Uğur Güney Subaşı: Ya Türkçe konuş, ya da ezeriz!

GündemYazarlar

Yaklaşık yüz binden fazla askerle birlikte traktörlerden dikenli tellere, hastane parçalarından lokomatiflere, demiryolu traverslerinden yerel halkla pazarlık yapmak için kullanılacak 6 tonluk kadın iç çamaşırına varıncaya değin içerisinde gerekli gereksiz birçok sanayi ürününün olduğu 850 gemilik heybetli bir nakliye filosunun uzun bir yolculuğun ardından Afrika’nın kuzeybatı kıyılarına ulaşması ve Amerika Birleşik Devletleri’nin, Nazi Almanya’sına karşı verilecek bu stratejik savaşta cephedeki ya da bir başka ifadeyle kadim yol arkadaşı İngiltere’nin yanındaki yerini alması; Winston Churchill’in Birleşik Devletler’i kendilerinin yanında Kuzey Afrika’da Nazi Almanya’sına ve o Almanya’nın bölgedeki 1 numaralı vurucu gücü olan Çöl Tilkisi Rommel’e karşı savaşa sokma planının kendisinin Washington, DC’de dönemin Amerikan Başkanı Rossevelt’e karşı uyguladığı yoğun diplomasi trafiğinin sonunda başarıya ulaşmasıyla gerçekleşebilmişti.

Günümüzün popüler savaş tarihçileri, Amerikalıların bu “Meşale Operasyonuyla” ülkelerinde üretilen hemen hemen her şeyi Kuzey Afrika kıyılarına böylesine abartılı bir şekilde yığmış olmalarını “Amerikalılar sorunlarını çözmezler, onları ezerler!” şeklinde anlatmayı tercih ederler ki, bence de son derece doğru, yerinde bir değerlendirmedir bu. Zira özellikle de dış politikada ve sınır ötesi operasyonlarda sıklıkla karşılaştığımız bu “abartılı tepkiler” ve “orantısız güç kullanımı” Amerikan devlet aklıyla birlikte o ünlü Amerikan yaşam tarzının zamanla amentüsü haline dönüşmüştür.

Sorunlarını çözmek için o sorunu çözeceğini düşündükleri cevaplara tüm imkanları dahilinde “abartılı” bir şekilde yüklenerek sonuca bir an önce varmak isteyen Amerikalıların aksine, kaynağını ırkçılıktan, mezhepçilikten ve bozgunculuğa lehimlenmiş yoğun yağmacılıktan alan “ittihatçı aklı” kendisine her daim “parti ideolojisi” haline getirmiş hemen hemen tüm “yerli ve milli” hükümetlerimiz, bu toprakların esenliğini, huzur ve güvenliğini bahane ederek cumhuriyet tarihi boyunca yok saymalara doyamadıkları Kürt sorununu anayasal çerçevede sulh ve anlayış yoluyla çözmek yerine; aslında özü itibariyle bir “Türk” sorunu olan bu asırlık sorunu iktidarlarının emrine verilmiş tüm devlet ve millet imkanlarını sonuna kadar kullanarak Kürtleri, Kürtlerin dilini, kültürünü, geleneğini, siyasi hak ve tercihlerini hunharca ezerek çözmeye çalıştılar.

Bitlis’in Güroymak ilçesinde bulunan Mevlana İlkokulu’nun merdivenlerine yazılan “Türkçe konuş ya da sus”, “Türkçe’nin bir eksiği yok, ya sizin?” yazılarıyla okulun Kürtlerin Auschwitz-Birkenau’sı olarak nitelenen zamanın Diyarbakır Hapishanesine çevrilmiş olmasından anlıyoruz ki, bu sorunu “barış ve demokrasi” ile çözmek yerine tarifi imkansız bir nefretle “ezmeye” çalışmak üzerine kurgulanmış olan söz konusu devlet geleneği, her sabah okunan o ırkçı andın kendi iktidarlarının zamanında kaldırılmasına rağmen malum özellikleriyle kendisinden önceki iktidarlardan hiçbir farkları olmadığını bir değil binlerce kez ispatlayan “yerli ve dini + kinli” AKP iktidarı zamanında da, üstelik yine hiçbir şeyden haberleri olmayan masum çocuklar üzerinden, hala ısrarla devam ettirilmektedir.

Ancak bu hastalıklı geleneği kendilerine emanet edilen kutsal bir emanet gibi yıllardır “kinlerinde” taşıyarak bu emanetin gereğini yapmaktan asla çekinmeyen ve utanmayan cari zalimlere kötü, hem de çok kötü bir haberim var ki; o da ilk kavgalarını “yok sayılmalarına karşı” cesurca vermelerine rağmen bu toprakların bağımsızlığı, özgürlüğü uğruna verilen Kurtuluş Savaşı’nın asli aktörlerinden birisi olmaktan hiçbir şekilde vazgeçmemiş böylesine kararlı ve inatçı bir halkın, asırlık bir geleneğin ve kültürün adeta taşıyıcı kolonu olan “diline” yönelik olarak sahnelenen bu ırkçı, bu faşizan saldırılara rağmen asla ama asla diz çökmeyeceğidir.

Zira kadim Kürtler bu ırkçı zulme alışırlarsa, alıştırılırlarsa başta onurları olmak üzere her şeylerini kaybedecekleri gerçeğinin gayet farkında olarak zaman zaman yalpalayıp düşseler de, umutsuzluğun tekinsiz kıyılarında usul usul göz yaşı dökerek kendileriyle etle tırnak olmalara doyamayan “diğer yarılarının” kendilerine reva gördükleri bu haksızlık sağanağının yasını tutmuş olsalar da, bu korkunç “devlet geleneğine” asla alışmayacaklar, asla pes etmeyecekler, dillerinin ve kültürlerinin kimsesiz kalmasına hiçbir şart ve koşulda müsaade etmeyeceklerdir.

Dolayısıyla, belirli bir yaşın üstündeki memleket Kürtlerinin Türk olmamalarına rağmen zamanında her okul sabahında “Türk olduklarına” dair o faşizan yemini zorla ederek dersliklerine girmek zorunda bırakılmış olmaları yetmezmiş gibi, bu sefer de onların çocuklarını yine okullar üzerinden usul usul taciz ederek, onların kesilmesi, törpülenmesi ve hatta zamanı ve yeri geldiğinde itinayla “ezilmesi” elzem olan birer “fazlalık” ve “aşırılık” olarak görülmelerine hemen bir son verilmelidir. Aksi halde, Kürde kendi dilini haram kılarak varılacak yer, dil, din, ırk, ideoloji fark etmeksizin tüm yurttaşların “mutsuz ve de umutsuz” bir ülkede yaşamasına yol açmak olacaktır.

 

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir: Ulysses; Romana Sed Salê, Sed Sala Romanê
Behice Feride Demir: Abdullah Keskin ile Harflerin Yolculuğu

Öne Çıkanlar