İlk defa aşık olduğu genç bir kovboyun, Alman’ı Amerikalı’sı yeni bir hayat kurmak üzere zoraki olarak bir araya gelerek Birleşik Devletler’in güneyinden batısına doğru son derece tehlikeli bir yolculuğa başlayan kalabalık konvoylarını bölgenin azılı haydutlarından korumaya çalışırken öldürülmesinin acısını Texas’ın uçsuz bucaksız ovalarına sessiz sedasız gömerek hayata umutsuzca tutunmaya çalışan Elsa’nın ( Isabel May ) yanına, bu tuhaf konvoya katılmadan kısa bir süre önce hem karısını hem de kızını o yıllarda tedavisi mümkün olmayan amansız çiçek hastalığına yeni kurban verdiği için, insanoğlunun ölüm karşısındaki çaresizliğinin dinmeyen acısını yolculuk boyunca gölgesi gibi yanında taşımak zorunda kalmış işinin ehli ve yaşam yorgunu Yüzbaşı Shea Brennan ( Sam Elliott ) oturur ve kendisine kıyasla ölüm ve yaşam konusunda son derece acemi sayılan yanı başındaki yasa bulanmış genç kıza konuya dair deneyimlerini o kendisine has dingin ses tonuyla tane tane sıralamaya başlar:
”Sana bir sır vererek neden hala nefes alabildiğimi anlatayım mı? Ben okyanusa doğru gidiyorum Elsa..Biliyor musun, bir apaçi gözcüsü bir keresinde bana; ‘Birini sevdiğimizde biz farkında olmasak da ruhlarımızı onunla değiş tokuş yaptığımızdan’ bahsetmişti. Sen onun bir parçasını alırmışsın, o da senin bir parçanı alırmış. Ama aşık olduğun insan öldüğünde ondaki parçan da onunla beraber ölürmüş. Ancak onun bir parçası hala içimizde olurmuş. Böylece bizim gözümüzden bizimle birlikte dünyaya bakabilirmiş o da. İşte bu yüzden ölen karımı okyanusa götürüyorum. Sahile oturup benimle birlikte onun da okyanusu görmesini sağlayacağım ve hemen ardında da ben de onun yanına gideceğim!”
Efsane Yellowstone dizisinin son derece başarılı spin off’u olan 1883 dizisinin 6.bölümünde geçen bu nefis diyalogla elbette Yüzbaşı Shea, sonu intiharla bitecek olan bir yaşamın gerekliliğini anlatmıyordu genç Elsa’ya. Aşık olduğunda kendisine emanet edilen sevdiğinin ruhuna yakışan bir şekilde insanın düştüğü yerden bir an önce ayağa kalkarak hayatına kaldığı yerden bu sefer çok daha güçlü bir biçimde devam etmesinin gerekliliğini anlatmaya çalışıyordu.
Her ne kadar yan yana olmaları iktidar koltuğuna istiridye gibi yapışıp kalmış cari zalimler tarafından memleketin esenliği, birlik ve beraberliği için tehlike bulunarak devlet zoruyla engellenmiş olsa da, birbirlerine sırılsıklam aşık olmalarının ilk bereketini o asil ruhlarının en kıymetli parçalarını birbirleriyle değiş tokuş yaparak gördükleri için Selahattin ve Başak Demirtaş çiftinin üzerilerindeki her türlü yasağa, kısıtlamaya ve baskıya rağmen birbirlerinin gözünden birbirlerinin dünyalarına yan yana, el ele bakabilmeleri hiçbir şekilde engellenememiştir.
Böylece Selahattin Demirtaş yıllarca hukuksuzca, utanmazca rehin tutulacağı Edirne F tipi Ceazevi’nin sadece kendisi ve hücre arkadaşı için hazırlanmış olan o soğuk mapushane griliğine bir bedende “iki kişi” olarak kolayca girebilmişken; bu toprakların görmüş olduğu en fedakar ve yürekli kadınların başında gelen eşi Başak Demirtaş da eşinin gözaltına alındığı o ilk gecede “Baba gitme!” diyerek sadece yaşadıkları Diyarbakır’ı değil, Adana’yı, Manisa’yı, Hakkari’yi, İzmir’i…Tüm memleketi, vicdan ve utanma istihdam ettiği iddiasındaki herkesi kendisiyle birlikte hüzne boğan küçük kızının isteğini kırmayarak eşinin ruhundan kendisine yıllar önce emanet edilmiş o nadide parçayı onsuz bırakılmış evinin her tarafına eksiksiz bir biçimde yayarak onun yokluğunu evlatlarına hiçbir şekilde hissetirmemeyi başarabilmiştir.
İşte bu kadim ülkeyi cehenneme çevirmekle nedense tatmin olmayarak aynı cehennem ateşiyle kendisine biat etmeyi reddeden ailelerin içerisini de dağlamak isteyen memleket zalimlerini, “gözüne lüküs tutulan tavşan” çaresizliğinde açıkta bırakan bütün bu ışıltılı mucizelerin sebeb-i hikmeti, ruhlarını değiş tokuş yaparak “tek bedende iki ruh” haline dönüşen aşıkların birbirlerine olan dinmeyen hasretleridir, özlemleridir, sadakatleridir ve dize getirelemeyen cesaretleridir.
Bir adamın, okyanusu çok görmek istemesine rağmen görmeyi başaramadan bu dünyadan ayrılmak zorunda kalan karısına okyanusu göstermek için kilometrelerce yol katedip, amacına ulaşınca da ona yeniden kavuşmak için okyanusun uçsuz bucaksız sahilinde hayatına son vermesindeki temel motivasyondur. Oysa o sıkıcı, yobaz hayatları boyunca hiç aşık olmamış, sevdiğinin yanında mutluluktan zamanı unutmayı hiç başaramamış, ilk göz temasında heyecandan ayakları yerden kesilmemiş bazı “ruhu ve tuzu kurumuşların” bu inanılmaz mucizeyi anlamalarının imkan ihtimali yoktur elbette.
Zira onların “değiş tokuştan” anladıkları sadece para değiş tokuşlarıdır, haram ve suç üzerine çıktıkları zenginliklerine zenginlik katan o batasıca ticaretleridir, bitmeyen al vermeleridir, artık ziyadesiyle bıktırıcı hale dönüşen kazan kazanlarıdır!
/ Eylül 2022, Adana Aşıkları bırakın. /