkaline uymadığı düşünülen çocuklarını, gençlerini, kadınlarını ve erkeklerini hunharca yok etmeye yönelik başlatılan savaşlara sahne olmaya yıllardır doyamamış bu tükenmiş, bu bitmiş ülkenin bana ayrılan kısıtlı çeperlerinde yaşamak zorunda kaldığımı unutmak istiyorum. Sonunda korkunç bir çığlıkla uyanacağımı çok iyi bildiğim hararetli bir kabusun parçası olmak istemiyorum artık.
Dolayısıyla ben unutmak istiyorum erenler. Ve mümkünse eğer, unuttuğumu da sonsuza dek unutmak istiyorum. Unutmakla da yetinmeyerek geri dönmemek üzere gitmek istiyorum buralardan. Uzaklaşmak değil, kaçmak istiyorum bu ırkçı sahneden. Uyuşmak istiyorum, unutmak istiyorum, yok olmak istiyorum.
/Şubat 2022, Adana/
*
Yazmaya bir süre ara vermeyi planlıyordum, ancak olmadı. Bu memleketin jeo-politik durumu “yazmamaya” uygun değil belli ki!
Hangi dilde söylenirse söylensin türküleri serbest bırakın. Serbest bırakın ve bu ülke insanını daha fazla utandırmayın artık.