Uğur Güney Subaşı: Ölü Çocuk Bedenleri Üzerinde Yükselen Ülke

Yazarlar

12 Eylül faşizminin egemen olduğu günler… Ermeni asıllı bir kadın, kocasını ıspanak almaya gönderir. Adam ıspanağı alıp eve dönerken polisler adamı dönemin ruhuna uygun bir şekilde herhangi bir gerekçe göstermeden içeriye alırlar. İşkence, dayak ve 2 yıl içeride kalır adam. ”Hiçbir örgütle bağlantısı saptanamadığı” için de sonunda serbest bırakılır.

Fakat gitmek istemez adam; “ıspanağımı isterim arkadaş!” diye tutturur. “Lan defol git!” diye bağırır polisler, ama ne fayda, adam bir türlü gitmek istemez.” İlle de ıspanağım” der. Sonunda polisler pes edip manavdan ıspanak alıp adama verirler. Olan biteni sonradan öğrenen karısı,”ne diye ıspanak diye tutturduğunu” sorar kocasına. Adamın yanıtı 12 Eylül faşizan günlerini anlatması bakımından enfestir; “çünkü ıspanaktan başka geri alabileceğim hiçbir şeyim kalmamıştı!”

 Necip devletimiz tarafından hikmetinden sual olunmaz haşmetini vatandaşlarına hatırlatırcasına memleketin doğusundaki her caddeye, her sokağa pervasızca istiflenen ve Mel Gibson’un efsaneleştiği o distopik “Mad-Max” filmlerinin setinde ancak görebileceğiniz tuhaflıkta ve çirkinlikte olan dev zırhlı polis araçlarının son kurbanlarından birisi bu sefer Şırnak’ın İdil ilçesinde yaşayan ve sadece ama sadece 7 yaşında olan Mihraç Miroğlu isimli yine bir Kürt çocuğu oldu ne yazık ki.

Ondan geriyeyse artık ağlamaktan, isyan etmekten bitap düşmüş gözü yaşlı ailesi, merdiven altı yapımı küçük beden bir Galatasaray parçalısı ve paramparça olmuş eski püskü bir bisikleti kaldı. Belli ki 12 Eylül faşizmine nal toplatacak kadar umutsuz olan siyasi ve ekonomik havanın tüm ülkenin üzerine kabus gibi çullandığı şu karanlık günlerde, Kürtlerin, Kürt çocuklarının canları dahil necip devletimizden geri alabilecekleri hiçbir şeyleri kalmamış artık. “Kaza” yalanı altında başta canları olmak üzere her şeylerine, herkeslerine hoyratça el konulmuş.

Hani kurulum aşamasında birçok işçinin hayatına mal olan Rusya’nın kadim şehri St. Petersburg için “kazıklar değil insan kemikleri üzerine kurulan şehir” derler ya, sokaklarda devriye atmak yerine üstünden ezip geçeceği vatandaşlar arayan zırh yerine nefretle kaplanmış o tuhaf cisimlerin sebep olduğu vahşetlerle hayatlarının daha kurulum aşamasında bu dünyadan ayrılmak zorunda bırakılan dünyalar çaresizi memleket çocuklarının göz göre göre katledilmesi de, Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle maddi manevi tüm imkansızlıklara rağmen destansı bir kurtuluş savaşı verilerek kanla, gözyaşıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin artık devrimler ve ilkeler üzerinde değil; ölü bedenler, daha fenası da “ölü çocuk bedenleri” üzerinde ayakta durmaya çalıştığını bizlere bir kez daha ve hatta bin kez daha göstermiş, adeta yüzümüze şamar gibi çarpmıştır.

İlginizi Çekebilir

Uğur Güney Subaşı: TÜR
Uğur Güney Subaşı: Tahammül edilemeyen bir dil

Öne Çıkanlar