Bu dünyaya sanki üzerindeki çizgili pijamalarla gözlerini açtığı için pijamasını bir dövme gibi o çelimsiz, oynak bedeninden hiçbir zaman eksik etmeyen Avrupa Yakası’nın birinci sınıf çatlağı Gaffur’un, sadece apartmandaki değil; o garip hayatındaki tek arkadaşı “çatlaklık” ve “yalnızlık” hususunda en az kendisi kadar meziyetli olan ve hatta ona bu konularda tur bindirecek kadar da ihtişamlı bir potansiyele sahip olan “çantalı” lümpen Buhran Altıntop’tu!
Büyük bir puzzle’ın parçaları gibi her yönden birbirlerini tamamlayan bu sıra dışı ikilinin, Buhran Bey’in tümüyle dantel örtülerle kaplanmış o abuk sabuk dairesindeki her sohbetlerinin sonu, nedense en yakın arkadaşı tarafından birden “ciddiye alınmama” endişesine kapılan Gaffur’un kendisine has bir üslupla Buhran Bey’i “tenhada kıstırma!” tehditleri ile biterdi ki, sanıyorum dizinin kadrolu izleyicileri tarafından bu çılgın ikilinin olduğu sahnelerin bu kadar çok ilgi görmesinin ve sevilmesinin sebeb-i hikmeti de, neşe içerisinde başlayan komik bir ev gezmesinin sonunun birden gerginliklerle dolu Kurtlar Vadisi’ne bağlanması olurdu!
Avrupa Yakası önü sonunda başarılı bir mizah projesi olduğu için pek fazla hissedilmemiş olsa da, aslına bakılırsa Gaffur’un Buhran Bey’i sürekli olarak tenhada kıstırma tehditlerinin alt metninde Gaffur’un doğuştan gelen tedavisi imkansız dengesizliğine atıfta bulunulması kadar, Buhran Bey’in de kadim yalnızlığına, kimsesizliğine dikkat çekilirdi.
Cezaevinden çıkmasına sadece iki gün kalmasına rağmen hükümlü Ferhan Yılmaz’ın Silivri 5 Nolu L Tipi Kapalı Cezaevi “tenhasında” onlarca gardiyanın kan kokusu almış köpekbalıkları gibi üzerine vahşice saldırmaları sonucunda “kalp krizine bağlı bulaşıcı hastalıktan!” hayatını kaybetmesiyle ve bir anlamda “öldürülerek tahliye edilmiş olmasıyla” biz bir kez daha anlamış olduk ki, sonu naif kahkahalarla biten kurgusal bir kıstırılma tehdidinin aksine yaşamadığımız, adeta içerisinde kelle koltukta debelendiğimiz bu lanet faşizan rejimde yalnız ve kimsesiz olarak görülen kişilerin hayatın tenhalarında kıstırıldıkları anda onların kolayca yok edilmeleri ne yazık ki bu hukuksuz, bu adaletsiz düzenin devam etmesi açısından hayati derecede önem arz etmektedir.
Ki nitekim de toplumun kahir ekseriyetinin bu vahşi katliama dair hiçbir insani tepki göstermemiş ve hatta öldürülenin etnik kimliği ve sakıncalı ideolojisi sebebiyle de bu “tenhada kıstırılma” halini zımnen de olsa onaylamış olmasını düşündükçe, sabah erken kalkanların toplu halde işkenceye koştuğu bu hukuksuz rejimin, bu insafsız düzenin resmi taşıyıcılarının kendileri açısından bir hedefi daha minimum utanma duygusuyla kolayca tamamladıklarını çok rahat bir biçimde anlayabiliriz.
“Çocuğumuzu gözlerimizin önünde yok ettiler. Allah hakkımızı bırakmasın. Çocuğumu kim öldürdüyse ortaya çıkarsınlar. Kim çocuğumu bu hale koyduysa o da bu halde gitsin. Çocuğum öldü ama başkalarının çocuğu böyle gitmesin. Gözlerim kapanıncaya dek bu davanın peşini bırakmayacağım. Çocuğumun davasını sürdüreceğim, hakkını arayacağım.” demiş Ferhan Yılmaz’ın kederli anası Sabriye Yılmaz.
Evladını katledenleri yakalamakla görevli olanlarla, evladını katledenlerin aslında aynı insanlar oldukları için evladını katledenlerin hiçbir zaman yakalanamayacak olmasını belli ki bilmiyor Sabriye annemiz. Ya da şöyle söyleyeyim; belki de biliyor ama bu hazin gerçeği dile getirmesine o yorgun zihni izin vermiyor!
Oysa siz onlara “hakkınız olduğu üzere” tıpkı sizden önceki analar gibi hakkınızı helal etmemeye; onlar da tıpkı daha önceleri olduğu gibi sizin evlatlarınızı sizden tenhalarda almaya devam edecekler ana. Gözlerinizin kapanıncaya kadar bu davanın peşini bırakmamanız ise hiçbir şeyi değiştirmeyecek ne yazık ki.
Ta ki, katledilenlerin etnik ya da dinsel kimliklerine ve tabii ideolojilerine bakmaksızın bu toplumun tüm analarının aynı ulvi amaç etrafında bir araya gelerek bu ülkede hiçbir yurttaşın, hiçbir evladın artık kimsesiz, sahipsiz olmadığını; sadece döktükleri o evlat gözyaşlarıyla değil, gösterdikleri tepkilerle de artık birbirlerine benzeyeceklerini, bütün o kan ve intikam kokan tenhaların da birbirlerinden devşirdikleri ışıklarla er ya da geç ama mutlaka aydınlatılacağını malum tepelere gönülden haykırmalarıyla bazı şeyler değişebilir ancak.
Böyle bir toplumsal bütünleşme gerçekleşirse, ki tecrübeli bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak ben buna zerre ihtimal vermiyorum, ne ala..
Elbette memleket bambaşka bir yola evrilir. Ancak bu bütünleşme gerçekleşmezse eğer, Allah muhafaza o tenhaların misafir portföyünün çeşitlenmesi kaçınılmaz hale gelecektir. İşte sadece 20 yaşındaki bir Türk milliyetçisi delikanlının büyük haksızlık ve hukuksuzluklarla kendisini bir anda demir parmakların ardında bulması bile, yaklaşan o korkunç fırtınanın habercisidir, fragmanıdır bence.
Alp için özgürlük, Ferhan için adalet
Nisan 2022, Adana