Uğur Güney Subaşı: Kılıcın Ucu 

Yazarlar

Yurttaşı olmanız ya da olmamanız hiç fark etmez. Bir memleketin “ırkçılık” ve “mezhepçilik” temelinde yükselen asırlık işleyişini tehdit eden bazı olağan şüphelilerin farklı tarihlerde çekilmiş birkaç fotoğrafına ardı ardına bakarak bile, o ülkenin değişmeyen kanlı kaderi hakkında kolayca bilgi sahibi olabilir, kılıcın ucunun bu tehdide sebep olanları daima arayıp bulduğu o nefret merkezine doğru kusursuz yolculuklar gerçekleştirebilirsiniz.

İşte bu yolculuğunuz esnasında karşılaşacağınız yegane fotoğraflardan birisi, o ağır gölgesinin kimlik bilincine sahip cesur Kürtlerle sınıf bilincine sahip emekçi sosyalistlerin, solcuların üzerinden hiçbir zaman eksik olmadığı 90’ların ünlü DGM’lerindeki tarihi bir duruşmaya ait olurken; diğeri ise hukukun cari iktidar tarafından kendisine biat etmeyen, diz çökmeyen, kurulan bu suç şebekesinin uysal bir dişlisi olmayı reddeden bazı “sakıncalı piyadeleri” hizaya sokmak için “aleni” şekilde kullanılan bir “sopaya” dönüştürüldüğü günümüzün yerli ve dini post-modern DGM’lerindeki bir hesaplaşmaya ait olur.

Ne manidardır ki, ya da ne hüzünlüdür ki, her iki fotoğrafta da yargılananlar; yani o malum kılıcın ucunda yıllardır yaşam savaşı verenler daima memleket Kürtleri olurken, yargılayanlar ise yıllar önce kurdukları bu ırkçı işleyişin ya da malum düzenin hala “kılıç zoruyla” aktif halde tutulabileceğine gönülden iman etmiş olan memleket Türkleri olmuştur. “Türkiye’nin geri vitesinin sınırı yoktur!” diyen usta yazar Çetin Altan’ı haklı çıkarırcasına adalet mekanizmasındaki “geri vitesin” söz konusu olmadığı bu duruşmalarda yargılananlarla yargılayanların kimlikleri hiçbir hal ve şartta değişmediği gibi, hukuk devletinin evrensel ilkelerinin hemen hemen hiçbiri o mahkeme salonlarında kendisine yer bulamamıştır!..

Amerikalı ünlü siyahi yazar James Baldwin; “Aynı zamanda hem zenci hem de nispeten bilinçli olmak, neredeyse her zaman öfkeli olmaktır!” derken, bu toprakların siyahileri kontenjanından zulümle, adaletsizlikle adeta sırdaş haline dönüştürülen kadim Kürtleri kılıcın ucunda bu değişmeyen mahkeme gerçekleriyle baş başa bırakan temel faktörlerin; onların fazlasıyla öfkelenmelerine sebep olan tarihi bilinçlerinin, bu bilincin o adalet(!) saraylarında ete kemiğe bürünmesine vesile olan tarihi dirençlerinin olduğunu fısıldar bizlere.

Oysa her şeye rağmen, adalet görünümlü bu vahşi sürek avına rağmen, o eski dünlerde Kürtler bir yandan ruhlarında meydana gelen dinmeyen kanamaların panikle pansumanını yaparlarken; diğer yandan da geleceğe dair kurdukları o nezih hayallerinin kara kalem resimlerini yapmaya başlarlar ve böylece zihinsel yorgunluklarının tüm kırışıklıklarını bir çırpıda ütülemeye çalışırlardı..

Ancak ne yazık ki gördüğüm ve tanık olduğum kadarıyla bu umutlu ruh iklimi yavaş yavaş yerini endişeli, karamsar bir bekleyişe bırakmış durumda. 3. Milliyetçi Cephenin sorgusuz sualsiz destekçisi sayılan cari egemen Türkler, heybelerindeki tüm haksızlıkları Kürtlerin üzerine hoyratça boca ederek o güzel hayallerine ve umutlarına dair ellerinde avuçlarında kalan her şeylerini alıyorlar onlardan. Ancak ben yine de var olan umudumu her şeye, herkese rağmen bir şekilde muhafaza etmek istiyorum.

Ne yapılırsa yapılsın, hangi karanlık, izbe yollarsa sapılırsa sapılsın bu çile dolu insanların içerisinde bir nebze de olsa soluklanma fırsatını yakaladıkları ve elbette bolca da hüzünlendikleri o “yaşama sevinçlerini ve dirençlerini” onlardan almaya kimsenin gücünün yetmeyeceğine inanıyorum. Ya da bu ihtimale tutunmak istiyorum bilemiyorum.

Çünkü biliyorum ki, çünkü tanıyorum ki, her en kadar yaşamları yoğun baskı altında olsa da, bu yiğit halkın umutları hiç olmadığı kadar özgürdür, bağımsızdır ve her şeyden önemlisi de vicdani ve insanidir. İmza atılan, bir parçası olunan hiçbir vahşi özgürlük ve huzur işgali de bu gerçeği onların elinden çekip alamayacaktır.

 

/Adana/

İlginizi Çekebilir

Meral Şimşek: Bir Deli Derviş
Meral Şimşek: İki Sınır Arasında

Öne Çıkanlar