Herhangi dışsal bir yardım almadan derinlerde tek başıma yüzecek kadar yüzmeyi beceremediğim o eski yıllarda, bereketli Çukurova’mızın hayallerimizi eriten güçteki o bonkör güneşi ile ışıl ışıl parlayan sabah denizinin tam ortasına üzerinde Yumurtalık Çukurova Üniversitesi Kampı sakinlerinin neşe içerisinde güneşlenebildiği yapay, küçük bir ada olarak demirlemiş efsanevi dubamızdaki yerimi benim de almam; benden yaşça büyük oldukları için o yıllarda yüzmeyi benden çok daha önce ve iyi öğrenmiş olan ablamla kuzenimin bu yolculuk esnasında bana uzatacakları “akrabadan 1. Sınıf” yardım eli sayesinde olabiliyordu ancak.
Bir gün önce yaptığım haylazlıklarla onları kızdırmamışsam eğer, sağ kolumu kuzenime, sol kolumu da ablama emanet ederek o küçük başımı suyun üzerinde tutmaya mümkün mertebe gayret de ederek o kampta yüzme bilmeyen hemen hemen her çocuğun rüyalarını süsleyen ışıltılı bir hedefe doğru emin kulaçlarla kıyıya oturmuş bir tanker gibi yüzdürülüyor ve dubaya ulaşınca da o dubanın en sevimli sakini olarak dalgalarla yavaş yavaş ıslanmaya başlamış emektar dubamızın bir yerinde sessiz sakin güneşlenmek dururken; her türden abuk sabuk, tehlikeli şekillerde suya atlayarak beni oralara kadar güç bela getirmiş olan ablamla kuzenimi pişman etmeyi her defasında başarıyordum!
Zaten bir süre sonra da, bu türden rutin haylazlıklarımın artık dayanılmaz hale gelmesiyle birlikte ablamla kuzenimin zorunlu olarak greve gitmeleriyle benim tek tabanca olarak o dubaya gitme serüvenim de başlamış oldu!
Bu aile grevini kırma adına kurguladığım planım ise aslında son derece basit ve sarihti. O yerden bitme boyumun yettiği yere kadar denize açılıp o sırada dubada beni izlediklerini düşündüğüm ablamla kuzenime duygu sömürüsü yaparak bir süre sonra onların benim yardımıma gelmelerini sağlayacaktım! Tabii bu ergen planımın kusursuz bir biçimde işlemesi için de 3 kritik aşamanın en az ikisinden sağ salim sıyrılmayı başarmam gerekiyordu.
Bu aşamalardan ilki, deniz suyunun ağız hizamı geçmesiydi. Burnumdan nefes alarak bu aşamayı her defasında kolayca geçebiliyordum. İkinci aşama ise suyun burun hizamı geçmesiydi. Çelimsiz parmak uçlarımda prefabrik bir yapı gibi yükselerek, bir süre nefes almamayı göze alarak ve tabii dubadan bana doğru hışımla yüzen iki kişinin acil müdahalesi ile bu aşamayı da kazasız belasız geçebiliyordum. Ancak benim için geçmesi en meşakkatli ve tehlikeli olan aşama suyun göz hizamı geçmeye başladığı üçüncü aşamaydı. Zira bu aşamada ne nefes alabilmenin ne de önünü görebilmenin imkanı bulunuyordu. İnsanı derinliklerine çekmek için muazzam bir kuvvet uygulayan deniz suyuna sadece göğe doğru çaresizce uzatılan ince bir çocuk kolu meydan okuyabiliyordu.
Fakirliğin ana vatanından ansızın çıkıp gelerek bizi derinlerine çekmek ve orada yok etmek için muazzam bir kuvvet uygulayan bu haksız, bu acımasız düzene karşı göz yaşları eşliğinde göğe doğru yükselttiği “Çok pahalı etmişler her şeyi, hiçbir şeyi ucuz bırakmamışlar!” haklı isyanıyla bu memleketin orta ve alt gelir gruplarına mensup büyük çoğunluğunun, bir çocuğu denizin ortasında tümüyle derinliklerine çeken o üçüncü aşamanın en “nefessiz” bölümlerine kitleler halinde aslında çoktan geçmiş olduğunu bir kez daha hatırlattı Mersinli o masum melek.
Evet, her ne kadar daha önceki aşamaları bezen şansımızın yardımıyla, bazen de bu türden korkunç durumlara karşı milletçe efsunlanmış olmamız sebebiyle bir şekilde geçmiş olsak da, daha önce hiç bu kadar kötüsüne şahit olmadığımız ve artık dayanılmaz, tahammül edilemez noktalara ulaşmış bu ekonomik ve sosyal krizlerle yaşamın bütünüyle bir kargaşaya, kaosa evrildiği; yani suyun “göz hizamızı” fazlasıyla geçtiği ve tüm bedenimizi suyun altına doğru endişe edici bir azimle ittiği karanlık bir dönemin tam ortasındayız belli ki…
Ve bu nefessiz durumumuzdan bizi çekip kurtarması için ne denizin ortasında göğe doğru yükselen ince bir çocuk koluna doğru var güçleriyle yüzerek ona ulaşmaya çalışan yardım meleklerimiz mevcuttur, ne de bizi yeniden o suyun üstünde tutacak olan güçlü parmak uçlarımız…Boğulmak üzere olduğumuz bu zorlu aşamayı geçmek için kimselere muhtaç olmamak adına şu yüzme işini bir önce öğrenmenin dışında herhangi bir çıkış yolumuz, imkanımız kalmamıştır artık.
Kimselerden yardım almadan istediğimiz dubalara doğru özgürce kulaç atarak denizin keyfini çıkartmaya başladığımız zamanlarda anlayacağız ki, hayatımızı perişan etmeye yemin etmiş malum zalimlere ve onların kurduğu suç ve haram düzenine karşı bizi asıl koruyacak ve zamanla bu haksız, bu hukuksuz düzenin hakkından gelmemizi sağlayacak olan temel motivasyonumuz, “yapabileceğimize” dair istihdam ettiğimiz samimi inancımızdır, kendimize olan güvenimizdir, bizim gibi olmayana, yaşamayana ve düşünmeyene karşı duyacağımız hakiki saygıdır.
Kendisine uzatılan mor mikrofona karşı konuşmayan, adeta dertlerini döken çaresiz bir kız çocuğunun salaha ermesinin, geleceğe güvenle bakmasının yegane yolu, işte bu değişimin ve dönüşümün kapılarını açmayı sağlayacak olan tüm asli gücün, tüm imkanların aslında bizim elimizde, bizim doğru ve mantıklı siyasi tercihlerimizde saklı olduğunun farkına varmamızdan geçmektedir. Bunu fark edebilirsek eğer, fark etmekle de kalmayıp gereğini yapabilirsek eğer, inanıyorum ki var olan kaynaklarıyla aslında herkesi rahat rahat besleyebilecek olan bu kadim ülkenin hiçbir çocuğu “göz seviyesi” ile sınanmak zorunda kalmayacaktır. Dökecekleri o çocuk göz yaşları umutsuzluğun değil, heyecanın, mutlululuğun habercisi olacaktır.
/ Şubat 2022, Adana- Başkanı Bırakın/