O meşhur şiirde bahsedilen “yolun yarısını” çoktan gerilerde bırakmış bir orta yaş kuşağı mensubu olarak genellikle Z kuşağı olarak nitelendirilen günümüzün gençlerinin yüreğine talip oldukları akranlarına karşı nasıl açıldıkları veya onlara karşı besledikleri yoğun duygularını nasıl dillendirdikleri konusunda doğal olarak hiçbir fikre ya da bilgiye sahip değilim.
Ancak hatırladığım kadarıyla bizim zamanımızda bu gönül meseleleri karşı tarafa “çıkma teklifi”nde bulunarak olumlu ya da olumsuz şekilde nihayete eriyordu. Sadece güzide okulumuzun değil, aynı zamanda şehrimizin ve hatta Çukurova Bölgesi’nin en “ihtişamlı kıvırcığı” olması hasebiyle önce yüreğime sonra da yavaş yavaş “yıllarıma” bağdaş kurarak oturan ve kıdem aldıkça da tüm akıl ve mantık organizasyonumdan bizatihi sorumlu hale gelen bayan X’e açılmam da bizim kuşağımızın her bir üyesinin hayatına damgasını vurmuş bu duygusal yol haritası çerçevesinde ve tabii şaşmaz önderliğinde gerçekleşmişti!
Şimdilerde Narcos dizisiyle tüm dünyanın merak sahasına giren ünlü uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın, memleketi Medellin’de “yaşasın Kolombiya!” tezahüratları eşliğinde öldürüldüğü günün bir gün sonrasında karşı taraftan alacağı “evet” ya da “hayır” cevaplarına göre tüm duygusal yığınağını yapmış, üzerinde günlerce çalıştığı her yanı sevda kokan kusursuz repliğini bu temel üzerinden ezberlemiş yeni yetme bir ergen olarak o gün orada bana yöneltilen “neden Uğur, neden benimle çıkmak istiyorsun?” Sorusu, yukarıda bahsettiğim bütün o dönemsel teamülleri bir anda yerle bir eden ve gözüne far tutulan çaresiz bir tavşan gibi beni olay mahallinde hareketsiz ve tabii ki de cevapsız ve savunmasız bırakan muazzam bir etki yaratmıştı!
Zira, hayatın daha ısınma turlarında olmasına rağmen her lise öğrencisine pek de nasip olmayacak nefis bir zeka ve özgüvenden damıtılarak bana ulaştığı ortada olan, hani futbol tabiriyle ifade edersem eğer beni ziyadesiyle ”kontrpiyede” bırakan bu haklı ve zamanlı sualin cevabını ben de o sırada gerçekten bilmiyordum. Şüphesiz ki onu deli gibi seviyordum; ancak neden sevdiğim konusunda hiçbir fikre sahip değildim!
Şu içinde yaşadığımız güzel memleketi bir başka gezegenin cehennemine çevirerek orada hak, hukuk, adalet talep eden yurttaşları yaşlarına, cinsiyetlerine, dertlerine bakmaksızın polis kılığına girmiş “devlet zulmü” ile acımasızca cezalandıranlara; toplumun tüm hücrelerine adi bir sigara dumanı gibi sinen şiddeti ve vandallığı her koşulda ve şartta mazur ve haklı gösterenlere zamanında beni ziyadesiyle zorlamış bu haklı ve yerinde sorunun bir başka düzlemde de olsa bir benzerini sormak istiyorum ben de; evet neden? Neden o pis badem bıyıklarınızı üzerimizden çekmemekte bu kadar ısrar ve inat ediyorsunuz?
Daha çocuk denecek yaşta anasız, babasız ve ülkesiz bıraktığınız bütün o hasret kokan çocukları “ayrımcılıkla” ve “dışlanmışlıkla” sınamaya; yaşama dair kıt kanaat biriktirdiğimiz el emeği göz nuru sevinçlerimizi ve umutlarımızı usta bir hırsız gibi bizden çekip almaya neden bu kadar gönüllüsünüz? Evet sormak istiyorum, neden bu kadar sevdalısınız? Nefes almayalım diye dizinizi boynumuzdan neden eksik etmiyorsunuz? Dizinizin değil, o sonu gelmeyen, dibi görünmeyen adi nefretinizin ağırlıyla nefes alamadığımızı neden bir türlü görmek, bilmek ya da duymak istemiyorsunuz? Nedir sizi bize karşı kötü olmaya bu kadar motive eden şey?
Oysa gerek size, gerekse de o iğrenç şuç şebekenize ayırdığımız mecburi sürenin ve her şeyden önemlisi de imkanlarımızın ve sabrımızın artık sonuna geldiğimizi; memlekete dair keyfinize göre tapu çıkardığınız o fetihçi dünlerinizin artık çok ama çok gerilerde kaldığını; o kadim tapuda başta Ahmet Altan olmak üzere Selahattin Demirtaş’ların, Alparslan Kuytul’ların, Osman Kavala’ların, Canan Kaftancıoğlu’ların, Ömer Faruk Gergerlioğlu’ların ve hayatını perişan ettiğiniz kadim Kürtlerin, Alevilerin, gayrimüslimlerin, işçilerin, emekçilerin, sağcıların, solcuların, hakiki dindarların, Müslümanların herkesin, hepimizin hissesi, payı olduğunu ve bu sonu gelmeyen zulme, iflah olmayan haksızlığa karşı sonuna kadar direneceğimizi, bu pervasız zalimliği asla ama asla kabul etmeyeceğimizi görmüyor musunuz, bu gerçeği anlamıyor musunuz?
Sizi bilmiyorum ama biz mantığın, vicdanın ve “nefesin” tükendiği o karanlık, izbe yerlerde değil, başladığı yerlerde hayatımızın yeniden filizlendiğini görmek, o eski güzel dünlerimizde olduğu gibi bu güzelliği iliklerimize kadar yeniden hissetmek istiyoruz artık. Tepeden tırnağa aşık olduğu “kıvırcık” karşısında beklenmedik sorularla afallayan acemi bir lise öğrencisinin o ilk buluşmadaki heyecanına, tutkusuna ve masumiyetine yeniden kavuşmak istiyoruz artık. Eskisi gibi özgürce nefes almak istiyoruz artık. Yaşadığımızı, bir canlı olduğumuzu anlamanızı istiyoruz artık. Gitmenizi istiyoruz artık. Gitmenizi istiyoruz.