Uğur Güney Subaşı: Bir evlat kargoya sığar mı?

Yazarlar

Önümüzdeki seçimlerde Kürtleri yoğun baskı altına almak ve sindirmek üzere başlatıldığı gün gibi ortada olan “keyfi” gözaltı operasyonlarında, bundan birkaç yıl önce Dersim’de bir çatışmada yaşamını yitiren oğlu Agit İpek’in cenazesinin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, hem de karşı ödemeli olarak, kargoyla kendisine teslim edilen Halise Aksoy ve kızı Mizgin Karataş’ın da tutuklandıkları haberi düştü sosyal medyaya.

O eski ve güzel Türkiye’yi yaş haddinden ıskalamak zorunda kalan Z kuşağı mensupları doğal olarak hatırlamazlar, insanların delirmekten “dellenmeye” çok kısa sürelerde geçebildiği ya da evrilebildiği o sıcak Çukurova dünlerimizde tozlu Adana caddelerinden ne vakit bir cenaze arabası ve o cenaze arabasının arkasına tespih taneleri gibi sıralanmış “bol kornalı” bir cenaze konvoyu geçse, o esnada sokaklarda çılgınca futbol oynayan biz çocuklar dahil çevrede bulunan tüm Adanalılar işini gücünü ve oyununu bırakarak huşu içerisinde tam teşekküllü olarak hazır ol vaziyetine geçer; hem cenazeye hem de cenazenin sahiplerine olan saygıdan dolayı konvoy oradan ayrılana dek heykel misali kimse yerinden kıpırdamazdı. Tabii bu durum elbette sadece memleketim Adana için değil, ülkenin her şehri için geçerli idi.

Şüphesiz ki bu karanlık, bu rezil günlere kıyasla çok daha mutlu ve huzurlu yaşanılan o eski Türkiye’de de tıpkı şimdilerde olduğu gibi diriye olan baskı ve zulüm değiştirilemeyen ve hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen anayasal ve toplumsal bir vak’a iken, yine de her şeye rağmen ölümle birlikte hakkındaki tüm hükümlerin kendiliğinden kalktığı bir insanın cansız bedenine olan saygı hiçbir şekilde değişmeyen, değişmesi akıllara bile getirilmeyen insani hasletlerimizin en başında geliyordu. Ki zaten bu ülkeyi iyi-kötü yönetmiş hemen hemen her iktidarın her zaman için birinci önceliği de; kendi vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamakla birlikte hayatlarını türlü sebeplerle kaybetmiş yurttaşlarının naaşlarının dini ya da hukuki ritüeller eşliğinde sonsuzluğa uğurlanmasını medeni ölçülerde sağlamak olurdu.

Ancak, bundan birkaç yıl önce Agit İpek’in cenazesinin annesine kargoyla yollanması sonrasında bir kez daha anlaşılmıştır ki, devletin yasal prosedürleri gereği geçici bir süreliğine el koyduğu naaş ya da naaşların en kısa süre içerisinde ve elbette en medeni ölçülerde merhumun acılı ailelerine ya da varsa yakınlarına teslim edilmesi, şimdilerde çok daha özlemle anar hale geldiğimiz bizim çocukluk ve biraz da gençlik dönemlerimize ait bir “devlet refleksi” hatırası olarak kalmış. Oysa her kim olursa olsun, altını özenle çiziyorum, her kim olursa olsun, hangi affedilmez suç ya da suçları işlemiş, hangi amansız günahların yüklenicisi olmuşsa olsun, ölümle birlikte üzerinden her türlü hükmün kalktığı cansız bir bedenin bezdirici bir intikam silahına çevrilmesi, hukuki çapalarla kendisini demirlediği iddiasındaki ciddi bir devlet organizasyonu açısından telafisi olmayan korkunç sonuçlara tekabül eder ki, hiçbir modern devlet böylesi irice bir utancın ve yükün altına giremez, girmek istemez.

Zira bir devlet, bir hükümet, bir organizasyon, bir yapı ve de bir sistem kendi öz yurttaşları ile didişmelerini, kadim sürtüşmelerini ve artık klasikleşmiş hale gelmiş inatlaşmalarını ve savaşmalarını o insanların kayıpları, cenazeleri ve her şeyden acısı onların evlatları üzerinden yapmaya kalkarsa eğer, bu çirkin itiş kakışın sonu tüm ülkede “kabile hukuku”nun egemen olmasına doğru evrilir ki, bizim gibi asırlara varan parlamenter geleneğine sahip kadim memleketlere yakışacak bir tablo değildir bu. Dolayısıyla ölümle birlikte üzerlerinden her nevi dünyevi hükümlerin kalkmış olduğu insanların cansız bedenleri üzerinden yakınlarının sınanmasına, onların acıları üzerinde hoyratça tepinerek onların evlatlarıyla cezalandırılmasına hemen bir son verilmelidir.

Çünkü bu ülkede insanca yaşama telaşına düşmüş bizim gibi kendi halinde olan ve kimseye zararı olmayan insanların, kendilerini nedense bu ülkenin “ebedi şefi” gibi gören yerli ve dini zalimler tarafından hoyratça itilip kakılmasından, kendileriyle yıllar boyunca bir düşmanla savaşır gibi savaşılmasından, her şeyden önemlisi de bu toprakların insana değil; insanın bu topraklara ait olduğu gerçeğinin bir türlü anlaşılmamasından fazlasıyla gına gelmiştir artık. Duyuyor musunuz, okuyor musunuz, anlıyor musunuz, gına gelmiştir artık!

İlginizi Çekebilir

Amedspor kadın futbol takımı çeyrek finale yükseldi: Galatasaray ile eşleşti
Kılıçdaroğlu: Barınma sorunu kangren oldu; iktidarımızda TOKİ sosyal konut üretecek

Öne Çıkanlar